15.
Makale
~
KORKU VE ÜMİD
Rüyamda,
mescide benzer bir yerde bulundum. Orada, her şeyden elini çekmiş
insanlar vardı. Kendi kendime; bir zatı kastederek şöyle
dedim:
-
<Eğer o bunlar arasında olsaydı, bu hallerini islah
ederdi..>
O
cemaat etrafıma toplandı. Bana:
-
<Niçin konuşmuyorsun?>
Diye
sordu, ben de şöyle dedim:
-
<Eğer konuşmaya razı ederseniz konuşurum.>
Sonra
onlara şöyle bir konuşma yaptım:
-
<Halkı bırakıp hak yolu tuttuğunuz zaman halktan dilinizle
bir şey istemeyin.>
Devam
ettim:
-
<Buna muvaffak olursanız, kalbinizle de bir şey istemeyin.
Çünkü kalble istemek, dille istemek gibidir.>
Biliniz
ki Allah-ü Taâla her an bir iş yapar, bozar, yeniden yapar... Yükseltir,
alçaltır...
Bir
kısım velileri en yüksek dereceye çıkarır, diğer bir kısmı
en aşağı tabakaya indirir.
Yüksektekilerin
korkusu aşağıya düşmektir... İstedikleri de bulundukları
halde kalmaktır.
Aşağıdakilerin
korkusu da, bulundukları halin devam etmesidir. İstedikleri ise
daha yüksek makama çıkmaktır.
Bunları
söyledim sonra uyandım...
16.
Makale
~
TEVEKKÜL VE DERECELERİ
Seni
Allah’ın fazlından ve her işe, O’nun nimetini görerek başlamaktan
ne alıkoydu?.. Ancak seni bu hale koyan, haliki bırakıp mahluka
güvenmen olmuştur. Yaratanı unuttun; yaptığın kara güvendin,
mevla seni nimetlerini görmekten mahrum etti.
Halk
seni, Peygamberin çalıştığı gibi çalışıp helal yemekten
alıkoyuyor. Sen bu halle kaldıkça, onlardan iyilik bekledikçe,
kapılarına gidip ihsan ümit edip dilendikçe, müşrik sayılırsın.
Allah-ü Taâla, seni bu halinden dolayı helal yemekten mahrum
eder. Helal kazançtan, Hak’ka güvenerek çalışmaktan, seni
geri koyar, azarlar.
Sonra...
Hele bir zaman halkı bırak. Yaptığın büyük günahtan dön.
Helal kazan, helal ye. Yaptığın işlere güvenme, Allah’ın
fazlını gör. Allah’ın sana verdiği ihsanı unutma. O’nun
ihsanını unutursan yine şirk yolunu tutmuş olursun. İlki
kadar büyük olmaz, ama yine de şirktir. Bir gün büyür. Hafi
iken, açık ve büyük şirk olur.
Bu
haline de tövbe et, şirkin bu derecesini de kaldır. Kar ına,
kesbine(*) güven, ama asıl kuvvet vereni gör. Bu işleri sana
kolaylıkla yaptırana ve sebepleri yaratana bağlan, seni her
hayra muvaffak eder. Çünkü
her hayra O götürür, rızık O’nun elindedir.
Sen
devam et, yani O’na güven, rıskını O’ndan bil; nasibini çeşitli
yollardan sana gönderir. Bazen seni halka gönderir istetir ama
bu senin için bir iptila, yada riyazet nevinden bir şey olur. Bu
halde çok dikkatli olmak lazım gelir. Bazen de rıskını, sana
bir mükafat olarak, vasıtaları göstermeden, onları hakiki
sebep göstermeden gönderir. Sen de rahatça O’na dönersin.
O’nun kudreti önünde tazimle eğilirsin. Bu kere perde kalkar
O’nun fazlını görürsün. Mevla sana bir doktordan daha çok,
mizacına uyanı fazlı ve ihsanı icabı verir. Bunları yapmakla
seni kötü huylardan muhafaza eder. Başkasına meyil etmekten
esirger. Nihayet sana verdiği güzel, büyük nimetlerle gönlünü
alır.
Kalbinden
cümle kötü istek, şehvet, matlup(**), mahbup(**) ... her ne
varsa çıktığı zaman ve sende, O’nun arzusundan başka bir
şey kalmadığı vakit, vereceği nimeti çok rahat verir.
Senin
için gönderdiği bir rızkı, mutlaka sen alacaksın, başkası
el süremez... Çünkü rızkın, senden başkasına nasip değildir.
Şehvetini teskin için sana bir ihsan yapar, ihtiyacını onunla
giderirsin. Ve sen bunları sana göndereni bilir, anlarsın.
Bunları sana nasip edenin Hak olduğunu anlar, şükür yolunu
tutarsın... Dolayısıyla irfanın artar, ilmin çoğalır. Allah
seni halkın külfetinden uzaklaştırır. Ruhunu masivadan temiz
tutmağa seni muvaffak eder.
Sonra
kalbin nurlanır, hakiki ilimleri anlamaya kabiliyetin artar. Gönül
gözün açılır, kalbin nurlanır. Hakka yakınlığın ilerler,
tam o alemin malı olursun.
O
manevi, büyük ilmin sırlarını muhafaza edebilecek hale
gelirsen, sana rızık ne zaman ve ne vakit gelecekse bilirsin. Bu
hal sana Allah’ın fazlı, keremi olarak verilir. Şanını
ta’zim(+) etmek için bu hale getirilirsin. Netice olarak,
bunların hepsi sana Allah’ın bir ihsanıdır. Allah-ü Taala
bak bu manada neler buyuruyor:
-
“Biz onların içinden işlerimizin hakikatına eren
imamlar yaptık, sabrettikleri takdirde buna ererler. Onlar bizim
ayetlerimize inanırlar.”
-
“Yolumuzda gerçekten çalışanlara yollarımızı açarız.”
-
“Allah’a karşı ittika(++) sahibi olunuz ki size öğrete.
Bu
hallere erdikten sonra tekvin sıfatı tecellisi gelir. Açık bir
emirle o işi yapmağa başlarsı. Bu emirde hiçbir şüphe
yoktur. Güneş gibi açık meydandadır. Bu emir sana verilir
ki;her tatlıdan daha hoş ve her güzelden daha tatlı... Bu
vazifeyi yapmak için, sana gelen ilhamda karşılık bulunmaz. Bu
ilham nefsin kirlerini eritir. Allah-ü Taala, peygamberlerine gönderdiği
bazı kitaplarda şöyle buyurmuştur:
-
“Ey Adem oğlu, ben
öyle bir Allah’ım ki, benden başka ilah yoktur; ancak ben varım.
Ben her neye ol desem, olur. Bana itaat et ki, seni de benim gibi
kılayım; bir iş için ol; diyesin ola..”
Bu
haller hayret edilecek haller değildir. Bunu peygamberler çok
yapmıştır. Velilerin de bir kısmında bunlara benzeyen haller
zuhura gelmiştir. Bazan havas tabakasına da bu vergi, Hak tarafından
bir ihsan olarak verilmiştir...
17.
Makale
~
ALLAH'A VASIl OLMANIN YOLU
Her
şey Allah’a kavuşmakla son bulur. Sen de Hakka vasıl olduğun
zaman manen ve maddeten tekamülünü tamama erdirmiş sayılırsın.
Mevlaya
vasıl olmanın manası: Halkı kalben bırakmış olmandır. Heva
ve hevesin kötü yolunu terk etmendir. İrade ve şahsi arzularını
bırakmış olmandır; irade ile gitmek, bu yolda iyi sayılmaz.
Bu iyi olmayan ahvali bırakıp Allah’ın emirlerine bağlandığın
gün, manevi yollar artık sana açılmış demektir. Bu hale
erdikten sonra iyi olmayan eski huylara doğru hiçbir kıpırdanma
olmamalı. Başkası da seni alakadar etmemeli... Hakkın emri ve
O’nun hikmetli işlerini görmelisin. Bu zikrettiğimiz hal fena
halidir. Hak’kın hikmetlerinde kendini kaybetmek makamıdır.
Bu makama: Vuslat, tabirini kullanırlar.
Hak’ka
kavuşmak, vasıl olmak; bilinen belli başlı halkın birbirine
kavuşmasına benzemez. Hakkı bu gibi şeylerden tenzih etmek lazımdır.
O’na hiçbir şey benzemez. O hakikaten gören ve işitendir.
Ama bizim gibi değil. O yücedir, mahlukatın hiç biri ile kıyas
olunamaz. Bu alemi, ona kavuşan ehl-i vuslat bilir. Hakka kavuşmanın
ne demek olduğunu Allah onlara bildirmiş ve göstermiştir.
Bu
ehl-i vuslattan her birinin ayrı makamı vardır. Biri, diğerinin
yerine geçemez. Aynı zamanda Allah-ü Taâla her veli ve
peygambere değişik yönlerden tecelli eder. Hiçbir peygamber diğerinin;
hiçbir veli diğer velinin sırrına eremez, vakıf olamaz... Ve
yine bu misalden olarak bir mürid şeyhinin haline akıl
erdiremez. Aynı zamanda müridin de şeyhden ayrı çeşitli
halleri vardır. Bunu da şeyh bilemez. Müridin yolu bazen şeyhin
sırrına yaklaşır, yine de anlayamaz. İşte burada şeyhinden
ayrılır. O müridi bundan sonra mevlâ idare eder...
Artı
o mürid Hak’ka teslim olmuştur. Hak onu halktan keser. Önce
şeyh onun için bir mürebbi vazifesi görüyordu, o da mahluk
olduğuna göre mürid ondan kesilir. İki yılı geçtikten sonra
çocuğa süt verilmez. Bu da bir bakıma onun gibidir. Nefis
ezildikten sonra halka ihtiyaç kalmaz. İstek gittikten sonra
kimseden bir şey beklenilmez.
Şimdi
o mürid yükselmiştir. Şayet şeyh, heva ve nefisle kaldıysa müride
muhtaç olur...
(*)
Kesb: Çalışıp kazanma
(**) istenilen, aranılan
(***) sevgili, muhabbet olunan
(+) ululama, büyük sayma, saygı
(++)sakınma, korkma
*
Sonra
nefis ve iradeye gelince: Bunları mevla yola getirir, yok olmak
olmaz. Çünkü yok olmak bir nevi noksan sayılır. Bu yolda ise
noksanlık yoktur. Nefis ölmez, islah olur.
Böylece
Hakka vasıl olduktan sonra, kendini masivadan emin gör, huzur içinde
bil. Hak ve hakikatten başka bir şey görme, ondan başkasına
bir varlık tanıma... Bu yolun icabı elbette bunu gerektirir.
Bulunduğun
makamda iyilik, kötülük, vermek, almak, korku, ümit, hiç
birinde Hak’tan başkasının tesiri olmaz. Çünkü kendinden
korkanlara yine kendisi sahip olur. Hataları örtecek
yine odur.
Kendini
bu mertebeye getirdikten sonra, Mevlanın hikmetli işlerini görmeğe
çalış... Çok hikmet taşıyan emirlerini yapmağa gayret et.
Takib edeceğin yol bu olmalı. O’nun taatıyla meşgul ol. İster
dünyaya, isterse ahirete ait olsun; bütün mahluk şeylerden
elini çek. Hepsinden kalben ayrıl.
Bütün
mahlukatı topla. Aşağıda hikayesi anlatılacak adam gibi
zavallı ve çaresiz olduklarını tahayyül et.
Şanı,
şöhreti her tarafa korkunç bir şekilde yayılmış, emirleri
kesin, saltanatı tam bir padişah... Bir adamı yakalatıyor,
ayaklarına ve boynuna zincir vurduruyor. Sonra dalgası dehşetli,
derinliğine derin, akıntısı şiddetli bir nehir üzerindeki ağaca
astırıyor.
Sonra;
çok kıymetli, yüce ve maddi değer biçilmesi imkansız olan
tahtına oturuyor. Yanına da bir çok oklar, silahlar, mızraklar
ve daha nice elemeli, paralayıcı ve öldürücü aletler alıyor...
Şimdi,
padişah, o asılmış adama, rastgele okları, kurşunları yağdırmağa
başlıyor.
Hal
böyle olunca... O korkunç manzarayı temaşa eden biri için o
padişahtan korkmadan, merhamet nazarına sığınmamak ve
korkmamak, o saltanatı görmeden geçip, asılmış adama bakmak
ve ondan korkmamak doğru olur mu? Sonra böyle şeyi, akıl mantık
nasıl doğru bulur? Hayır, hiçbir zaman doğru bulmaz ve
seyircinin haline şu hükmü verir:
-<
Aklı gitmiş, hissiyatı bozulmuş ve neticede bir hayvandır,
ki; insana benzemez.>
Her
şeyin hakikatına erdikten sonra, basiretsiz, görmez olmaktan
Allah’a sığınırız. Hakka vardıktan sonra ayrılmaktan,
Hakka yaklaştıktan sonra tekrar maneviyatın kapanmasından,
imandan sonra küfre, hidayetten delalete düşmekten yine O’na
sığınırız...
Dünya,
anlattığımız o büyük ırmaktır. O her gün taşmakta olan
su ise, insanoğlunun şehveti ve lezzetidir. İnsanlara çarpan,
kötü mahluklar da dalgalardır. Kader-i İlahinin cereyan eden
bela ve mihnetleri ise, o oklar ve silahlardır.
Evet,
insan oğlunun başına bu dünyada en çok gelen şey, bela ve
mihnettir. İyilik ara sıra gelir, fakat zahmetler, incitici şeyler
o ara sıra gelen iyiliği unutturur. Ara sıra gelen hoşluklar
olsa bile, yine onda çeşitli felaketler gizlidir. Eğer insan,
ibret nazarı ile bakacak olsa, hayatı ve iyi geçimin yalnız öbür
aleme mahsus olduğunu anlayacaktır. İyi inanmış olan bunu böyle
bilir. Çünkü bu hali bilip anlamak, içinde yaşatmak ehli
imana mahsustur.
Peygamber
S.A efendimiz buyuruyor:
-
“ Hayat ancak ahiret hayatıdır.”
Yine
buyuruyor:
-
“Mümin Allah’ına kavuşmadıkça rahata eremez.”
Bu
sözler imanlı hakkındadır. Yine buyuruyor:
-
“Dünya müminin zindanı, kafirin cennetidir. “
Yine
buyuruyor:
-
“Allah korkusu ile dolan kalb, Hak’ka bağlıdır.”
Bu
ayan beyan haberlerle birlikte, bu dünyada nasıl rahatlık iddia
edilir? Şu muhakkak ki; bütün rahatlık Allah’a bağlanmakta,
O’nun emirlerini yerine getirmektedir. Her halde O’na uymaktır.
Onun yolunda boynu eğik olmaktadır.
Kul,
ancak anlattığımız şekilde dünya belasından kurtulabilir.
Kurtulunca da gönlü merhametle dolar, kendisine lutuflar,
ihsanlar olur. Her işi ve her yaptığı doğru olur. Bu da Allah
tarafından ona bir iyilik olarak verilir.
18.
Makale
~
HAKKI ŞİKAYET ETMEMEK
Sana
tavsiye: İhsan edildiğin hiçbir hayrı kimseye söyleme... İsterse
bu dostun olsun...
Sonra,
Hikmeti icabı sende yapacağı ve tecrübe için vereceği bazı
belalardan dolayı Allah’ı ithama kalkışma... Bil ki;sana düşen
vazife, bela olursa sabır göstermektir, hayra da şükretmektir.
Nimeti
bulmadan bulmuş gibi görünüp şükretmek, içinde bulunduğun
bir felaketi şikayet
etmekten daha iyidir.
Nimet-i
İlâhiye’den mahrum olan tek kişi gösterebilirmisin? Hayır!..
İşte âyet:
-
“Allah’ın nimetlerini saymağa kalksanız
bitiremezsiniz...”
Sende
o kadar Nimet-i İlâhiye var ki; hiç birini görmek
istemiyorsun...
Kalben
hiçbir mahluka gönül verme. Ve, kalben, hiçbir kimse ile ünsiyet
etme... Bulunduğun hali kimseye anlatma. Ülfetin Allah’a
olsun. Ona güven. Derdini O’nun kuvvetiyle O’na açarsın...
Arada ikinci bir varlık göremezsin... Çünkü başkası varlığını
ispat edip zarar veya menfaat vermeğe haklı değildir. Belayı
senden yine o defeder. İzzeti ve zilleti O meydana getirir...
Ondan başkası ne yükseklik vaad eder; ne de aşağı derecelere
indirir. Başkası ne zengin edebilir, ne de fakir. Ve hiçbir şeyi
hareket ettiremez ve durduramaz. Hepsini Hak yaratır ve hepsi
O’nun yed’inde ve O’nun iznindedir. Her şey Onun emriyle
cereyan eder ve yürür. Her şey muayyen vakte bağlıdır. Kafi
derecede gelir. Sonra gelecek evvel gelmez. Evvel gelecek de
sonraya kalmaz. Allah-ü Taala şöyle buyuruyor:
-
“Allah sana bir zarar verecekse alacak yine O’dur. Şayet sana
bir hayır murat edecekse, o hayrı senden çevirecek yoktur. “
İhsanını
istediği kullara verir. O hem rahim, hem de Gafur’dur...
*
Afiyette
bulunduğun halde Hak’kı şikayete kalkışma. Yanında Allah!ın
bol nimeti olduğu halde fazlasını isteme. Sana verdiği nimeti
görmez olup inkar yoluna sapma. Bu halin bir nevi istihza olur.
Sonra, Allah’ü Taala seni inceden inceye hesaba çeker. Dünyada
belanı arttırır, ahirette ise seni azarlar. Cehenneme
atar.Sonra, seni manevi halden soyar, rahmet nazarını senden çeker.
Hakikaten
şekva(*) etmekten sakın. Etlerin makaslarla parça parça doğransa
da itiraz yoluna sapma.
Sakın
ha sakın itiraz etme:
-
"ALLAH, Allah"
De...
Kurtuluş iste. Fakat şekva etmekle değil. Hazer (**) et... Yanlış
yola sapmaktan kork. Şekva yolunu tutmaktan çekin. Çünkü
ademoğlunun başına gelecek belalar ancak itirazından dolayı
gelir...
O,
erhamerrahimin olduğu halde, nasıl O’ndan şikayet edilir?
Hakim, Habir; kullarına en çok acıyan ve lütfunu esirgemeyen o
olduğu halde, nasıl Ondan dert yanılır? O, kullarına
zulmetmez. Kuvvetli, işinden iyi anlayan bir doktora kızılır mı?
Evladına acıyan bir ana cinayetle itham edilir mi?
Peygamber
S.A efendimiz şöyle buyuruyor:
-
"Allah-ü Taâla kuluna çok merhamet eder; bir ananın evladını
o kadar esirgemesi imkansızdır."
Ey
zavallı, Allah’a karşı edep tavrını takın. Zorla gelen
belaya sabret, sabretmeğe çalış. Güçlükle de olsa kendini
bu yola uydurmağa alıştır. Rıza ve muvafakat yolunu tut.
Maneviyattan az buçuk nasibin varsa, bu yolu tutarsın.
Hakikaten bu yola devam edersen eşi bulunmaz bir cevher
olursun. Aksi halde her şey elinden gider, artık bir daha
bulmana da imkan kalmaz.
Allah-ü
Taâla’nın şu ayetini dinle:
-
"Kıtal(+)
size farz oldu. Halbuki siz bundan hoşlanmazsınız... Bununla
beraber sizin sevdiğiniz şey iyi olabilir, sevdiğiniz şey
belki de fenadır; bunu siz anlayamazsınız, ancak Allah
bilir."
Çünkü
hakikat ilimleri gizlidir. Böyle olunca, her hangi bir şeyi
hissiyatına göre iyi veya kötü görerek uygunsuz bir yola
sapma.
Eğer
takva halinde isen, Allah’ın emirlerine uymağa bak. Böyle
olmak, yolumuzda ilk basamağı teşkil eder. İkincisi velayet
halidir. Burada da sakin ol. Hiçbir işe karışma. Nefsini güzelleştirmeğe
bak. Haddi hiçbir zaman aşma.
Son
mertebe gavs’lık, bedeliyet hallerine vardığın zaman, kader
yolunda sıddıkiyet mertebesine çıktığın zaman, bütün
yolları gönlüne aç. Yalnız, nefsine
meydan verme. Kötü isteklerini araya sokma.
Dilini
şikayetten sakla... Bu halleri özüne benimsettikten sonra, her
şey sana hoş gelir. Gelecek hayır olursa senin için güzelleşir.
Şer gelirse korkma; seni, taat ibadet yolunda felaketlerden Hak
saklar. Seni o beladan dolayı halka rüsvay etmez. Hatta, o belanın,
gelip gidişinden senin haberin bile olmaz. Bir karanlığın gelişi
gibi, akşam gelir; gün doğunca gider. Gidince de her taraf
ışıkla dolar. Ve o bela, senin için sıcak karşısında yok
olan soğuk gibi olur.
Bu
anlatılan güzel işleri, kendine örnek al ve misallerden ibret
almağa çalış. Bu bela geldikten sonra günaha, kötülüğe
yaklaşma... Kerim olan mevlanın huzuruna günahla giremezsin.
Oraya ancak iyiler girerler. O, kapısına ancak temizleri sokar.
Kapısına ancak bütün manevi hastalıklardan beri olanları alır.
Nasıl ki, bir padişahın huzuruna, bütün koku ve kirlerden
temiz olanların girmesi icap eder. Hak’ka da ancak saf, temiz
olanlar gider.
*
Beladan
korkma.... Onlar günahlara kefaret olur. Nasıl ki; Peygamber
S.A. efendimiz bu hali işaret ederek:
-
"Bir günlük sıtma, bir yıllık günaha kefaret sayılır."
Buyurmuştur.
Zahirde bela gibi görünen haller, seni daha da olgunlaştırır;
bulunduğun hali muhafaza hakkı sana tanınır.
İlahi sırları saklamağa emin görünürsün. Kalbin
nurlanır, gönlün açılır. Lisanında bir fesahet olur. Bu
fesahetin sebebiyle hikmetli konuşmalar yaparsın. Sana muhabbet,
sevgi yolları açılır, hep bunları anlatırsın... Sendeki bu
üstünlük sebebi ile herkesin sevdiği bir varlık olursun. İnsanlar
da seni sever, başka yaratılmışlar da... Dünya da sana koşar,
ahiret de....
Sen
artık Allah’ın sevgilisi oldun. Her şey seni sevmeğe başlar.
Mahlukatın sevgisi, Hak’kın sevgisine bağlıdır. Aynı şekilde
buğzu da, O’nun buğzuna bağlıdır.
Allah
seni sevince; seni her şey sever. Buğzedince de her varlık sana
düşman olur.
Bu
makama yetiştiğin zaman Hak’ka kavuşmuş olursun. Kendi varlığın
gider. Bir şey dileyemez olursun. Yanılıp da istekte bulunacak
olsan, alacağın zaman bir de bakarsın ki, o şey kaybolmuş
gitmiş.
Bu
halinde, dünyadan sana pek az nasip verilir. Asıl çoğu senin için
öteki aleme saklanır. Burada isteyip alamadığını ötede bol
bol alırsın. Bunların arasında o kadar büyük nimetler vardır
ki, akıl bir türlü onun aslına eremez.
Yükseğin
yükseği ve gönlün mesrur olacağı her büyük nimet orada
bulunur.
Eğer
bunları beklemeden, bu meşekkâtli teklif evinde onlara kavuşmak
istersen, az bir şey alabilirsin, fakat buna mukabil kalbin
safiyeti gider, basiretin söner. Asıl istenen ve tahakkuku
ahirete kalan nimetlere kavuşmaktan mahrum edilirsin. Halbuki
senin isteyeceğin ne
dünyaya ne de ahirete ait olmalı; sebepleri yaratan, yeri seren,
semayı yükselten mevla olmalı. Halbuki sen, ne buranın, ne de
öteki alemin nimetini beklemeden az bir dünyalığa razı
oluyorsun.
Kullarına
doğru yolu o nasip eder, o süphandır, en iyiyi bilen O’dur...
19.
Makale
~
AHDİ YERİNE GETİRMEK, SÖZDEN DÖNMEMEK
Henüz
iman bakımından olgunlaşmadığın
ve yakin hali hali yönünden hakikate ermediğin bir zamanda; bir
kimseye her hangi bir şeyi vaad edersen sakın dönme; ta ki;
imanın yokluğa gömülmesin ve yakin halin elinden gitmesin.
İmanın
kalbinde kuvvetlendiği, yakin halin de hakikate erdiği zaman,
sana manen şu hitap gelir:
-
"Sen bugün bizim devletimizde kararlı ve eminsin."
Bu
hitap sana tekrar tekrar ve her tekrarında ayrı bir şekilde söylenir...
Sen
artık bu hallerden sonra seçkin olursun, belki daha üstün.
Varlığın Hak varlığına kavuşur, iraden kalmaz. Aradığın
her şeyi sende bulursun. Hayrete düşecek acaiplik görmezsin.
Bu hallerin hiç biri seni şaşırtmaz... Ne, gördüğün
Hak’ka yakınlık gözlerini kamaştırır, ne de bulunduğun
derece seni hayrete düşürür.
Himmetin
yükseldikçe yükselir, maddi varlığın akar gider. Dileğini
Hak’ka teslim edersin, yaratılmış şeylere değil. Gönlünü
onların sahibine verirsin. Ne dünya ne de ahiret, hiç birini
arzu etmezsin. Gönlünü mevlaya verir, kalbini O’ndan gayri
her şeyden temizlersin. Çünkü; Allah’ın rızasına kavuştun;
cennetine vaat aldın... Netice: Hak işlerdeki manevi tecelliyi
anladın ve onlardan hoşlandın... İşte, bu in’am(++) ve
ihsanlar imanından dolayı sana yapılıyor.
Anlattığımız
hallerden birine erdiğin vakit, en ufak şahsi şey düşünecek
olursan öteye geçemezsin; düşünmezsen bir evvelki halin daha
ilerisine, daha üstün ve güzeline kavuşursun. Evvelkinden hoşlanmaz
öbürüne koşarsın... Sana bütün ilim ve anlayış kapısı açılır,
bu sayede içinden çıkılmayacak en ince meseleleri çözersin.
O meselelerdeki hikmet kapılarını açar, saklı iyilikleri
meydana çıkarırsın...
(*)
şikayet, hoşnutsuzluk, sızlanma
(**)
sakınma, korunma, kaçınma
(+) savaş, birbirini öldürme
(++)
nimet verme, iyilik yapma
20.
Makale
~
"SANA ŞÜPHE VERENİ BIRAK"
HADİS-İ
ŞERİFİNİN AÇIKLANMASI
Biri
şüpheli, diğeri şüphesiz iki şey arasında kalırsan şüphesiz
tarafı al, öteki tarafı bırak. Mümkün olduğu kadar şüpheli
şeylerden kaç.
Her
hangi bir şeyin şüpheli tarafı kalmasa dahi kalbin razı değilse
yine alma, bekle. Zuhurata tabi ol. Bilhassa manevi emirle yasak
olduğu bildirilen şeyi yapma, emre uy. Sanki o yapacağın şeyle
hiç karşılaşmadın. Rabbına dön, rızkını ondan bekle. Eğer
O’nun kapısına gitmek istemezsen seni hatırına bile
getirmez. Hak Taâla seni unutmaz. Kafirlerin bile rızkını
verir. Seni hiç unutur mu? Yeter ki, sen O’nun emirlerine uyasın.
Gece gündüz O’nun yolunda gitmeğe gayret et. Sen mümin,
muvahhid(*) gece gündüz
O’nun kulluğuna bağlı olursan seni unutmaz ve rızkını bol
bol gönderir.
*
Başka
mana: Halkın sahip olduğu malı bırak, onlardan bir şey
bekleme. Kalbini onlara bağlama, ne onlardan kork ne de bir şey
bekle. Senin için haram olmayan şüpheden de beri olan Allah’ın
helal gösterdiği şeyi al...
Her
şeyi O büyük varlığa bağlamalısın. İsteyeceğini O’ndan
istemelisin. Sonra, her şeyini O varlık verebilir. Ümidin ve
korkun da O’ndan olmalı. O büyük varlık da Hak Taâla olduğunu
bil..
Her
varlığın yakasını O tutmuştur. Halkın kalbi O’nun emri
ile çarpar. Şu, ayakta gezen varlıklara O hayat verir. Onlardan
sana bir iyilik gelirse, onlardan değil Hak’tan bil.
Onlar mallarının başına hak tarafından bekçi olarak
konmuşlardır. Onlar bir nevi Hak tarafından vekil olarak,
mallarının başında beklerler.
Sana
her hangi bir şey verilirse Hak’kın emri ile geldiğini anla.
Verdiren ve verdirmeyen O’dur. Aziz Mevla şöyle buyuruyor:
-
“Allah’ın ihsanını isteyiniz. Allah’tan başka çağırdığınız
putlar size gıda vermezler. Rızkınızı Allah’tan isteyiniz.
O’na yalvarınız. O’na şükrediniz. Çünkü O’na döneceksiniz.
Kullarım benden sorarlarsa, yakın olduğumu söyle.. Ben dua
edenin duasını işitirim, bana dua ediniz ki, kabul edeyim.”
Sizi
besleyen Allah’tır. O metin dir. Kuvvet sahibidir. Allah dileğine
hesapsız rızık verir.
(*)
muvahhid
21.
Makale
~
ŞEYTANLA BİR KONUŞMA
Rüya
gördüm: Büyük bir topluluk içindeydim. Şeytan da orada idi.
Onu öldürmek istedim. Bana şöyle dedi:
-
<Beni neden öldürmek istiyorsun? Benim ne günahım var? Eğer
bir şey şer olacaksa, onu hayra çeviremem. Yine bir şey hayır
olarak kalacaksa, onu da şer yapmağa gücüm yetmez. Benim
elimde n var? >
Tipi
erkekle kadın arası bir halde idi. Güzel konuşması (!) vardı.
Yüzü buruşuktu. Çenesinde biraz kıl vardı. Görünüşü çirkindi.
Biçimi sevilecek gibi değildi.
Sora
yüzüme baktı, hafifçe utanarak gülümsedi.
Bu
vaka: Hicri 12. Zilhicce’nin 516 Pazar gecesi oldu.
22.
Makale
~
İMAN SAHİBİNİ TECRÜBE
Allah,
kulunu imanı nispetinde dener. Bu böyledir. İman yükseldikçe
deneme nispeti o derece artar. Büyür. Çoğalır.
Resûl’ün
imtihanı, nebininkinden büyüktür. Çünkü imanı üstündür.
Nebinin başına gelen de bedelin başına gelenden ağırdır.
Bedelin iptilası da velininkinden zordur. Çünkü iman bakımından
veliden ileridir.
Velhasıl
herkes imanı nispetinde denenir.
Şu
Hadis-i Şerif bu durumu çok güzel anlatır:
-
“Biz peygamberler zümresiyiz. Belanın en çoğu bize verilmiştir.
Sonra sıra ile....”
Allah’ü
Taâla bunların gaflet yoluna sapmalarını istemez. Daima huzur
içinde olmalarını arzu eder. Bu sebeple büyüklere belaya karşı
tahammül verir. Çünkü, Hak'ka koşarlar. Seven, sevdiğinden
başka bir şey istemez. Bela bunların kalbinde bekçidir.
Nefislerinin de bağıdır. Onları asıl matlup(*)
olan, Haktan başkasına meyletmekten
korur. Yaratandan başkasına sığınmaktan esirger.
Bu
hallerinde o büyük insanların kötülüğe karşı meyilleri
kalmaz. Nefisleri kırılır. Hak batıldan böylelikle ayrılır.
Şehvet ve şahsi arzu hisleri bertaraf olur. Onlar, nefislerinin
hoşuna giden şeylere meyletmekten çok korkarlar. O nefsin hoşuna
giden, ister dünya işi olsun, isterse ahiret...
Bu
güzel halle onlar daima Hak’kın rızası yoluna koşmaya çalışır.
O’nun hükmüne razı olurlar. Hak ne verdiyse onunla
yetinirler.
Onlar,
imtihan yolu ile gelen belalara sabreder, böylelikle halkın şerrini
görmezler. Her şeyden emin olarak yaşarlar. Onlar bu hallerinde
nefislerini kırar, hakka götürmeğe gayret ederler.
İnsan
kendine böyle bir yol tuttuktan sonra, kalben gideceği hakiki
yolda kuvvet bulur. Diğer azaların da kötü yola gitmesini önler.
Çünkü,
bela imtihan için gelir. Kalbi kuvvetlendirir. Vicdani kanaati
arttırır. İmanı hakikate erdirir. Hak yolda sabrı çoğaltır.
Nefsi kötü arzuları zayıflatır. Her bela geldikte, mümin de
sabır ve hakkın hikmetli işlerine karşı teslim ve rıza olur.
Ona her işinde yardım eder. Bol nimet gönderir. Kula, her yaptığı
işte muvaffakiyet ihsan eder. Âyet:
-
“Eğer şükrederseniz, biz de ihsanımızı arttırırız. “
Nefis,
kötülüklerden her hangi birine hoşlanarak giderse, şehvet
yolunda harekete geçtiği zaman da, kalp ona yersiz olarak
uyarsa, Hak’tan gafil olur. Bu gafletin bir neticesi olarak, Hak
Taâla hem nefse, hem de kalbe felaketli işleri verir, aleme rüsvay
eder. Çeşitli felaketlere uğratır. Halkı başına musallat
eder. Aç bırakır. Hasta eder. Bunların sonu, karasız bir
durum alırlar. Böylece hem kalp, hem de nefis bulacaklarını
bulurlar.
Eğer
kalp, nefsin isteğine uymaz, dini bir emir almadan hareket
etmezse- bu emir veliler ilham, peygamberlere de vahiy yolu ile,
diğerlerine işaretle gelir- Hak Taâla mükafat olarak kalbe
ihsanlar yapar. Rahmetine bol kılar. Bereketini arttırır.
Afiyet ihsan eder. Her şeyden razı olma tadını verir. Nur,
marifet ve kendine yakınlık verir. Kalbin zenginliği ve bütün
belalardan kurtulmak yolunu gösterir. Aynı zamanda düşmanlara
karşı yardım eder.
Bu
anlattıklarımızı iyi anla. Kendini hak yolda muhafaza et.
Nefsine icabet etme. Belaya girmekten sakın. Hak yolda Allah’ın
emrini gözet. Dünya ve ahiret işlerinde O’na teslim ol...
Ve.......
Allah dilerse böyle ol!.....
(*)
matlup
23.
Makale
~
ALLAH'IN VERDİĞİNE RAZI OLMAK
Azla
yetin ve ciddi olarak böyle kal... Daha yüksek dereceye çıkıncaya
kadar haline şükret. İyisine kavuştuğun zaman da elinde
bulunanın kıymetini bil... İlk başta sabırlı ol. Sabırsız
insana iyilik yakışmaz. Sabır, insanın kıymetini arttırır.
Dünyanın nimeti her an değişir. Sabırlı olursan durmadan yükselirsin,
iyiliklere kavuşursun.
Şunu
iyi bil ki; her şeyin ardından koşmak, ele bir şey geçirmez.
Yalnız, kısmet olan gelir. Sabırla kısmetini beklemen,
nasibini eksiltmez. Ne her şeye hırsla koş, ne de gelecek olan
gelir diye, otur. Yat....
Geleni
al. Giden için de üzülme. Eğer bir şey nasip değilse yıllarca
didinsen eline geçmez. Hırsı bırak, sabırlı ol. Halini
muhafaza et. Kalbine sahip ol. Kötülük koyma. Allah’tan
afiyet iste. Sebebe yapışmayı da ihmal etme.
Allah’ın
emri dışında kimseden bir şey alma. Yine O’nun emri dışında
kimseye bir şey verme. Kendi hevesine kapılıp çeşitli işler
yapma. Kendine bu kadar fazla güvenme. Allah’a güven. Mağrur
olma. Sonra senden daha şerli kimseleri başına bela eder. Her
şeye hakkını ver. Zalim olma. Zalim Allah’ı aldatamaz. Kahrından
kurtulamaz. Hak Taâla şöyle buyurdu:
-
“Biz, zalimleri birbirine düşürürüz. “
Allah’ın
emri kat’i, askerleri kuvvetli, saltanatı sonsuzdur. Her emri,
istisnasız yerine gelir. Bunlara iyice inan. Böyle bir padişahın
mülkünde yaşadığını bil. O’nun mülkü devam eder. İlmi,
bütün kainatı kuşatmıştır. Hükmü her yerde geçer. Her
yaptığı işte adalet vardır. Ne yerde, ne de gökte O’ndan
saklanan bir şey olmaz. Hiçbir zalimin kötülüğü yanına
kalmaz. İnsanın kendi mevhum varlığını ortaya atması da bir
zülümdür. Allah’ı bırakıp mahluka güvenmek de şirk olur.
Nefsini ve halkı bırak yalnız Allah’a kul ol. Şirkin büyük
zulüm olduğunu Allah’u Taâla, şu âyet-i Kerimelerle bize
haber verir.
-
“Şirk koşma, şirk büyük zulümdur. “
-
“Allah şirki bağışlamaz. Ondan gayrı her günahı isterse
affeder.”
Şirke
yanaşma, şirkten çok sakın. Bütün halinde Allah’a ortak koşmaktan
kork. Kalbinle ve diğer duygularınla günah işlemekten kork. Günahın
gizlisini, aşikaresini bırak. Allah’tan kaçma, nereye gitsen
seni bulur. Allah’ın verdiği hükümler karşı olma, sonra
seni ezer. O’nun işlerine karışma, rezil olursun. O’ndan
gafil olma, uyandırırsa utanırsın. O’nun sırlarını yabancılara
açma, mahvolursun. Allah’ın gösterdiği yolu keyfine göre
tefsir etme, yerin dibine batarsın. Kalbin kapkara olur. İman
nurun söner. Anlayışın yok olur. Şeytanlar üzerine atılır.
Nefsin seni boğar. Bütün dostların düşman olur. Komşuların
seni sevmez. Arkadaşların senden uzaklaşır. Evinde bulunan yılan,
akrep, cinler ve bütün hayvanat sana hıyanet eder. Dünyada kısmetin
kesilir. Ahirette ise en çetin azaba girersin.
24.
Makale
~
ALLAH'IN RAHMET KAPISINA TEŞVİK
Ciddi
olarak Allah’a isyan etmekten kaçın. O’nun rahmet kapısına
devam et. Bütün gücünü ve kuvvetini Allah için harca. Taatında
sarfet. Yalvar, ihtiyaçlarını O’na arz et. Başını önüne
eğ, kork, Hak’kın gayrına nazar etme. Hevaya koşma, yaptığın
işlere karşılık bekleme. Ne dünyayı iste. Ne de ahiretin güzelliklerini
taleb et. Hiçbir şeyden Hak taleb etme, kendini bir kul gör.
Şunu iyi bil ki; kul ve elindeki bütün mal mülk
efendisinindir, hiçbirine karşı hak iddiasında bulunamazsın.
Edepli
ol... Hak katında her şey ölçülüdür. Ne geç olacak erken
olur, ne de erken gelecek sonraya kalır. Zamanı gelince nasibin
gelir. İstesen de istemesen de hakkını alırsın...
Senin
için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen
yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan
şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.
Halen
kimseye mal olmayan şeyler iki kısımdır: Birincisi senin olması
ihtimalidir. Eğer böyle ise o şeye neden hasret çekip üzüntü
duyarsın. Bugün olmasa dahi, yarın o senindir. Nasıl olsa bir
gün ona kavuşursun. İkincisine gelince, senin olmayacak şeylerdir.
Bu durum ciddi ise, yine üzüntün ve çektiğin yorgunluk boştur.
Nasıl olsa sana gelmez. Onun ardından koşman sana ne fayda sağlar.
Sana, ancak boş yere zahmet çekmek kalır.
Allah
yolunda, ne gibi bir terbiye tavrı takınmak gerekse onları
bulmağa çalış. Bulunduğun halde Allah’a kulluk et. Hazır
vaktini O’nun yoluna harca. Başını ondan başkası için eğme.
Gözlerini O’ndan gayrı şeye atma. Allah-ü Taâla şöyle
buyurdu:
-
“Gözlerini, dünya adamlarına verdiğimiz nimetlere uzatma.
Onlar geçici şeylerdir. Dünya süsüdür. Biz onları tecrübe
ediyoruz. Rabbın sana verdiği, hem devamlı, hem de sonsuzdur.
“
Bu
Âyet-i Kerime’nin hükmüne göre, Hak’tan gayrı şeylere
bakman yasaktır. Ne olursa olsun, dünya için sana yetecek kadar
rızık verilmiştir. Asıl vazifen ahiret için azık hazırlamaktır,
ona çalış. Bilemezsin, belki dünyalık işlerin bol olsa imanın
elden gider, helak olursun...
*
Mesela:
Her şeyi iyi ölçülere vurmayı bilerek dünya nimetlerinden
sayılan güzel bir kadın alırsın. ( Bu mutlaka lazımdır)
Buna ihtiyacın vardır. Bu ihtiyacın giderilmesi bir çok güç
şartlara bağlıdır.
Bu güçlükler elindeki şaşmaz kıstasa göre olursa, kolay
olur. Evvela biraz tuhaf görünürse de, sonra kirden temiz, saf,
güzel bir mükafat olur. Bu sayede kendini kötü yoldan, kinden,
öfkeden, onun bunun namusuna bakmaktan kurtarmış olursun.
Yine
elindeki sağlam ölçülerle yürüdüğün takdirde, çoluk çocuk
yükleri sana hafif gelir. Elbetteki bu hafiflik, Allah yolunda
olduğun müddet devam eder. Allah-ü Taâla yolunda olan kullarını
haber verirken, ev halkını islah ettiğini de haber
vererek:
-
“Biz, ona zevcini yarar hale getirdik.”
Yine
bir kulunun ağzından şöyle
hikaye eder:
-
<Yarabbi, bize hanımlarımızdan ve türeyecek sülalemizden gözdeler
yap. Bizi iman sahiplerine önder kıl...>
Bir
babanın çocuğuna duasını da şöyle haber verir:
-
<Yarabbi, onu halinden hoşnut kıl.>
Bu
ayetler birer duadır. Bu duaları okuman lazım. Çocukların ve
gelecek zürriyetin için böyle dua et!
Muhakkak
ki, ilahi saltanat hükmünü sürer. Senin dua etmen veya
etmemen, onda bir şey arttırmaz veya eksiltmez; ama senin için
çok önemi vardır. Yapacağın bir dua ile, zararlı şey zararsız
şey haline gelebilir, az şeyle çok iş görebilirsin. İşte bu
sebepten her zaman dua et ve Allah’a her zaman yalvar.
Bu
dua işi, yalnız aile hayatını korumakla değil, dünyada bütün
nimetlerde aynıdır. Elbette ki, hak ölçülere bağlı olarak,
tabii ihtiyaçların hepsini tatmin edeceksin. Yemeklerini
muntazaman yiyecek ve giyeceğini zamanın ihtiyacına göre
temine çalışacaksın. Bunları yaparken ilahî emri takip ettiğin
için maddi ve manevi mükafât alırsın. Kıldığın namaz,
tuttuğun oruç, yaptığın haç gibi faydalı ibadetlerden
daima iyilik bulursun.
İhtiyacından
artan şeyleri, ayrıca sarfedersen daha faydalı olur. Bunları
sarfederken evvela fakir, ihtiyaçlı dostlarını, yakın komşularını
ve diğer fakir din kardeşlerini gözetmelisin. Bunlara verirken
elindeki malını ona göre hesaplarsın. Herkese halince
verirsin, kendi ihtiyacını da göz önünde tutarsın. Her:
-
“ Muhtaçtır..”
Denilene
bol keseden verme. Haber, görme gibi değildir. Gör, tahkik et,
ondan sonra ver.
Hr
işlerinde olduğu gibi, bu işlerde de manevi yolu elden bırakma.
Şüpheli şeylere karışma. Daima açık kalpli ve doğru ol.
Sabırlı
ol,sabırlı... Allah’ın rızasını gözet, rızasını...
Kalbini
muhafaza et, kalbini... Huzur içinde yaşa,huzur içinde... Şahsiyetini
elde tut, elde... Sessiz olmaya çalış, sessiz... Daima yerinde
konuşmaya alış, uygunsuz şeylerden çekin. Kurtuluş yollarını
ara... Uçurumlardan sakın. Ruhî ve derunî kuvvetler önünde
başını eğ; kalb alemine dal... Utan... Utan... Allah...
Allah... Allah... Sonra yine Allah... Taa, iş sonuna varıncaya
kadar böyle...
O
zaman ölmeden evvel ölürsün, o devreye kadar çektiğin
elemler sona erer. Îlahi rahmet, fazilet denizine girersin. Orada
temiz olunca çıkarılırsın. Çıkınca, çeşitli nurlar gönlüne
dolar. Bilinmeyen sırlara sahip olursun. Hiç kimsenin bilemiyeceği
sırları öğrenir, garip diyarlar görürsün.
Daha
sonraları, rahmet kapıları önünde perde perde açılır. Sen
orada, aldığın ilhamlarla açık açık konuşmağa başlarsın.
Benliğin ölmüştür. Bu durumda ilahi varlık seni tamamen
kapamıştır.
Bu
halde, sana verilen artık alınmaz.
Yokluğu
olmayan bir zenginliğe erişirsin. Kuvvetini kimse yenemez. Yüksekliğine
kimse erişemez.
Eriştiğin
bu makam, Hz. Yusuf makamıdır. Ona söylenen şu hitap sana da söylenir:
-
<Sen bizim yanımızda yerli ve eminsin.>
Hz.
Yusuf’a gelen bu hitap, zahirde Mısır sultanının ağzından
çıkmıştır. Aslında o sultan, Hak lisanına bir perde sayılırdı.
Esas söz; Allah’ındı... O, zahirde bir padişah sayılır,
ama onun temsil ettiği makam, nefis, marifet, ilim, yakınlık,
hususiyet yüksek derecede idi. Arif olanlar bu hali daha iyi
anlarlar.
Dünyalık
nimetlerin çoğalmasına ne hacet var. Elinde
az da olsa seni geçindirecek kadar dünyalığın
mevcuttur. Bu arada sana gereken en önemli iş kanaat sahibi
olmaktır.
Haline
razı ol, fazlasını isteme, gelirse al. Her şeyi Hak’tan bil.
Helalinden almağa gayret et.
Yolun böyle olsun. Bütün gayretini Hak yolunda sarf et.
Her istediğin ve her arzun Allah yolunda devam etsin. Ancak bu şekilde
hareket edersen doğruyu bulman mümkündür. İyiliğe bu yoldan
varılır. Gerek dünya gerekse ahiret güzelliklerini, Allah rızasını
kazandıktan sonra bulabilirsin. Bir Âyet-i Kerime de mealen şöyle
buyurulur:
-
“Onların yaptıklarına mükafat olarak, öbür alemde
verilecek nimetlere kimsenin aklı ermez. O göz kamaştırıcı
nimetleri hiçbir nefis bilemez.”
*
Beş
vakit namazı, vaktinde eda etmekten daha güzel bir şey olamaz.
Günahları bırakıp, Hak yoluna girmekten daha hayırlı bir şey
tasavvur edilemez. Bizim anlattıklarımızdan daha yararlı bir söz
söylenemez. Allah,
bunları yapmayı bizlere nasip etsin. Cümlemizi, sevdiği yolda
muvaffak buyursun.
25.
Makale
~
İMAN AĞACI
Ey
dünyalıktan mahrum kimse, zamana ve insanlara hoş görünmeyen
ve onların bir yanda bıraktığı zavallı insan.
Ey
sultanlar yanında hatırlanmayan ve dünya erbabı meclisinde
ismi geçmeyen çaresiz adam.
Ey
aç,cesedi çıplak, ciğeri susuzluktan yanmış bitkin...
Ey
bütün ihtiyaçlarla sıkışan, kalbi darda kalan, gönlü kırılan,
hiçbir maksadını yerine getiremeyen, gittiği kapıdan kovulan,
mescit köşelerinde kalan, sokaklarda sürünmekle gününü geçiren
adam.
Senin
bu anlattığım hallerde:
-
“Allah beni fakir etti, dünyayı elimden aldı. Beni perişan
etti, terk etti. Buğzetti. İşlerimi dağıttı. Hiçbir işimi
yerine getirmedi. Bana ihanet etti. Dünyalık olarak yeter
derecede mal vermedi. Şerefimi söndürdü. Padişahlar katında,
arkadaşlarım arasında beni yükseltmedi. Halbuki başkalarına
bol nimetler verdi. Günleri geceleri o nimetler içinde geçer
oldu. Halbuki hepimiz de müslümanız. Babamız Adem, anamız
Havva... Ben böyle olayım da onlar niçin böyle olsun?
Gibi
özler sakın senin ağzından çıkmasın.!..
Senin
bulunduğun hali anlatalım: Bir defa Allah-ü Taâla’nın, seni
bu halde bırakması bir hikmeti icabıdır. Çünkü senin yaratılışında
bir hürlük vardır. Allah tarafından sana sabır, rıza,
muvafakat verilmişti ki, bunlar en büyük nimetlerdir. Aynı
zamanda iman, ilim, tevhid nurları sende vardır. İman ağacın
daha eskimemiştir. Tohumları ve fidanları henüz çürümemiştir,
kuvvetlidir, yaprağı boldur. Her gün dal salmakta, çeşitli gölgelik
vermekte, ayrı ayrı yönlerden büyümekte ve meyve vermektedir.
Senin çalı ile değnekle, onu muhafaza etmene, büyütmene,
beklemene lüzum yoktur...
Allah
sana, dünya işlerinde az fakat rahat edeceğin şeyleri verdi.
Ama ahirette hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği
ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen büyük nimetleri senin için
hazırladı. Bunları orada sana çok bol olarak ihsan buyuracaktır.
Âyet:
-
“Hiçbir nefis, kendileri için öteki alemde hazırlananların
neler olduğunu bilmez. Halbuki onlar
gayet mesrur edici şeylerdir. Yaptıklarınıza mükafat
olarak verilir. “
Bunun
manası şudur: Allah’ın emirlerine uydukları ve bu yolda
devam ettikleri için bunlar kötülükleri bırakırlar,
Allah’a teslim olur ve her işlerini ona ısmarlarlar. İşte o
büyük mükafata bu sebepten ererler...
26.
Makale
~
EDEP PERDESİNİ AÇMAMAK
Yüzünden
edep, namus v kanaat perdesini açma... Bunun aksine yaptığın
an halka rüsvay olursun...
Halkın
yardımını kalbinden çıkar, onlara güvenme... Kudreti,
kuvveti Allah’tan gör!..
Hakkı
ve hakikatı gör, her halinde manevi meşgalen bu olursa, benliğin
ölür, şahsi arzuların söner. Şahsiyetçilik davasından
kurtulur, herkesin iyiliğini gözetmeğe başlarsın... Dünya gözünden
silinir yalnız ahiret, cennet sevgisi ve cehennem korkusu ile işlerini
yapmaz olursun. Ruhunda sonsuz bir huzur duyar, Hak’kın
iradesini görürsün... Kalbin, Hak ve hikmetle dolar. Zulmet
kaybolur, nura boğulursun.
Daima,
Hak’kı gözet ki; kalbinde yalnız Allah sevgisi yaşasın. Başkasına
giriş hakkı kalmaz olur. Bu durumda İlâhi Vahdetin kapısı
olan kalb basiretinin bekçisi olursun. Elinde tevhid, azamet,
ceberut kılıcı olur. Her gördüğün aşağılık duyguları
ruhundan kovar ve lüzumsuz şeyleri kökünden yok edersin.
Nefsin
de, sana baş kaldıramaz. Hele kötü arzu timsali olan heva; şahsiyetçiliği
temsil eden irade ve arzu, sana hiçbir zaman dünya ve ahiret işlerinde
yol gösteremez.
Kalbinde,
bir Hak ölçü vardır. İşittiğin her söz, gördüğün her
hareketi Hak ölçülere vurursun. Daha ileri giderek Hak’kın rızası
önünde boyun eğer, bütün varlığınla ona teslim olursun. Bu
halinde Allah’ın kulu ve emrine bağlı kalır, halka uymaz ve
onların arzularına gidemezsin. Bir zaman böyle gider.
Zaman
olur, benliğin tamamen ölür. Bir hayali varlık gibi gezersin.
Allah-ü Taâlâ bütün kuvveti ile seni muhafaza eder. Azamet ve
sultanlığı hisarına sokar, hakikat ve tevhid askeri ile etrafını
çevirir. Her adım atışında gayri ihtiyari dikkatli olmağa başlarsın.
Çünkü, İlâhi bekçiler senindir. Nefis, şeytan, heva, irade,
boş ümit, yalancı çağrı ve daha tabiatın nice kötülük ve
şaşkınlıkları sana yol bulamaz. Ama her halde kader kendini gösterir.
Halk
sana gelir nur almak için. Halk sana uyar doğruyu bulmak için...
Halk seni ister, maddi ve manevi bataklıklardan kurtulmak için.
Sen
halka yol gösteren, dinin inceliklerini öğreten örnek bir
insan olursun. Sende çeşitli kerametler görülür, ama onlara
aldanmadan Allah’a ibadet edersin. Hak yolunda mücadele ederek,
çeşitli güçlüklere göğüs gererek Allah’a kullukta, yani
ibadette sabredersin. O’nun yardımı ile, her kötülükten
mahfuz ve örnek bir insan olarak kalırsın.
Halkın
meyli seni aldatmaz. Onların sevgi gösterisi seni yoldan çıkaramaz.
Onların seni büyütmeleri, elini eteğini öpmeğe koşmaları,
kendini olduğundan fazla göstermeğe yaramaz. Sen onlardan lüzumunda
istifade etmeği de bilirsin. Hak ölçüler dahilinde, ihtiyacın
kadar alır, ötesini terkedersin...
*
ALLAH-Ü
TAÂLÂ, o sultan hakkında şöyle buyurdu:
-
“Biz Yusuf’u o yere sultan yaptık.”
Yine
buyurdu:
-
“O, dilediğini yapar oldu. Biz rahmetimizi istediğimize
kondururuz, iyi kişilerin mükafatını eksiltmeyiz. “
İşte,
bu cümleler, Hz. Yusuf’un meleki sıfatını anlatır.Onun
nefis tarafını anlatırken de şöyle buyurulur:
-
“Biz, böylece ondan bütün kötülükleri çevirdik, çünkü
o, bizim ihlas sahibi kullarımızdandır. “
Hz.
Yusuf’un marifet tarafı da şöyle dile geliyor:
-
“Bunlar, <rüya tabiri ve hadislerin tevili> Rabbımın
bana öğrettiklerindendir. Allah’a inanmayan cemaatı kati
olarak terkettim. Onlar ahiret gününe de inanmıyorlardı...”
Bu
kitaplar, bir gün sana da gelir; o zaman büyük bir dost sayılırsın.
Büyük nasibini almış olursun. Sonsuz ilim, sonsuz kudret, seni
kaplamış olur. Saltanatın her yere şamil; emrin her yerde geçerli...
Nefsin, senin için faydalı olur. Allah’ın izni ile her şeye
sözün geçtiği gibi nefsine de sözünü dinletirsin.
*
Dünya
ve ukba işlerinin sahibi Allah’dır. Cennet O’nun elindedir.
Nazarlarımız, O’nun kuvveti, kudreti yüzüne çevrili. O
bizim zengin, cömert mevlamızdır. Her şeyi bol ve ziyadesi ile
verir.
İsteklerin
son durağı orasıdır. Ondan öteye yol yoktur. El açacak ve
yalvaracak kimse bulunamaz.
Bu
anlatılanlar bir sırdır... Ve sözde kalır... Hakikatına
Allah eriştirir. Çünkü O Rahimdir...
27.
Makale
~
"HAYIR VE ŞER, İKİ MEYVEDİR"
HADİS-İ
ŞERİFİ ÜZERİNE
Hayrı
ve şerri iki cins meyve gör. Bunların kökü, bittiği yer aynı...
Aynı ağacın iki ayrı dalında yetişirler. Fakat biri tatlı,
biri acı... Bir dalda beldeler, iklimler, küreler bulunur. İşte
bu dal da meyve yüklüdür. Ve bu meyve acıdır. Bundan uzaklaş,
her şeyi ile ondan uzak ol...
Tatlı
ağaca yanaş. Onun yetiştiricisi ve hâdimi(*)
ol...
Bu
dalları ve meyvelerini iyi tanı. Her ikisini iyi bil. Fakat,
sabret ve onun yetişmesini bekle... Ve kuvvetli ol.
Sakın
ve çok çekin!.. Acı ve tatsız meyveli dala yanaşma. Ondan
yediğin an helak olursun, onun acısı seni helak eder.
Daima
dikkatli, ölçülü olmalısın. Elinde ölçü olarak Allah’ın
Peygamber’inin (S:A) emri olmalı. Bu ölçüler elinde olmadan
meyveleri ayırt etmek senin
için kolay olmaz. Yoluna böyle devam ettikçe, rahat, huzur ve
emniyet içinde olursun.
Şunu
iyi bil ki bütün bu kötülükler, o acı meyveden doğar.
Onu terkettiğin an felaket ve beladan uzak kalırsın.
Her
iki meyveyi de önüne koy ve bak. Şekilleri aynı, tatları ayrıdır.
Çok kere bilmeden veya ölçüsüzlük yüzünden bir uçuruma düşersin.
Ona el atar, hata edersin. Ve onu bu hatanın mükafatı (!)
yersin.
Belki
bir an için sana lezzet verir. Şehevi arzularını tahrik eder,
hoşlanırsın. Fakat yapacağı felaketi takdir edemezsin, dimağını
boza. Manevi teneffüs cihazını berbat eder. Bütün acılığı
damarlarına yayılır. Vücudun bütün parçalarını kaplar.
Sonra yapacağı felaketler saymakla bitmez ki... Bu durumda belki
bir an kendine gelir, ağzındaki acıyı gidermek için su alırsın,
ama çaresiz... Hiçbir fayda vermez. Çünkü o zehir vücuduna
yayılmıştır...
Eğer
ölçüleri iyi kullanıp tatlı meyvayı yeseydin, durum böyle
olmazdı. Her halinde iyilik görünür ve bütün varlığın hoşlukta
toplanırdı...
Hal
malum... İkinci bir iş yapman lazım.Bu muhakkak bilinmelidir
ki, ilinci sefer el atacağın acı meyva olmamalı. Eğer bir
daha düşersen kalkman zor olur. Az önce anlattıklarım, birer
birer felaket halinde başına çöker, kurtulamazsın.
İyilik
timsali olan ağaçtan ve meyveden uzaklaşma. Onu bilmemezlikten
gelme. Her yerde onu ara ve onunla olmaya bak. Ve daima onunla
olmağa alış,hak ölçüleri elden bırakmamağa çabala...
(*)
Hâdim: Hizmet edeni
*
Bir
daha hatırlatmak lazım gelirse <hayır ve şer ilâhî birer
fiildir.> Bunların faili , ilâhi kudret ve yürüten o
kuvvettir. Asıl ki Allah-ü Taâla:
-
“Allah, sizi ve yaptığınız işleri halk etti.”
Buyurur,
Peygamber (S.A.) efendimiz de bu manaya işaret ederek şöyle
buyurur:
-
<Allah zalimi de zulmü de yarattı.>
Kulların
yaptıkları iş, bizzat ilâhî kudretin eseridir. Yapılan işin
ne olacağını Allah haber veriyor:
İşte
bu durum, hâlikle mahlûK arasındaki farkı gösterir. Allah
yaratır, kul iradesini kullanarak kesbeder.(*)
Cennet,
Allah’ın sevdiği kullarına bir ihsanıdır, fazlıdır. Oraya
bu ihsan ve fazılla girilir. Ayrıca dereceleri, dünyade yapılan
iyi amellerle verilir.
Peygamber
Efendimiz, bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:
-
< Hiç kimse ameli ile cenneti kazanamaz.>
Buna
karşılık sahabe:
-
<Sen de mi ya Rasulallah?>
Diye
sorunca, cevaben:
-
<Evet, ben de; ne var ki Allah beni rahmetine garketmiştir.>
Buyurdu
ve elini başı üzerine koydu. Bu Hadis-i Şerifi Hz. Aişe R.A
rivayet etmiştir.
Sen,
ilâhi emre uyduğun, kötü yollardan korktuğun müddet korkma,
en doğrulukla Hakka teslim ol, şerden korunursun. Hayır ve
fazilet seni bulur. Din ve dünya yönünden ilâhi bir muhafaza içinde
olursun.
Dünyadaki
kâlin şu ilâhi sözle anlatılır:
-
“Böylece ondan kötülükleri geri çevirdik; çünkü o, bizim
ihlas sahibi kullarımızdandı.
Dini
bakımdan mahfuz olmak, yina şu ilâhi kelamla anlatılıyor:
-
“Siz, Allah’a iman eder, ona şükredersiniz, neden size azap
etsin? Allah şükredenleri, iman edenleri bilir.”
Şükreden
bir müminin yanında bela ne arar. Çünkü afiyet ona beladan
daha yakındır. O insan, her an iyilik görür ve iyiliği artar.
Allah-ü Taâla şöyle buyuruyor:
-
“Eğer şükrederseniz rahatınız artar.”
(*)
Kesb: Çalışıp kazanmak.
İman
nuru büyüktür; bu nur kıyamet günü cehennem ateşini söndürür.
Dünya belası cehennem ateşi yanında hiçtir. O azim azap ateşini
söndüren iman nuru dünya belasını nasıl yenmez. Kuvvetli bir
iman sahibine bela yanaşmaz. Şu var ki; o belalı insan ilâhi
cezbeye kapılan büyük bir veli ola... Elbette o aziz kulun başından
bela eksik olmaz. Çünkü bu hal, onu dünyada kötülüklerden
saklar.
Birçok
bela çeşitleri vardır. İnsanın dünyevi sefahattan korunması
için paradan yana nasipsiz olur. Şehevi arzuların ölmesi için,
bazı zahirde nimet gibi görünen şeylerden mahrum olur. Halkın,
sahte teveccühünden azad olması için, sevgilerini kazanamaz;
çeşitli isimler takar, ondan hoşlanmazlar.
Bu
hal dışında bir felaket gibi görülür; fakat değildir. O
bilir ki; her önüne gelen insanla sohbet, onların sahte
sevgisini kazanmak, onlarla geceli gündüzlü oturup bir manevi
zarardır.
Manen
yükselmeğe namzed olan büyük insanlar, sayılan belalara duçardır;
fakat onlar için bu bela değil bir rahmettir.
Bu,
zahirde bir bela gibi görünen
ilahi rahmet sayesinde kalb temiz olur. Hak’kın
tevhidinden başka bir şey kalmaz. Kalb, yalnız marifet-i İlâhiyenin
yeri, ilâhi ilim ve feyzin kaynağıdır. Nura kavuşmak, Hakka
ermek ve O’na kurbiyetin yolu oradan geçer.
*
Bu
kalb tek şey için yaratılmıştır; ikincisi sığmaz. Âyet;
-
“Allah, iki kalbe sahip bir kişi yaratmamıştır.”
Bir
kalbde iki sevgi yaşayamaz.
-
“Padişahlar bir beldeye girince orayı darmadağın ederler. Eşrafını
zelil ederler.”
İşte
bu sebeptendir ki; İlâhi sevginin girdiği yerde başkalarının
işi kalmaz. Başkasının sözü geçtiği yerde ise ilâhi feyz
olmaz. Kalbinden kötülükleri at; göreceksin ki, ilâhi feyz
her yanını sarmış...
Kalbindeki
sevgi, şeytan, nefis ve şahsi arzular olunca olunca senden iyi
hareket çıkmaz. Her hareketin isyan, boş ve lüzumsuz şeyler
olur. Çünkü senin efendin şeytan olmuştur. Ama kalbinde İlâhi
sevgi yer tutunca o zaman göreceksin ki, her kötülük kendiliğinden
yok oluyor. Zaten kalb yalnız ilâhi tevhid ve ilâhi marifet için
yaratılmıştır, daha sonra bir şey eklemek icap ederse; Kalb,
içinde Allah sevgisi yaşadıkça kalb’dir... İlâhi feyzin süre
insan için faydalıdır.
İşte
anlatılanlar ve hadiseler gösteriyor ki, ilâhi rahmete erişmek
için her maddi varlıktan ve sevgiden kalbi temiz tutmak gerek.
Bu temizlik kolay olmaz; bir çok belalar ve felaketler insanı
sarar.
*
Her
hangi bir felaket karşısında insan, azmini kaybetmeyecek. Çünkü
o bir nevi nimettir. İyi düşünülürse, belanın en büyüğü
Peygamberlere ve onların yakınlarına, daha sonra sırasıyla
olmuştur. Bu durumu Peygamber S.A Efendimiz şöyle haber verir:
-
“Biz Peygamberler zümresi, diğer insanlara nazaran belanınen
büyüğünü yüklenmişiz. Daha sonra sırası ile....”
-
“Allah’ı en çok ben bilirim ve O’ndan ençok korkarım.”
İkinci
Hadis-i Şerif’de, büyük bir manaya işaret vardır. Sultana
yakınlık hasıl olunca, o nisbette korku ve çekinme çoğalır.
Sebebi: Padişahın gözü önündedir, hiçbir hareketi onun gözünden
kaçmaz. En küçük hatası dahi görülür ve ona göre ceza çeker.
Burada
şöyle bir soru akla gelir:
-
“İnsanlar Allah’a göre tek şahıs hükmündedir. Hiçbir
hareket ondan gizli değildir. O halde: “ Padişaha yakın olana
ayrı ceza verilir şeklindeki cümlenin manası nedir?”
Biz
buna cevap olarak deriz ki:
-
“Derece yükseldikçe, rütbe büyüdükçe hatalar gözle görülür;
çünkü insan hata işlemeğe daima meyyaldir. Bu halde, verilmiş
olan nimetlerin en ufağını dahi azımsayan, büyük hatalı sayılır.
Daima şükretmek her kula vazifedir ama, o seçilmiş kul için
en büyük vazifedir. Bu arada şunu da söylemek caizdir: Bir
veli ve bir Allah dostu için, azıcık ibadetten yaya kalma büyük
bir hatadır; kullukta noksandır. Allah-ü Taâla bu durumu şöyle
anlatır:
-
“Ey peygamberlerin hanımları sizden her hanginiz bir hata
yaparsa, diğer hanımlara nazaran cezası iki misli olur.”
İşte
görülüyor ki, derece farkı mevcuttur. Bu sebepten Allah-ü Taâla
peygamberin zevceleri ile diğerlerini ayırıyor. Hal böyle
olunca, Allah’ın rahmet ve feyzine vasıl olanların ayrı
durumunu takdir kolay olur:
Allah-ü
Taâla bütün benzerliklerden beridir. Halktan O’na bir şey
benzemez. İşiten ve gören O’dur. Doğru yola Allah hidayet
eder.
28.
Makale
~
MÜRİDİN HALİNİ BEYAN
Rahat
istiyor musun? Sürur, emniyet,sükûn, selâmet arzu ediyor
musun? Ehl-i dil olmak, sevgi, muhabbet içinde kalmayı arzu
ediyor musun? Bu hallerden çok uzaksın. Bunları yalnız dil ile
arzu ediyorsun... Şayet tam manası ile istemiş olsaydın; sende
adi şeylere karşı meyil kalmayacaktı. Nefsin ölecek, dünya
bir yana olacak, ahiret sevgisine meylin olmayacak ve nihayet
bunların yerini Allah ve Peygamber sevgisi alacaktı. Halbuki sen
bunlardan uzaksın. Çünkü sende şehevi sevgiler ve nefsanî
arzular var...
Bu
işler acele ile olmaz... Bekle... Olduğun yerde kal ve kendini
biraz hesaba çek...
Bu
halinle sana kapılar kapalıdır. Yollar sana açık değildir.
Allah sevgisi içinde olmayan bir işle zerre kadar ilgin olsa, bu
yolun önü sana açılmaz... Sen mükâtep –kesimli- bir kul
olsan, efendinin senden bir kuruşu kalsa, kulluktan bir kuruşu
kalsa kulluktan kurtulamazsın...
Allah
rızası dışında olan şeylere kalbinde bir nohut miktarı
meyil olsa, dünyanın manevi pisliklerinden âri be beri olamazsın.
Böyle devam ettikçe dünya sevgisi seni sarar. Nefsini şehevi
arzuların peşinden kurtaramazsın.
Bu
yersiz hallerin hemen birden geçeceğini sanma!.. Yavaş yavaş
olur... Senin isteğinle olmaz... Bekle... Doğru çalış, helal
ye, tâ ilâhi cezbe seni kaplayıncaya kadar... Sonra Allah
dilerse muradın hasıl olur...
O
zaman olacak olur. Şum gider, uğur gelir. Uğursuzluk yok olur,
nur gelir... Mânen ilâhi bir kisveye bürünürsün. Selamete
erersin... Ve nihayet, en yüksek mertebelere çıkarsın. O gün:
-
<Katımızda eminsin...>
İlâhi
sözü can kulağına gelir... Bununla hoş olur, sevinirsin...
O
ilâhi kaynak sana açık olur. Esrar perdeleri senin için açılır.
Sana her şey ayan ve her gizli beyan olur...
Kavuştuğun
kaynak kurumaz. Kavuştuğun manevi zenginlik sonsuz olur. Her
yandan salınan sana gelir. Ani bir duraklama olursa; sakın sana
bir şey gelmez diye üzülme... Bu hale eremezsin diye mahsun
olma! Bekle, sabırlı ol...
Altın
sikkelerini bilmez misin? Her yerde dolaşır, her keseye girer...
Ama sonu n’olur? Bir kere altını düşün, parça parça
herkeste boldur. Bir gün bakkalda görülür, bir gün kasapta.
Daha sonra manavda ve attarda, dabakta, süsçüde ve her çeşit
altın işi yapanlarda bulursun. Bazen adi işlerde de kullanılır.
Nihayet bir dirayetli sultan sayesinde o kötü ellerden alınır,
kaplarda eritilir, haddelerden geçer, inceltilir süs yapılır.
Sultanlara bezek, padişahlara taç olur. İşte o çeşitli
ellerde gezdi, sonsuz zahmet çekti ve nihayet ereceğine erdi...
*
Allh’a
inan! En faydalı işleri sana O yapar. O’na güven, en güzel
yola seni O sevk eder. Yalnız O’nu sev ve bağlan... Bir gün
en yüksek dereceye erersin ve en ulvi mertebeye kavuşursun.
Kapılar
açılır. Sandık kilitleri sökülür. Her gün yeni yeni
alemlerin kapıları sana açılır.
Süs
olan altınlar her yerde aranır. Yıllarca ellerde dönen altın
şimdi padişahların başındadır. Ateşlerde yanan, türlü cefa çeken o altın şimdi padişaha
taç, sultana süstür.
Ey
iman sahibi, kadere inan ve onun çeşmesi önünde dur. Herhalde
kazalara rıza göster. Ancak bu yolda Hakkı bulursun ve bu uğurda
çalıştığın müddet Hak’ka kavuşursun... Dünyada çeşitli
ilimlere erersin, öbür alemin ufukları sana açık olur.
Bu
alemden göç edince, başyardımcın Hak; şefaatcın nebiler,
arkadaşların salihler ve doğrular olur...
Sabırla
bekle... Aceleci olma... razı ol, Hak’kı itham altına alma.
Ümitli ol, ancak böylelikle ilâhi af ve keremin serinliğini
ruhunda duyar ve Hak’kın ikramına nail olursun...
29.
Makale
~
“ZAMAN OLUR Kİ, FAKİRLİK KÜFRE YAKLAŞIR”
HADİS-İ
ŞERİFİ ÜZERİNE
Allah’a
mutlaka kul olmak isteyen ona iyi inanır. Ve her işini O’na
teslim eder. O kul, bilir ki, rızık babında Allah kefildir.
Yine okul kanaat getirmiştir ki, kendine ulaşan iyi bir iş, ilâhi
fermandan habersiz değildir. Her hangi bir fena hal de kaderi ilâhinin
iktizasıdır.
Bilhassa
şu ilâhi vade kopmaz bağlılığı vardır:
-
“Bir kimse Allah’ın emirlerine bağlı olur ve ondan
korkarsa, ona güç yollar kolay olur. Bilmediği yerden rızık
kapıları açılır. Kendisine tam tevekkül edene Allah
yeter.”
İman
sahibi daima bu ayeti okur ve manasına göre ruhi inşirah duyar.
Bolluk devrinde bunu böyle bilir. Zaman olur, hikmet icabı bir
imtihan belirince derhal sızlanmağa başlar, ağlar, feryad
ederse bu hal onun tam bir iman sahibi olmadığını gösterir. O
kimse bilmez ki, kader-i ilâhi ağlamakla, sızlamakla şekil değiştirmez.
O zavallının bu acıklı hali Peygamber S.A efendimizin:
-
“ Fakirlik zaman olur ki küfre yaklaşır.”
Hadis-i
şerifinin manasına girer.
İman
sahibi, hangi felaket olursa olsun, sarsılmaz ve maneviyatını
bozmaz. İyi inanmıştır ki: Herşey muvakkattır.
Dünya muvakkat olduğu gibi, onun imtihan devresi de
muvakkattır. Yine kalbini Allah’a bağlayan bilir ki: Allah
istediği an kimseden belayı kaldırır. Bu Allah’ın lütfudur.
Bir gün gelir, kendisinin de imtihan devresi biter; afiyet ve
bolluğa kavuşur. Daima şükreder. Hamd eder. Sena eder ve bu
hal, Allah’a kavuşuncaya kadar sürer...
Bu
haller gösterir ki, ilâhi imtihanlar iki yönden tecelli eder.
Biri; iman sahibinin imanını arttırmak, diğeri ise; zayıf
imanlının maneviyatını bozmak. Şayet o zayıf imanlı tahammül
gösterirse imanı kuvvet bulur.
Allah
bütün kullarına bir çok yönden bela verir. Bu belalar çoğunun
felaketine sebep olur. Kul, o devrelerdeAllah’a tam bağlanmaz,
durmadan itiraz eder. Allah-ü Taâlâ’yı (haşa) töhmet altına
sokmak ister, söver, sayarsa.... Bu onun ebedi küfrüne sebep
olur ve böylece dünyası ve ahireti berbatlaşır. Hak’ka kavuştuğu
zaman ilâhi rahmetten herkesin nasibi olur; ama onun olmaz. Çünkü
Rabbı ona darılmıştır. İşte Peygamber efendimiz bu hale işaret
ederek şöyle buyurmuştur:
-
“Kıyamet gününde en nasibsiz olan, dünyada fakir, ahirette
cehennem azabına düçar olandır.”
Bu
halden Allh’a sığınırız. Çünkü bu hal felakettir.
Peygamber efendimiz bu fakirlikten Allah’a sığınmıştır.
İkinci
şahsa gelince: O, hakkıyla inanmıştır. Allah’ın birliğine
ve O’nun yapacağı her türlü eza ve cefaya razıdır. Zahirde
cefa gibi görünen her halin bir nimet olduğunu iyi bilir. Onda
tam bir kanaat vardır ki, sevgili kullara kavuşmak için onlar
gibi yaşamak lazım. Peygamberlere varis olmak için, onların çektiği
gibi cefakar olmak gerek. Düşünür: Hangi alim, hangi fazıl,
hangi hakîm, hangi büyük ve nihayet hangi derviş ve hangi
bende cefadan, hangi efendi zordan hâli kaldı....
Ama,
ne olursa olsun Allah’a dayanan herkes kurtulur. O’na inanmış
olan her imanlı dar zamanında daha geniş olur. İlâhi kement
onların boynundadır. Sabır dağları onları içine almıştır.
Çünkü imanları kuvvetlidir. Çünkü kadere razıdırlar.
Bu
sabır ve imandır ki; onu her an şükür yoluna sevkeder. Herşeye
muvafakat, kaza ve kadere ve ilâhi hikmete mebni olduğunu sezdiği
her şeye boyun eğer. Bu yüzden ilâhi rahmetin en büyüğüne
erer. Gündüzleri onun için bir nur kaynağı, geceler ise bir
rahmet sofrası olur. Dışı hoş, içi boştur. Bu halde devam
eder, tâ, Allah’a kavuşuncaya kadar... Hâdi Allah’tır...
|