Kayıt için burayı tıklayın



(Bu yazı aylık Yeni Dünya Dergisinde yayınlanmıştır.)


“Bir otobüsle kamyon çarpışması sonucu, kırk sekiz kişi yanarak can verdi. Korkunç kaza dün saat ......”

Gün geçmiyor ki, bu gibi haberlerin gösterdiği yüklü bilançolarla karşılaşmayalım.

Medyadaki verilere göre sadece 1997’nin ilk dokuz ayındaki kazalarda, dört bine yakın ölüm, seksen altı bin civarında yaralanma olayı meydana geldi.

Maddi hasarın ise, Ulaştırma - Enerji ve Turizm Bakanlıklarının 1998 bütçelerinden fazla olduğu belirlendi.

Tespitler, araştırmalar, değişik uygulamalar, cezaların on kat artırımı, velhasıl, çözüm için akla hayale gelen ne varsa, hepsi denendi, nafile...

Trafik kontrolü sırasında, gülerek, şarkı söyleyerek, çekim yapan kameralarla dalga geçen sarhoş sürücüler de cabası...

Cumhurbaşkanı Sn. Demirel dahi, canına tak etmiş olacak ki;

‘Her türlü tedbiri aldık, ne yapmamız gerekiyor halâ!..’ diyerek hassasiyetini dile getirmiş.

Neden geçmişteki körfez savaşında hayatını yitiren insan sayısının yaklaşık on beş - yirmi katını trafik keşmekesinde vermekteyiz?... Cevabını bir türlü bulamadığımız bir soru...

Bir yazımda, Prof.Yaşar Nuri Öztürk’ün görüşlerine yer vererek konuya kısaca değinmiştim.

Sayın Öztürk, Hürriyet Gazetesindeki Cuma Sohbetleri köşesinde;

‘Üstü sürekli ve bilinçli bir şekilde örtülmekle birlikte, bir demiryolları meselemiz vardır, çünkü dünyanın en azgın ve azman canavarı bizim ülkemizdedir, demiryolları ise bu korkunç canavarın en etkili düşmanıdır” sözleriyle, meseleyi demiryollarına yöneltiyor.

Bu, mantıklı bir çözümdür; ancak her insanın evinin kapısından çıkıp trene binme imkânının olmadığını düşününce, bize kaza oranını düşürebilecek bir tedbir gibi görünmüyor.

Üstelik, gara gidene dek otoyolunu kullanmak mecburiyetindeyiz. Maalesef, bazı kazalar da şehir merkezinden geçmeyen, ancak kentiçi kabul edilen bu yollarda meydana gelmektedir.

Ülkemiz dışında, şehirlerarası yolculuklar, uçak ve demiryolunun yanı sıra kara yolu ile de yapıldığına, -yine basından öğrendiğimiz kadarıyla -trafikte de büyük kazalar ve ölümler olmadığına göre, Azrail’in buralarda faaliyet göstermediği sonucunu mu çıkarmalıyız?

Londra, Mekke, Medine, Madrid ve Cidde’de bulundum. Özellikle dikkat ettim, kendi hakkına razı olmadan hareket eden bir sürücüye, şehirlerarası otobanlarda, sol şeritte giden bir otobüse, sollamayı müteakip, sağ şeride geçmeyen bir araca raslamak hemen hemen imkânsızdı.

Herhalde, diğer ülkelerin belli başlı şehirlerinde de durum farklı değildir.

Bizde ise tam tersine, kendi hakkına riayet ederek araba süren biriyle karşılaşmak oldukça zor.

Demek ki, problem önce, kültür seviyesine ve bu yönlü eğitime dayanıyor.

Aydın kesim yıllardır, Türkiye’de kimse kitap okumuyor diye dövünüyor. Batı insanı, çarşı-pazara gider gibi, torbalarını, çantalarını tercihlerine göre aldıkları kitaplarla doldururken, insanımız içinde, hayatını belki, tek bir kitap alıp okumadan, bir kalemi bitirecek yazıyı tamamlamadan tüketeni var. Kültür seviyesi bu...

Akıllara durgunluk veren kazaların ülkemizde bu kadar yüksek oluşunda çok önemli bir başka etken de astrolojik tesirlerdir.

Bu tesirler, insanın davranışlarını iç dünyasını, fiziksel yapısını biçimlendirir, ancak hiçbir zaman ‘aracını kurallar dışında sür, kaza yap, ölüme sebebiyet ver’ komutunu vermez.

Kozmik etkilerin çok yumuşak ve sert olduğu devrelerde uyanık olur, kendinize hakim olabilirseniz, tedbirinizi alıp tehlikeyi önlemiş olursunuz.

Aslında, astrolojiyi sadece kazalarda değil, yaşamın her alanı için değerlendirebiliriz.

Kısmi bir bilgi bile, birçok kolaylığı beraberinde getirecektir.

Anlattığım Astroloji ilmini, tamamen değil, kısmen bilmekle bu yaklaşıma ulaşma mümkündür.

Örneğin; Merkür’ün rötarda oluşu beyinlerin tam randımanlı çalışamaması, veya parazitli çalışması nedeniyle, bu süre boyunca alacağınız tüm kararların, Merkür’ün rötar çıkışı ile birlikte, yanlış olduğuna şahit olabilirsiniz.

Şayet, yıldız haritasında Mars altıncı eve, yani sağlık evine düşmüşse, her an hastalık bekleyin ve dikkatli olun...

Şimdi, başlarken sözünü ettiğimiz, trafikte ağır kayıplar verilen günün, yıldız konumlarına kısaca bir göz atalım...

Tarih 20 Ekim 1997 dir. Bu günlerde yıldız hareketleri ise şöyleydi;

Uranusün Kovada, Plutonun Yayda olduğunu ve uzun vadeli etkilerinin ortaya çıktığını görüyoruz. Çünkü, Neptün, Uranüs, Pluton gibi ağır hareket eden gezegenlerin etkilerinin hemen çıkması beklenemez. Uranüs, zaman içinde diğer yıldızlarında uygun açılarıyla kazaların oluşmasına neden olur. Nitekim o tarihte, Mars ve Ay birbirlerine 180 derece açı yaparak sert etkileri artırarak kaza fiilinin ortaya çıkmasına etken olmuştur. Bu etkileri güçlü olarak alan mahallerde çeşitli kazaların olması kaçınılmazdır.

Nitekim aynı gün, yani 20 Ekim’de Güney Afrika’da bir tanker ile otobüs çarpışması sonucu otuz iki kişi öldü.

Tabi bu arada, otobüsün ve şoförün, yolcuların da astrolojik haritaları önemli...

1997 Aralık ayının sonunda Marsla Uranüs kavuşumu, Ayda 180 dereceden etki yapmış, Ay, Akrepten 90 derecelik bir etkiyle tetiği çekmiştir.

Neptün - Mars kavuşumu ise, Aralık 15-16-17 tarihlerindeydi...

Bu anda, Plutonun Yayda oluşu seller, kazalar, büyük kitle ölümleri getirebilir.

Ayrıca;

16.09.1997 Salı günü saat 17.00 de Ay tutulması oldu.

Öğleden sonra olması nedeniyle, Türkiye’den rahat izlenmişti.

Ay ve Güneşin hareketleri ve tutulumların neye mal olduğu hususunda size, İbrahim Hakkı Erzurumi’nin ‘Marifetname’ isimli kitabını okumanızı tavsiye ederim.

‘Bunları öğrenmek şart mı canım?’ diyebilirsiniz.

Ancak neyin, nereden geldiğini de fark edemezsiniz!..

Demek ki yıldız konumları bir hayli sert ve kişinin, bu genel manadaki planet hareketlerini bilmesi ve dikkatli olması gerekiyor.

Astrolojik etkiler başka ülkelerde yok mu diye sorabilirsiniz. Pek tabii ki her yerde bu etkilerin rolü var. Ancak kimi bu ilmi biliyor, alternatifi oluşturuyor, kimi de kurallara sıkı sıkıya bağlı kalarak boşluk bırakmıyor. Kaza olmuyor değil!.. Ama bizdeki düzeye ulaşmıyor. Önce de söylediğim gibi kültürel durumumuz bu sonucu belirliyor..

İşte bütün bu etkenlere, insanların beş duyu ile algılayamadığı olayları, trafik keşmekeşini, ardından kazaları getirmektedir.

Tedbir alabilmek için bilinçli olmak lazım, ancak, ölümle biten kazaları kader kapsamına almak gerekiyor.

Din, kazayı, ölümü baz alarak muhkem ve mübrem olmak üzere ikiye ayırmıştır.

“Muhkem kazada tagyir ve tebdil yoktur.”

“Mübrem olanda ise, tagyir olması mümkündür” deniyor. Burada, değerlendirme yapıp tedbir alabiliriz. Şayet değişebilecekse...

Muhkem kazanın ise değişmeyeceğini belirten Ayetler var. (Bak.33/38)

Kazanın Muhkem olanına karşı edebimizi takınmanın ilahi takdirin gereği olduğunu asla aklımızdan çıkarmayalım. Zira, mutlak yaratıcı gücün kimi, nasıl, ne şekilde, nerede, hangi ırkta var edeceği gibi, ölümün de nasıl ve ne şekilde olacağı konusunda kimseyle bir pazarlığı yoktur.

Kısaca, “astroloji ile kader ortak çalışıyor” diyebilirsiniz.

Bize tedbir almak düşer... Tedbir de takdirdendir, ancak yolunu bilmeden aldığın tedbir de hiç bir işe yaramaz...

Aynen, şu andaki gibi...

Allah Muin’imiz olsun.

Ahmet F. Yüksel 

 


Üst Ana sayfa e-mail