Son günlerdeki gündemimize güm diye gelip oturuverdi kleptomani hikâyesi. Kadınları tanıma üstadlığının yolu ve dahi çerçevesi üzerine muazzam bir “entellektüel” argüman açıldı ve yapılan reklâmların da etkisi olsa gerek, Ahmet Altan isimli münevverimizin daha ilk üç günde 95.000 satan kitabı sâyesinde cebine paralar saçıldı. Bir diğer münevverimiz olan Fatih Altaylı ise bu kitabın Amerikalı bir münevver olan Arhur Hailey’in “Tekerlekler”’inden uçurulduğunu iddia ederek ortalığı kulaklara kar suyu kaçırdı.

ABD gâyet plânlı olarak dünyayı yeni bir tiranlığa sürüklüyormuş, Irak harbi gümbür gümbür geliyormuş, Güneydoğumuz’da hiç de hoş olmayan teşekküller vücut buluyormuş, ne gam! Seçim öncesi ve sonrası kaosumuzla berbat hâldeki ekonomimiz sanki tebahhur edip semâya arz-ı endam eylemiş, dâhilî ve hâricî bedhahlarımız ile başımız fena hâlde dertteymiş, ne tasa!

Bir elimizde cımbız, öbür elimizde ayna, tartışır olduk aldatmayı-aldatılmayı ve kleptomaniyi, umurumuzda mı dünya! Bendeniz fakirden de talep eden çok oldu bu iki mevzu hakkındaki mütalâalarımı. Aldatma-aldatılma hususundaki fikirlerimi daha önce yazmış bulunduğum için, onu sâdece hemencecik yazının en sonuna ekleyip, kleptomaniyi (çalma hastalığı) tanıtmaya gayret edeceğim.

Efendim, kleptomani denen illet psikiyatride “Dürtü (İmpuls) Denetim Bozuklukları” denen bir grup marazdan biri. Kleptomanisi olan kişiler belli bir şeyi yürütmek yâni çalmak için önce dayanılmaz bir arzu duyuyorlar, bunun yanlışlığını bildikleri için direnmeye çalışıyorlar ama nâfile, sonunda dürtülerine mağlûp oluyorlar. Çalmadan önce gittikçe artan bir gerilim ve heyecan hissediyorlar, gerçekleştirdikten sonra da müthiş bir rahatlama yaşıyorlar ve bunu tekrar tekrar gerçekleştiriyorlar.

Çalma eylemini gerçekleştirirken şizofreni, mani, antisosyal kişilik veya diğer bir ruhsal hastalığın doğrudan etkisiyle hareket etmiyorlar; başka bakımdan akılları başlarında yâni. Çalınan nesneler genellikle maddî değeri pek olmayan veya kişinin rahatlıkla karşılayabileceği kadar kıymete sâhip: Tuzluk, mağazalardaki abur cuburlar, basit bir süs eşyâsı vs. Hattâ bâzıları, çaldıklarını çaktırmadan tekrar yerine koyup, akabinde gene çalabiliyorlar! Plânlı, programlı ve çete hâlindeki hırsızlıklar aslâ kleptomani sınıfına girmiyor.

Kleptomanlar genellikle bu eylemi gerçekleştirdikten sonraki ilk tatmin hissini müteakip, büyük bir suçluluk ve yakalanma telâşı hissediyorlar. Yaptıklarının doğru olmadığını, ayıp ve suç teşkil ettiğini biliyorlar ama bir süre sonra dayanamayıp, aynı şeyi tekrarlıyorlar. Davranışları egolarına yabancı yâni… Kompulsif Alışveriş Yapma ve Majör Depresyon’la sık sık iç içe giriyor bu tablo. Kleptomanlarda Bulimia Nervoza’ya da sıkça rastlanıyor. Meselâ, süpermarketten aşırdığı çikolataları deli gibi yedikten sonra kusan kadınlar en sık rastlanan vak’alar arasında. Kleptomanların yakın akrabaları arasında Obsesif Kompulsif Bozukluklu hastalara daha sık rastlanıyor ama bu iki ruhsal bozukluğun akrabalığı üzerinde çok fazla akademik tartışma var.

Yakalanan veya bir şekilde tedaviye gelen hastalar incelendiğinde, kleptomanların üçte ikisini kadınların oluşturduğu tesbit edilmiş. Dükkânlardan bir şeyler aşırırken yakalananların sâdece %5 kadarı gerçek kleptomanlar, diğerleri ise resmen hırsızlık amacıyla veya eğlenmek için bunu yapan kişiler. Çoğu vak’a yakalanmadan aramızda yaşadığı için, bu ruhsal bozukluğun gerçek görülme oranı bilinmiyor. Ama, yakalananların başları hem ahlâkî açıdan hem de yasal açıdan belâya girdiği için, ciddi sosyal ve meslekî kayıplar yaşıyorlar.

Her yaşta başlayabilen ama ileri yaşlarda ilk defa ortaya çıktığına pek rastlanmamış olan bu hastalığın seyri muhtelif şekillerde olabiliyorsa da, başlıca üç türü belirlenmiş:

  • Zaman zaman çalıp, uzun süreler buna ara verenler;

  • Hecmeler hâlinde bir süre çalıp bir süre ara verenler;

  • Müzmin bir hâlde , hemen hep bu işi yapanlar.

Özellikle bu son gruptakilerin başı defalarca polisle, mahkemelerle derde girmesine rağmen, yapmaya devam ediyorlar.

Ben, meslek hayatımda birkaç tane hakiki kleptoman gördüm. Hepsi de genç hanımlardı. Birisinin beyin dalgalarında şakak bölgesinin biyo-elektrik faâliyetinde düzensizlik tesbit edip epilepsi ilâcı verdik ve tedaviye devam ettiği iki sene boyunca yeni bir hâdisesi olmadı. Daha sonra sırra kadem basan bu genç kızımızın akıbetini bilmiyorum. Diğer iki hastamdan birisiyle bir seneye yakın süre dinamik-içgörü yönelimli psikoterapi yaptık ve takibimde kaldığı üç sene zarfında bir daha çalmadı. Sonrasını bilemiyorum. Üçüncü vak’a ise birkaç seanstan sonra kayboldu ortadan. Bu üç vak’ada da uygulanan tedavinin gerçek etkisini (uzun vâdeli iyileşme veya şifa) bilmek mümkün değil çünkü, yukarıda da bahsettiğim gibi, hastalığın doğal seyri son derecede değişken olabiliyor. Eğer mevcutsa, refakat eden depresyonun tedavisi bu marazı da ortadan kaldırabiliyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse, kleptomaninin ispatlanmış, standart ve kat’i bir tedavisi yok; her vak’ayı kendi içerisinde değerlendirmek gerekiyor.

İstanbul - 24.09.2002
http://sufizmveinsan.com

Popüler Bilim Dergisi
Ekim 2002


Üst Ana sayfa e-mail