“Tababet-i
akliyenin” bir altın çağı var: Paradigmalar ve sektler
dönemi; 60’lardan sonra usul usul tarihe gömülmeye başlayan
bir devir; ama, silinmez izler de bırakarak!
Çağdaş bir
din: St. Freud ve onun psikanalizi.
Sonuçlarının doğruluğunu bizzat teorinin kendi varsayımlarıyla
yordayan ve kabûl veya reddeden müthiş bir sekt ve
dahi sektör! Onun müritleri olmuş her şeyi izah
ediyorlar, olacakları da olduktan sonra mutlaka kalıbına
uyduruyorlar. Paradigma buyuruyor: “Şuurdışında
bastırılmış (repression) veya şuurdan şuurdışına
atılmış (İngilizce suppression, Fransızca refoulement)
olan, süperego tarafından kabûl edilemez mahiyetteki
saldırganca veya cinsel duygu ve düşünceler kişinin
kendisine yönelir, bedenselleştirilir (somatization) ve
simgeleştirilerek de (symbolization) baş ağrısı halinde
dışarı vurulur. Migrenin zonklayıcı karakteri “kafasına
vurula vurula cezalandırılmayı” remzeder; ışıktan
ve sesten rahatsız olma (foto-fonofobi) yaşamanın en temel
unsurlarından ferdi mahrum ederek cezalandırılmasından
başka bir şey değildir; bulantı-kusma ise şuurdışı utançların
ve günahların iğrençliğinin ve onlardan kurtulmanın sembôlik
ifadesidir. Ukalâlık edip de “Yahu, bu
adamın hiçbir ayıbı, günahı yok ki, neden psişesi onu
bedensel olarak cezalandırsın?” diye sorarsanız,
cevap “ilmihâlde” hazır: “Bunlar pre-ödipal döneme ait,
onları bilemezsin”. Gene duramadınız ve suâl eylediniz:
“Pekalâ da, bunlara nasıl ulaşacağız?”.
El cevap: “Psikanalizle”! Hımmmm...
Daha mutedil
bir yaklaşım: Mütedeyyin Protestan (kısa
sözlük: Dinine, imanına düşkün) Jung
Efendi onun derinlikler psikolojisi. “Ta
ilk canlılara kadar uzanan ve kişisel şuurdışımızdaki
kompleksleri harekete geçirerek, bağlı oldukları ortaklaşa
şuurdışımızdaki arketipleri gıdıklayan güncel hadiseler,
kromozomlarımıza işlemiş ıstırapları harekete geçirmek
suretiyle zonklayıcı ağrıyı çağırıyor”. Vay
vay vaaaay...
Kısa boylu, dar
boyunlu, tipik piknik yapılı Adler Efendi Hazretleri
buyuruyor: “Bütün mes’ele kişinin bastırılmış aşağılık
duygusunu çağrıştıran hadiselerden ibaret”.
“Migrenin kadınlarda fazla görülmesinin izahı da
basit canım: Maskülen protesto”! Breh breh...
...
Daha sonra
“toplumsal paradigmalar”, “acayip organik”
paradigmalar... Hepsi de Gazali’nin
körleri gibi (aslında Gazali de bu
teşbihi Hint’ten “ödünç almış”). Kendi gerçeklerini
(kısa sözlük: reality) hakikât (daha da kısa sözlük:
verity) sanmaya devam ediyorlar.
70’li-80’li
senelerin psikiyatri ve psikoloji kitaplarına, makalelerine
bakıyoruz. Migren çoktaaaan izah edilmiş gene! “Migrenli
insanlar duygularını katı bir şekilde bastıran, muhteris, A
Tipi kişiliğe sahip, rekabetçi... insanlardır.”
Çoğu spekülatif, yazanın kendi şahsi müşahadelerine
dayanan yazılar. Araştırma iseler bile, metodolojileri epey
su götürür. Ayrıca, önceki “dogmatik” modeller gibi,
kendi içerlerinde çok tutarlı olan ama pratik hiçbir fayda
getirmeyen ve tedaviyle ilgili katkısı olmayan spekülasyonlardan
ibaretler.
90’lardan itibaren,
paradigmaların yerini ayağı yere basan teorilerin
ve metodolojideki nesnelliğin (objektivitenin) artması
almaya başladıkça, bütün bu indirgeyici yaklaşımlar iflâs
etmeye başlıyor.
Bu yazıyı
yazabilmek için, zaten senelerdir ağrı ve psikiyatri
buluşma noktasında seyyahlık yapan fakir oturup bilgisayarında
1990-2000 arası “medline”ı tarıyor. Dişe dokunur hiçbir
“külli izah” yok artık, indirgeyicilik devri sona
ermiş. Migrenlilerde aleksitimiyi (kişinin kendi
duygudurumunu farkında olmaması) yüksek bulan da var, bulmayan
da. Yani, tipik bir “migren kişiliği” filân
yok. O derece ki, şizofrenlerde dahi migrenin “normâl” popülasyondaki
kadar sık olduğu ama, bu hastalarla temas kurulma zorluğu
ve -en önemlisi- sorulmaması sebebiyle teşhisin atlandığı
bildiriliyor.
Objektif gerçeklere
bakalım: Kabaca 10 kişiden birinde migren var ve kadınlarda
da erkeklerden üç misli fazla. Her türlü kişilik yapısında
rastlanıyor. On kadından üç ilâ dördü Premenstrüel
Disforik Bozukluğu’ndan müşteki ve bunların da
%50’sinde migren atağı oluyor. Nedir bu Premenstrüel
Disforik Bozukluğu? Bir tekrarlayıcı depresif sendrom ve silik
bipolariteyle (soft bipolarity) yakından ilgisi olduğu söyleniyor
Akiskal gibi muteber psikiyatrlar tarafından...
Migrenlilerde Majör Depresif Bozukluk görülme oranı
migreni olmayanlardan çok daha yüksek; üstelik, migrenlilerde
intihar oranları da depresyondakine yakın! Migren sanki hızlı
gösterilen bir majör depresyon nöbeti filmi: Prodrom, aura, ağrı
dönemi ve postdrom dönemleri... En ilginci de, migrenli
hastalarda koruyucu tedavide en etkili ajanların başında
depresyon giderici ilâçların (antidepresanların) gelmesi;
üstelik, hastanın depresyonu olsun veya olmasın, fark
etmiyor... Valproat jenerik isimli bir antiepileptik ve
duygudurumu düzenleyicisi ajan gittikçe hem manik
depresyondaki hem de migren ve transforme migrenden kaynaklanan
“kronik günlük baş ağrısı” sendromundaki yerini sağlamlaştırıyor.
Ve biz biliyoruz
ki, silik bipolariteyle yaratıcılık arasında ispatlanmış
bir rabıta (haydi, kızdırmamak için ilinti
diyelim) var.
Gerisi... Müstakbel
bilimsel ve güvenilirliği yüksek araştırmalara kalıyor.
Bu
kadar lâftan sonra kendi kanaâtimi (“inancımı” değil;
“kanımı” deyince de kanıma donuyor) ifade edeyim:
Migrenlilerde silik bipolaritenin ve yaratıcılığın yüksek
olduğunu zannediyorum.
İstanbul
- 25.04.2001
http://afyuksel.com
Popüler
Bilim
Haziran-2001
|