urada
okuyacağınız makaleler; tüm
zamanların Gavsı, GAVS-ı AZAM
Abdülkadir Geylâni Hazretlerinin, sayısı bilinmeyen
eserlerinden, haddi hesabı olmayan çok değerli
menkibelerinden sadece biri olan; FÜTÜHÜL- GAYB İsimli
eseridir...
1.
Makale
~
VAZİFE
Allah-ü
Taala’ya ve Hz. Rasulallah’a iman eden şu üç şeyi
yapmakla vazifelidir.
1-
Allah’ın emirlerini tutmak....
2-
Yasak ettiği şeyleri yapmamak...
3-
kimsenin elindekine göz dikmemek, doğru çalışmak,
haline razı olmak....
İnsan,
hayatı boyunca, emir, yasak ve kader çizgisi içindedir. Hiçbir
zaman bunların dışına çıkamaz. Dışını Hakkın
emirlerine uydurduktan sonra, iç alemi için 3 vazife başlar.
1-
İnsan öz varlığı olan kalbine, iç alemine dönmeli...
2-
Ruh, iyilik taraftarı olarak, kötülüğe meyilli duran
nefsini muhasebe etmeli...
3-
Böylece bütün gidişatını, yolunu Allah yolunun
hakiki yolcularına uydurmalıdır...
2.
Makale
~
HAYRI TAVSİYE
Allah’ın
ve Hz. Rasulallah’ın emirlerine uyun; şahsi arzularınıza
ve hissiyatınıza mağlup olarak
bid’at yoluna sapmayın ! İtaat edin; türlü ve bozuk
yollara ayrılmayın!... Allah’ı tevhid edin; hiçbir zaman
şirk koşmayın!... Hakkı tenzih edin; itham etmeyin... Doğruluk
karşısında şüpheye düşmeyin; tasdik edin. Hep birden
kardeş olun, aranıza düşmanlık sokmayın. Doğruluktan
nefret etmeyin, daima Hak yolu ve yolcularını arayın, usanmayın...
Sonuna kadar çalışın; bekleyin ümitsizliğe düşmeyin...
Daima doğru yolda toplanın, sevişin aranıza sevimsizlik
girmesin... Yaptığınız kötülükleri bırakın; tövbe
edin; bir defa yaptığınız hatayı ikinci defa yapmayın!..
İçinizi dışınızı temiz tutun. Uğursuz, çıkmaz, karanlık
bataklıklara düşmeyin... Rabbınızın taatı ile ruhunuzu
bezeyin. O’nun kapısından ayrılmayın. Ondan yüz çevirmeyin.
Tövbenizi bozmayın... Gece gündüz Allah’a yalvarmaktan bıkmayın.
Çünkü rahmet kapıları ancak bu yolda açılır. Hakiki
saadeti buyolda bulmanız mümkündür. Şu bataklık aleminden
ulvi ruhani aleme bu yoldan gitmeniz mümkündür. Hak’ka
vuslat bu yoldadır. Rahat, huzur ve selamet evine buradan
girilir. Öyle bir selamet evi ki, her çeşit binek orada, gözün
görmediği her türlü hoşluk oradadır... Bu nimetlerden bıkmaz,
usanmaz, bol bol yer içersiniz. O yerde sizin arkadaşlarınız
Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler olur.. Allah cümlemize
nasib etsin...
3.
Makale
~
İPTİLA
İnsan,
başına bir iş gelirse... Önce, kendi kendine kurtulmaya çalışır...
Muvaffak olamayınca, etraftan yardım istemeğe koyulur...
Padişahlara
gider; rütbe sahiplerine yalvarır. Zenginlere koşar... Hal
sahiplerine gider; dua ister, himmet ister... Eğer hasta ise
doktora gider, şifa arar. Bununla da kurtulamayacağını anlayınca,
Allah’a döner.
Eğer
kendi işini yapabilseydi, halka dönmeyecekti... İşini halkta
bitirebilseydi, Hak’ka dönmezdi. Burada da arzusu biraz geç
kalmağa başlar; fakat gidecek başka yeri kalmamıştır...
Durur yalvarmağa başlar... Dua eder; sena eder. İhtiyaçlarını
teker teker sayar, yalvarır... Bunları yaparken bir yandan da
reddolunmaktan korkar;
bir yandan da, isteği yerine geleceğini ümit ederek
sevinir...
Son,
bu halden de usanır; yaptığı dua ve niyazın işe yaramadığını
zanneder... Bu kerre dua da dahil her şeyi bırakır... Saf,
temiz bir halde beklemeğe başlar... Bu kez kader-i İlahi
(Allah’ın emri) ne ise o zuhura gelir... Olacak olur... Herşeyde
Allah’ın kudretini, kuvvetini sezer. Hareket, sükun... her
ne varsa, ondan olduğunu anlar. Hayır, şer, iyilik, kötülük,
vermek, almak, genişlik, darlık, ölmek, dirilmek, izzet,
zillet, bunların hepsinin Hak’tan geldiğini mana gözü ile
görür...
Bu
halleri görür... Ve bu haliyle süt anasının elindeki çocuk
gibi olur... Yıkayıcı elindeki meyyite benzer; kendinden
bihaber... Onlar istediğini yapar... Velhasıl, bir top gibi
olur, gayri ihtiyari sağa sola yuvarlanır... Bukalemun gibi
renkten renge geçer. Ne kendisi için, ne de başkası için hiçbir
hareket yapmaz... Hakkın işinden başka şey görmez. Gözü
O’ nu görür, kulağı O’nu işitir. Başka şey görse
veya işitse, O’nun için görür veya O’nun için işitir.
O’nun nimeti ile beslenir ve O’na yakın olmakla ferahlar...
Bu halle güzelleşir... Bununla hoş olur... Sakinleşir...
Her
halde Hak’la mutmain olur. O’nun sözü ile ünsiyet peyda
eder. O’ndan başka her şeyden çekinir ve hoşlanmaz...
Daima O’nun zikrine koşar... Ve öylece kalmak ister. Bu
halde kendinde yükseklik duyar. Kuvvetini Hak’tan alır.
O’na tevekkül eder. Yolunu O’nun marifet nuru ile bulur.
Onunla giyer, Onunla kuşanır. Böylece Hak’kın çeşitli
ilimlerini öğrenir. O’nun kudreti ile şereflenir. O’ndan
işitir. O’na yaklaşır. Dua eder, hamd eder. Öylece kalır...
4.
Makale
~
MANEVİ ÖLÜM
Halkın
malına göz dikmez, onların elindekinden kendini mustağni kılarsan,
kötü isteklerin ölmeğe başlar. Böyle olunca sende hiçbir
kötülüğe karşı meyil kalmaz. Bunlar hep Allah’ın yardımı
ile olur. Bu inayet ve yardım sayesinde öyle bir hayata kavuşursun
ki ondan sonar ölüm yoktur. Bundan bulacağın zenginlik tükenmez;
verilen alınmaz... Rahatın bozulmaz... Hiçbir sevdiğinden
mahrum olmazsın. Öğrendiğini unutmaz, sonundan korkmazsın...
Bu
yeni varlıkla bambaşka bir aleme geçersin; saadeti bitmez tükenmez...
Sultanlığın bir türlü sonu gelmez. Yüksekliği bir türlü
nihayete ermez. Burada yalnız tazim olunur, tahkir olunmaz.
Çünkü
sende artık bir meniyet vardır. Ve doğruluk zatında
mevcuttur. Söylediğin Hak, yaptığın doğrudur. Sen artık eşsiz
bir cevher haline gelmişsin. Tekle tek, birle bir olmuşsun.
Gizlinin gizlisi, sırrın sırrı oldun; yetmez mi?
Bu
hal ve bu alemde sen, peygamberlerin vekilisin demektir. Velayet
sırrı sende biter. Ebdallar –velilerden bir kısım- şekline
bürünür. Her dert seninle biter. Her ihtiyaç seninle görülür.
Yağmur arzunla yağar. Bitkiler sevginle biter... Yeşerir...
İster sultan, isterse çoban, ister imam ister cemaat hepsinin
belasını def edersin...
Sen
bundan böyle ibadın ve biladın amirisin; eller sana yardıma
gelir... Ayaklar sana hediyeler taşır. Diller seni övmeğe başlar.
Bunlar Allah’ın izni ile olur. İki kişi dahi, aleyhinde söylenecek
tek kelime bulamaz...
Ey
bunca in’am ve ihsan yapan Allah, bunlar hep senin
vergilerindir. İkramındır. – Allah büyük ihsan sahibidir-
5.
Makale
~
DÜNYA VE HALİ
tuzağı,
öldürücü zehirleri ile düşkünlerine verilmiştir.
Gafletle Dünyayı, zahirdeki güzelliği ile görürsen
aldanma... O, hilesi, dokunanı derhal öldürür.
Onda sadakat, onda vefa diye bir şey yoktur. Ona iyi gözle
bakıp hoşlanma; şöyle ol: Sahrada bir adam çırılçıplak
kazayı-hacete oturmuş. Hem edep yri görünüyor, hem de koku
geliyor. Sen mecbursun; hem burnunu tutacak, hem de gözünü
kapayacaksın. İşte dünyanın hali. Ondan kurtulmak için hem
gözünü kapa, hem de burnunu tut...
Dünyaya
ihtiyacın kadar bağlan! kalpten sevme; Nesibin ne ise gelir üzülme..!
6.
Makale
~
HALKI BIRAKMAK
Halkı
Allah’ın izni ile bırak, yine O’nun emri ile arzularından
geç. Bir ayet-i Kerimede şöyle buyrulur:
-
“ Eğer inanıyorsanız, Allah’a güvenin....”
Kendini
Allah’ın fiiline, iradesine terket. Saydıklarımızı
yaparsan, ilahi emirlere bir kab olursun.
Halkı
bırakmak; onların elinde hiçbir iyilik veya kötülük olmadığına
ve olamayacağına inanmakla olur.
Bütün kuvveti Allah’tan görüp, halkın elinde
mevcut olan bir şey görmeden Allah’ın kudretini tasdik
etmekle mümkün olur.
Kendini
bırakmana gelince: Hak’ka teslim olman ve sebepleri bir yana
atmanla olabilir.
Kendinden
hiçbir hareket görme, gücüne kuvvetine mağrur olma. Bu
halinde kendini hor görüp, özünden nefret etme. Hak’ka
teslim ol; O’nun emirlerine göre hareket et. Şunu iyi bil
ki, her şeyi evvel ahir yapan Allah’tır...
Sen
ana karnında bilinmez bir nesne iken, O besledi ve bu aleme
getirdi. Ve yine sen, beşikte her şeyden habersiz yatarken
esirgeyen O oldu. İşte o eski hallerini düşün ve Hak’ka güven.
İlahi
tecelliler önünde yok olmak şöyle olur: Başta hiçbir istek
sahibi olmamak gerekir. Bunu yaptığın an, her arzun yavaş
yavaş ölmeğe başlar. Dileklerin yok olur. Daha sonra iraden
ölmeğe başlar. İşte bundan sonradır ki, ilahi tecelli seni
kaplar. Hiçbir meramın olmaz. Hak’kın isteğinden başkası
sende hüküm süremez olur. Kalbin sakin, vücudun rahat, gönlün
geniş, yüzün nurlu... Her şeyden elini çeker, yalnız
yaratanla meşgul olursun. Hak varlığı ile zengin olursun...
Bu
halinle seni kudret eli çevirir, ezel dili seni çağırır.
Hak sana bilgiler öğretir. Türlü nevi kisveler giydirir.
Ezeli ilimlerden sana nasip gelir. Gönlün açık olur. Kötülükler
onda eğlenmez. Her kötülük onda erir. Varlığın Hak arzusu
ile dolar. Böylece senden çeşitli kerametler zuhura gelir. O
haller senden görünür, ama aslında Hak’tan gelir. İşte böylece,
Hak için gönlü kırıklar zümresine dahil olursun. Bunlara,
“Münkesiret’ül – Kulub “ tabiri kullanılır. Zikrettiğimiz
o değerli insanlar için Allah-ü Teala şöyle buyurur:
-
“Benim için kalbi mahzun olanlarla olurum.”
Bu
Kudsi bir hadistir.
Muayyen
bir zaman için halin böyle gider, ardan zaman geçer; evvelce
mahrumu olduğun pekçok dünyaca hoş tanınan nefsi zararsız
isteklerine kavuşursun. Peygamber S.A. efendimiz bu duruma işaret
ederek şöyle buyurur:
-
“ Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi. Kadın, güzel
koku, gönlümü hoş eden namaz...”
Bütün
kötü arzun, hevesin kırılmadıkça, Hak, seninle olmaz. Bu
hevan ve hevesin yok olunca da sende hiçbir şey durmaz olur
artık. Sende ne iyilik eğlenebilir, ne de kötülük. Ne akıl
kalır, ne de fikir. Hiçbir şeyi seçemez olursun. Varla yok
arasında bir hal alırsın. Allah seni öldürür, yeniden
diriltir. Sende, yeni ve bambaşka bir irade zuhura getirir. Her
isteğini o irade ile istersin. Bu hale ki geldin ve her isteğin
buna ki uydu; Hak Teala kendine izafe ettiğin mevhum varlığını
alır, seni yok eder. Bu halle sonunda: Münkesiret’ül-kulüb
zümresine dahil olursun... Bu makamda haberin olmadan çeşit
çeşit hikmetli işler olur. Sonra benliğin erimeğe başlar.
Böylece iş sonuna varmış olur. Ve Hak’ka kavuşmuş
olursun; yani, lika hasıl olur... Her iş tamam olur. Bütün
çalışmalar bunun içindi zaten... İşte: Münkesiret’ül
kulüb’un asıl manası budur.
Yukarıda
bahsedilen <<bakiye kalan varlık>> cümlesini biraz
izah edelim: Bunun manası; tam bir sükun ve tumaninet
halidir... Yani yukarıda arzedilen
hale girmek ve onda tambir olgunluk peyda etmek demektir.
Bunu daha açık anlatmak için Allah’u Teala’nın,
Peygamberi (S.V.) lisanı ile buyurduğunu dinleyelim:
-
“Kulum bana ibadet etmekle yaklaşır, ve onu
severim... Sevince de tutan eli, işiten kulağı, gören gözü,
yürüyen ayağı olurum, hep işlerini benimle görür... “
Diğer
bir rivayette şu cümleler de vardır.
-
“Benimle işitir, benimle tutar, benimle aklı
erer...”
Bu
hal ancak < Fena > - kendinden geçiş – ile başlar. Bu
iş, güç değildir, halkı bırakman kafi...
*
Halk;
hayır ve şerden ibarettir. Sen de böylesin, hem hayırlısın
heh de şerli... Halkın hayrını ve şerrini isteme... Yalnız
Hak’kı tut, ötesini bırak. Yine Kader-i İlahide hayır ve
şer vardır. Sen bu halde bulunmadıkça Allah seni şerrinden
korur, hayrı denizine atar. O zaman hayrına kab olur, her çeşit
nimete kavuşursun... Süküna rahata, hoşluğa ve nihayet her
güzelliğe kaynak olursun...
Fena
(1), Müna (2), Müptega (3) bunlar ayrı ayrı tasavvuf
mertebesidir. Velilerin son durağı buralardır. Bunlara yönelmek
öyle bir istikamettir ki, geçmişteki evliya ve ebdal hep
bunları istediler. Ta ki, iradelerini Allah’a bırakalar ve
O’nun iradesine göre hareket edeler. Zaten bu yolun yolcularına
< Ebdal > demek, bu manayı anlatmak içindir.
Bunların
günahı nefsani arzularını Hak’kın iradesine ortak
etmektir. Haddi zatında
onlar bunu unutarak yaparlar. Manevi bir hale kapılı, dehşete
düşerler, bu arada kendilerini kaybederler. İsteklerine kapılma
neticesi Hak’ka şirk koşmuş olurlar. Sonra, Allah tarafından
kendilerine bir ayıklık gelir; Allah’ın rahmeti, merhameti
yetişir, blundukları halden uyandırır. Onlar da hatalarını
anlar, istiğfar eder, tövbe ederler... Allah da tövbelerini
kabul eder. Çünkü yalnız melekler iradeden masumdur...
Peygamberler de iradeden değil, kötülükten masumdur. Geri
kalan mükellef insan ve cinler, ne iradeden, ne de kötülükten
masumdur. Şu var ki; veliler, kötü arzudan, ebdal de iradeden
mahfuzdur, ama masum değildir. Bu şu manaya gelir; bazen ufak
tefek meyil ederler, sonra Allah merhameti icabı onlara yine doğru
yolu nasib eder...
7.
Makale
~
KALBİN HASTALIĞI
Nefsini
bırak! Ve ondan uzaklaş!.. Nisbi olarak kendine izafe ettiğin
mülkten ayrıl!.. Hepsini Allah’a teslim et!.. Ve kalbin kapısında
bekçi ol!.. Allah’ın < gönlüne sakla > dediklerini içeri
al ve < alma> dediklerini kalbine sokma!.. Kötü istekleri kalbinden çıkardıktan sonra bir daha
yaklaştırma!.. Bu
şeytani arzuları kalbden çıkarmak, her halde ona uymamak ve
daima muhalefet etmekle olur.
Allah’ın
iradesi dışında bir şey isteme!.. O’ndan başka bir şey
istemek boş bir temennidir. Akılsızlıktır. Sakın böyle
bir hevese düşme!.. Telef olursun.. Helak olursun!.. Hak’kın
merhametinden uzak kalırsın.
Sonuna
kadar Allah’ın emirlerini tut!.. Sonuna kadar yasak ettiği
şeylerden kaç!.. Sonuna kadar O’nun kaderine teslim ol!..
Yarattığı şeylerden hiç birini O’na ortak yapma. Şirk koşma!..
İsteğin,
arzun, şehvetin, hepsi O’nun yarattıklarıdır...
İsteme!
Kötü arzularına kapılma! Şehvete düşkün olma!.. Ta ki müşrik
olmayasın!..
Ayetten:
< Bir kimse Rabbına kavuşmayı istiyorsa, yarar iş yapsın.
Rabbı için yaptığı ibadetlere şirk katmasın. >
Şirk,
yalnız putlara tapmak değildir. Kendi şahsi arzu ve
isteklerinde tesir
görerek,uyman da bir nevi şirk ve putperestliktir. Dünya ve
onun metaından, ahiret ve onun nimetlerinden herhangi birine gönül
kaptırarak, seni yaratanın sevgisini değil, bunlardan her
hangi birinin sevgisini üstün tutarsan, şirk etmiş
olursun...
Uçsuz
bucaksız bir varlık bul, kendini muayyen ölçülere kaptırma.
Muayyen bir çerçeve içersinde kalırsan, doğruluğunu haber
verdiğin yanlış olabilir. Kalacağını haber verdiğin
nesne, bakarsın ki kaybolmuş... Hak’kın iradesine tabi ol
ve hiçbir şeye karışma!.. Keşif ve keramet nevinden
sayarak, bir şeyler söylersin, ama aksi olunca utanır, rüsvay
olursun... Sana bu
halde yine bir vazife düşer; halini saklamak... Ve senden başkasına
bunları duyurmamak. İşte bu, tam sebat ve beka halidir.
Bunların Allah tarafından, sana bir hediye olarak verildiğini
bil. Bu hale şükür etmek için O’ndan yardım iste.
Başkasına göstermemek için ört. Eğer bu haller
gider de, yerine başka bir hal gelirse, üzülme
; onda da çeşitli
bilmediğin nimetler gizlidir.
İlim vardır. İrfan, marifet vardır; ayıklığını arttırır
ve edep terbiye öğretir sana... Bir Ayet-i Kerime de şöyle
buyurulur:
-
“Biz hiçbir ayeti, ondan daha iyisini veya benzerini
getirmemek şartı ile değiştirmeyiz... Allah’ın her şeye
kadir olduğunu bilmiyormusun?”
Allah’ın
kudretini küçük görme!.. Takdir ve tedbirde, onu itham
etme... O’nun vaadinin doğruluğunda şüpheye düşme... Hz.
Peygamberi (S.A.) kendine örnek al... O büyük insana inen ve
mushaflarda yazılan, dillerde okunan bazı ayetler kaldırıldı...
Bazısı değişti, yerine başka ayet geldi... Biraz önce
haber verdiğinin aksini az sonra söyledi. Ama bu hal zahirde böyle
oldu. Öbür yönünü, ancak, Allah’la kendi arasında bir iş
olarak kabul ederiz...
İşte
yukarıda anlatılan hale işaret ederek Peygamber(s.A.)
efendimiz şöyle buyurur:
-
“Kalbimde değişik haller olur, bu yüzden her gün
yetmiş defa istiğfar ederim.”
Diğer
rivayette “ Yüz defa.”
Peygamber(s.A.)
efendimiz., daima hal değiştşrirdi. Bir halden diğer hale geçer
ve olgunluğa doğru ilerlerdi. Gayb aleminin hazinelerine
ererdi. Çeşitli manevi süslerle süslendi. İşte efendimiz böyle
yükselirdi. Her yükseldikçe de evvelkinin noksanlığını
anlar; mahdut bir halde kalmayı noksan sayar, istiğfar ederdi.
Kendisi yaptığı gibi ashabına da istiğfar telkin ederdi.
Çünkü istiğfar ve tövbe halinde bulunmak kulun vazifesidir.
İnsana en çok yakışan şey, istiğfar ve tövbe etmektir.
Bütün kötülükleri, bir daha yapmamak şartı ile bırakmak
babası Adem’den (a.s.), Hz. Rasulallah’a O’ndan da
bizlere veraset yolu ile geldi... Ki Adam aleyhisselam’ın her
yanını zulmet kaplamıştı; işte o zaman istiğfar etti,
sonra karanlık açıldı, her yanı nur kapladı; kurtuldu.
Çünkü o bir zamanlar ahdi unuttu. Dar-ı Selam’da daimi
kalacağını, Rahman ve Mennan olan Allah, kendisini Cennetten
çıkarmayacağını sandı... Melekler kendisini daima
selamlar, öğmelerle geleceğini tahmin etti. Böylece nefsine
uydu ve her şeyi unuttu... İş değişti. O güzel süslerden
soyundu, saltanat gitti. Derecesi düştü... O nurlu alem,
aniden karanlığa gömüldü. Önceki safiyet bozuldu.
Böylece
her şey elinden alındıktan sonra işin nereden geldiğini
anladı. İçinde bulunduğu büyük safiyeti düşündü... İtiraf
yolunu tuttu. Unuttuğunu, hata işlediğini itiraf etti. Kendi
kendine istiğfar telkin etti:
-
<Yarabbi, biz nefsimizi kötüledik, kirlettik, bizden
mağfiretini, merhametini esirgersen,
sonumuz fena olur. >
Bu
tövbe ve itirafa karşı kendisine hidayet yolları göründü.
Nasıl işler yapacağı bildirildi. Ve o, o tövbedeki gizli
marifet nurları ve bundan evvel kendisine keşfolunmayan
iyilikleri öğretildi. Ve neticede şuna kani oldu:
-
< Bütün kaybettiğim haller bana tövbe yolu ile açılacaktır.
>
Her
şey değişti... İstek şimdi başka oldu. Hal başka hal
oldu. Büyük bir saltanat geldi. İlk önce dünyada bir
velayet-i Kübra; sonrası da ahirette... Dünya kendine ve
evladına yer oldu. Ahiret ise ebedi bir yuva... Ve sonsuz bir sığınak..
Ey
mümiz! Senin için Hz. Adem v Hazret-i Muhammed de dostluk ve
muhammed için iyi adetler var... Herhalde hatanı bil, tevbe
et...
8.
Makale
~
ALLAH'A YAKINLIK
Manevi
bir hal içinde bulunduğun zaman başkasını isteme. İser
daha altını, ister daha üstünü. Hiçbir makam arzu etme...
Padişahın
kapısına geldiğinde hemen içeri girmeği isteme Zorla içeri
alınıncaya kadar bekle. Kendi isteğinle değil zorla içeri
alınmalısın. Tekrar, takrar istemelisin. Pek nazlı da
olma...
İçeri
girmek için mücerret izinle de yetinme. Seni tecrübe için
olabilir, belki de padişah tarafından deneniyorsundur... Koşma;
bekle. Ta ki seni zorla içeri alsınlar. Bu şekilde içeri alınman
senin için bir fazilet olur. Saraya bu şekilde girdikten
sonra, seni kimse tekdir etmez. Tekdir ancak yapacağın
kusurdan sonra gelir. O, seni bizzat içeri aldıktan sonra,
korku da olmaz. Padişahın yaptığından mes’ul olmazsın.
Ancak kendi isteğinle yaptığın şey sonunda mes’ul duruma
düşersin. Yaptığın hareket neticesi, sana taarruz vaki
olur.
Bu
makamda senin için iyi olmayan şey kendi arzunla hareket
etmendir... Sabrın azlığı, edebe riayetsizliğin, bulunduğun
hale rıza göstermemen senin için hiç de iyi olmayan
hareketlerdir...
Saraya
girmek sana nasib olunca; başını önüne eğ, gözlerini
etrafta gezdirmekten sakın. Edepli terbiyeli olarak, verilen
her hizmet ve vazifeyi yapmağa çalış. Daha fazla yükselmeği
isteme...
Ayet:
“ Olara verdiğimiz dünyalıklara gözlerini çevirme, onları
tecrübe etmek için, dünya süsü olarak kadın verdik. Rabbın
sana verdiği rızık, hem hayırlı hem de devamlıdır...”
Allah-ü
Teala, bu ayetle seçkin Peygamberine edep öğretiyor, dolayısıyla
bize...
-
< Halini muhafaza et, verilene razı ol...”
Buyrulmasındaki
Murad:
-
“Sana verdiğim pek çok hayır, peygamberlik, ilim kanaat,
sabır, islam dini üzerindeki saltanat ve o yoldaki mücadele
senin için en büyük nimettir... Ötekilere verdiklerimden
daha iyi ve güzeldir.
Bütün
hayır haddi bilmekte ve ona razı olmaktadır. Bununla beraber
başkalarının hiçbir şeyine göz dikmemektedir. Başka bir
şeye iltifat etmemektedir. Çünkü o baktığın ve arzu ettiğin
şey üç kısma ayrılır. Birincisi, senin nasibin olmasıdır.
İkincisi başkasının nasibi olma ihtimali. Üçüncüsü, ne
senin ne de başkasınındır. İhtimal ki; Allah’ü Teala,
onu bir tecrübe vasıtası olarak yaratmıştır...
Baktığın
şey her ne ise... Eğer o, sana nasip olmuşsa ihtirasa düşüp
ardından koşsan da gelir koşmasan da. İstesen de gelir,
istemesen de Bu hale göre, mutlaka onu elde etmek için çırpınman
ve edebe uymayan bazı hareketler yapman sana yakışmaz. Bu
hal, ilim ve akıl ölçüsüne vurulursa hiç de sevilen bir şey
olarak meydana çıkmaz.
Eğer
o şey, başkasının nasibi ise.... çırpınman niçin?.. Çünkü
o şey sana hiçbir zaman gelmez.
Yine
o şey, ihtimal ki hiç kimsenin nasibi değildir, fitne ve tecrübe
için yaratılmıştır. Böyle olduğuna göre, akıllı olan
kimse nasıl nefsi için, böyle bir fitneyi ister. Ve kendine
celb etmeği arzu eder?..
Bu
izahlardan anlaşılıyor ki; bütün selamet ve iyilik, manevi
hali muhafazada ve haddi tecavüz etmemededir...
Avuç
içi kadar dar yerde de kalsan, geniş sahalara da çıksan, her
ikisi de sana göre musavi olmalı... Ve yukarıda anlattığımız
halini ve edebini muhafaza etmeğe çalışmalısın. Başını
önüne eğ. Çok edepli ol... Daha da üstün vazife görmeğe
çalış. Çünkü padişaha en çok sen yakınsın, senin
kabahatin de çabuk görülür. Bu sebepten senin için tehlike
daha fazladır.
Bulunduğun
halin daha üstüne ve daha aşağısına geçmeği isteme.
Orada sabit kalmayı, baki olmayı arzu etme. Bulunduğun
vazifenin şeklini değiştirmeğe yeltenme... Böyle bir şey
yapmağa senin bir selahiyetin yoktur. Böyle bir şey yaparsan
nimetleri inkar yolunu tutmuş olursun; bu ise, dünya ahirette
sahibini utandırır...
Sonuna
kadar, anlattığımız şeyleri yapmağa çalış... Neticede
öyle bir hale gelirsin ki, o halde senin için bir makam
verilir. Seni ondan hiç ayırmazlar. Sen de onun, Allah tarafından
bir vergi olduğunu anlarsın. Böyle oluşun delili ve beyanı
meydandadır, bunu bilir ve o halin devamına çalışırsın...
Veliler
için haller vardır. Ebdal için makamlar vardır. Ve sana
hidayeti Allah nasip edecektir....
9.
Makale
~
KEŞİF VE MÜŞAHEDE
Allah
sevgililerine ve bunlardan bir kısım olan Ebdale, akıllara
durgunluk veren, adet ve resmiyeti ortadan kaldıran Ef’al-i
İlahi’nin tecellisi açılır. Bu tecelli iki kısma ayrılmıştır:
Cemal, Celal sıfatlarının tecellisidir. Celal, aynı zamanda
azamet manasına da gelir. Bunların tecellisi kalbe çok giran
(*) gelir. İnsanı müthiş sarsar. Bu hal kalpde olur fakat
zahiri duygulara da sirayet eder. Bazen görülür ve işitilir.
Bu hali, bir ravi, Peygamber (S.A) efendimizden nakletmiştir:
Namazda,
yemek kabının kaynamasına benzeyen bir ses işitilirdi. Bu
ses kalbden gelmiş ve zahirde de işitilmiştir. Bu hale sebep,
Allah’ın Celal sıfatının tecellisini görmesi ve azamet-i
İlahi’nin keşfolmasıdır... Bu hale benzer şeyler Hz. İbrahim’den
(A.S) keza, Hz. Ömer (R.A) rivayet edilmiştir...
Cemal
sıfatının tecellisine gelince: Bu sıfatın tecellisinde kalb
nurla dolar ve bununla boş olur. Bu halde kalb rahat eder. Lütuflara
erer. Güzel konuşmaları burada duyar. Güzel sözleri bu
halde işitir. Bununla beraber, kendisine yüksek hediye müjdeleri
burada verilir. Ve yüksek derecelere çıktığı kendisine
burada haber verilir. Bu öyle bir makamdır ki; bundan sonrasında
kulun hiçbir dahli olmaz. Her şey ezeli nisbete bağlanır.
Kalem kurur. Artık taksim ne ise o gelmeğe başlar. Allah fazlını
ve rahmetini istidatlar nisbetinde verir, rahmet ve şevkatini
onlara ispatlar. Bu hal ecel gelinceye kadar devam eder. Ki, bu
malum olan ölüm zamanıdır. Bundan sonra daha fazla açılır.
Perdeler kalkar. Yükseldikçe yükselir. Bunun dünyada
verilmemesinin sebebi, Allah’ karşı olan sevgi ve
muhabbetlerinin onları bir tehlikeye götürmemesi içindir.
Sonra takatları kesilir. Helak olurlar, zayıf düşer,
ibadetlerini yapamazlar. Halbuki
onlar ölünceye kadar ibadet etmekle mükelleftirler. Bunlara,
bu maddi hayatta tam tecelli etmemesi ve tam tecelliyi öteki
aleme bırakması O’nun merhametinin eseridir. Böyle yapmakla
sevdiklerinin kalplerini tedavi eder. Terbiye eder ve madde
alemi ile manevi alemi bu şekilde idare eder. İncelikleri
bilen ve hüküm veren O’dur. Kullarına lütfunu, merhametini
esirgemeyen O’dur...
Bu
halleri anlatan bir rivayet Hz. Rasulullah’tan şöyle
nakledilmiştir:
Efendimiz,
maddi alemle biraz meşgul olduğu zaman:
-
“Ey Bilal, bizi biraz dinlendir. Ezan oku da namaza
kalkalım...”
Buyurmuştur.
Bunu, anlattığımız güzellikleri görmek için söylemiştir...
Yine bu sebeple şöyle buyurmuştur:
-
“Namaz, gönlümün sürurudur...” (**)
(*)
Bıktırıcı, fena, katı
(**)
Sevinç
10.
Makale
~
NEFİS VE HALLERİ
Bu
kadar külfetler içerisinde, varlığını gösteren yalnız
Allah’ü Taala’dır. Bundan sonra nefsin gelir. Muhatap
olarak meydanda da sen varsın.
Nefis;
başta Allah’ın zıddıdır. Halbuki her şey sahiplidir. Böyle
olduğu için nefis, hem yaradılış itibariyle, hem de mülk
olarak Allah’ındır. Bu arada nefse boş iddia ve arzu, bir
de kötülükleri ile sevinmesi kalır.
İş
böyle olduğuna göre, sen, Hakka uyarak nefsine muhalefet
edesen; Allah için nefsine hasım olmuş olursun... Allah-ü
Taala, Davud’da (A.S) şöyle buyurdu:
-
“Ya Davud, ben daimi kuvvetinim, bu kuvvetini nefsine düşman
olarak ibadete vermeğe çalış. “
Ey
mümin, eğer sen de böyle yapar ve bu halde kalırsan, kulluğun
ve Allah’a karşı olan bağlılığın doğru olur. Rızkın
ne ise... rahat,güzel, hoşolarak gelir; aziz ve mukerrem
olursun. Ve her şey sana hizmet etmeğe başlar. Sana tazim
ederler, hürmet ederler... Çünkü onlar yaratanına bağlıdır.
Sen ise onun sevgili kulusun. Onları Hak yaratmıştır. Onlar
da bunu ikrar etmektedirler. Nasıl ki; Allah-ü Taala bunu şu
ayetlerde haber vermiştir.
-
“Allah’ı tesbih etmeyen
hiçbir şey yoktur, lakin siz onların tesbihini
anlayamazsınız.”
-
“ Göğe ve yere isteyerek veya zorla geliniz... diye buyurdu.
Onlar da dediler:
-
İsteyerek geldik...”
*
İbadetin
başı nefse muhalefet etmektir. Allah-ü Taala buyurdu:
-
“Nefsine uyma; nefs seni Allah yolundan ayırır.”
Davud’a
da şöyle buyurmuştur:
-
“Ey Davud, nefsini bırak, çünkü o, daima münazaa çıkarır.
“
Beyazid-i
Bestami’den (Rh.) bir rivayet vardır. Beyazid mana aleminde
tecelli-i ilahiye nail olur ve sorar:
-
“Yarabbi, sana nasıl gelinir?
Şu
cevabı alır....
Nefsini
bırak da gel...
Beyazid
der ki:
Nefsimi
bıraktım, yılan soyunduğu gibi ben de nefsimden soyundum...
Her hayrın ve her güzelliğin onu bırakmakta olduğunu gördüm...”
Eğer
takva halinde isen, nefsine daima muhalefet et... Halkın varlığını
kalbinden çıkar. Onlardan her hangi bir şey bekleme. Onlara
minnet etme. Onlara güvenme, onların elindeki dünyalığa göz
atma. Onların iyiliği seni sevindirmesin, kötülükleri de gücendirmesin.
Onların hediyesini, sadakasını, zekatlarını, adaklarını
bekleme. Şayet senin mal, mülk sahibi bir adamın varsa sakın
mirasına konmak için ölümünü .isteme...
Halkı
hakikaten kalbinden çıkar. Onları kah açılan, kah kapanan
bir kapı bil. Onları, meyvesi bazen var, bazen de yok olan ağaçlar
gör... Bu işlerin hepsini bir faile bağla ve bir müdebbirin
tedbiri kabul et. Bu fail ve müdebbirin de Allah olduğuna inan
ki, muvahhid olasın.
Bu
anlattığımız şeyleri kabul etmekle beraber kulların çalışmasını
da inkar etme... Sonra cebriye mezhebine girmiş olursun. Her
ikisini birleştirirsen cebriye mezhebinden kurtulursun.
Allah’ın yardımı olmadan onların işi tamam olmayacağını
iyi bil. Allah’ı unutarak onlara tapma. Bunların yaptığı,
Allah’ın işinden ayrıdır, deme. Hakkı inkar etmiş
olursun. Kadriye mezhebine girmiş olursun. Allah, gücü
kuvveti verir, kullar da yapar, de...
Bu
hükümlerde Allah’ın emri ne ise ona bağlan. Bunlardan
haddi aşmayarak kısmetin ne ise onu al. Allah’ın hükmü,
sana ve bütün mahlukata kendi verdiği hükmü ile olur. Sakın
sen hakim olmaya kalkmayasın. Sen de onlar gibi kader-i
ilahinin çizgisi dahilindesin. Kader ise karanlıktır.
Karanlığa lamba ile gir. Bu lamba da Allah’ın kitabı,
Peygamberin sünnetidir. Sakın bu ikisinden ayrılma... Eğer
bir hatıra kalbine gelirse ve sıkışık durumda kalırsan,
onu derhal kitap ve sünnet ölçüsüne vur... Mesela, zina
etmek, gösteriş yapmak gibi şeylerden olduğunu görürsen,
facir(*) ve fasiklerle(**) birleşmek gibi şeyler olursa –ki
bunlar haramdır- sakın yapma... Derhal bu gibi düşünceleri
bırak... Bunlardan başka haram şeyler olursa hemen ört... kaç...
Kabul etme, amel etme... Bu gibi şeylerin şeytan tarafından
sana hatırlatıldığını bil.
O
sana gelen hatıranın, mübah olan arzulardan, evlenmek, yemek,
içmek nev’inden bazı şeyler... yine yapma. İhtimal ki
aklın ermediği bazı kötülükler onda gizlidir.
Mesela bakarsın sana bir fikir gelir:
-
Bu müşkülün için falan yere git; oradaki falan zata arz
et...
Halbuki
senin o zata ihtiyacın yoktur. Belki de senin ilmin, irfanın
daha üstündür. Bunları da onunla anlıyorsun. Burada biraz
dur. Hemen oraya koşma...
Bazen
de kendi kendine dersin:
-
Herhalde bu Allah tarafından ilhamdır, bununla amel edeyim...
Hayır
bunu da yapma! Bu işte de hayırlısını bekle... Bunun Hak
tarafından olduğunu anlamak için, o ilhamın sana tekerrür
halinde gelmesi lazımdır... Yahut sana, o işi yapman için
manevi bir emir verilir, o zaman yaparsın. Allah için bilgi
sahibi olanlara bu gibi şeylerde bazı alametler zuhur eder;
bunu da ancak akıllı veliler ve ebdal zümresi bilir.
Bu
anlatılan şeyleri sakın yanlış anlama... Bunlar, emir ve
yasakların haricindeki şeylere aittir. Şer’i hükümlere
uyman ve tamamiyle tatbik etmen lazımdır. Aksi halde manevi
alemden hiç nasib alamazsın...
Doğruyu
bilen ve o yolda hidayet eden Allah’tır...
(*)
Fena huylu, günahkar
(**)Allah’ın
emirlerini tutmayan
11.
Makale
~
ŞEHVETİN BEYANI
Fakirlik
halinde, geçim durumundan aciz kaldığın zamanda, nikah işiyle
karşılaşırsan, bu halinde de sabreder beklersen; Hak taala,
ya senin başından bu işi giderir, yahut sana bir kolaylık
verir evlenirsin, yahut muhafazası altına alır geçimini
kolaylaştırır. Böylece dünyada güçlük göstermeden,
ahirette de sıkıntıya sokmadan istediğini sana verir ve sabrından
dolayı sana: Sabırlı, haline şükreden ismini verir...
Eğer
evlenmek senin nasibinde varsa, ister istemez olur; olunca yaptığın
sabır şükre çevrilir... Allah’u Taala hazretleri ise şükredenlere
bol ihsanlar vereceğini şöyle vaad etmiştir:
-
“Eğer şükrederseniz nimetimi arttırırım, küfür yoluna
saparsanız azabım şiddetlidir.”
Eğer
evlenmek sana nasib değilse, o arzu kalbden çıkar gider.
Nefis istese de istemese de bu yazılan olur.
Her
halinde sabra devam et. Kötü
arzularına muhalif ol. İlahi emirlere boyun eğ. Kazaya razı
ol. Bu halinden dolayı da Allah’tan iyilik um. Çünkü,
Allah’ı Taala şöyle buyurdu:
-
“Sabredenlerin mükafatı bol verilecektir.”
12.
Makale
~
DÜNYALIĞI SEVMEK
Allah-ü
Taala sana mal verir; sen de Allah’ı unutur malla uğraşırsın, o malı sana kara bir perde
yapar. Dünyayı , ahireti göremez olursun. Yalnız malı
bilirsin. Çok kerre de malı alır, seni değiştirir. Fakir
eder, zelil eder. Çünkü sen, asıl nimeti vereni unuttun,
nimetle meşgul oldun...
Eğer,
o mülk seni meşgul etmez de, ibadetinle de uğraşırsan, sana
hediye olarak verilmiş olur, bir tanesi bile eksilmez. Mal sana
hizmetçi olur. Sen de yaratana ibadet edersin. Böylece dünyada
rahat, güzel geçinirsin. Ahirette ise sıddıklar, şehitler,
salihlerle beraber olursun...
13.
Makale
~
ALLAH'IN EMRİNE TESLİM OLMAK
İyiliğin
gelmesini, kötülüğün gitmesini isteme...Eğer kısmetinde
sana gelecek bir nimet varsa, istesen de gelir, istemesende....
Bela da aynı... Eğer sana gelecek bir bela varsa, kaçsan da
gelir, dursan da... İstersen o belanın kalkması için duaya
sarıl.. İstersen sabret. İstersen Allah için kendini bir
yere attır; elbette gelecek olan gelir...
Sana
lazım olan bunların hepsinde Hakka teslim olmaktır. Hepsini
ona teslim et. Eğer nimet gelirse şükretmeğe başla!.. Bela
da gelirse sabretmeğe çalış. Belayı hoş gör... Onu da bir
nevi nimet bil. Gizlemeğe çalış! Gücün yettiği kadar
gidermeğe gayret et. Hele onu her yerde anlatmaktan sakın.
Allah’ın sana verdiği manevi halin kuvveti ile ve gittiğin
yolun icabı olarak bunları yapmak mecburiyetindesin. Öyle bir
yoldasın ki, Hak’ka taatla ve her şeyi hoş görmekle
emrolunmuşsun. Ancak böyle refik-i Ala’ya çıkabilirsin. Bu
hale gelince senden evvelkilerin yerine makamına varırsın.
Senden evvel padişaha gidenleri ve yaklaşanları orada
bulursun. Onun yanında her iyilik yolunu, rahatı, kerameti ve
nimeti görürsün; kavuşursun.
*
Belayı
bırak gelsin, seni ziyaret etsin... Yolunu aç. Kapama. Önünde
durma. Sana gelmesinden ve seni yoklamasından korkma. Nasıl
olsa, onun ateşi cehennemin ateşinden daha şiddetli değildir.
Yaratılmışın
hayırlısı, yerin yüklendiği, semanın gölgelendirdiği,
varlığın gözdesi Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) den şöyle
bir Hadis,i şerif rivayet edilmiştir.
-
“ Kıyamet günü cehennemin üzerinden geçildiği zaman,
cehennem bağıracak, çabuk geç! Ey mümin nurun alevimi söndürdü.”
O
cehennemin ateşini söndüren nur, ancak dünyada kazandığın
ve beraber götürdüğün iman nurudur. O nur, hem isyan eden,
hem de itaat edende vardır. Ama isyan eden ondan
faydalanamaz...
İşte
dünyadaki bela ateşini de söndüren bu nurdur. Sen de eğer
sabreder Hak’ka uyarsan mükafatını görürsün. Belanın
sana gelmesi seni heyecana düşürmesin. Yaklaşması seni çekindirmesin.
Çünkü bela seni öldürmek için gelmez, seni tecrübe etmek
için gelir, imanın sıhhatini ölçmek için gelir. Hak’ka
olan bağlılığını kuvvetlendirmek ister. Senden memnun
olur. Seni Hak’ka müjdeler... Allah-ü Taala buyurdu:
-
“Biz sizi imtihan ederiz. Ta ki, içinizdeki mücahitleri
anlayalım... Ve işlerinizden haberdar olalım. “
Hakka
karşı imanın doğru olması ve O’nun işlerine boyun eğmek
muvafakat göstermen yine O’nun sana bir lütfu ve
merhametidir. Bunu böyle bil ve sonuna kadar sabra devam et.
Hak’ka uyar bir müslüman ol. Artık bu halle bezendikten
sonra, senden ve başkasından Allah’ın emirlerini yapmaktan
başka bir şey bekleme. Ve yasaklarından kaçmaktan başka bir
şey umma.
Her
hangi bir yerde dini emirlere dair bir şey olursa derhal ona koş.
Onları doğru işitmeğe çalış. Yerine getirmeğe gayret et.
Derhal harekete geç, miskin miskin oturma. Kadere teslim olup
kalma... Zuhurata uyup durma. Allah’ın emirlerini yerine
getirmek için bütün gücünü kuvvetini sarf et. Aciz kalırsan
Allah’tan yardım iste. O’na tazarru et, yalvar. Acaba:
-
“Niçin ibadetten geri kaldım? “
De
ve sebebini araştır. Belki de buna sebep senin bazı lüzumsuz
şeyler istemen olmuştur. Belki de bazı edebe uymayan haraketler yapmışsındır.
İhtimal ki, ibadete gevşek davrandın, gücüne kuvvetine güvendin...
Ve nihayet bilgine güvendin, nefsi ve halkı, Allah’a karşı
ortak yaptın. Netice, bunların hepsi senin helakına sebep
oldu. Mevla da sana bu yüzden rahmet kapılarını kapadı.
Taatından azletti. Hizmetinden kovdu. Yardımını kesti. İyilik
yüzünü senden çevirdi. Ve nihayet sana kızdı, darıldı. Dünyayı,
nefsi, şahsi arzuları senin başına bela etti...
İyi
bilmelisin ki, bu gibi adi işlerle uğraşmak, iyi meşguliyet
değildir. Bunlarla uğraşmak seni yaratanın, besleyenin
rahmetinden uzaklaştırır...
Sakın
mevlaya ibadet etmekten, seni mevlanın gayri alıkoymasın.
Allah’tan başka ne varsa hepsini gayri olarak bil. Ve bunları
Hak’ka tercih etme... Çünkü seni onlar değil Allah yarattı.
Sakın kötülükleri yaparak nefsine zulmetme. Eğer, yratanın
emirlerini bırakıp, başkasıyla uğraşırsan seni ateşe
atar. Öyle ateş ki; onu tutuşturan insanlar ve küfür taşıdır.
Sonra pişman olursun fakat beyhude. Özür dilersin kabul
olunmaz. İtap(*) olunmaya razı olursun fakat yine hiç. Tekrar
iyilik yapmak için dünyaya dönmek istersin, kimse seni gönderemez.
Özüne
acı, acı... Ona merhamet et. Sana verilen duygularını iman
yolunda, iyi işlerde, taat ve ibadet yolunda kullan. Bunlarla
marifet kazan, ilim öğren. Bu ibadet ve marifet nuru ile
karanlıkları aydınlatmağa çalış. Emri tut. Yasaklardan kaç.
Hak yolda bu ikisi ile yürü. Seni, ilk önce topraktan insan
yapan halikini inkara
kalkışma!..
O’nun
emrinden başka bir şey isteme. Ve O’nun kötülediği şeylerden
başkasını kötü görme. Dünya ve ahiret için elindekiyle
yetin. Dünya ve ahiret için kötülediğimiz şeyleri kötü
olarak bil.
Her
sevilen, istenen Allah için istenmeli. Ve her istenilmeyen
yine, O’nun için istenmemeli.
Eğer
sen, Allah’ın emrinde olursan, bütün canlılar da senin
emrinde olur. Ve eğer Allah'ı’ yasak ettiği şeylerden kaçarsan
bütün kötülükler de senden kaçar. Nerede bulunursan bulun
daima iyilikle karşılaşırsın.
Allah-ü
Taala hazretleri Peygamberlerine gönderdiği bazı kitaplarda
şöyle buyurmuştur:
-
“Ey ademoğlu! Ben öyle Allah’ım ki benden başka ilah
yoktur; bir şeye ol dersem, olur. Bana itaat edersen, seni de
benim gibi yaparım. Her neye ol desen olur!..”
Yine
buyurmuş:
-
“Ey dünya! Bana ibadet edene sen yardım et... Sana koşanı
da yor!..
Allah’ın
yasak ettiği bir şeyi yapmakla karşılaşırsan şöyle ol:
Mafsalların birbirinden ayrılmış, duygun yok olmuş, kalbin
kırılmış, cesedin ölü, ümitlerin kırılmış, adet ve
resmiyeti unutmuşsun. Gözünde bütün sahra karanlık ve
bulunduğun yeri yıkılıyormuş gibi gör. Bina eskimiş,
tavan çökmek üzere. Böylece oturduğun yerde hissiz,
duygusuz kal. Kulağın sağır olsun, sanki öyle yaratılmışsın
bil. Dudakların oynamaz olsun, lisanında lallik olan gibi ol.
Dişlerin bir güçlük karşısında kalmış, dökülüyormuş
farzet. Kolları çolak gibi, bir şeyi tutamaz olsun. Ayakların
çaprazlaşmış, bir yere gidemiyor, yürüyemiyor gibi gör.
Kendini cinsi münasebetten aciz bil. Öyle, sanki, cinsi hiçbir
şeyle meşgul olmamışsın...
Karnın
hiçbir şey yiyemiyecek kadar dolu olsun. Yemeğe ihtiyaç
duyma. Aklın bozulmuş olsun, kendini mecnuna benzet. Kabre doğru
gidiyormuşsun gibi düşün...
Hülasa
olarak şunları söylemek isterim ki: Allah’ın emirlerini
derhal duymağa çalış ve koş!.. Yasaklarına karşı olduğun
yerde kal, gitme!.. İlahi kader karşısında cansız ol, yokluğa
gömül, fani ol...
Bu
şerbeti hoşlukla iç... Kendini bununla tedavi et. Bundan gıda
al... Günahın verdiği manevi hastalıklardan bununla
kurtulursun. Nefsin illetini ancak böyle temizleyebilirsin.
Bu
işler, Allah’ın izni ve dilemesiyle olur...
(*)
azarlama, darılma
14.
Makale
~
VELİLERE UYMAK
Sen
nefsine, kötü arzularına taptıkça , velilerin derecesine çıkmayı
isteme... Halbuki onlar yalnız Mevlaya kulluk ederler. Senin
istediğin dünya, onlarınki ise ukba...
Sen
yalnız bu dünyayı görürsün, onlar yerin, göğün sahibini
görürler.
Sen
halkla ünsiyet edersin, onlar daima Hak la olurlar...
Senin
kalbin, yerdekilere bağlı; onların kalbleri arşa bağlıdır.
Sen
gördüğünü tuzağa düşürmek istersin, onlara gelince,
senin gördüklerine iltifat etmezler. Yalnız yaratanı görürler
ve O’nun emirlerine uymağa bakarlar.
O,
Allah dostları, bulacaklarını Hak’la buldular, ereceklerine
erdiler. Sana gelince; zavallı bir halde, şehvetine uydun kaldın..
Yalnız dünyayı ve arzularını gördün. Halbuki onlar; halkı,
arzularını, temennilerini bırakarak bu yola girdiler. Yüksek
derecelere bu sayade erdiler. Onları bu makama, yaptıkları,
ibadet, taat, sena götürdü. Bu da onlara Allah’ın ihsanıdır,
ki istediğine verir.
Onlar;
ibadete, taata; Allah’ın yardımı ve verdiği kolaylıkla, bıkmadan
usanmadan koştular.
İbadet
onlara ruh oldu... Manevi bir gıda oldu.
Onlar,
bu hale devam ettiklerinde dünya başlarına bela oldu. Bir
felaket halini aldı. Fakat onlar bunu duymadılar. Kendilerini
cennet evinde gördüler. Onlar her şeyin evvelini aradılar,
şimdiki haline aldanmadılar. Hak Taala onları evvelden niçin
yarattı ve neyi anlattıysa onu öğrenmeğe çalıştılar.
Yer
onların hürmetinde durur. Sema onların duası ile açılır.
Ölüm, onların kararı ile olur. Bu salahiyeti onlara mevla
vermiştir.
Padişah
onları yerin düzeni için yaratmıştır, yer yüzünü
onlarla bezetmiştir. Onlar hep birden dağlar gibidirler.
Hak’ka giden yollar bunlar arasından açılmıştır.
Malı,
mülkü gaye edinip, bunlardan kaçana merhamet yoktur.
Onlar,
yeryüzündekilerin hayırlısıdır. Yer, gök baki kaldıkça onlara selam ve saygılar
olsun... |