Ötanazi
mes'elesine kendi ahlâkî tercihlerimiz veya tepkilerimizle
değil de, transkültürel ve kroskültürel
açıdan bir bakalım.
Yasayı çıkaran
ve kabûl eden kim: Hollanda. Hollanda
hemcinsellerin (homosexuals) evlenmesini ve birçok daha
sıradışı şeyi kolayca legalize edebilen müstesna bir ülke.
Meşhur lâftır: "Dünyayı Tanrı,
Hollanda'yı ise biz yarattık" derler Hollandalılar.
Topraklarının önemli bir kısmı deniz seviyesinin altında
olan, dar bir alanda maksimum verim ve minimum
parazitle yaşamak zorunda olan bir ulus.
Benzeri bir yapılanma
(hayat alanı azlığı açısından) Japonya'da da mevcuttur.
Bushito (savaşçının
yolu) öğretisine göre, onurunu kaybeden veya öyle
olduğunu düşünen Japonlar özel bir merâsimle karınlarını
tamiri mümkün olmayacak şekilde deşerek intihar
ederler ve bu, toplum tarafından kabul ve onay gören bir
davranıştır. Japonlar çok da çalışkandırlar ve
geleneklerine bağlıdırlar. Bu ikisini bir arada aldığımız
ve tahlil ettiğimizde, ortaya önemli bir evrimsel ve
sosyolojik vâkıa çıkar: ÇOK KALABALIK VE AZ HAYAT ALANLI
BİR YERDE, ARTIK, TOPLUMA HİZMET EDEMEYECEK VEYA ÜRETEMEYECEK
HÂLE DÜŞENİN YAŞAMAYA HAKKI KALMAZ! Çünkü kaynak
tutucu potansiyeli düşer. Binlerce
senelik kültürel evrim de bu "yaşamama gerekiliğini"
kurumsallaştırır örf diye, âdet diye, din diye vs... Bu açıdan
da bize epey benzerler.
Hollanda'ya
dönersek... Ötanaziyi kolayca kabul ederler çünkü benzer
dinamikler orada da vardır. Uyuşturucu-uyarıcı her türlü
maddeyi müptelâlara devlet kendi verir çünkü ayakta duran
her bir bireyin âzamî sıhhatli ve üretken olması şarttır,
illegal yollardan madde bulmak için uğraşırsa hem işe
yaramaz, hem de toplumun barışını tehdit eder.
Hemcinseller evlenip mutlu olsunlar ama enerjilerini varoluş
savaşına harcamasınlar; önemli olan kapsamlı
sıhhâttir (exclusive fitness).
Her an mahvolma endişesini şuuröncesinde (preconscious) sürekli
yaşayan toplumlarda karşılıklı özgecilik (karşılıklı
diğerkâmlık: reciprocal altruism) doğal olarak çok
kuvvetle işler -tâ ki son an ve panik tepkisi ortaya çıkmasın.
Bu sebeple, bir yandan da müthiş dindardır Hollandalılar,
Pazarları başka hiç bir ülkede göremeyeceğiniz kadar çok
kişi kiliseleri doldurur şık giysileriyle... Çünkü yok
olup gitmekten, doğal ayıklanmaya uğramaktan müthiş
korkarlar ve tabiatüstü güçlere perestiş, Tanrı'ya da
iman ederler. Konulara bu evrimsel zaviyeden bakınca,
paradoksal gibi görünen şeylerin izahı kolaylaşabiliyor...
Peki
ya biz? Bizim böyle endişelerimiz yok, hattâ Batı
medeniyetini biraz tanıyan herkesin gaz sancıları çekmesine
yol açabilecek kadar rahat, geniş, vurdumduymaz ve umursamazızdır.
Hem coğrafî, hem iktisadî hem de kültürel şartlarımız
bizi yarı-feodal, anaerkil ama erkek-egemen
bir toplum konumuna taşımıştır. Böyle toplumlarda en önemli
unsurlardan biri kaynak tutucu potansiyelin yüksek
olması ve bağlanma (attachment) sisteminin
güçlülüğüdür. Toplumsal düzen tamamen örf ve âdetlerle
belirlenmiştir çünkü bu tür toplumsal yapılanmalar
bireyselliğe, farklılığa müsaade etmez, yoksa homeostazisi
bozulur; her sistem gibi, böyle sistemler de kendilerini
koruma eğilimindedirler ve anti-homeostatik her eylemi şiddetle
cezalandırırlar: Töre cinayetleri, kan dâvâları, nâmus
"itlâfları" gırla gider. Böyle
toplumlar yaşlılarına büyük önem verir ve sistemi tehdit
edecek hâlde olmayan hastasını, zayıf duruma düşmüşünü
korur ve kollar. Deliye meczup veya mecnun diye
bakıp hoş görür, hastaya şefkâtle yaklaşır... Yâni,
bu düzeyde kalmak, bireyci ve devrimci davranmamak
şartıyla, karşılıklı özgecilik çok yüksektir,
yeter ki toplumsal-iktisadî örgütlenmeye ve düzene bir
tehdit oluşmasın; o zaman da acımasızca dışlar ve
reddeder!
Kroskültürel
perspektifle bakarsak konuya: Türkiye insanlarının
kültüründe ötanazi işlemez, işleyemez, toplumun temel
zamklarından biri olan bağlanma sistemini göçerteceği
için. Olsa olsa suistimal edilebilir miras vs. amacıyla.
Transkültürel
açıdan baktığımızda da, bireyci, rekabetçi ve
faydacı paradigmalı Batı'nın kültürel istihâlelerinin
(transformation) bize boyalı basın, medyanın diğer
unsurları ve benzeri aracılarla dayatılması kısa vâdede
hiç bir şeyi değiştirmez. Toplumsal evrim yavaş işler.
Ama, ekonomideki perişanlığımız, etnosentrik stresörler,
emperyalist dayatmalar ve hızla yıpranan üst yapı
kurumları (ahlâk -morality- ve meslek ahlâkı -ethics- başta
olmak üzere) bir anomiyi ve dejeneresansı
gündeme almaktadır maalesef. Bu da evrim değil,
dezentegrasyon demektir. O zaman da ötanazi
değil, toplumsal bir mutsuzca ve umutsuzca intihar gündeme
gelir ancak!!!
İstanbul
- 17.07.2001
http://sufizmveinsan.com
Popüler
Bilim Dergisi
Eylül 2001
|