46.
Makale
~
“Yolumda olanın rızkına
kefilim”
HADİS-İ ŞERİFİ ÜZERİNE
Bir
başka Kudsi Hadiste:
-“ Zikrimle uğraşıp,
benden bir talepte bulunmayan kimseye, dua ederek ihtiyaç gösteren
kimselerden daha fazla ihsan ederim..”
Allah bir
kimseyi kendine halis kul etmek arzu edince, onu birçok deruni
hallere kaptırır. Geçen makalelerimizde değindiğimiz gibi,
her çeşit belaya, mihnete, fitneye kaptırır. Zengin olmuşken
fakre düşürür. Öyle zaman gelir ki, dilenmeye kadar
yol açılır. Çünkü her taraf sarılmış olur, çalışamaz,
edemez. Fakat dilenemez. Borç etmeği aklına alır. Onu da
yapamaz, sonunu düşünür. Sonunda Allah’ın yardımı ile çalışma
imkânına sahip olur. Allah, bu çalışmada ona çok kolaylık
ihsan eder.
*
Her
zaman böyle gitmediği de olur. Öyle zaman gelir ki, benliği kırılsın
diye dilenmek zorunda kalır. Ama az zaman sonra, bunlar da
kaybolur. Düşkünlük zamanı dilenmek şirk olmaz. Bu da belli
bir zaman için devam eder, sonra değişir. Borç alma yoluna düşer.
Bu da bir nevi mecburiyet tahtında olur. Sonra bu da geçer. Halkı
bırakır. Onlarla yaptığı muameleyi keser. Kalbine bir ilham
gelir, her derdini hal dili ile Allah’a açmağa başlar. Sussa
da gelir. Hal dili susar, kalbten istemeğe başlar. Bunların
hepsi sıra ile olur.
Şu muhakkak ki;
dille istenecek olsaydı belki dilek yerine gelmezdi. Zaten bu
hale düşün kimsenin halktan bir şey istemesi yerinde olmaz di
ve mümkün de değildi. Çünkü Allah onu her uymaz işten
esirger. Bilhassa zatını bırakıp
halka koşmaktan....
Durum bu olunca, her ihtiyacı bol verilmeye başlanır. Ve
artık beşeri durumuna lazım olan her şey kolay temin edilir.
O insan öyle
bir hale kavuşur ki, bir şey kalbine gelse, sanki kudret
alemindeymiş gibi istediğini önünde bulur. İşte bu manaya
delalet eden ayet:
- “ Allah
sevdiği kulların dostu olur, onları esirger.”
İşte... Bu
ifadeler karşısında yukarıda belirttiğimiz:
- “ Zikrimle uğraşıp
benden bir talepte bulunmayan kimseye, dua ile benden ihtiyaç gösteren
kimselerden daha fazla ihsan ederim...”
Hadis-i Şerifinin
sırrı anlaşılır.
Bu anlatılan
hale “ fena “ tabir olunur. Velilerin son derecesidir.
Ebdalların son mertebesi sayılır...
*
Bundan
sonra yukarıda belirtilen bir
nevi keramet sayılan yapma ve icat etme gibi haller zuhur eder.
Sanki her şey iradesine bırakılmış gibi, istediğini yapmağa
başlar. Çünkü o insan, kendisinde deüil, Hak’ladır. Nasıl
ki, Allah-ü Taâla Hazretleri, bir Kudsî Hadis’de şöyle
buyuruyor...
“ Ey Âdemoğlu!
Ben,Allah’ım, benden başka ilâh yoktur. Ben bir şeye
“ol” demeyi istesem o olur. Sen de bana itaat edersen, sana
istediğini yapabilecek kuvveti veririm...”
47.
Makale
ALLAH’A YAKINLIK
Rüya
gördüm, bir ihtiyar bana sordu:
- “ Kul için
Allah’a yakınlık nasıl olur? “
Cevap olarak:
- “ Bunun ilki
ve sonu var.”
Dedim ve sonra
devam ettim:
- “ İlki var;
fani, kötü işleri bırakmak. Sonu ise, Allah’tan razı olmak.
O’na teslim olup candan bağlanmaktır.”
48. Makale
MÜMİNİN YAPMASI GEREKEN
İŞLER
Mümin
evvela farzları
yapmalı. Bundan sonra, sünnet-i şerifleri yerine getirmeğe
gayret etmelidir. Daha sonra, bunların dışında kalan
ibadetleri yaparak faziletli işleri takip etmelidir.
Farzı
bitirmeden sünnetle uğraşmak pek akıl kârı değildir. Zaten
farzları terk ederek yapılacak işler makbul değildir. Buna bir
misal vermek lazım gelirse, şöyle demek yerinde olur. Bir kişiyi
padişah emrini yapmağa çağırıyor, o zata gelince gitmek
istemiyor, padişahın hizmetçilerinden birinin sözünü yerine
getirmeğe uğraşıyor.
Hazret-i Ali bir
hadis-i şerifi şöyle rivayet eder.
- “ Farzı bırakıp
nafile ibadetle uğraşan, doğuracağı zamana yakın çocuğunu
düşüren kadına benzer. “
Yapılan
ibadetin yerine gelmesi için, ilk önce farzları yerine
getirmelidir. Aksi halde yapılan ibadetlerin kabulü güç olur.
Buna ikinci bir misal olarak: Sermayesini bilmeden, ticaret yürüten
taciri göstermek yerinde sayılır. Bir tacir evvela sermayeyi
bilmeli ve onu kurtarma yolunu bulmalıdır. Keza bir müminin de
ilk başta farzı bilmesi gerekir. Şunu da burada belirtmek
yerinde olur; bir kimsenin, sünneti yapmadan bazı evliyanın keşif
yolu ile naklettikleri ibadeti yapmağa çalışması yerinde görülmez.
*
Farzlardan bazılarını şöyle sıralamak yerinde olur
sanırız. Başta haramı bir bütün olarak bırakmak en büyük
farzdır. Sonra, hassaten şirk yolunu bırakmak gelir... Hak ve
hakikat karşısında itirazı bırakıp doğruya uymak da farzdır.
Yine farzların
arasında halkın hizmetini görmek, onlara yardım etmek vardır.
Bu arada ilâhi emirleri zedelememek yerinde olur. Çünkü Hz.
Peygamber (S.A.) efendimiz şöyle buyurdu:
-
“ Hak’ka isyan şeklinde mahluka koşmak yakışmaz.
49. Makale
UYKUNUN
KÖTÜLÜĞÜ
Uyanıklığa götüreni bırakmak iyi olmaz. Her zaman
uyku değil, biraz da uyanıklığı aramak lazım.
Ayık olmak
varken gaflet yolunu seçmek, noksanı ve azı, çoğa, iyiye
tercih sayılır. Ayıklığı icabettiren halleri terk, bütün
iyi işleri bir yana itmek sayılır. B yerinde bir şey değildir.
Gaflet bir nevi
ölümdür. Bu yüzden iman sahibine gaflet yakışmaz. İlahi
emirler karşısında gaflete düşmek çok yakışıksızdır.
Dikkat edilirse doğruyu bulma arzusu arttıkça gaflet azalır.
Bunun icabıdır ki, ariflerde bayağı uyku azalmağa başlar.
Bundandır ki,
meleklerde uyku yoktur. Ehl-i Cennet uyku bilmez. Bunların
derecesi çok yüksektir. Çünkü uyku gaflettir. Dolayısıyla
noksanlıktır. Bütün hayır işler ayık olmadadır. Bütün şerler
gaflette toplanmıştır.
Bunun çeşitleri vardır. Zahiri, uykudan kurtulmak için az
yemeli, az içmeli. Çok yiyip içince çok uyku olur.
Gafletin
sebeplerinden biri de, çok yemekten hasıl olan uykudur. Daima
uykuya dalmak ve her şeyi unutmak kötüdür.
Çok yiyen kimse
rahat ibadet yapamaz. Çok yiyen kimse oruca dayanamaz. Bilhassa
haram yiyenler, tam bir gaflet içinde ölü gibidirler. Az da
olsa, haram yiyene az yedi denemez. Haramın azı da çok sayılır.
Her halde
dikkatli olmak varken, az gaflet eden çok nadim olur.
Haramdan
çok sakınmalıdır. Çünkü onun azı yoktur. Haram imanı örter,
kalbi karartır. Alkollü içkilerin azı, aklı yıkmaya yettiği
gibi haramın da azı imanın ışığını söndürür. Zamanla
iman ışığı sönerse, ibadetin ve iyiliğin yararı kalmaz.
Helal yemeli,
helal içmeli. Helalin azı da yeter. Çünkü onunla gönül
rahatlığı ile ibadet edilir. Helal nur üstüne nurdur. Haram
kir üstüne kirdir.
Helali de nefse
uyarak yemek olmaz. Allah’ın emirlerine göre yiyip içmeli.
Aksi halde bir nevi israf yolu seçilmiş olur.
Haram yemek,
daima gaflet getireceğini ve ondan sakınmayı bir daha hatırlatırız...
50.
Makale
ALLAH’dan
UZAKLIĞI YOK ETMENİN
ÇARESİ
VE YAKIN
OLMANIN KEYFİYETİ
İşlerin
şu iki şey arasındadır. Biri Allah’a yakınlık, diğeri
de O’ndan uzak olmak.
Eğer sende İlâhi
nurun cazibesi yoksa neden durursun? Bu büyük kısmeti kaçırmana
ne sebep var? Bu, bu kadar az aramakla kolay ele geçmesi imânsız
nimeti neden oturarak beklersin. Durma çalış. Hak yolda yürü
ve kısmetini bulmağa bak. Çünkü selamet bu yoldadır. Dünya
ve ahiretin zenginliği böyle elde edilir.
Bu yolda yürürken
iki kuvvetin olmalı, tam mertebeni bulman için bunlar senin iki
kanadındır...
Biri:
Şehveti arttıran bilumum rahatlıkları terk etmektir. Hatta mübah
olan şeyleri bile bir zaman için bırakmak yerinde olur.
Diğer kuvvet
ise: Güçlü kuvvetli olmaktır. İbadetlerin zahirde ağır kısmını
yapmalı, daima kolay tarafını seçmek iyi olmaz. Ancak bu şekilde
nefsin elinden kurtulmak kolay olur. Bu durum kuvvet bulursa, dünya
ve ahiretin meşakkati kalmaz. Allah’ın emirlerine giden
yollar, zafer meydanı senin olur.
Muvakkat bir
zaman için mahrum olsan da, sonra her şeyin senin olduğunu görürsün.
Sonra senden büyük kerametler zuhur eder. İzzet sahibi olursun.
Bir gün gelir,
tam Hak’ka ermişlerden olursun. O, ermişler tam ilâhi
cezbenin içine düşmüşlerdir. Onlar hak ve hakikatin çekici
kuvvetine uymuşlardır. Rahmet deryasına dalmışlardır. İşte
bunların derecesine çıktığın zaman edepli ol. Bulunduğun
hale aldanma, hizmette kusur etme. Asli hüviyetin olan karanlık
tabiat alemine dalma.
Anlatmak istediğimiz
mana yönünden şu iki Âyet-i Kerimeyi oku:
-
“ Emaneti insan yüklendi. Ama kendini bilmez, nefsini kötüye
kullanmak ister. “
- “ İnsan
aceleci oldu.”
*
Kalbine sahip ol; halk, nefis ve şeytandan gelen şeylere
iltifat etme. Sabrı terketme. Başına bir iş geldiği zaman,
feryada başlama, bekle, sabırla bekle... Sopa ile sağa sola
yuvarlanan top gibi iradeyi bırak. Süt emen bebek gibi yumuşak
başlı ol. Meyitin yıkayıcıya teslim olduğu gibi teslim ol
Hak’ka...
Son olarak şunları
ilave edelim:
Hak’kın zatından
gayrına kör ol. Ondan başka şeye varlık verme. Kimsenin fayda
ve zarar babında bir kuvvet sahibi olacağını aklına getirme.
Bütün mahlukatı Hak’kın kamçısı altında müsavi gör.
Herkese gelen sana da gelir. Onlara kısmet olan sana da olur.
Ama, herkese istidadı kadar...
51.
Makale
ZÜHD ÜZERİNE
Zahid
olan, bazı sebepler yüzünden iki defa sevap alır. Bunun biri;
bir şeyi terk eder, ama nefsi için değil... Bundan manevi bir
huzur duyar, sevap alır. İkinci defa; Yalnız Allah emir verdiği
için alır, bundan da ayrı bir mükâfat kazanır.
Zâhid nefsine
uyarak hiç bir şey almaz, nefsine muhalif kalır. Bu hal gerçekleşince
hakikate erenlerden sayılır. Veli olmaya hak kazanır. Emin zümresine
karışır, âriflerden olur.
Bu hale geldiği
zaman bir nevi varlığı yok gibi olur. Bu durumda verilen emir
dahilinde işlerini yapmağa çalışır. Sakin olur, dâima huzur
sahibidir. Nasibi neyse kolayca gelir.
Öyle zaman olur
ki, yer içer fakat iradesi sönmüş olur. İyiye yönelen şahsi
arzuları ondan fenalık çıkmasını önlemiştir.
İşte bu durum
karşısında nefse uyarak, iradesini karıştırmadan kader-i ilâhinin
önünde işlerinin akışını devam ettirmeğe muvaffak olursa,kârların
en üstününü elde etmiş olur. Çünkü ilâhi fiillere uyarak
işlerini yürütmüş olur.
Burada biri bana:
- Bu kâr sözünü
neden söylüyorsun? Diyebilir. Bunların bütün irade ve arzuları
öldükten sonra, Hak’ka ermiş olurlar. İstek ve arzu, derece
kazanmak bunlar için düşünülemez. Bunlar bulacaklarını
bulmuşlar, Hak’kın has kulu olmuşlardır. Bir kula mükafat
vermek olur, fakat kul kendiliğinden bir şey kazanamaz.
Biz bu soruları
şöyle cevaplarız:
- Doğrusun; şu
var ki, Allah onları fazlına kavuşturur, lütfuna keremine
erdirir. Kulun bütün iradesi hemen söner ama ne de olsa beşeri
alemdedir, az da olsa bir iradesi vardır. Ve bunu kötü yola
koymamak için bir gayret sarfında bulunmuştur. Onun için her
şey vardır, her güzellik verilmiştir. Bu verilenleri o zat,
kendiliğinden elde edebilir mi? Edemez... Sonra kazanç, kâr
denince akla sadece cennetin ırmakları gelmemeli, Allah’ın
buyurduğu lütuf ve hayır işe yardım da bir mükafat sayılmalıdır.
Şunu da burada söylemek lazım gelir ki: O veli, bir çocuk
gibidir, ilk zamanda iradesine fazla hakim olsa bile, sonra
tamamen varlığı yok gibi olur. İşte bu sırada onun her çeşit
kötülüğe düşmesi muhtemel sayılır. Bu kötü işlere kapılmaması
elinde değildir. Daha önceki hareketlerinin sağlam olması
sonucu ona kazanç temin etmiştir ve bu kazanç da, onun kötü işlerden
korunmasıdır...
*
Kazançlar çeşitlidir. Bir çoğunun da kazancı vardır.
Nasılki ana ve babasının himayesine sığınan bir yavru için
himaye edilmek bir kazançtır. Babanın rızık temini, ananın
kalbine konan şevkat duygusu yine o yavru için en büyük kârdır.
O insan da bir çocuk gibidir. Halkın onu sevmesi, ona yardım
etmesi kendisi için bir kazanç sayılır. Bunu Allah vermiştir.
İşte cevap: Bu
kazançlar böyledir. İlahi emirleri yapmak yine bir nevi mükafat
sayılır. Çünkü insan her istediğini yapamaz. Onu yapması için
ilahi lütuf ve kerem ihsanı gerektir.
Allah daima
sevgili kullarının yardımcısıdır.
52.
Makale
İMAN
SAHİPLERİNİN SIKINTISI
İman
sahiplerinin bazen mihnete düştükleri olur. Bunun bazı
sebepleri vardır. Daha doğrusu buna, hikmet icabı demek yerinde
olur.
İman sahibinin
mihneti bir nevi lütuf sayılmalıdır. Hiç olmazsa Allah’ını
hatırlar, dua eder. Duası makbul olur. Belki bir an için
gaflete düşmüştür. Gelen ufacık bir mihnet çok iyi
nimetlere sahip olmaya sebep olur.
Sonra insan niçin
duadan kaçınsın? Ve niçin Allah’ını unutsun? İşte
unutunca ufacık bir uyarma ameliyesi yapılır. Haliyle iman
sahibi bunun nereden geldiğini
hemen anlar; dua eder. Elbette o zaman, dualar makbul olur.
İlahi lütuf ve kerem kapıları açılır.
Allah bir kulun
duasını karşılıksız bırakmaz. Burada olmasa da, öbür
alemde karşılığını verir. Haliyle bu arada kaderin de icabı
yerine gelir. Bunu da unutmamak yerinde olur.
Anlatıldığı
gibi bazı ufak tefek mihnetler başa geldiği zaman , edep ve
terbiye dışına çıkmak yersiz olur. Bir bela gelince insan
kendini kontrol etmelidir. Günahını araştırmalı ve onu
gidermeğe gayret etmelidir.
Bir güç işe düşüldüğü
zaman , günah yollarını değil, sevap işleme yollarını
aramak yerinde olur. Bir günah işleyince, nasıl olsa işlendi
diye öbürlerini sıraya koymak yerinde olmaz. Hele kader
bahsinde uygunsuz yol tutmak hiç de yakışır şey değildir...
En uygun
yol, dua yoludur. Bela geldiği zaman
dua etmek, Allah’a yalvarmak, günahlarına tövbe etmek
hepsinden iyidir.
Doğru yola
hidayet eden, en iyisini bilen yalnız Allah’tır...
53.
Makale
RIZA YOLUNU İSTEMEK
VE
ORADA
YOK OLMAK
Allah’dan, rıza
ve yoklukta var olmayı isteyin... Bütün olanlara boyun eğip
bir yana durmak, en büyük rahatlıktır. İlahi emirler
dahilinde işlerin yoluna girmesini beklemek en iyi şeydir. Dünyanın
cenneti, gönül rahatıdır. Buna ermek isteyen sakin ve olanlara
razı olmalıdır.
Olanlara razı
olmak, bunların içinde kendini Hak’ka teslim olmuş bulmak en
iyi yoldur. Allah’ın mana kapısı buradan açılır. Ve kulun
sevilmesi böyle oldukça gerçeğe uyar. Sıkıntı denen illet
en büyük dünya azabıdır. Ahiret azabı daha başkadır. Allah
bir kuluna sevgi yolunu gösterirse evvela ona gönül rahatlığı
verir. O da bu rahatlık sayesinde hoş bir ömür sürer.
Allah’a kavuşma
yolu buradan başlar. Onun nuruna vasıl olma böyle tahakkuk
eder.
Geçici
zevklerin ardına düşmeyin. Ele geçmesi mümkün olmayanın ardında
koşmayın. Eğer kısmetse gelir, değilse zaten gelmez. Kısmet
olmayan bir şeyin ardına düşmek bir ahmaklıktır. Akılsızlık
ve bilgisizliktir. İşte dünyanın en büyük azabı budur. Daha
evvelki sözlerimizde geçtiği gibi, en büyük dert imkansız şeylerle
uğraşmaktır.
Kısmetinde yazılı
şeyi istemek de ayrı bir görgüsüzlüktür. Daha doğrusu hırstır.
İbadet ve kulluk tarafından incelenecek olursa şirk demek de
yerinde olur.
*
Bu kadar istek neye. Hem Allah’ı sevenin bu kadar lüzumsuz
şeyleri istemesi yerinde olmaz. Yaratanını seven onu ister.
Onunla beraber başka şey istemek yerinde olmaz. Sevgilinin gayrını
istemek sevgide yalancılık sayılır. Sevgili için yapılan işten
ücret istemek ayıp olur. İhlâsın yokluğunu açığa vurur.
İhlâs sahibi kulluk hakkını ödemeğe bakar, ötesini
efendisine havale eder.
Allah her varlığın
sahibidir. Yapılan her işi ister ki; kendisi için olsun. İster
ki: Kulunun bütün işleri kendisi için olsun.
Bir kul, şunu
iyi bilmelidir ki: Kendisi ve yaptığı işler efendisine aittir.
Bu durumda nasıl kendine mahsus olmak üzere bir çok şey talep
edebilir?
Bir çok
yerlerde de anlattık, kulun ibadet etmesi, ona Allah’ın
muvaffakiyet kudreti vermesi sonucudur. Ona kudret vermek Allah’ın
elindedir.
Ceza ve mükafat
beklemektense, elinde bulunana şükretmek daha iyi olur. Sonra o
kul görmüyor mu ki; her kimin elinde nimet çoğalırsa neticesi
iyi olmuyor. Bu çok kere vakidir. Evvela iyidir, sonra ne olduğu
görülür. Azar, Allah’a darılır. Kadere kabahat bulur.
Nimeti beğenmez. Derdi gamı çoğalır. Kendinde olanı beğenmez,
az görür. Başkasının malına göz diker...
*
Bu insanlar neden ellerindekine razı olmazlar. Öyle zaman
olur ki, bu huysuzlukları sonunda ellerindeki de gider. Öyle
zaman olur ki, bu huysuzlukları sonunda ellerindeki de gider.
Çünkü kendilerine has olan hiçbir şeyi beğenmezler.
Bütün bu durum
onları öyle perişan eder
ki, çabukça yaşları büyür. İşleri dağılır. Vücutları
yorulur. Bir başkasının elindekine ermek için günlerce alınlarından
ter boşanır. Netice olarak günah ve sevap kaygıları da yok
olur ve böylece günah sayfaları dolar.
Bu arada en büyük
suçları yapmaktan çekinmezler. Emr-i İlâhi onların hiç düşünmedikleri
bir şey olur. İstediklerini de bulamazlar. Dünyadan giderken
elleri boş olur. Ne başkasının malı fayda vermiştir ne de
kendi mallarından kazanç temin edebilmişlerdir.
O zavallılar, eğer
Allah’a şükredip dursalardı en büyük nimetlere ererlerdi.
Elinde bulunana ve kısmetine
razı olup şükür ve ibadet yolunu aramış olsalardı,
kendileri için iyi olurdu. Sanki, başkasının malına göz
dikmekle, ellerine kısmetten fazla bir şey mi geçti?
İstediklerini
bulamadılar, aradıklarına eremediler. Yalnız ömürlerini boşa
geçirdiler. Ahiretlerini de batırdılar. Onlar bu yaptıkları
ile en akılsız, bilgisiz oldular. Kısmetlerine razı olup taat
ve ibadetle meşgul
olsalardı, kendilerine yetecek kadar dünyalık gelirdi. Öbür
aleme geçtikleri zaman ise umduklarından daha iyisini bulurlardı.
Allah cümlemizi
haline razı olanlardan kılsın... Her hususta halini bilenler zümresine
dahil eylesin.
54.
Makale
ALLAH’A VASIL OLMAYI
İSTEYEN
VE
VASIL OLMANIN
ŞEKLİ
Âhirete
boş gitmek isteyen zahid olsun, kötü yerlerden sakınsın. Dünyasını
temiz tutsun. Allah’ına ak yüzle varmak istesin. Dünyada
O’nun tevhid nuruna ermeyi arzulayan yine zahid olsun. Ahiretin
güzelliğini, nimetini, tadını istemesin.
Bir kimsenin
kalbinde yalnız maddi taraf varsa o zahid değildir. Bu maddi
arzuları şöyle sıralamak mümkündür:
Şehevi arzular,
dünyanın geçici lezzetleri , dünya rahatı sayılan evlat,
aile, yemek, içmek, giymek, binmek, gezmek, hoş olmak, ilim yolu
ile kibre gurura kapılmak, iyi konuşmaya heveslenmek ve daha
akla gelen bir çok dünyaca şöhret sayılan şeyler...
Bunun haricinde 5 vakit ibadetten hariç, desinler diye yapılan
şeyler, hiç de zahitlik işareti değildir.
Bilhassa bela
geldi mi sızlanmak, az zarar görünce ağlamak, hafif bir
menfaatin gidişi karşısında kızmak hoş değildir. Kaldı ki,
zahid olmağa çalışan için hiç yakışık almaz...
*
Bu sayılan şeylerin hemen hepsinin içinde nefsin isteği
vardır. Halbuki zahidlik, evvela zahidlik ne ise ona uymayı
sevmektir.
Yukarıda söylenen
işler çoğu insanı dünyaya bağlar. Bunların peşinde koşan
kendini dünyanın daimi kalacak bir varlığı sanır. Kendi
kendine, nasıl olsa ben ölmeyeceğim, der gibi bir hal takınır.
Halbuki zahid olmak için ilk başta bunları kalbden çıkarmaya
çalışmalıdır. Layık olan da budur. Gerekli olan odur ki: Her
zahid nefsini kötü
şeyleru uymaktan tuta. Bütün bu kötülükleri ruhundan kazımaya
çalışmayan zahid olamaz. Her
zahid kendini daima tevazu içinde tutmalı, çekimser bir tavır
takınmalı. Her yerde ataklık ona yakışmaz.
Şunu da bilmek
gerekir: Değeri bir nohut kadar bile olsa dünya sevgisi kalbden
sökülmelidir. Bu durum geliştikten sonra, rahatlık başlar,
kalbden sıkıntı kalkar. Zaten bütün dertler, sıkıntılar dünyayı
sevmekle başlar. Dünya sevgisi azalınca sıkıntılar da azalır.
Dünya sevgisi
azalınca Allah sevgisi çoğalır. Buna işaret olarak Hz.
Resul’ün (S.A.) şu Hadis-i Şerifini zikredelim:
- “ Zühd
yolunu tutmak, gönlü ve vücudu rahata erdirir. “
Dünyanın sıkıntısı,
derdi çoğaldıkça Allah’a karşı bir perde çıkar. Ona
yaklaşmak kolay olmaz. Bunların inkişafı, yani Allah’a yaklaşma
yolu dertlerin azalmasıyla başlar.
İşte ahireti
kazanmak için, bir baştan öbür başa, tüm olarak dünya
sevgisinden kurtulmak gerek. Bundan sonra, eğer Allah’ı bulmak
bir gaye ise, ahiretin de bütün derecelerini bırakmak lazımdır.
Madem Allah rızası isteniyor, yapılan amelin öbür alemde mükâfat
getirmesi istenmeyecek.
Yapılan işlerin
neticesi elbette mükafatsız veya cezasız kalmaz. Allah kimsenin
istemesine bakmadan fazlasını verir veya ceza lazımsa keser. İstemeye
lüzum olmadan yakınlık veya uzaklık verir. Allah’ın âdeti
budur. Bütün peygamberlerine ve kullarına büyük ihsanlar etmiştir...
İnsana lazım
olan, bütün hayatı boyunca dünyasını temiz geçirmektir.
Ahirete göçtüğü zaman , orada gözlerin görmediği, kulakların
işitmediği, kalblere dahi gelmeyen iyi nimetlere erer. Bu
nimetlerin tarifini zihin kavrayamaz. Abirler bunu vasıflandırmaktan
acizdir...
55
Makale
HAZZI
TERK
Hazzı terk üç devrede mümkün olur. Bunun birinci
devresi avama mahsustur.
Bir insan tahayyül
edin. Şahsi iradesine devam eder, yer içer, tabiatına göre
hareket eder. Hiçbir dava peşinde koşmaz. Sadece bir insiyakla
yola devam eder. Hakka ibadet etmez, dine uymaz, hiçbir had hukuk
tanımaz. Daha kısa bir tabirle iddiasızdır, davasızdır. Bu
arada ilâhi bir nazara uğrar, rahmet kapıları açık olur. Böylece
ilâhi bir tevâfuk(*) olarak, bir gün karşısına bir nasihatçı
çıkar. Bu kişi salih kimse olduğundan tesirli olur. Bu hal karşısında
o iddiasız adam, kendiliğinden Hak’kı kabullenir.
Bu durum böylece
devam eder gider. Çünkü o nasihatçının sözleri, o adamı
yola getirdi. Her gün kendine has usulle dinlediklerini tatbikata
koyulur. Bunun tabii neticesi olarak, ayıplarını görmeğe başlar.
Tabiat ve nefsin peşinde koştuğunu sezer. Aniden iman yoluna
girmiş olur.
Allah yolunu
kendine seçer. Şeriatın emirlerine göre hareket eden halis bir
insan haline gelir. İlk
defa gitmekte olduğu tabii hava söner, yavaş yavaş kötülükleri
bırakır. Haram şeylere yaklaşmaz. Şüphelilerden çekinir.
Halkın minnetini, dünyanın uygunsuz işlerini bir yana atar.
Allah’ın verdiğine ve onun emirleri ile gelene bakar. İslam
dininin:
-“ Helaldir.
“
Dediği şeyleri
alır. Yemesinde, içmesinde, giyiminde, kuşamında, ahlak ve
fazilet yolunu arar. İster ki; hep taata, ibadete sevk edecek şeyleri
yapsın...
Bundan sonra
onda Hak vergisi bir anlayış hasıl olur. Bilir ki: Dünyada kısmetini
yiyip bitirmeden ölmez. Sakin olarak düşünür, helal yer, mübah
yoldan kazanır, günlerini böylece geçirir.
İkinci devre başladığı
zaman, o bir velidir. Hakikate erenlere dahil olmuştur. Haslara
katılmış, azamet sahibi olmuştur.
Bu kere yaptığı işleri daha ince süzgeçe tabi tutmağa
başlar. Emirle yer, ilahi duygu ile hareket eder.
Üçüncü devre
başladığı zaman, ona bir ses gelir.
- “ Ayaklarına
takılanları bırak... Dünyayı ve ahireti terk et... Bunları
isteme...”
Emri verilir.
Daha sonra:
- “ Bir baştan
öbür başa bilcümle izafi mevhum varlıklardan uzaklaş,
hepsini bırak. Yersiz varlıkları yok bil, tevhid nuruna dal ve
onda güzelleş.”
Daha bunlar gibi
emirler.
Artı şirk
terkedilmiş, irade Hak’ka
bağlanmış ve o tam bir edep ve terbiye içinde ilâhi huzura
kavuşmuştur. Gönlü boş... Başı öne eğik, ne sağında
olan ahirete, ne de sola geçen dünyaya bakar. Halk sağlığı,
bir sürü garip istek ve bunlara
benzeyen şeyler kalbinden silinmiştir.
Bu makam son
duraktır. İzzet tacı ve ilâhi saltanat bu makamda verilir.
Sonsuz bilgiler bu devrede gelir. Fazilet ve ihsanların çeşitleri
bu makamdan daha çok verilir. Bunlar verilirken ona:
- “ Bunları
al, giyin, kuşan, nimetlerden faydalanmayı bil. Sakın edep dışı
bir iş yapma, bunları kabul etmemek gibi şeyler aklına
gelmesin. Çünkü iyiliği kabul etmemek sahibine hakarettir.
Nimeti az görmektir. “
Denir. Alı
giyer, yer içer. Her türlü ilâhi nimetlerden faydalanmağa başlar.
Bir zamanlar nefsinin eli ile aldığı şeyleri şimdi kudret eli
ona verir.
*
Sözü buraya kadar vardırmışken, nimetlerin alınması
ve yenmesi için bazı haller olduğunu söylemek isterim. Bunları
4 kısma bölmek yerinde olur:
BİRİNCİSİ:
Tabiidir. Nefse, şeytana uyarak yemektir. Bunu hemen söylemek
lazım gelirse, “ Haram “ olduğunu
söyleriz.
İKİNCİSİ:
Kur’an ve Hadis’de belirtileni yiyip içmektir. Yani: Kitap ve
sünnete göre... Bu şekilde yiyip içmek şer’idir... Adı
ise: Helal ve Mübah...
ÜÇÜNCÜSÜ:
Emirle almak. Her hangi bir işi yapmak için ruhi bir emir
beklemek. Bu iyidir. Fakat herkeste olmaz. Yalnız velilerde olur.
DÖRDÜNCÜSÜ:
Bu en üstün derecedir. Burada emir, istek ve arzu, her hangi bir
işaret beklemek yoktur. Bu makamdakiler iradeden soyunmuşlardır.
Burada bulunanlar kadere tabi zatlardır. Bunlar her şeyi
Allah’ın fazl ve ihsanı ile görür. Bunlar salihlerdir.
Bunlara, salih demekle hudut çizmiş oluruz. Yalnız bir Ayet-i
Kerime’de:
- “ Allah
sevgili kullarının hamisidir. Salihlere o sahip olur. “
Bu son makamın
sahiplerini birkaç defa anlattık, burada bir daha anlatmadan geçemeyeceğim.
Bunlar tamamen maddi varlıklarından ari, beri insanlardır.
Kendi şahısları için ne bir iyilik düşünebilirler ne de kötülük.
Bunları kader eli çevirir. Bu hal çok büyük bir iştir. Sözle
anlatılamaz ancak zevkle bilinir.
Bunların
zamanları da hayli gariptir. Bazı zamanlar öyle ağırlık
duyarlar ki, ihtiyarsız bağırmağa başlarlar. Fakirlik veya
zenginlik bunlar için bir mesele olmamasına rağmen dilenmeleri
de mümkündür.
İşte onların ömrü çok garip hadiseler içinde geçip
gider. Olacakları kadar olmuşlardır. Allah kudsiyetlerini arttırsın...
|