30. Makale
~
YASAK OLAN ŞEY

İnsana: <Hangi işi yapayım, işin hilesi nedir?> gibi bir söz yasak edilmiştir.

İnsanı hayrete düşürüyor; çok kere < ne yapayım?> <Yapacağım işin sonu ne olacak?> diye söylüyorsun... Sana verilecek cevap:

-“ Yerinde dur, haline şükret!..”

Sana, bulunduğun halde kalmak emri verilmiştir; o emri veren bir gün olur yolları açar. Her şey kendiliğinden yoluna girer. Allah’ın emirlerini iyi anla ve oku:

-“ Ey iman sahipleri, sabırlı olunuz... Sabır yolunda birbirinize yadımda bulununuz. Birbirinize iyi bağlanınız. Allah’tan çok korkunuz. Ümit edilir ki bu yolda felaha eresiniz. “

Ey iman sahibi, Allah-ü Taâla bu ayetinde, önc sabır emrini verdi; sonra bu uğurda karşılıklı yardımlaşınız ve birbirinize kenetleniniz emrini verdi. Daha sonra bunların terki  çok büyük hata olduğunu anlattı ve:

-“ Allah’tan korkun..”

Buyurdu... Bunun açık manası şudur:

-“ Sabrı bırakmayın, çünkü hayır ve selamet ondadır. “

Sabrın büyüklüğüne işaret için, bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmuştur:

-“ Vücutta baş nasılsa iman bölümleri arasında sabır da öyledir.”

Büyüklerin şöyle bir kelâmı vardır:

- “ Her hayır, sabırla işlenir. Herhangi bir hayrı yapana sevabı, o işteki sabrı kadar verilir.”

Hemen bu kelâma uyarak: Sabrınıza hiçbir işte iyilik yoktur, derler. Sonra Allah-ü Taâla:

     -“ Sabırlı kişilere mükafatları hesapsız bol verilir.”  Şeklinde buyurdu...

*

     Kötülüklerden uzak oldukça Allah yardımcın olur. Sabırlı ol, sonunu bekle, sabrın kadar mükafat alırsın.

     Büyükler için ayetin tefsirine dayanarak buyurmuştur ki:

     -“ İttika sahiplerine Allah kolaylık yollarını açar... İstediği yerden rızık gönderir. “

     Bekle, sabırla bekle; ölüm gelinceye kadar bekle. Bu bekleme devresinde iman ve sabrın dayanağın olsun. Yalnız Allah’a dayan. Çünkü, Allah-ü Taâla şöyle buyurdu:

     -“ Tevekkül sahiplerine Allah kâfidir. “

     Sen sabır ve tevekkül sahibi olduğun müddet, muhsinlerden olursun. İşte âyet-i kerime:

     -“ Allah muhsinleri sever. “

     Dünyada ve ahirette sabır, her şeyin başıdır. İman sahibi sabrı kadar yükselir. Muvafakat ve rıza derecesine sabırla kavuşulur. Daha sonra sabırla ilâhi fiilde yokluğa kavuşulur. Bedeliyet hali ve sonsuz ferahlık alemi ondan sonra başlar.

     Sakın sabrı bırakma; rezil olur, utanırsın. Dünya ve ahiretini kaybedersin. Allah esirgesin her iki alemin hayrı da elinden uçar.

31. Makale
~
ALLAH İÇİN BUĞZ

     Bir kimseye buğzettiğin zaman, onun işlerini kitaba arz et. İman ölçülerine vur. Sünnet-i nebiye sun. Onlara göre iyi, sana göre hatalı ise, müjde; işlerin Allah’ın emirlerine uygundur. Şayet onlara göre hatalı, sana göre iyi geliyorsa; sen hata ediyorsun. Yanlış hareket ediyorsun, şahsi arzularına uyuyorsun.

     Böyle buğzla sen hata içindesin. Allah’a asi oluyorsun. Sünnete muhalefet ediyorsun. Bunların cezası büyüktür. Tövbe et, yaptığın bu hatadan dön. Allah’a dua et, o sevmediğin kimsenin sevgisini kazanmağa çalış.

     Hep Allah’ın kullarını sevmeğe mecbursun. Onların sevgisini kazanmağa devam et. Allah’a tam kul olmak için seveceksin.

     Ayrıca bir insanı sevmek için, yine şeriata arzet, eğer sevmeğe layık bir insansa sev... Aksi halde kaç. Ta ki, şeytan karışmasın...

     Şunu iyi bil ki, Allah, yalnız nefse muhalefeti emreder. Dolayısıyla nefsine muhalif ol, hevesini Hak ölçülere vur.

     Sonra şu âyet-i kerimenin tehdidi altına girersin:

     -“ Hevaya uyma, sonra Hak yolundan saparsın.”

32. Makale
~
HAK SEVGİSİNE BAŞKASINI KATMAMAK

     Birçok sözlerini işitiyorum, en çok şunları söylüyorsun:

     -< Kimi sevsem aramız açılıyor. Ya ölüyor, ya kayboluyor. Yahut aramıza düşmanlık giriyor. Çoğu zaman malım kayboluyor, param elimden çıkıyor. Bu yüzden dostlarımla bozuşuyorum.>

     Ey Allah’ın sevgili kulu, Allah Gayyur dur. Sevgisine kimsenin ortak olmasını istemez. Sevgilisine bakılmaya bile razı olmaz. Kendi sevdiği kulu başkasına vermez. Hal böyle iken sen başkasına bağlanıyorsun. Şu Âyet-i Kerimeleri işitmedin mi?:

     -“ Allah onları, onlar da Allah’ı sever.”

     -“ İnsanlar ve cin tayfasını bana ibadet ederler diye yarattım.”

     Bazı müfessirler ibadeti, sevgi olarak açıklamışlardır.

     Rasulullah s.a. efendimiz bir hadis-i şerifde şöyle buyurdu:

     -“ Bir kul, Allah tarafından sevilince, iptilaya uğrar; buna sabrederse iktina gelir başına.”

     -< İktina nedir? >

     Diyen bir sahabeye:

     -“ Çoluğunu çocuğunu, malını, mülkünü alır.”

     Buyurdu. Çünkü mal ve evlat, Allah sevgisine perdedir. Hakkın sevgisi bölünmez. İki sevginin arasına giren yanar.

     Mala ve evlada sevgi çoğalınca, Hak sevgisi azalır. İnsan bu sevgisinden ceza görür. Çünkü Allah’a bir nevi şirk koşmuştur. Halbuki Allah zatına ve sıfatına şirk koşanları sevmez. Gayyur ve her şeyden üstündür. Kendine karşı duran her şeyi yok eder. Ta ki, sevdiği kulun kalbi yalnız zatına dönsün. İşte o zaman:

     -“ Allah onları, onlar da Allah’ı sever.”

     Ayetinin manası tecelli eder.

     Bu tecelli bir süre devam ederse, sonunda Hakka karşı koşulan ortaklar yani şirk yok olur. Mal, çocuk ve şehevi arzular isteği gider. Mal sevgisi kalmaz. Kötü hisler ölür. Veli olmak, başa geçmek, keramet sahibi olmak, kat, makam, dereceler istenmez olur. Cennet ve onun dereceleri  gözden silinir. Kalbdeki şahsi irade, temenni yok olur. Suyu saf, içi temiz bir ap halini alır. Çünkü ilahi tecelli onu kaplamıştır. Bu arada kalb yolunu şaşırdıkça ilahi tecelli  onu yola getirir. Kendinden başka her şeyi yok eder. Zaten başkası için oraya yol kalmamıştır. Mevlanın azamet ve ceberut kuvvetleri orayı sarmıştır. Bunlardan başka her şey için  arada bir uçurum vardır. İlahi saltanatın vadileri o imanlı kalbin etrafını çevirmiştir. Oraya yabancı yol bulamaz. Şayet bulacak olsa bile yokluğu mani olur.

      Bir çok kimselerin yüksek derecelere erdiği olmuştur. Bunlar yetişmiş olmalarına rağmen, bazı ufak tefek işlerle uğraşırlar. Bunlara yaptığı o işler zarar vermez. Çünkü hiçbiri, kalb cihetine yanaşamaz. Zaten o dereceye eren kul, bunları ilahi iradeye dayanarak yapar. Onlar; ilahi arzu icabı olduğundan, o sevgili kula bir lütuf ve keramet olur. Onun yüzünden birçok zavallı kimseler geçinir. Ayrıca bundan başka, çokça sevap kazanır. Sonra o işler bir başka yönden kulu tecrübe sayılır.

     Kul, şahsi arzusunu karıştırmadığı süre işler iyi gider. Teslim olunca daha iyi gider. Kötülüklere karşı, o nimetler bir nevi  kalkan sayılır. Şöyle ki: Parası olur, haramdan kurtulur. Çocukları olur kimseden yardım istemez. Ailesi olur, harama göz dikmez. Velhasıl dünya ahiret selamet olur...

32. Makale
~
İNSANLARI  DÖRT  BÖLÜMDE  ANLATMAK

     İnsanlar dört kısımdır.

     BİRİNCİSİ: Kalbsiz ve dilsizdir. Asi ve hissizdir. Allah buna hayır vermemiştir. Sebebi: Bu ve benzerleri, hayrı istemezler, hayır yolunu sevmezler. Şu var ki; Bir gün Allah c.c. rahmeti iktizası bunları yola getirir. Kudret eli bunların kalbine iman ışığı tutar. Eğer istidatları varsa onlar da hak yola girerler.

     Ama sakın bunlardan olma, onların ahlakını alma, onların hareketlerine katılma... Hikmeti ise: Onlar azap, gazap ve felaket insanlarıdır. Yerleri cehennemdir, arkadaşları şakilerdir. Ancak ilim sahibi isen, onlara yakınlık sana zarar vermez. Çünkü onlara hayrı öğreten, doğru yolu gösteren bir insan olursun. Eğer kendine güveniyorsan onların arasına gir ve Hak’ka davet et. Onlara doğru yolu öğret, hak yola çağır. Görürsün ki; bu sohbetin hoş oluyor. Allah sana, resullerin, nebilerin kadar sevap verir. Bunu anlatmak için Hz. Peygamber S.A. Hz. Ali’ye buyurduğu bir Hadis-i Şerifi nakletmek yeter:

     - “ Allah bir kimseyi vasıtanla doğru yola getirirse, bunun sevabı yeryüzündeki bütün mülke bedeldir.”

*

     İKİNCİSİ: Dili vardır, kalbi yoktur. Herkese hikmetten konuşur ama kendisi amel etmez. İnsanları doğru yola çağırır, kendisi kaçar. Başkasının hatasını büyük görür ama kendisi durmadan yapar. Allah’a karşı edep ve terbiye yollarını öğretir fakat kendisi büyük günahları işlemeğe devam eder. İnsanlar arasında iyi görünür, yalnız kalınca önüne geleni yutan hayvana benzer.

     Peygamber efendimiz bu adamın durumuna işaret ederek:

     -“ Ümmetim için en çok endişe ettiğim şey dilli münafıklıktır.”

     Buyurmuşlardır. Diğer bir Hâdis-i Şerifleriyle de:

     -“ Ümmetim için en korkulacak şey kötü bilginlerdir.”

     Buyurmuştur...

     Allah cümlemizi bu gibilerden korusun.

     Bu zümreden çekin ve kaç, tatlı dili seni yakalar. Güzel (!) sözü seni aldatır. Günah ateşi seni yakar. Onun manevi kir kokusu seni öldürür.

*

     ÜÇÜNCÜSÜ: Kalb sahibidir, ama dili yoktur. Halbuki o Allah’a tam inanmıştır. Allah da onu halkından gizlemiştir. Onun üzerine manevi bir örtü çekmiştir. Gözünü halktan kapatmıştır. Bu insan yalnız kendi ayıbını görür ve onu gidermeğe çalışır. Kalbi tevhid nuru ile doludur. Bu nur, insanlar arasına karışmanın güçlüğünü, onların ağzından çıkan sözün boşluğunu  gösterir. O insan, selametin; sükütta, sessizlikte ve yalnızlıkta olduğunu bilir. Peygamber efendimizin şu hadisi-i Şerifini candan duymuştur.

     -“ Susan kurtulur.”

     O muhterem insan her şeyi can kulağı ile diler, bu dinledikleri arasında şu da vardır:

     - “ İbadet on bölümdür, bunun dokuzu sükûttadır.”

     Bu zat velidir. Allah onu kötülüklerden esirgemiştir. Daima selamet içinde olur. Akıl ve fikir sahibidir. Allah’ın rahman sıfatı onda tecelli etmiştir. Hayırlı insanla arasında, bu gibileri seçilir. Bu gibilerden hem hayır umulur, hem de arkadaşlık edilir. Hak onun işini gördürür. Hak onu sever. Sen de sev, ona yaklaş... Böyle yaparsan, Allah da seni sever. Bu gibi seçkin kulları ara, onların hürmetiyle yüce Allah seni sevgili kulları ve salih kişiler arasına katar.

*

    DÖRDÜNCÜSÜ: En yüksek derece buna verilmiş ve melekût aleminde kendisine:

    - <AZİM>

     Adı verilmiştir. İşte Hazter-i Nebi bu büyük zatın şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:

     - “ Bir kimse öğrenir öğretirse... Ayrıca bildiği, öğrettiği ile âmil olursa melekût aleminde ona, AZİM ismi verilir.

      Bu zat, alim-i billah’tır. Mertebeler ölçülürse en yüksek derece onun olduğu ortaya çıkar. Dinin hikmet yönünü en iyi bilen odur. Allah-ü Taâla birçok bilinmeyen ilimleri onun kalbine yerleştirmiştir. Hiç kimsenin erişemiyeceği sırları ona sezdirmiştir. Bu saf ve temiz kul, Allah tarafından seçilmiş, sevilmiş ve Hakka cezbedilmiştir. İlâhi hikmetleri çözüldüğü kapıya yalnız bu insan yetişmiştir. Hidayet yolları buna açıktır. Bunda istidat çok büyüktür. Ve bütün sırları anlamak kabiliyeti vardır. Bunda bilgi sonsuz, hikmet ölçüsüzdür. Bu zat, Allah yolunda bir şahtır. Hak yola o çağırır, kötülükleri onlara o gösterir, kıyamet günü şefaatçi, dünyada temiz, Allah indinde herşeyi makbul ve merguptur. Doğrudur, doğruluğu tastiklidir. Resul ve nebilerin vekilidir. İşte peygamberler, bunları vekil etmiştir.

     İşte son had buraya kadar... İnsan oğlunun son durağı bu makama varır. Buradan öte Peygamberlik başlar. Sana bu insan lazım. Bunu ara, bulunca muhalefet etme, sözlerine darılma, uzak kalmaktan hoşlanma. Onu sev ve sözlerine bağlan, her nereye varsan böyle birini ara ve zihninde onu gezdir. Şunu bil ki: O ne söylerse selamet ondadır. Helak, bataklık başkadadır. Allah’tan onu iste, yol bundan başkaya varmaz. Himmet başkalarında yoktur. Yolunu bu ülkeye vardırmayan kurtulamaz. Ama Allah başka türlü emretmiş ise bir şey denemez. Allah’ın doğru yolu gösterdiği kimselere kimse şaşmaz.

  *

     Ey iman sahibi; insanları sana bölüm bölüm gösterdim. Kendini düşün, eğer gözün varsa bak. Bu sayılanlara basiret gözünü gezdir ve kendine bir sığınak ara. Eğer kendine acıyorsan bunu yap ve kurtul.

     Allah, bize ve sana verdiği ve razı olduğu yolları göstersin... Amin!..

34. Makale
~
ALLAH’A  DARILMAMAK

     Allah’a çok darılıyorsun; O senin Rabbın olduğu halde onu töhmet altına almak istiyorsun. O’nun her işine itiraz ediyorsun, zorla bağlanıyorsun. O’na bağlılığın yolu zulüm ile oluyor. Halbuki ona candan inanman ve teslim olman lazım. Rızık babında sıkı olma, geniş ol. Zengin olursan herkese dağıt; fakir olunca da sabırlı ol. Gün olur, güçlük gider, bela kalkar. Yaptığın bir yana kalır. Bilmez misin her şeyin bir vakti var, o gelince olacak olan olur...

     Şunu bil ki; malın çoğu bela getirir, çok isteme azla yetin. Bela biter, güçlüğün sonu var, biteceği gün var. Sen yalnız sabırla bekle.

     Bela vakitleri değişmez, yalnız onun içinde afiyetler olur, onu gör. Bela anında ümitsizlik iyi olmaz. İmanla onu iyi gör. Fakirlik hali zenginliğe çevrilmez, ona sabırla tat kat. Hile yoluna kaçma, doğru ol, samimi ol....

     Hakka karşı edepli ol. Sukûtu, sabrı sev, buna devam et. Haz al. İlahi fiillere uymaya çalış. Allah’ın emr ve fermanına karşı kalbinden bir şey geçerse tövbe et. Şayet Hakkı töhmetleyen bir kusur ettinse nadim ol.

     Şunu iyi öğren ki; Hak kapısından başka kapı yoktur. Ondan kaçmak mümkün olmadığına inan ve Hak işlerden intikam almanın imkansız olduğunu bil. Günah yapmak yalnız seni körletir. Hakka yapacağın taarruz, yalnız tabiatını karartır. İntikam hissi kullar arasında caridir. Vazife, bir kul tarafından verilmişse, ondan kaçınma olabilir.

     Her şey, bu dünya alemine çıkmadan çok evvel yaratılmıştır. Onların kârını, zararını Allah bilir. Herşeyin ilki, sonu ona malûm, bir şeyin doğuşunu gördüğün gibi gün olur batışının da seyredersin. Allah, yaptığını iyi bilir, yapacağı iş ona göre kolaydır. İşlerinde asla tenakuz bulamazsın. Yaptıklarında yersizlik göremezsin. Boş iş yapmaz. Lüzumsuz şey yaratmamıştır, yaratmayacaktır. Ona noksanlık izafe etmek caiz değildir. İşlerini beğenmeyen kişinin aklına şaşılır.

     Herşey biter, yeter ki beklemeği bilesin. Bekle zorla bekle!.. Kendini sabra alıştır. Nefsini, şahsi arzularını yen, onları emirlerine uymaya çabala. Kndini bütün varlığınla sabır aleminde yok et!.. Bekle, bir gün hepsi biter, yok olur gider.

     Herşey zamanla zıddına döner. Gün geçtikçe işler değişir. Evvela kış, ardından yaz gelir. Bir zaman gündüz arkasından gece sarar. Akşamla yatsı arası:

     - < Gündüz olsun...>

     Dersen olmaz. Belki daha kararır, ışık olmaz. Taa, şafak atıncaya kadar, karanlık devam eder.

*

     Boynunu yüce emirlere eğ.. Allah için, iyi düşün, iyi sabret. Senin için olmayan sana gelmez. Sana nasip olmayanı kimse eline tutuşturamaz. Hayatım pahasına da olsa, sana yemin ederim ve sonra kendiliğinden açılır. O zaman istediğin hiç olur. İstesen de istemesen de ortalık aydın olur, her yer aydınlığa kavuşur...                                                            

     İşin hikmet tarafına aklın erince, işlerin kendiliğinden yürüdüğünü görürsün. Ne isteğinle gündüz gece olur, ne de aksi olur. Çünkü güneş emrinde değil. Dünya senin fermanınla dönmüyor. Rüzgar emrinle esmiyor.

     Duan, her zaman alemde makbul olmaz. Çünkü burada istenenlerin çoğu, zamansız ve yersiz isteniyor. Ama yine dua et, her an Allah’a yalvar, ancak duan kabul olmayınca Allah’a sitem etme!..

     -< Niçin kabul olunmadı..>

     Diyerek şaşma... Zamanı gelince olan olur, burada bir şey olmazsa öbür alemde sana sevap olur. Ama bağırıp çağırırsan, mahcup olursun... Derim ki: Daima dua edeceksin... Çünkü her şeyden evvel sen bir kulsun. Allah’ın emirlerine uymaktasın. Allah-ü Taâla Hazretleri:

     -“ Bana dua edin, kabul ederim.”

     Buyuruyor. Diğer bir yerde de:

     - “  Allah’tan fazilet isteyin. “

     Deniyor. Bu mevzuda daha bir çok âyetler vardır...

     Duan her zaman duyulur ama, ihtiyacın kadar verilir. Sonrası öteki aleme kalır. İhtimal ki her arzunun bu alemde yerine gelmeyişi bir hikmet icabı ve senin hayrına olmaktadır. Sonra, her olan şey, Allah’ın kaza ve kaderine uygundur.

     Arzun yerine gelmeyince Hak’kı itham etme!.. Kabul olmadı diye ümitsizliğe düşme!.. Daima dua et. Kârın olmasa bile zarar da etmezsin. Hemen olmasa bile, bir zaman sonra olur.

     Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyruluyor:

     - “ Kıyamet günü hesap defterinde insan, yaptığı ibadet haricinde bir çok iyilik bulur. Bunları bilemez, sorar, ona şöyle denir:

     - “ Bunlar dünyada kabul olmayan dualarının karşılığıdır. Kader-i İlahi icabı orada yerine getirilmedi fakat sana mükafat olarak burada veriliyor. “

*

     En azından halin, zikir olmalı. İhtiyacını ona aç!. Başkasına bir şey deme!.. O’nu tevhid ederek, her derdini arzet...Duanın kabul edilmesi işini Allah’a bırak....

     Tekrar hatırlatmak yerinde olacak... Sana iki yoldan başka yol yoktur ve olamaz. Gecen de gündüzün de aynı. Sağlığın da hastalığın da öyle. Darlık olsun genişlik olsun değişmez. Ki o: Dua ve sabırdır, yani rıza...

     İyi zamanda, darlıkta genişlikte hep böyle ol...

     O iki hali biraz açalım:

     En iyisi, benlik davasını bırakıp, Hak’ka bağlı olmandır. Tıpkı, bir ölü gibi Hakka karşı iradesiz halde kalman... Bir süt çocuğu gibi, tam teslim olmandır. Senin için hak fiil ve irade önünde, topçu önündeki top gibi olmak var. İlahi irade böyle çevirir.  Bu halinle sana, nimet gelirse şükür edersin... Şükür ettikçe de nimetin artar. Çünkü Allah:

     - “ Şükür ederseniz nimetinizi arttırırım.”

     Diye vad ediyor. Darlık baş gösterince de sabredersin. Bu da senin için bir nimettir.  Darlık zamanı, sabreder; günlerin Peygambere salât ve selâmla geçerse daha ne istiyorsun... Bu; Allah’ın sana en büyük nimetidir. Her kula nasip olmaz, bu ayetin:

     - “ Allah, sabırlı kullarla beraberdir..”

     Mealinde buyurulan yüce manasında bu bapta kayıt vardır.

     Allah, kullarına yardımıyla koşar; sebatını verir. Nefse, şeytana galebe çalması için kula yardımcı olur... Bir âyette:

     - “ Eğer, Allah’tan yana olursanız o da size yardımcıdır. Dizlerinize kuvvet verir. “

     Buyuruluyor...

     Nefsine muhalif ol; Allah’tan yana olmuş olursun. Allah yoluna muhalif olan herşeye muhalif ol. Hak emirlerini itirazla karşılama, kabul et, darılma. Nefsine muhalif ol; Hak fiillerin içine düş, onlarda kaybol... Bunu yaptığın takdirde hak için mücahid sayılırsın. Nefsin her başını kaldırdığında Allah’ın emriyle vur. Onun karşısında kalkanla dur. Bu kalkan; sabır, muvafakat, sükûn, hak emirlere teslim olmaktır. Bunları yapabildiğin an, Hak Taâla sana en büyük yardımcıdır.

     Bütün bunların sonunda, bir de büyük rahmete ermek vardır, ona < SALÂVAT> derler. Bu makam peygamberlere hastır. Bu < SALÂVAT> onlarındır. Sen bir günahkar olduğun halde günahların bağışlanıyor, nebiler için verilen sevaptan  hisse alıyorsun. İşte bu manayı ifade eden bir âyet-i kerime:

     - “ Onlara müsibet veya bir bela karşı geldiği zaman, biz Allah içiniz, dönüşümüz onadır.

     Derler. Onlara rablarından salavat olsun. Rahmet onlaradır. Hidayete eren onlardır.

     Buraya kadar anlatılan yaşamak zorunda olduğun iki halin ilkiydi.

     İkincisine gelince: Sen rabbına yalvardıkça ona yaklaşmış olursun. Allah’ın emirlerini tut.Senin yalvarmak hakkındır, ayrıca vazifendir. Hak’ka tazarru ve niyaz ettikçe, bu vazifeyi yerine getirmiş olursun.

     Sakın dualarına yanlış şey girmesin. Bu mühim vazifeyi Hakka imanla yap!.. Duanı aziz bir yolcuyu uğurlar gibi yap. Çünkü dua, Hak katında sana yer hazırlar...

     Şunu tekrarlamakta fayda görüyorum. Duana derhal icabet olunmazsa hemen bağırıp çağırmaya kalkma. Dua hem kabul olunur, hem de olunmaz. Her ikisi de senin için musavi olmalı. Sonra bu olanlardan ibret almalısın... Sakın haddi aşanlardan olmayasın. Çünkü baş vuracak kapı yoktur. Sakın, nefsinin iyiliğini veya kötülüğünü bilmeyen zalimlerden de olmayasın. Allah seni helak eder. Hiçbir şey bu helak işinden Hakkı alıkoyamaz. Geçmiş ümmetleri de helak etti. Şöyle ki; dünyada içinden çıkılmaz bela ile öldürür, kıyamet günü en kötü azaba sokar...

35.  Makale

                                      VERA’  ÜZERİNE

     Vera(*) sahibi ol, aksi halde felaket yakınına gelir.  O zaman seni hiç bırakmayan güçlükle bir yakalar, öldüm desen bırakmaz. Şu var ki; Allah’ın rahmetini de hiçbir şey önleyemez. Ona da tam istidat kazanmak gerek. Hz. Peygamberden (s.A) şöyle bir Hadis-i Şerif rivayet edilmiştir:

     - “ Allah yolunun hak pusulası, VERA’ dır. Şüpheli işler peşinde giden bir gün harama düşer. Tıpkı sınırda hayvan yayan  çoban gibi. Günün birinde sınır aşılır, çoban belasını bulur.

     Hz. Ebû Bekir r.a. şöyle buyurdu:

     - “ Biz, harama düşmeyelim diye en az yetmiş mubah terkederiz.

     Hz. Ömer r.a. ise şöyle buyurdu:

     - “ Biz en az ondokuz helali, harama kaymayalım diye yapmadık.

     Onlar tam VERA sahibi insanlardı. Haram korkusu yüzünden  helâli ve mubahı terkederlerdi. Bunu şu Hadis-i Şerife dayanarak yaparlardı:

     - “ Her sultanın  bir sınırı vardır. Allah’ın sınırı ise haramlardır. Her kim sınır yakınına gelirse tehlikeye kapılması mümkündür.

     Her sultanın bir hisarı vardır. Her kim oraya girerse, birinci kapıyı geçmiş olur. Sonra ikinciyi daha sonra üçüncüyü....

     Böylece saltanat kapısının  gölgeliğine kadar varmış olur.

     Bunun durumu her ne kadar  tehlikeli ise de, sadece birinci kapıda durmasından iyidir...yani, sahrada olanın durumundan. Çünkü kendisini koruyacak  sultanın askerleri ve bekçileri vardır.

     Çünkü birinci kapı dışarı sayılır. Orada her çeşit vahşi hayvan ve düşman bulunur. Kendisini kurtlar kapabilir.  O sebepten ne yapıp yapıp birinci kapıyı aşmak lazım. Kapıyı aşınca padişahın askerleri vardır. Dışarıda ise düşman.

     İşte âzimet bunun için; VERA’ bu yola varmak için olmalı. O bekleme anında ilahi yardımın kesildiği görülse bile, insan ümitsizliğe düşmemelidir. Hele Hak yoldan ayrılmak hiç olmaz.

     VERA’ en büyük ibadettir. Ancak insan çok daraldığı zaman ruhsatlarla amel edebilir. O da emir ve hadleri aşmamakla. Ruhsat bir yardımdır, ancak ibadet ve taatte kullanmalı. Çok kere ruhsatları terketmek yerinde olur. Daima ruhsatla hareket eden irade sahibi olamaz. Nefsine dizgin vuramaz. Bu hale düşünce Allah’ın yardımı kesilir. Çünkü ilahi yardım, darda kalmışlaradır. Kolaylık yollarını tutunca yardımdan mahrum olursun. Şahsi arzular seni kaplar, heva, nefsin seni sarar. Bilmeden haram yersin. Dinden çıkar, şeytanlar zümresine dahil olursun. Halbuki şeytan Allah’ın düşmanıdır. O hah yoldan şaşırmıştır. Bu halde ölürsen helak olursun. Ancak, Allah’ın rahmeti kavuşursa ona bir şey denmez.

     Son olarak şunu demek isterim ki: Baş tehlike dinde şüphelillere koşmaktır. Dolayısıyla selamet, irade sahibi olup çalışmaktır.

 

(*) Harama düşmek korkusu ile şüpheli işlere yanaşmamak

 

                 

                                                      36.  Makale

                               DÜNYA  VE  AHİRET  İŞLERİ

     Ahiret sermayen olsun. Dünyayı ticaret yeri say. Zamanını sermayeni batırmamak için evvela ahiretine sarfet. Eğer fazla kalırsa onu da dünyaya harca, geçimini sağla. Sakın dünyayı sermaye, ahireti ticaret saymayasın. Bunu yapınca namazını vaktinde kılamazsın. Kılsan da erkanını yerine getiremezsin. Rukûu belli olmaz, sücûdu belli olmaz. Çünkü senin için maksat dünya olmuştur. Yorgunluk gelir, uyursun. Namazın kazaya kalır, kılamazsın. Gece cife gibi yatar, sabahları tenbel olarak kalkarsın. Nefis seni peşinden sürükler, heva seni takip eder. Şeytan artık sana hakimdir. Böylece ahiretini dünyaya satmış olursun. Sen bu durumda nefsin kulu ve onun uşağı olmuşsun. Halbuki sen onu emrine alacak, terbiye edecek, doğru yola getireceksin.  Bu, onun ahiret tarafı idi. Yani iyilik yüzü idi. Ama sen böyle yapmadın, onu hakkıyla idare edemedin. Onun sözlerini kabul etmekle zulüm ettin.  Onu kendi başına bıraktın, netice lezzete, zevke, sefaya daldı ve şeytana uydu. Sen de ona uydun. Daha sonra hem dünyan battı, hem de ahiretin.

     Yarın kıyamet günü iflas halinle meydana çıkarsın. Orada ne din bakımından, ne dünya bakımından hiç karın olmaz. Ne kazandın nefse uymakla?.. Eğer onu doğru yola getirseydin, her iki cihanda da mesut olacaktın. Nefse uymadan ahireti sermaye kabul etseydin, her ikisini de kazanacaktın. Ayrıca dünyadaki nasibin, bol ve rahat gelecekti. Sen her kötülükten temiz ve her pislikten beri olacaktın. Peygamber efendimiz buyurdu:

     -  Allah, dünyayı ahiret niyetine göre verir. Ahireti, dünya niyetine göre vermez. “ 

     Niçin aksi olmuyor? Olmaz, çünkü ahiret Allah’a kulluktur. Allah’a kulluk niyeti ile ibadet eden ahireti bulur. Niyet ibadetin ruhu ve özüdür. Kötülüklerden çekinerek ibadet edersen dünyan hoş olur. Dünya bir yana der, yalnız ahireti arzularsan Allah’ın öz kullarından ve O’na halis ibadet edenlerden olursun. Dolayısıyla ahiret nimeti senin için olur. O nimetlerin başında cennet ve Allah’a yakınlık gelir.

     Dünya sana hizmet eder. Kısmetin kendiliğinden gelir. Çünkü her şey yaratanına bağlıdır. Eşyanın haliki  ise Allah’tır, sen de O’nun öz kulu olduğuna göre, her şey senin olur.

     Ahireti bırakır dünyaya çalışırsın. Hak sana gazabını karşı yapar. Ahireti kaybedersen, dünya sana isyankar olur. Her şeyini güçlükle alırsın, ufacık bir makam elde etmek için güçlük çekersin. Çünkü Allah’ın sevmediği bir insan oldun. Dünya ehli olup ötekini kaybetmeyi mi, yoksa ahiret ehli olup dünyada manevi bir huzur duymayı mı?

     İnsanlar iki kısımdır. Biri dünya arar, diğeri ahiret.  Bunlar kıyamet günü de böyle olacak. Bir kısmı cennet ehli, diğer kısmı da cehennem...

     Yine o gün, bir kısım insanlar hesap çokluğundan korunurlar, bunlar ahiret ehlidir. O günün uzunluğunu anlatırken:

     - “ O gün, dünya gününe göre bir günü “bin” senedir.”

     Buyuruldu. Yine o gün bir kısım insanlar Peygamber(S.A.) Efendimizin buyurduğuna göre şöyle anlatılır:

     - “ O gün siz, arşın gölgesinde rahat edersiniz, lezzetli meyveleri yer, tatlı yemekleri tadarsınız. Kardan daha beyaz, soğuk ballardan afiyetlenirsiniz...”        

     Diğer bir Hadis-i Şerifte ise şöyle buyuruldu:

     - “ Cennet ehli, o gün yerlerine bakarak görürler. Hesap bitince yerlerine giderler. Onlar yerlerini tanırlar. Dünyadaki evlerine gider gibi, cennetteki yerlerine varırlar.

     Bunlara verilen bu yüksek derece, dünyayı terkettikleri için oldu. Dünyayı attılar bir yana, Allah’a kul oldular. Diğer kısmın, şiddetli hesaba maruz kalması ise dünyaya tapmaları yüzünden oldu. Dünyaya tapmanın neticesi onları öbür alemde buldu.

     Allah’ın emri hilafına gidiş felakettir. Bu hataların hepsi yarın senin önüne çıkar. Hata işleme, hata ettikçe batarsın. Kitap ve Peygamberin emirlerinde bulun, yoksa ne iyilik, ne kötülük kaybolur.

    

                                                  *

 

     Nefsine acı; ona rahmet ve şevkatle bak. Onu kötü yola atma. Ona hata işleme fırsatı verme. Onu birinci sınıftan yapmağa çalış, ikinci sınıftan koru. Nefsine kötü arkadaş seçme, insan ve cin şeytanlarından onu esirge. Kitap ve sünneti eline al. Her zaman onları gör, onlarla amel et. Oldum olası sözlerle uğraşma. Boş heveslerle kendini yorma. Allah-ü Taâla şöyle buyurdu:

     - “ Peygamberlerin getirdiklerini alın, yasak ettiği şeyleri yapmayın. “

     Allah’tan korkunuz. O’na muhalefet etmeyiniz. Ameli terkediyorsunuz. Peygamberlerin getirdiği şey ile amel etmiyorsunuz.

     Boş işle nefsini aldatma, amel ve ibadetini daima yap. Yeni icadlar çıkarmağa kalkışma. Allah-ü Taâla icatçı bir kavim hakkında şöyle buyurdu:

     - “ O kendiliğinden konuşmaz. O’nun konuştuğu vahiydir. Ona vahyolunur. “

     Yani peygamberin getirdiği bendendir. Şahsi ve indi mütealası değildir. Dolayısıyla Ona uyunuz. Sonra peygamberimiz şöyle buyurdu:

     - “ Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Bana uyarsanız Allah’da sizi sever.”

     Anlaşılıyor ki; sevgi sevilene uymakla olur. Söz ve hareketle peygambere (S.A.) uymak gerekir.

     Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdu:

     -“ Çalışmak adetim, tevekkül halimdir. “

     Zayıf iman sahipleri çalışmasına güvenir. Çalışmak, peygamberin sünnetidir. Kısmetli iman sahipleri tevekküle bağlanır. Çalışmaya devam edersen peygamberin sünnetini işlemiş olursun. Tevekkül yoluna kıymet verdikçe de peygamber’in ruhaniyeti seni sarar. Allah-ü Taâla tevekkül üzerine şöyle buyurdu:

     - “ İnanıyorsanız Allah’a tevekkül ediniz. Allah’a tevekkül edene O yeter. Allah tevekkül edenleri sever.”

     Bu ayetlerle sana tevekkül emri veriliyor. Bunu hak Taâla peygamberine de emretti. Her halinde Allah’a tevekkül et. Allah’ın emri haricine gitme. Her halinle Allah ve peygamberin emrini rehber tut. Çünkü peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurdu:

     - “ Emrimiz haricinde işlenen hiçbir şey makbul değildir. “

     Bu emir her şeye şamildir. İster dünya, ister ahiret, ister söz, ister iş hepsini işine alır.

 

                                                  *

 

     Benim için Allah’tan başka Allah, peygamberden başka peygamber yoktur. Kur’an ve sünnet yolundan başka, her kapı kapalıdır. Biz onlara göre amel etmeliyiz. Aksi, şeytan ve nefsin yoludur. Allah- ü Taâla bu manada  şöyle diyor:

     - “ Hevaya tabi olma, seni yoldan alır. “

     Selamet kitap ve sünnettedir. Helak bunların haricindedir. Kul, bunlarla yükselir. Veli, bedel ve gavs makamlarına bunlarla erer. Velhasıl, insan-ı Kamil bu yolda yetişir. En doğrusunu Allah bilir.

 

                                           37.  Makale

                                   HASEDİN  KÖTÜLÜĞÜ

      Ey iman sahibi, seni bir tuhaf görüyorum. Komşuna hasetli bir haldesin. Onun yemesini çekemiyorsun. İçmesinden hoşlanmıyorsun. Onun giydiği sana tuhaf geliyor. Evi gözünde büyüyor. Hanımı dahi senin için çekilmez bir dert oluyor. O mevla nimeti içinde zengin olmuştur. Onun zenginliğinde bir türlü hoşluk bulamıyorsun. Bu hallerin neden oluyor.

     Bilmiş olman gerekir ki, bu halin iman zafiyetinden ileri geliyor. Bu hal seni Allah’ın rahmet nazarından uzaklaştırır. İlahi gazabı üzerine çeker. Peygamber efendimiz kudsi hadisi ile hasedi şöyle anlatmıştır:

     - “ Hased eden nimetimin düşmanıdır.

     Ayrıca; peygamberimiz bir Hadis-i Şerifinde buyurdu:

-         “ Hased, iyilikleri yer. Ateş odunu yaktığı gibi iyilikleri bitirir.

 

                                            *

 

    Zavallı!.. neye hased ediyorsun. Sen mi verdin o nimetleri? Onları sen değil, Allah verdi... Allah’ın verdiği nimete nasıl hased edersin. Allah-ü Taâla:

     - “ Onların dünya geçimlerini aralarında dağıttık.. “

     Diye haber vermiştir.

     İlahi nimetlerle beslenen o adamı hor görme. Ona karşı hased etme. Onun nimeti için de kimse hak iddia edemez. Herkese Allah nasibince verir, herkes nasibini bulur.

     Bu halinle o akılsız bir duruma düşmektesin ki, senden daha akılsız daha cahil, bahil ve cahil görülemez. Acaba o adamdakileri senin mi zannediyorsun. Bu o kadar cahilliktir ki, tarifi imkansız. Eğer sana gelecek bir şey varsa başkasına gidemez. “ HAŞA “ Allah’a mı kin tutuyorsun. Halbuki Allah-ü Taâla:

     - “ Emrim değiştirilemez. Ben kullara zulum etmem.”

     Buyuruyor. Allah sana zulmetmez. Senin kısmetini başkasına vermez. Bunu böyle bil. Aksini düşünme, cahillik etme.

     Allah’ın verdiği nimete karşı durmak hıyanettir. Kendine zulumdur. Sonra bir nevi yere hased etmektir. Çünki, o hased ettiğin insanın nimeti yerden çıkar. Altın, gümüş yerden gelir. Bunlar miras olarak gelir. Geçmiş ümmetlerden. Ad, Semud, Kisra, Katser’lerin elinden geldi. Bir zamanlar bu mallar, bu mülkler onlarındı. Asıl onlara hased etmek lazım. Çünkü komşunun malı onların malının milyonda biri olur.

     Senin bu hasedine bir misal vardır:

     Bir insan koca bir sultanı askeri, mülkü, tacı, tahtı ve bütün saltanatı ile görüyor. Onun çeşitli nimetlerini her an seyrediyor. Buna hased etmiyor. Beri yanda padişahın köpeklerinde birine hizmet eden bir yabancı köpek görüyor. Yabancı köpek ile yerli köpek oturuyor, kalkıyor. Her türlü geçimini onun sayesinde sağlıyor. O zavallı adam bu hale tahammül edemiyor. O yabancı köpeğin ölmesini yerine kendinin geçmesini temenni ediyor.

     Bu hal alçaklığın ve hasisliğin en büyüğüdür. Böyle düşünen bir adam için, zühd, inanç diye bir şey olmadığı gibi, ondan daha ahmak, daha bilgisiz kimse de olamaz.

     Zavallı, eğer kıyamet gününde o hased ettiğin komşunun başına gelecekleri bir bilsen, hiç hased etmezsin. Eğer, o adam Allah’ın emrine uymuyorsa, nimetlerin hakkını ödemiyorsa onun başına gelecekleri yalnız Allah bilir. Allah, nimetleri kendi yoluna sarf edilsin diye verir, aksi halde nimet felaket olur.

    Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

    - “ Kıyamet gününde bir takım insanlar etlerinin makasla kesilmiş olmasını isterler. Buna sebep, zavallı kimselerin dünyada çektikleri bela yüzünden orada aldıkları sevabı görüp, imrenmeleridir. “

     O gün, senin zengin komşun bir fakir olmayı ister. Kıyamet günü bir sürü hesabın görülmesi ve münakaşası  onu yorar. Güneşin sıcaklığı altında beyni pişer. Böyle günlerce bekler. Oranın bir günü, buraya nisbetle elli bin senedir. İşte o dünyadaki nimet hesabını böyle verir. Halbuki sen, eğer hased etmeden sabırlı durursun. Dünyada güçlüklere sabredenler orada rahat eder. Sıkıntılara göğüs gerenler, orada mesud olur. Sen de dünyada iken kazaya, kadere iman edip, kaderine razı olduğundan orada en büyük nimete mazhar oldun. Başkasının zenginliğine göz dikmediğin için, orada tam afiyet buldun.

     İşte dünyada kendi hastalığını, başkasının iyiliğine,darlığını başkasını genişliğine, düşkünlüğünü başkasının iyiliğine tercih edenler öbür alemde arşın gölgesine sığınırlar..

    Sana n büyük tavsiye: Belaya sabret, nimelere şükret ve her işini ulvi gök kubbesini yaradana ısmarla...

 

                                              38.  Makale

                                  DOĞRULUK  VE NASİHAT

     Yaradanına karşı doğruluk gösteren, yabancıdan kaçar, sabah akşam Hak’la olur. Gayrısına yüz vermez.

     Ey cemaat!.. Size ait olmayanı istemeyin. Hak’kı birleyin, şirk koşmayın. Allah’a yemin olsun ki, kader okları sizi bulur. Bir defa yerinden çıkan kader oku, nerede olsanız sizi bulur. Kendini hak yola vermişler, Hak’dan gayrisini yitirirler, fani varlıkları yok olur. Sonra Allah onlara kefildir.

 

                                              39.  Makale

                            AYRILMAK,  BİRLEŞMEK  VE NİFAK

      Her hangi bir şeyi ilahi emir olmadan nefse uyarak almak inattır. Kötülüktür. Nefse uymadan almak iyidir. Fakat pek iyi değildir. Arzu etmeden geleni almak hoştur yalnız ahlak nizamına uyması şarttır.

     Allah’ın göndermiş olduğu rıskı kabul etmemek, almak için manevi bir emir beklemek yerinde bir iş değildir. Buna riyakarlık denir. Münafıklık olur.

40.  Makale

                                     SALİK’in  YETİŞMESİ

     Bu günkü halinle ruhaniler zümresine girmeği özleme. Bütün varlığın yok olmadıktan sonra erenlere katılamazsın. Bütün duyguların tek tek hak yola girmeli. Bir bir varlığın maddi alemden ayrılmalı.

     Şöyle bir dünya aleminden silkinip varlığını kurtarmalısın. Tuttuğun hak için, hareket ve sükûnun O’nun için olmalı. O’nu gör ve O’ndan işit. Hakkı konuş, hakka yapış, onun için çalış, aklın Hak işlere ersin.

     Bir zamanlar yoktun. Sonradan sana bir varlık izafe edildi. İşte bu varlık, seni haktan ayırdı. Ruhaniler zümresine girmene mani oldu. Bu varlıkları terkedince ermiş olursun. Erince de, ruh olursun. Ruhaniler zümresine girersin.

     Sır ol... Tek ol... Sırrın sırrı, gizlinin gizlisi, her şey sana düşman görünmeli: Seni Hak’dan uzak tutan her şey... Bu düşmanları içinden seçmelisin.

     İşte İbrahim.(A.S.):

     - “ Bana rabbülaleminden başka hepsi düşmandır. “

     Buyurdu. İbrahim Halil (a.s.) putlara:

     - “ Düşman... “

     Diyordu... Şimdi senin için put zahirde yoktur, ama gizlide çoktur... Haktan başkalarıyla meşgul eden her şey sana düşmandır, sana puttur. Bu putları bırak. Halktan bir şey umma. Görürsün ki sır alemi sana açılmış, ruhaniler alemi sana açık olmuş... Kimsenin bilmediğini bilmeğe başlarsın. Yapılamayacak işler senden zuhur etmeğe başlar. Adet dışı, tabiata uymayan işler görmeğe başlarsın. Bu işler, gerçekte öbür aleme has ise de sana burada görmek nasib olur. Çünkü öldün dirildin. Varlığını Hak yolunda yok ettin. Ölmeden evvel ölenlerin sırrına erdin. Kudret alemi sana kapı açtı. Her halinle oranın malı oldun. Artık kudret aleminde yaşayanlar gibi işitmen, konuşman, tutman, görmen, yapışman, yürümen, akıl etmen... Hasılı huzur ve sükunun Hakla olur, başkası sende yoktur. Hiçbir şeyi göremez olursun. Çünkü senin için, Hak varlığında başkası yoktur.  

     Yalnız bu alemin içine dalınca Allah’ın emirlerini bilmen gerek, yasaklarına katiyyen yakın olmamalısın. Eğer peygamberin (s.a.v) yaptıklarının birini terk edersen şeytana oyuncak olduğunu bil. Hemen ilahi emirlere koş, şahsi arzulara düşme. Hangi iş; Allah ve peygamberin emrine uymazsa,o iş sapıklıktır. En doğrusunu Allah bilir....

 

                                          41.  Makale

                                  FEN  VE KEYFİYETİ

     Sana bir misal getireceğim. “ Fena “ üzerine olacak. Şunu demek isterim. Bir sultan, halk içinden seçeceği kimseyi bir beldeye tayin eder. Ona her türlü yetkiyi verir. Bir vali için lazım olan her çeşit nişanları takar. Aradan zaman geçer. O vali kendini beğenmeğe başlar. Padişahın nimetini unutur. Sanki o yer kendisine bakidir. Kendini beğenir,ilk halini unutur, eksiğini hatırlamaz, eski fakirliği aklına gelmez. Halbuki bir zamanlar bir köşede unutulmuştu. Bu kibir o zavallıyı sarar. Kendini çok beğenir. Firavunlaşır. Bu hali çok iyi bilen şah onu azleder. Öyle bir hal alır ki, ilk devrini arar ama eline geçmez.

     Padişah ondan yaptıklarının hesabını sorar. Bütün hatalarının cezasını çektirir. Emirlerin yapılmayışı, yasaklara tecavüz etmek o zavallıya pahalıya mal olur. Çok feci bir şekilde hapsolur. En dar yere tıkılır. Büyük sıkıntıya düşer. Devamlı bir ihtiyaç içinde kıvranır. U kıvranma onun için iyi olur. Böbürlenmesi ölür. Kibri gider. Haddini bilir. Nefsi körlenir. Şahsi arzusu söner. Benliğini eritir. Bunlar padişahın gözünden kaçmaz. O şahsın bilgisi bunları kaybetmez.

     Bu durumda padişahın merhamet nazarı ona dokunur. Rahmet ve merhamet nazarına mazhar olur. Dolayısıyla, zindandan çıkarılma emrini verir. Bu arada bütün in’am ve ihsanını ona yağdırır. Eski devletini verir. Ayrıca o miktarın iki misli de mükafat verir. Artık bu iş böyle devam eder. Bundan sonra kötülüğe girmez. Kibri, gururu unutur. Saf ve temiz olarak vazifeye devam eder.

 

                                            *

     İşte bu misal bir iman sahibinin halidir. Bir kimse Allah’a yaklaşınca, Allah onu sever ve seçer. Kalb gözü açılır. Nimet, in’am ve ihsan kapıları ona açık olur.

    Zaman olur, o kalb gözü ile kimsenin görmediğini görür, işitmediğini işitir, akla hayale gelmeyen garip işler seyreder. Yerin, göğün hikmetini anlar. Onlardaki esrarı çözmeğe başlar. En güzel vaadi alır. Vaad olunduğu şey kendisine bol bol verilir.

     Hak’ka yaklaşır. Onun güzel sözlerini duyar. Bu duygu yalnız safiyetten ve manevi yükselmeden gelir. Bu hale fenaya ermiş kişi kavuşur.

     O sözün hikmetini söyler. Çünkü kalbi temizdir. Safiyete ermiştir. O temizliğin nuru, kalbten dile gelir. O nurlu hal, o büyük insanın her halinde sezilir.

     Fenaya ermiş olan kibirli değildir. Gönlü engin olur. Dışı mütevazi insanlar gibi olur.  Aldığı helâldir. Her haliyle Allah’ın yasaklarına yanaşmaz. İşte bu halde o insan kendinden emin olur. Kendini huzur içinde görür. İşte bu hoşluk bir zaman devam eder, bunun bir daha gitmeyeceğini sanır aldanır. Aniden belaların kapısı açılır. Çocukları yok olur. Malı telef olur. Kalbindeki huzur bozulur. İlk zamanda verilmiş olan bütün nimetler yok olur.

     Bu haller bu zatı hayrette bırakır. Üzülür, kalbi kederle dolar. Zahirine baksa yalnız kötülük görür. Kalbine dönse, yalnız hüzün ve zulmet görür. Allah’a dua etse icabet bulmaz. Bir yandan vaad alsa verildiğini göremez. Birine bir şey vermek istese yerine getiremez. Bir rüya görse tabir etmek kolay olmaz. Halka karışmak istese yapamaz. Şayet bir kolaylık bulup halka gitmek istese derhal bela ile karşılaşır.

     Halkın eli, bu durumda ona musallat olur. Neredeyse tırnaklarıyla vücudunu parçalarlar. Dilleri ırzına malına dokunur. İlk halinden bazı şeyler anlatmak isterse, diyemez. Evvelce gördüğü nimete karşı, şimdiki belayı hoş görse yapamaz. Bu halde, nefis onu böyle yok eder. Heva, şahsi arzu onu ilk halden alıkoyar. Manevi yolculuğu tükenir. Oluşlar durur. Manevi hal kapanır. Daimi bir telaş içinde kalır. Her gün sıkıntısı üzüntüsü çoğalır. Bu haller devam ederken haberi olmadan manen yükselir. Birden kapı açılır, bu açılış ani olur, açılışla beraber maddi ve manevi varlık yok olur, yalnız ruh kalır.

     İşte bu halde işler başka olur. Batıni deruni sesler işitir. İlk söz; Hz. Eyyub’a olduğu gibi tecelli eder:

     - “ İşte sana, tatlı su, iç ve şifa olduğunu bil, yıkan!.. Ayağını vur, o çıkar...”

     Kalbinde rahmet çeşmeleri akmağa başlar. İlâhi rahmet ve şevkat onu diriltir, ona hakikat kapıları açılır. Gönül yolları gösterilir. Her kuvvet karşısında söner. Her varlık hizmetine koşar. Diller onu över. Her canipten onun ziyaretine koşarlar. Şah diye geçinen, kendilerini yaratıcı olarak tanıtanlar, onun kapısında köleye benzerler.

     O, insan olmuştur. Rahmet onun yüzünden okunur. İlâHİ NUR, gözlerinden çıkar. Kendisini de halinden memnun eder. Bu hali hakka varıncaya kadar devam eder.

     Sonra kavuşacağına kavuşur. Dünya gözü onu görmez, buranın duygusu o alemi sezemez. Allah-ü Taâla onlara hazılanan nimetleri anlatırken şöyle buyuruyor.

-         “ Onların mükafatı büyüktür. Buradaki ölçüler ve tartılı bilgi onları bilemez. O göz kamaştırıcı nimetleri hiçbir nefis bilemez.

 

                                         42.  Makale

                                  NEFSİN  İKİ  HALİ

     Nefsin iki hali vardır. Üçüncüsü yoktur. Biri bela diğeri afiyet...

     İnsanlar, başlarına bir bela geldiği zaman bağırır, çağırır, Allah’ı şikayet eder. Allah’a darılır. Her şeye itiraz eder. Hak’kı töhmet altına almak ister. Ne sabır bilir, ne de bir nasihatçıya uyar. Yalnız kendi aklına göre Allah’a (haşa) eş bulma yoluna girer, bir uygunsuz hareket yolu bulur.öylece gider.

     Afiyet haline gelince; ondan daha iyisi yoktur, güler, oynar sevinir. Zaman kaybetmeden şehvet yollarına koşar. Hiç biriyle yetinmez. Biri eskiyicince yenisini aramaya koyulur. Yemek beğenmez. İçkilerin her çeşidini  sofrada bulundurur. Evinde hanımını da hemen savar, onun da yenisini arar. Evini beğenmez, iyisini arar. Binek işi de çok önemlidir. Daima günün en iyisini ister. Elinde olan her şeye bir ayıp bulur, hemen yenisini tedarik etmeye koyulur. Böylece bütün rahatını kendi eliyle kaçırır.  Bilmez ki, her şey kendisi için değildir. Buna akıl erdiremeden iyi şeylerin peşine düşer.

     İşte bu haller insanı yorar. Elde mevcut şeylere razı olmamak, insanı her çeşit güçlüğe sürükler. Sonu gelmeyen eziyet, içinden çıkılması mümkün olmayan  felaketler bundan sonra başlar. Dünyalığıvar rahat etmesi gerekirken, eliyle keyfini kaçırır.

     Bundan sonra öbür alemin işi başlar. Ölür, sorguya çekilir, hesap veremez. Çünkü düzenli hiçbir iş tutmamıştır. Bazıları şöyle der:

     - Öbür alemin ve buranın en çok cefasını çekenler, kendilerine ait olmayanı isteyenlerdir. Ve yapamayacakları işin peşinden koşanlardır.

     Bir insan düşünelim: Bir zamanlar her türlü maddi sıkıntı onun manevi durumunu da bozmuştur. Bu halinde yalnız belanın gitmesini ister. Yalnız bunun için Allah’a yalvarır. Bir gün duası kabul olur, her çeşit darlık zail olur gider. Genişlik başlar. Bundan sonra o zat, evvelce çektiği bütün sıkıntıyı unutur. Allah’ı da unutur, kulluk etmez. Her çeşit günah yollarını seçer. Bu adamın hali nasıl olur? Elbette ki “iyi olur “ denemez.

     Tam tahmin edildiği gibi olur. Dünyada israfın yolunu tuttuğu için her şeyi az zamanda biter, yine darlığa düşer. Ve artık, eski halini de bulamaz, sürünerek ölür gider... Bununla bitse iyi, öbür alemde bir de hesabını vermek vardır.

     Eğer bu insan beladan kurtulduğu zaman, derhal ibadet ve taat yolunu tutmuş olsaydı, bir daha eski haline düşmezdi. Elinde bulunanla yetinip gayrısını bulmak için onları bir yana itmemiş bulunsaydı, ömrü rahat içinde geçerdi. Dünyası hoş olurdu, Ahireti ise onun çok üstünde rahatlık verirdi.

     Dünya ve ahiret selameti isteyen sabırlı olmalıdır, elinde bulunanla yetinmeyi adet eden rahattır. Daima Allah vergisine şükür edenin nimeti artar.

     İnsan fani varlıklara dayanmamalı. Onların elindekini unutmalı ve Hak’ka, ihtiyacı için dua etmelidir. Ve Allah’ın emri üzerine çalışarak her şeyini kazanmalıdır. İşte böylece eğer darda ise dua ederek kurtuluşunu, O’ndan beklemelidir. İnsanların kurtarması ne kadar sürer, birinden ne kadar iyilik görülürse görülsün, devamı beklenemez. Bir zaman gelir her iki taraf da bundan usanır. İyilik eden vermekten, kabul eden de mihnet altında kalmaktan bıkar.Ama Allah böyle mi? O, usanmaz, daima iyilik eder. Kafir kullarının dahi rızkını kesmez.

    

                                              *

 

     Yeri gelmişken şunu da söylemek yerinde olur. Allah’ın verdiğini iyiye kullanmak şarttır. Bunun icabı budur. Mahzurları yukarıda belirtilmesine rağmen bir daha söylemek iyi olur. Bu sebeple helâlin hesabı, haramın azabı olduğunu hatırlatmak lazım gelir.

     Her şeyin iyi tarafını görmek en iyisidir. Yoksullukta güzellik olabilir. Bazı zahmetli işlerin sonunda iyi olmaları muhtemel. Bazı hastalıklarda şifa vardır. Şunu da unutmamak iyi olur ki, Allah’ın emri kesindir, başka şeylere benzemez. Onun içindir ki bu yolda çok dikkat gerek. Onun her iradesi mutlak yerine gelir. İtiraz etmekle hikmet değişmez, emri geri alınmaz. “O, her neye ol... Demeyi murad ederse... O olur...”

     Hak’kın her işi hikmettir. Her emrinde fayda vardır. Şu da var ki; Allah, hiçbir zaman insanların zararını istemez.

     Söz buraya gelmişken; bir daha ilk sözleri tekrar etmek iyi olur. Gerçi tekrar değildir ama, sözün baş tarafında belirtilenlere benzediği için böyle diyoruz. Söylemek istediğimiz şudur: En yerinde ve insana yakışan iş, razı olma melekesine sahip olmak ve teslim haline ermektir. Bundan sonra ibadet gelir ki, onun hakkında bir diyeceğimiz yoktur. Çünkü her müslüman onun ne demek olduğunu bilir.

     İbadet sadece kulluk etmektir. Ötesi yine teslim halidir. Yani kader ne ise onu gözetmekten ve ona uymaktan başka kurtuluş yoktur. Bundan sonrası kader bahsi ile ilgilidir ki, incelemek iyi olmaz. Çünkü o bir ilâhi sırdır. Ona kolayca akıl ermez. Bu bapta tavsiyemiz, yalnız bir sükûttan ibarettir. Çünkü bu ince mesele ancak duygu ve halle sezilir, ilim yolu ile bilinmez.

     - Bu iş nasıl oluyor, neden ve ne zaman olacak?

     Gizli gözler yerinde olmaz. Kaderin iç nizamını  kurcalamak bir nevi şirke benzer ve Allah’ı töhmet gibi olur. Bu sözümüz İbn-i Abbas’dan rivayet  olunan bir Hadis-i Şerife istinad eder.

     İbn-i Abbas şöyle diyor:

     - Birgün ben Rasulallah’ın ardındaydım, yürüyorduk. Bana döndü ve:

     - Ey Allah’ın kulu, Allah’a iyi sarıl, onu bırakma. Bu gayreti içinde saklarsan Hak da seni esirger. Bu duyguyu taşıdığın müddet Allah'ı’ kendine yakın bulursun.  Bir şey isteyecek olursan, ondan iste. Yazılan yazılmış ve kalem kurumuştur. Olacak şeyler de olur. Bütün insanlar bir araya gelse, ilâhi bir hüküm yoksa, sana fayda sağlayamazlar. Ve eğer kaderinde yazılı değilse, bütün insanlar sana zarar vermeğe gelseler yapamazlar. Eğer kendinde kuvvet görüyorsan, iyilik yap ve doğru çalış. Kötülüğe meylin varsa sabırlı olmağa çalış. Yapmamağa gayret et. Hayrın çoğu sabırdadır. Şunu da bil ki, yardım sabırlılara olur. Darda kalmışlar genişliğe çıkarlar. Her sıkıntının sonunda bir ferahlık vardır.

     İşte, her mümine lazım olan odur ki: Bu Hadis-i Şerifi kalbinde bir ayna gibi saklaya, işini gücünü buna göre ayarlıya ve böylece çalışa. İşte son nefesine kadar böyle gide... Allah’ın rahmet ve inayeti sayesinde dünya ve ahirette böylece güçlüklerden sâlim ola; vesselam...

 

                                      43.  Makale

                           DİLENCİLİĞİN  KÖTÜLÜĞÜ

     İnsan, kendisi gibi âcizden bir şey isteyemez. Yalnız cahil olduğu için ister. İmanı zayıf olduğu için bu yolu tutar. Marifeti yoktur, yakin derecesine varmış imanı yoktur. Sabrı yok denecek kadar az olduğu için bu yola düşmüştür.

     Dilencilik huyunu bırakan insanda şu yüksek vasıflar mevcuttur:

     Allah’ın, kendi halini bildiğine inanır. İlm-i İlahinin her şeyi kuşatmış olduğuna yakîni vardır. Her an iman yolunda ilerleme kaydeder. Yaratanını hiçbir zaman unutmaz, her an onu tefekkür etmekten hoşlanır.

     İşte bu hallerde o, kimseden bir şey istemeğe ve rastgele herkese dert yanmağa utanır. Ve daima huzurla:

     - “ Beni benden daha iyi bilen var.”

Der, günlerini böyle geçirir...

 

                                       44.  Makale

                         ARİF-İ BİLLAH’IN  DUASINA

                         NEDEN İCABET OLUNMAZ

     Başta şunu söylemek iyi olur. Arif insan için iki kanat vardır. Biri korku, diğeri ümit. Bir kuşun zayıf kanadı diğerine tesir ettiği gibi, arifin de bu iki halinden biri zayıflarsa yol alamaz. İmanı tekamül etmez.

     Hal ve makam da, bir insandaki ümid ve korku gibidir. Şu da var ki: Her halin ve mekânın korku ve ümitleri  kendilerine göredir. Şunu da diyelim ki, her makamın kendine has halleri vardır. Bazı derecenin korkusu, bazısının da ümid fazlalığı vardır. Şu da var ki. Arif bunları bilemez. O yakınlık derecesine kavuşmuştur. Arzusu yalnız mevlâsıdır. Dua, ümid, korku; bunlar onun için bir şey ifade etmez. Yalnız Hak’la olur. O’ndan gayrini sevemez, başkası ile ünsiyet edemez. Duasının kabulü, ahdinin yerine gelmesi onun için bir şey ifade etmez. Bu hal benim şanıma layık değildir. Benim işim böyle olmalıdır, şöyle olmalıdır, gibi sözler onu alakadar etmez. Daha doğrusu o böyle şeylerle uğraşmaz.

    

                                           *

 

     Burada iki şey meydana çıkar. Bunun biri, dua kabul olduğu, istek yerine geldiği takdirde, bazı sebepler yüzünden edep ve terbiye yolları unutulur. Diğeri ise, şirk koşma gibi bir hal zuhur eder. Bu da insan için bir çeşit mekir gibi olur... İşte bunlar için de, duanın kabul edilmeyişi yerinde tefsir edilmelidir. Çünkü, zahirde peygamberlerden başka nefse uymayacak ve günah işlemekten masum yoktur. Bütün peygamberler, bilhassa bizim peygamberimiz ona salat ve selam olsun...

     Eğer bir arifin duası her zaman makbul olsa,kendine gurur gelmesi muhtemeldir. Bunu bir adet haline getirebilir. Emre imtisalen değil de keyfine göre hareket etme yolunu seçebilir.

     Yukarıda belirtilen zararlardan daha fenası, şirk yolunun tutulması ihtimali vardır. Şirk ise her halde fenadır. Hangi makama ererse ersin, bir arif ancak emir dahilinde iş yapmaya mecburdur. Bilhassa namaza, oruca ve diğer farz ibadetlere dikkat etmek yerinde olur. Peygambere(S.A)  ittibaen nafile ibadete devam edilmesi iyidir. Duaların da bu zamanlarda yapılması lâzımdır...

 

                                       45.  Makale

                               İPTİL  VE  NİMET

     İnsanları iki şahıs olarak görürüz. Biri iyilik içindedir..

     Nimet içindeki adam sıkıntıdan ve kederden kurtulamaz.  Sebebi, nimetin bolluğu ve bunların icabı maddi sıkıntıdır. Mal, mülk, her zaman iyilik getirmez, her parçasının ayrı derdi vardır. Evladı olur hastalanır, kaza olur, mal mülk telef olur. Bunlar tabii afetler olduğu halde o insan normal karşılamaz, haliyle elindeki nimetin tadını bulamaz.

 

                                               *

 

     Eğer zenginlik; nimet, rahatlık, mal, şöhret, hizmetçi ve uşakla olacaksa bunlar o zatta vardır ve ayrıca düşmandan emin bir durumdadır. Azıcık sıkıntılarla bu nimetleri unutmak yerinde olmaz. Haddizatında, o adam için darlık yok demektir. Bunları kendi mütalâasına göre bela saysa bile, yalnız Allah’ı bulamayışına ve dünya halini sezemeyişine bağlamak yerinde olur. Bu zat Allah-ü Taâlâ’yı ;

“ İstediğini yapar, değiştirir, güzellik verir. Sonra hepsini götürür. Zengin eder, fakir eder, alçaltır, yükseltir, öldürür, diriltir. Önce verir veya sonraya bırakır.”

Bir zat olduğunu bilseydi, elindeki nimetin hiçbirisine aldanmazdı...

      Zaman olur, bu genişlik içinde yüzen adam cehaleti yüzünden bu hale iyice bağlanır. Aslında az olan ve esasa taallûk etmeyen darlığın giderilmesi için çalışmaya başlar. Bu kere de sıkıntı birse beşe yükselir. Bunun nedeni yine dünyayı bilmeyişidir. Halbuki dünya; bela, keder, hasret ve bir sürü teklif ve tekdirle doludur. Bunlar her ne kadar zahirde belâ gibi görünseler de aslında nimet sayılırlar. Burada sabır meyvesini misal vermek doğru olur. Bu meyve evvela acıdır sonra tatlı olduğu anlaşılır. Bunun tadına, insan ancak acı çektikten sonra kavuşur. Acısını tatmayan ve ona tahammül edemeyen tad bulamaz. Belaya sabreden kimseye iyilikler kendiliğinden gelir. Şunu da diyelim ki; bir işçi ancak ekmeğini alın terinden sonra alır. Ve ruhen, bedenen bitap düşüp, ayrıca bir sürü gönül darlığı çekip kuvvetten düştükten sonra ücretini alır. Dahasını söylemek lazım gelirse, kendi gibi birisine hizmet edip manevi bir çöküntüye uğrar, benliği söner, bunun mukabili ücretini alır. Fakat yine de bu para tatlı gelir. Sonu malum. Bu kadar güç işlerden sonra alınan para güzel yemek olur. Hoş katık, tatlı meyve ve sevilen elbise haline gelir. Tabii olarak sevinç ve rahat başlar.

     Azın azı dahi olsa, dünyanın evveli, üst makama erinceye kadar acıdır. Misal: İnce ve acı tabaka ile sarılı bala benzer. Bala ermek için acıyı tatmak asıldır, ancak bu halden sonra tada erilir ve asıl aranan bulunur.

     Her şey sırası ile olduğu gibi acı ve tatlı karışık da olur. Bunun için acıya sabır, tatlıya da razı olmak gerekir. Kul sabrını ilâhi emirlere uymakla göstermelidir.

     Yasaklardan çekilmek, kaderin akışına boyun eğmek yerinde olur. Böylece her şey hoş geçer, bilhassa ilâhi emirlerin gereğini yapar, nefsine ve şahsi arzularına karşı olursa ömrünün ilk demleri hoş geçtiği gibi, sonu da tamamen iyiye döner. Gençlik temiz olunca ihtiyarlık da herkes tarafından saygı ile karşılanır.  Herkes sever, hürmet eder.  Böyle olanın en büyük arzusu dahi yerine gelir. İradesiz süt çocuğuna yapılan karşılıksız hizmet gibi, hiç kimse bir şey beklemeden hizmet eder. Dünyası böyle geçtiği gibi, ahireti  daha üstün, daha farklı olur. Çünkü işin acılı tarafı geçmiş ve her darlığı yenmiştir.

 

                                             *

 

    Burada hatırlatmak istediğimiz bir durum vardır ki; bu: Nimetlere aldanmamak ve daima şükür etmektir. Aksi halde insan Hak’kı gücendirmiş olur. Elindeki nimetleri kaçırır. Peygamber efendimiz buna işareten:

     -“ Nimet ehli değildir. Onu şükürle bağlayınız. “

     Buyurdu. Nimetin şükrü, vereni itiraf etmektir. Nimetin sahibi ise Allah’tır. Bu durumu her halde görmek lazım.

     Her yerde haddi aşmayarak, İlâhi mirler dahilinde hakkı ödemek gerekir.Zekât, yemin kefareti, adak, fakir ve düşkünlere yardım gibi şeyleri esirgememekle beraber, gerek borçlu olanlara ve gerekse zaman zaman,çeşitli hadiseler karşısında çaresiz kalanlara yardım  etmek yerinde olur. Bilhassa bir hatanın sonunda bir iyilik yapmak, bolluğa, genişliğe kavuşmaya vesile sayılır... 

 

                                            *

 

     Her nimetin kendine göre şükrü vardır. Mesela: Vücud sağlığının şükrü, zayıflara yardım ve ayrıca bol ibadet yapmak olmalıdır. Sonra kötü şeylere bakmamak, kötü yerlere gitmemek, günahtan sakınmaktır. Sıhhatin ayrıca mal ve mülkün elden gitmemesi için de bir çaredir. Hakkını gözeterek çaresizlere elindekinden vermelidir. Aksi halde: Ağaç sulu meyvesini vermez, yaprakları düşer, tadı kaybolur, sanki yokmuş gibi olur. İlâhi emirlere uyulduğu takdirde daima iyilik zuhur eder. Her şeyde bolluk olur. Dünya işleri yoluna girer. Ahirete gelince: Peygamberler, şehidler, sıddıklar ve salihlerle beraber olunur. Ayet:

-         “ Bunların arkadaşlığı hoş olur. “

 

                                                *

 

      Eğer dünya zinetine aldanır ve geçici zevklerin peşinde olursan her iyilik kaybolur. Hiçbir şeyin sade olmaz. Herşey gözünde küçük görünür.

     İnsan, hoşlandığı hiçbir şeyi bulamaz, fakat yine de dünyayı bırakmaz.

     Her kim dışı süslü, içi öldürücü zehirlerle dolu olan işlere kapılırsa, onun için söylenecek şey; belanın yaklaşmış olduğu ve az zamanda geleceği olur. Dünyada böyle olduğu gibi, öbür alemde de en güç azaba düçar olur.

     Her bela bir suçun cezasıdır ve her darlık işlenen bir suçun karşılığıdır. Buna; bir deneme, bir tenbih denilebilir. Günahlara kefaret demek de yerinde olur. Büyük insanlara gelince, onlara bela yükselme sebebi olsa gerek. Çünkü her belanın sonunda yüksek makam ve ulu dereceler vardır. Zaman aşımıyla, bela gibi görünen şeyler aslında bir lütuf olduğu anlaşılır. Her hareket ve adımda yükselme kaydedilir. Çünkü büyüklerin darlığı perişanlık için olmaz, bilakis daha yüksek makamlara ermek için bir imtihan sayılır. İmanın hakikatına ve güzelliğine erip ermedikleri, darlık zamanında çeşitli sebeplere baş vurmamaları ile meydana çıkar. Böylece Allah onların sağlam iman sahibi olduklarını kullara anlatmak ister.

     İşte bir Hadis-i Şerif:

     -“ Sabırlı ihtiyaç sahipleri, kıyamet günü Hak’kın misafiridir. Dünya ve ahirette Hak’dan uzak olmazlar. “

     Dünyada kalpleri hoştur, ahirette ise rahatları artar.

 

                                           *

 

     Balâ onların kalplerini temizler. Halkın ve sebeplerin tesiri olamayacağını bildikleri için, Allah’a çok bağlanırlar. Ona varmak için benlikleri ve şahsi hevesleri bir tuzak olduğu kanaatine sahip olduklarından yalnız Hak’ka bağlanırlar. İyi bilirler ki, her şey Hak’dan ve Hak’kındır.

    Son şunu diyelim: Bela onlar için nimet demektir...

 

                                                *

 

     Belanın gelişi iki sebebe bağlanır. Birincisi, yukarıda da belirtildiği gibi sabırsızlığın ve kötü yolların tutumu neticesinde olur. İkincisine gelince, yine anlatıldığı gibi günahlardan temizlenmek için olur. Her iki halde iyi sabreden için netice hayırlıdır. Bela ne kadar çoğalırsa çoğalsın sabretmek, taatı  ve ibadeti bırakmamak yerinde olur...

     Hal, sabırla devam ederse görülecektir ki; insan iyilikler ve hoşluklar içindedir. Yani sabır devam ettikçe ilâhi fiiller zuhura gelir ve her kötülük iyiliğe çevrilir.

     İşte... Günler ve aylar devam ettikçe her halde sabretmek daha hayırlı olur....

 

önceki sayfa | sonraki sayfa

~ anasayfa ~