30.
Makale
~
YASAK OLAN ŞEY
İnsana:
<Hangi işi yapayım, işin hilesi nedir?> gibi bir söz
yasak edilmiştir.
İnsanı
hayrete düşürüyor; çok kere < ne yapayım?> <Yapacağım
işin sonu ne olacak?> diye söylüyorsun... Sana verilecek
cevap:
-“
Yerinde dur, haline şükret!..”
Sana,
bulunduğun halde kalmak emri verilmiştir; o emri veren bir gün
olur yolları açar. Her şey kendiliğinden yoluna girer.
Allah’ın emirlerini iyi anla ve oku:
-“
Ey iman sahipleri, sabırlı olunuz... Sabır yolunda birbirinize
yadımda bulununuz. Birbirinize iyi bağlanınız. Allah’tan çok
korkunuz. Ümit edilir ki bu yolda felaha eresiniz. “
Ey
iman sahibi, Allah-ü Taâla bu ayetinde, önc sabır emrini
verdi; sonra bu uğurda karşılıklı yardımlaşınız ve
birbirinize kenetleniniz emrini verdi. Daha sonra bunların terki
çok büyük hata olduğunu anlattı ve:
-“
Allah’tan korkun..”
Buyurdu...
Bunun açık manası şudur:
-“
Sabrı bırakmayın, çünkü hayır ve selamet ondadır. “
Sabrın
büyüklüğüne işaret için, bir Hadis-i Şerifte şöyle
buyurulmuştur:
-“
Vücutta baş nasılsa iman bölümleri arasında sabır da öyledir.”
Büyüklerin
şöyle bir kelâmı vardır:
-
“ Her hayır, sabırla işlenir. Herhangi bir hayrı yapana
sevabı, o işteki sabrı kadar verilir.”
Hemen
bu kelâma uyarak: Sabrınıza hiçbir işte iyilik yoktur,
derler. Sonra Allah-ü Taâla:
-“ Sabırlı kişilere mükafatları hesapsız bol
verilir.” Şeklinde
buyurdu...
*
Kötülüklerden uzak oldukça Allah yardımcın olur. Sabırlı
ol, sonunu bekle, sabrın kadar mükafat alırsın.
Büyükler için ayetin tefsirine dayanarak buyurmuştur
ki:
-“ İttika sahiplerine Allah kolaylık yollarını açar...
İstediği yerden rızık gönderir. “
Bekle, sabırla bekle; ölüm gelinceye kadar bekle. Bu
bekleme devresinde iman ve sabrın dayanağın olsun. Yalnız
Allah’a dayan. Çünkü, Allah-ü Taâla şöyle buyurdu:
-“ Tevekkül sahiplerine Allah kâfidir. “
Sen sabır ve tevekkül sahibi olduğun müddet,
muhsinlerden olursun. İşte âyet-i kerime:
-“ Allah muhsinleri sever. “
Dünyada ve ahirette sabır, her şeyin başıdır. İman
sahibi sabrı kadar yükselir. Muvafakat ve rıza derecesine sabırla
kavuşulur. Daha sonra sabırla ilâhi fiilde yokluğa kavuşulur.
Bedeliyet hali ve sonsuz ferahlık alemi ondan sonra başlar.
Sakın sabrı bırakma; rezil olur, utanırsın. Dünya ve
ahiretini kaybedersin. Allah esirgesin her iki alemin hayrı da
elinden uçar.
31.
Makale
~
ALLAH İÇİN BUĞZ
Bir
kimseye buğzettiğin zaman, onun işlerini kitaba arz et. İman
ölçülerine vur. Sünnet-i nebiye sun. Onlara göre iyi, sana göre
hatalı ise, müjde; işlerin Allah’ın emirlerine uygundur. Şayet
onlara göre hatalı, sana göre iyi geliyorsa; sen hata
ediyorsun. Yanlış hareket ediyorsun, şahsi arzularına
uyuyorsun.
Böyle buğzla sen hata içindesin. Allah’a asi
oluyorsun. Sünnete muhalefet ediyorsun. Bunların cezası büyüktür.
Tövbe et, yaptığın bu hatadan dön. Allah’a dua et, o
sevmediğin kimsenin sevgisini kazanmağa çalış.
Hep Allah’ın kullarını sevmeğe mecbursun. Onların
sevgisini kazanmağa devam et. Allah’a tam kul olmak için
seveceksin.
Ayrıca bir insanı sevmek için, yine şeriata arzet, eğer
sevmeğe layık bir insansa sev... Aksi halde kaç. Ta ki, şeytan
karışmasın...
Şunu iyi bil ki, Allah, yalnız nefse muhalefeti emreder.
Dolayısıyla nefsine muhalif ol, hevesini Hak ölçülere vur.
Sonra şu âyet-i kerimenin tehdidi altına girersin:
-“ Hevaya uyma, sonra Hak yolundan saparsın.”
32.
Makale
~
HAK SEVGİSİNE BAŞKASINI
KATMAMAK
Birçok
sözlerini işitiyorum, en çok şunları söylüyorsun:
-< Kimi sevsem aramız açılıyor. Ya ölüyor, ya
kayboluyor. Yahut aramıza düşmanlık giriyor. Çoğu zaman malım
kayboluyor, param elimden çıkıyor. Bu yüzden dostlarımla bozuşuyorum.>
Ey Allah’ın sevgili kulu, Allah Gayyur dur. Sevgisine
kimsenin ortak olmasını istemez. Sevgilisine bakılmaya bile razı
olmaz. Kendi sevdiği kulu başkasına vermez. Hal böyle iken sen
başkasına bağlanıyorsun. Şu Âyet-i Kerimeleri işitmedin
mi?:
-“ Allah onları, onlar da Allah’ı sever.”
-“ İnsanlar ve cin tayfasını bana ibadet ederler diye
yarattım.”
Bazı müfessirler ibadeti, sevgi olarak açıklamışlardır.
Rasulullah s.a. efendimiz bir hadis-i şerifde şöyle
buyurdu:
-“ Bir kul, Allah tarafından sevilince, iptilaya uğrar;
buna sabrederse iktina gelir başına.”
-< İktina nedir? >
Diyen bir sahabeye:
-“ Çoluğunu çocuğunu, malını, mülkünü alır.”
Buyurdu. Çünkü mal ve evlat, Allah sevgisine perdedir.
Hakkın sevgisi bölünmez. İki sevginin arasına giren yanar.
Mala ve evlada sevgi çoğalınca, Hak sevgisi azalır. İnsan
bu sevgisinden ceza görür. Çünkü Allah’a bir nevi şirk koşmuştur.
Halbuki Allah zatına ve sıfatına şirk koşanları sevmez.
Gayyur ve her şeyden üstündür. Kendine karşı duran her şeyi
yok eder. Ta ki, sevdiği kulun kalbi yalnız zatına dönsün.
İşte o zaman:
-“ Allah onları, onlar da Allah’ı sever.”
Ayetinin manası tecelli eder.
Bu tecelli bir süre devam ederse, sonunda Hakka karşı koşulan
ortaklar yani şirk yok olur. Mal, çocuk ve şehevi arzular isteği
gider. Mal sevgisi kalmaz. Kötü hisler ölür. Veli olmak, başa
geçmek, keramet sahibi olmak, kat, makam, dereceler istenmez
olur. Cennet ve onun dereceleri
gözden silinir. Kalbdeki şahsi irade, temenni yok olur.
Suyu saf, içi temiz bir ap halini alır. Çünkü ilahi tecelli
onu kaplamıştır. Bu arada kalb yolunu şaşırdıkça ilahi
tecelli onu yola
getirir. Kendinden başka her şeyi yok eder. Zaten başkası için
oraya yol kalmamıştır. Mevlanın azamet ve ceberut kuvvetleri
orayı sarmıştır. Bunlardan başka her şey için
arada bir uçurum vardır. İlahi saltanatın vadileri o
imanlı kalbin etrafını çevirmiştir. Oraya yabancı yol
bulamaz. Şayet bulacak olsa bile yokluğu mani olur.
Bir çok kimselerin yüksek derecelere erdiği olmuştur.
Bunlar yetişmiş olmalarına rağmen, bazı ufak tefek işlerle uğraşırlar.
Bunlara yaptığı o işler zarar vermez. Çünkü hiçbiri, kalb
cihetine yanaşamaz. Zaten o dereceye eren kul, bunları ilahi
iradeye dayanarak yapar. Onlar; ilahi arzu icabı olduğundan, o
sevgili kula bir lütuf ve keramet olur. Onun yüzünden birçok
zavallı kimseler geçinir. Ayrıca bundan başka, çokça sevap
kazanır. Sonra o işler bir başka yönden kulu tecrübe sayılır.
Kul, şahsi arzusunu karıştırmadığı süre işler iyi
gider. Teslim olunca daha iyi gider. Kötülüklere karşı, o
nimetler bir nevi kalkan
sayılır. Şöyle ki: Parası olur, haramdan kurtulur. Çocukları
olur kimseden yardım istemez. Ailesi olur, harama göz dikmez.
Velhasıl dünya ahiret selamet olur...
32.
Makale
~
İNSANLARI DÖRT BÖLÜMDE
ANLATMAK
İnsanlar
dört kısımdır.
BİRİNCİSİ: Kalbsiz ve dilsizdir. Asi ve hissizdir.
Allah buna hayır vermemiştir. Sebebi: Bu ve benzerleri, hayrı
istemezler, hayır yolunu sevmezler. Şu var ki; Bir gün Allah
c.c. rahmeti iktizası bunları yola getirir. Kudret eli bunların
kalbine iman ışığı tutar. Eğer istidatları varsa onlar da
hak yola girerler.
Ama sakın bunlardan olma, onların ahlakını alma, onların
hareketlerine katılma... Hikmeti ise: Onlar azap, gazap ve
felaket insanlarıdır. Yerleri cehennemdir, arkadaşları şakilerdir.
Ancak ilim sahibi isen, onlara yakınlık sana zarar vermez. Çünkü
onlara hayrı öğreten, doğru yolu gösteren bir insan olursun.
Eğer kendine güveniyorsan onların arasına gir ve Hak’ka
davet et. Onlara doğru yolu öğret, hak yola çağır. Görürsün
ki; bu sohbetin hoş oluyor. Allah sana, resullerin, nebilerin
kadar sevap verir. Bunu anlatmak için Hz. Peygamber S.A. Hz.
Ali’ye buyurduğu bir Hadis-i Şerifi nakletmek yeter:
- “ Allah bir kimseyi vasıtanla doğru yola getirirse,
bunun sevabı yeryüzündeki bütün mülke bedeldir.”
*
İKİNCİSİ: Dili vardır, kalbi yoktur. Herkese hikmetten
konuşur ama kendisi amel etmez. İnsanları doğru yola çağırır,
kendisi kaçar. Başkasının hatasını büyük görür ama
kendisi durmadan yapar. Allah’a karşı edep ve terbiye yollarını
öğretir fakat kendisi büyük günahları işlemeğe devam eder.
İnsanlar arasında iyi görünür, yalnız kalınca önüne
geleni yutan hayvana benzer.
Peygamber efendimiz bu adamın durumuna işaret ederek:
-“ Ümmetim için en çok endişe ettiğim şey dilli münafıklıktır.”
Buyurmuşlardır. Diğer bir Hâdis-i Şerifleriyle de:
-“ Ümmetim için en korkulacak şey kötü
bilginlerdir.”
Buyurmuştur...
Allah cümlemizi bu gibilerden korusun.
Bu zümreden çekin ve kaç, tatlı dili seni yakalar. Güzel
(!) sözü seni aldatır. Günah ateşi seni yakar. Onun manevi
kir kokusu seni öldürür.
*
ÜÇÜNCÜSÜ: Kalb sahibidir, ama dili yoktur. Halbuki o
Allah’a tam inanmıştır. Allah da onu halkından gizlemiştir.
Onun üzerine manevi bir örtü çekmiştir. Gözünü halktan
kapatmıştır. Bu insan yalnız kendi ayıbını görür ve onu
gidermeğe çalışır. Kalbi tevhid nuru ile doludur. Bu nur,
insanlar arasına karışmanın güçlüğünü, onların ağzından
çıkan sözün boşluğunu gösterir.
O insan, selametin; sükütta, sessizlikte ve yalnızlıkta olduğunu
bilir. Peygamber efendimizin şu hadisi-i Şerifini candan duymuştur.
-“ Susan kurtulur.”
O muhterem insan her şeyi can kulağı ile diler, bu
dinledikleri arasında şu da vardır:
- “ İbadet on bölümdür, bunun dokuzu sükûttadır.”
Bu zat velidir. Allah onu kötülüklerden esirgemiştir.
Daima selamet içinde olur. Akıl ve fikir sahibidir. Allah’ın
rahman sıfatı onda tecelli etmiştir. Hayırlı insanla arasında,
bu gibileri seçilir. Bu gibilerden hem hayır umulur, hem de
arkadaşlık edilir. Hak onun işini gördürür. Hak onu sever.
Sen de sev, ona yaklaş... Böyle yaparsan, Allah da seni sever.
Bu gibi seçkin kulları ara, onların hürmetiyle yüce Allah
seni sevgili kulları ve salih kişiler arasına katar.
*
DÖRDÜNCÜSÜ: En yüksek derece buna verilmiş ve melekût
aleminde kendisine:
- <AZİM>
Adı verilmiştir. İşte Hazter-i Nebi bu büyük zatın
şanını tarif ederken şöyle buyurmuştur:
- “ Bir kimse öğrenir öğretirse... Ayrıca bildiği,
öğrettiği ile âmil olursa melekût aleminde ona, AZİM ismi
verilir.
Bu zat, alim-i billah’tır. Mertebeler ölçülürse en yüksek
derece onun olduğu ortaya çıkar. Dinin hikmet yönünü en iyi
bilen odur. Allah-ü Taâla birçok bilinmeyen ilimleri onun
kalbine yerleştirmiştir. Hiç kimsenin erişemiyeceği sırları
ona sezdirmiştir. Bu saf ve temiz kul, Allah tarafından seçilmiş,
sevilmiş ve Hakka cezbedilmiştir. İlâhi hikmetleri çözüldüğü
kapıya yalnız bu insan yetişmiştir. Hidayet yolları buna açıktır.
Bunda istidat çok büyüktür. Ve bütün sırları anlamak
kabiliyeti vardır. Bunda bilgi sonsuz, hikmet ölçüsüzdür. Bu
zat, Allah yolunda bir şahtır. Hak yola o çağırır, kötülükleri
onlara o gösterir, kıyamet günü şefaatçi, dünyada temiz,
Allah indinde herşeyi makbul ve merguptur. Doğrudur, doğruluğu
tastiklidir. Resul ve nebilerin vekilidir. İşte peygamberler,
bunları vekil etmiştir.
İşte son had buraya kadar... İnsan oğlunun son durağı
bu makama varır. Buradan öte Peygamberlik başlar. Sana bu insan
lazım. Bunu ara, bulunca muhalefet etme, sözlerine darılma,
uzak kalmaktan hoşlanma. Onu sev ve sözlerine bağlan, her
nereye varsan böyle birini ara ve zihninde onu gezdir. Şunu bil
ki: O ne söylerse selamet ondadır. Helak, bataklık başkadadır.
Allah’tan onu iste, yol bundan başkaya varmaz. Himmet başkalarında
yoktur. Yolunu bu ülkeye vardırmayan kurtulamaz. Ama Allah başka
türlü emretmiş ise bir şey denemez. Allah’ın doğru yolu gösterdiği
kimselere kimse şaşmaz.
*
Ey iman sahibi; insanları sana bölüm bölüm gösterdim.
Kendini düşün, eğer gözün varsa bak. Bu sayılanlara basiret
gözünü gezdir ve kendine bir sığınak ara. Eğer kendine acıyorsan
bunu yap ve kurtul.
Allah, bize ve sana verdiği ve razı olduğu yolları göstersin...
Amin!..
34.
Makale
~
ALLAH’A
DARILMAMAK
Allah’a çok darılıyorsun; O senin Rabbın olduğu
halde onu töhmet altına almak istiyorsun. O’nun her işine
itiraz ediyorsun, zorla bağlanıyorsun. O’na bağlılığın
yolu zulüm ile oluyor. Halbuki ona candan inanman ve teslim olman
lazım. Rızık babında sıkı olma, geniş ol. Zengin olursan
herkese dağıt; fakir olunca da sabırlı ol. Gün olur, güçlük
gider, bela kalkar. Yaptığın bir yana kalır. Bilmez misin her
şeyin bir vakti var, o gelince olacak olan olur...
Şunu bil ki; malın çoğu bela getirir, çok isteme azla
yetin. Bela biter, güçlüğün sonu var, biteceği gün var. Sen
yalnız sabırla bekle.
Bela vakitleri değişmez, yalnız onun içinde afiyetler
olur, onu gör. Bela anında ümitsizlik iyi olmaz. İmanla onu
iyi gör. Fakirlik hali zenginliğe çevrilmez, ona sabırla tat
kat. Hile yoluna kaçma, doğru ol, samimi ol....
*
Hakka karşı edepli ol. Sukûtu, sabrı sev, buna devam
et. Haz al. İlahi fiillere uymaya çalış. Allah’ın emr ve
fermanına karşı kalbinden bir şey geçerse tövbe et. Şayet
Hakkı töhmetleyen bir kusur ettinse nadim ol.
Şunu iyi öğren ki; Hak kapısından başka kapı yoktur.
Ondan kaçmak mümkün olmadığına inan ve Hak işlerden intikam
almanın imkansız olduğunu bil. Günah yapmak yalnız seni körletir.
Hakka yapacağın taarruz, yalnız tabiatını karartır. İntikam
hissi kullar arasında caridir. Vazife, bir kul tarafından
verilmişse, ondan kaçınma olabilir.
Her şey, bu dünya alemine çıkmadan çok evvel yaratılmıştır.
Onların kârını, zararını Allah bilir. Herşeyin ilki, sonu
ona malûm, bir şeyin doğuşunu gördüğün gibi gün olur batışının
da seyredersin. Allah, yaptığını iyi bilir, yapacağı iş ona
göre kolaydır. İşlerinde asla tenakuz bulamazsın. Yaptıklarında
yersizlik göremezsin. Boş iş yapmaz. Lüzumsuz şey yaratmamıştır,
yaratmayacaktır. Ona noksanlık izafe etmek caiz değildir. İşlerini
beğenmeyen kişinin aklına şaşılır.
Herşey biter, yeter ki beklemeği bilesin. Bekle zorla
bekle!.. Kendini sabra alıştır. Nefsini, şahsi arzularını
yen, onları emirlerine uymaya çabala. Kndini bütün varlığınla
sabır aleminde yok et!.. Bekle, bir gün hepsi biter, yok olur
gider.
Herşey zamanla zıddına döner. Gün geçtikçe işler değişir.
Evvela kış, ardından yaz gelir. Bir zaman gündüz arkasından
gece sarar. Akşamla yatsı arası:
- < Gündüz olsun...>
Dersen olmaz. Belki daha kararır, ışık olmaz. Taa, şafak
atıncaya kadar, karanlık devam eder.
*
Boynunu yüce emirlere eğ.. Allah için, iyi düşün, iyi
sabret. Senin için olmayan sana gelmez. Sana nasip olmayanı
kimse eline tutuşturamaz. Hayatım pahasına da olsa, sana yemin
ederim ve sonra kendiliğinden açılır. O zaman istediğin hiç
olur. İstesen de istemesen de ortalık aydın olur, her yer aydınlığa
kavuşur...
İşin hikmet tarafına aklın erince, işlerin kendiliğinden
yürüdüğünü görürsün. Ne isteğinle gündüz gece olur, ne
de aksi olur. Çünkü güneş emrinde değil. Dünya senin fermanınla
dönmüyor. Rüzgar emrinle esmiyor.
Duan, her zaman alemde makbul olmaz. Çünkü burada
istenenlerin çoğu, zamansız ve yersiz isteniyor. Ama yine dua
et, her an Allah’a yalvar, ancak duan kabul olmayınca Allah’a
sitem etme!..
-< Niçin kabul olunmadı..>
Diyerek şaşma... Zamanı gelince olan olur, burada bir şey
olmazsa öbür alemde sana sevap olur. Ama bağırıp çağırırsan,
mahcup olursun... Derim ki: Daima dua edeceksin... Çünkü her şeyden
evvel sen bir kulsun. Allah’ın emirlerine uymaktasın. Allah-ü
Taâla Hazretleri:
-“ Bana dua edin, kabul ederim.”
Buyuruyor. Diğer bir yerde de:
- “ Allah’tan
fazilet isteyin. “
Deniyor. Bu mevzuda daha bir çok âyetler vardır...
Duan her zaman duyulur ama, ihtiyacın kadar verilir.
Sonrası öteki aleme kalır. İhtimal ki her arzunun bu alemde
yerine gelmeyişi bir hikmet icabı ve senin hayrına olmaktadır.
Sonra, her olan şey, Allah’ın kaza ve kaderine uygundur.
Arzun yerine gelmeyince Hak’kı itham etme!.. Kabul olmadı
diye ümitsizliğe düşme!.. Daima dua et. Kârın olmasa bile
zarar da etmezsin. Hemen olmasa bile, bir zaman sonra olur.
Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyruluyor:
- “ Kıyamet günü hesap defterinde insan, yaptığı
ibadet haricinde bir çok iyilik bulur. Bunları bilemez, sorar,
ona şöyle denir:
- “ Bunlar dünyada kabul olmayan dualarının karşılığıdır.
Kader-i İlahi icabı orada yerine getirilmedi fakat sana mükafat
olarak burada veriliyor. “
*
En azından halin, zikir olmalı. İhtiyacını ona aç!.
Başkasına bir şey deme!.. O’nu tevhid ederek, her derdini
arzet...Duanın kabul edilmesi işini Allah’a bırak....
Tekrar hatırlatmak yerinde olacak... Sana iki yoldan başka
yol yoktur ve olamaz. Gecen de gündüzün de aynı. Sağlığın
da hastalığın da öyle. Darlık olsun genişlik olsun değişmez.
Ki o: Dua ve sabırdır, yani rıza...
İyi zamanda, darlıkta genişlikte hep böyle ol...
O iki hali biraz açalım:
En iyisi, benlik davasını bırakıp, Hak’ka bağlı
olmandır. Tıpkı, bir ölü gibi Hakka karşı iradesiz halde
kalman... Bir süt çocuğu gibi, tam teslim olmandır. Senin için
hak fiil ve irade önünde, topçu önündeki top gibi olmak var.
İlahi irade böyle çevirir.
Bu halinle sana, nimet gelirse şükür edersin... Şükür
ettikçe de nimetin artar. Çünkü Allah:
- “ Şükür ederseniz nimetinizi arttırırım.”
Diye vad ediyor. Darlık baş gösterince de sabredersin.
Bu da senin için bir nimettir.
Darlık zamanı, sabreder; günlerin Peygambere salât ve
selâmla geçerse daha ne istiyorsun... Bu; Allah’ın sana en büyük
nimetidir. Her kula nasip olmaz, bu ayetin:
- “ Allah, sabırlı kullarla beraberdir..”
Mealinde buyurulan yüce manasında bu bapta kayıt vardır.
Allah, kullarına yardımıyla koşar; sebatını verir.
Nefse, şeytana galebe çalması için kula yardımcı olur... Bir
âyette:
- “ Eğer, Allah’tan yana olursanız o da size yardımcıdır.
Dizlerinize kuvvet verir. “
Buyuruluyor...
Nefsine muhalif ol; Allah’tan yana olmuş olursun. Allah
yoluna muhalif olan herşeye muhalif ol. Hak emirlerini itirazla
karşılama, kabul et, darılma. Nefsine muhalif ol; Hak fiillerin
içine düş, onlarda kaybol... Bunu yaptığın takdirde hak için
mücahid sayılırsın. Nefsin her başını kaldırdığında
Allah’ın emriyle vur. Onun karşısında kalkanla dur. Bu
kalkan; sabır, muvafakat, sükûn, hak emirlere teslim olmaktır.
Bunları yapabildiğin an, Hak Taâla sana en büyük yardımcıdır.
Bütün bunların sonunda, bir de büyük rahmete ermek
vardır, ona < SALÂVAT> derler. Bu makam peygamberlere hastır.
Bu < SALÂVAT> onlarındır. Sen bir günahkar olduğun
halde günahların bağışlanıyor, nebiler için verilen
sevaptan hisse alıyorsun.
İşte bu manayı ifade eden bir âyet-i kerime:
- “ Onlara müsibet veya bir bela karşı geldiği zaman,
biz Allah içiniz, dönüşümüz onadır.
Derler. Onlara rablarından salavat olsun. Rahmet onlaradır.
Hidayete eren onlardır.
Buraya kadar anlatılan yaşamak zorunda olduğun iki halin
ilkiydi.
İkincisine gelince: Sen rabbına yalvardıkça ona yaklaşmış
olursun. Allah’ın emirlerini tut.Senin yalvarmak hakkındır,
ayrıca vazifendir. Hak’ka tazarru ve niyaz ettikçe, bu
vazifeyi yerine getirmiş olursun.
Sakın dualarına yanlış şey girmesin. Bu mühim
vazifeyi Hakka imanla yap!.. Duanı aziz bir yolcuyu uğurlar gibi
yap. Çünkü dua, Hak katında sana yer hazırlar...
Şunu tekrarlamakta fayda görüyorum. Duana derhal icabet
olunmazsa hemen bağırıp çağırmaya kalkma. Dua hem kabul
olunur, hem de olunmaz. Her ikisi de senin için musavi olmalı.
Sonra bu olanlardan ibret almalısın... Sakın haddi aşanlardan
olmayasın. Çünkü baş vuracak kapı yoktur. Sakın, nefsinin
iyiliğini veya kötülüğünü bilmeyen zalimlerden de olmayasın.
Allah seni helak eder. Hiçbir şey bu helak işinden Hakkı alıkoyamaz.
Geçmiş ümmetleri de helak etti. Şöyle ki; dünyada içinden
çıkılmaz bela ile öldürür, kıyamet günü en kötü azaba
sokar...
35.
Makale
VERA’
ÜZERİNE
Vera(*)
sahibi ol, aksi halde felaket yakınına gelir.
O zaman seni hiç bırakmayan güçlükle bir yakalar, öldüm
desen bırakmaz. Şu var ki; Allah’ın rahmetini de hiçbir şey
önleyemez. Ona da tam istidat kazanmak gerek. Hz. Peygamberden
(s.A) şöyle bir Hadis-i Şerif rivayet edilmiştir:
- “ Allah yolunun hak pusulası, VERA’ dır. Şüpheli
işler peşinde giden bir gün harama düşer. Tıpkı sınırda
hayvan yayan çoban
gibi. Günün birinde sınır aşılır, çoban belasını bulur.
Hz. Ebû Bekir r.a. şöyle buyurdu:
- “ Biz, harama düşmeyelim diye en az yetmiş mubah
terkederiz.
Hz. Ömer r.a. ise şöyle buyurdu:
- “ Biz en az ondokuz helali, harama kaymayalım diye
yapmadık.
Onlar tam VERA sahibi insanlardı. Haram korkusu yüzünden
helâli ve mubahı terkederlerdi. Bunu şu Hadis-i Şerife
dayanarak yaparlardı:
- “ Her sultanın bir
sınırı vardır. Allah’ın sınırı ise haramlardır. Her kim
sınır yakınına gelirse tehlikeye kapılması mümkündür.
Her sultanın bir hisarı vardır. Her kim oraya girerse,
birinci kapıyı geçmiş olur. Sonra ikinciyi daha sonra üçüncüyü....
Böylece saltanat kapısının
gölgeliğine kadar varmış olur.
Bunun durumu her ne kadar
tehlikeli ise de, sadece birinci kapıda durmasından
iyidir...yani, sahrada olanın durumundan. Çünkü kendisini
koruyacak sultanın
askerleri ve bekçileri vardır.
Çünkü birinci kapı dışarı sayılır. Orada her çeşit
vahşi hayvan ve düşman bulunur. Kendisini kurtlar kapabilir.
O sebepten ne yapıp yapıp birinci kapıyı aşmak lazım.
Kapıyı aşınca padişahın askerleri vardır. Dışarıda ise düşman.
İşte âzimet bunun için; VERA’ bu yola varmak için
olmalı. O bekleme anında ilahi yardımın kesildiği görülse
bile, insan ümitsizliğe düşmemelidir. Hele Hak yoldan ayrılmak
hiç olmaz.
VERA’ en büyük ibadettir. Ancak insan çok daraldığı
zaman ruhsatlarla amel edebilir. O da emir ve hadleri aşmamakla.
Ruhsat bir yardımdır, ancak ibadet ve taatte kullanmalı. Çok
kere ruhsatları terketmek yerinde olur. Daima ruhsatla hareket
eden irade sahibi olamaz. Nefsine dizgin vuramaz. Bu hale düşünce
Allah’ın yardımı kesilir. Çünkü ilahi yardım, darda kalmışlaradır.
Kolaylık yollarını tutunca yardımdan mahrum olursun. Şahsi
arzular seni kaplar, heva, nefsin seni sarar. Bilmeden haram
yersin. Dinden çıkar, şeytanlar zümresine dahil olursun.
Halbuki şeytan Allah’ın düşmanıdır. O hah yoldan şaşırmıştır.
Bu halde ölürsen helak olursun. Ancak, Allah’ın rahmeti kavuşursa
ona bir şey denmez.
Son olarak şunu demek isterim ki: Baş tehlike dinde şüphelillere
koşmaktır. Dolayısıyla selamet, irade sahibi olup çalışmaktır.
(*)
Harama düşmek korkusu ile şüpheli işlere yanaşmamak
36. Makale
DÜNYA VE AHİRET
İŞLERİ
Ahiret sermayen
olsun. Dünyayı ticaret yeri say. Zamanını sermayeni batırmamak
için evvela ahiretine sarfet. Eğer fazla kalırsa onu da dünyaya
harca, geçimini sağla. Sakın dünyayı sermaye, ahireti ticaret
saymayasın. Bunu yapınca namazını vaktinde kılamazsın. Kılsan
da erkanını yerine getiremezsin. Rukûu belli olmaz, sücûdu
belli olmaz. Çünkü senin için maksat dünya olmuştur.
Yorgunluk gelir, uyursun. Namazın kazaya kalır, kılamazsın.
Gece cife gibi yatar, sabahları tenbel olarak kalkarsın. Nefis
seni peşinden sürükler, heva seni takip eder. Şeytan artık
sana hakimdir. Böylece ahiretini dünyaya satmış olursun. Sen
bu durumda nefsin kulu ve onun uşağı olmuşsun. Halbuki sen onu
emrine alacak, terbiye edecek, doğru yola getireceksin.
Bu, onun ahiret tarafı idi. Yani iyilik yüzü idi. Ama
sen böyle yapmadın, onu hakkıyla idare edemedin. Onun sözlerini
kabul etmekle zulüm ettin. Onu
kendi başına bıraktın, netice lezzete, zevke, sefaya daldı ve
şeytana uydu. Sen de ona uydun. Daha sonra hem dünyan battı,
hem de ahiretin.
Yarın kıyamet günü iflas halinle meydana çıkarsın.
Orada ne din bakımından, ne dünya bakımından hiç karın
olmaz. Ne kazandın nefse uymakla?.. Eğer onu doğru yola
getirseydin, her iki cihanda da mesut olacaktın. Nefse uymadan
ahireti sermaye kabul etseydin, her ikisini de kazanacaktın. Ayrıca
dünyadaki nasibin, bol ve rahat gelecekti. Sen her kötülükten
temiz ve her pislikten beri olacaktın. Peygamber efendimiz
buyurdu:
- Allah, dünyayı
ahiret niyetine göre verir. Ahireti, dünya niyetine göre
vermez. “
Niçin aksi olmuyor? Olmaz, çünkü ahiret Allah’a
kulluktur. Allah’a kulluk niyeti ile ibadet eden ahireti bulur.
Niyet ibadetin ruhu ve özüdür. Kötülüklerden çekinerek
ibadet edersen dünyan hoş olur. Dünya bir yana der, yalnız
ahireti arzularsan Allah’ın öz kullarından ve O’na halis
ibadet edenlerden olursun. Dolayısıyla ahiret nimeti senin için
olur. O nimetlerin başında cennet ve Allah’a yakınlık gelir.
Dünya sana hizmet eder. Kısmetin kendiliğinden gelir.
Çünkü her şey yaratanına bağlıdır. Eşyanın haliki
ise Allah’tır, sen de O’nun öz kulu olduğuna göre,
her şey senin olur.
Ahireti bırakır dünyaya çalışırsın. Hak sana gazabını
karşı yapar. Ahireti kaybedersen, dünya sana isyankar olur. Her
şeyini güçlükle alırsın, ufacık bir makam elde etmek için
güçlük çekersin. Çünkü Allah’ın sevmediği bir insan
oldun. Dünya ehli olup ötekini kaybetmeyi mi, yoksa ahiret ehli
olup dünyada manevi bir huzur duymayı mı?
İnsanlar iki kısımdır. Biri dünya arar, diğeri
ahiret. Bunlar kıyamet
günü de böyle olacak. Bir kısmı cennet ehli, diğer kısmı
da cehennem...
Yine o gün, bir kısım insanlar hesap çokluğundan
korunurlar, bunlar ahiret ehlidir. O günün uzunluğunu anlatırken:
- “ O gün, dünya gününe göre bir günü “bin”
senedir.”
Buyuruldu. Yine o gün bir kısım insanlar Peygamber(S.A.)
Efendimizin buyurduğuna göre şöyle anlatılır:
- “ O gün siz, arşın gölgesinde rahat edersiniz,
lezzetli meyveleri yer, tatlı yemekleri tadarsınız. Kardan daha
beyaz, soğuk ballardan afiyetlenirsiniz...”
Diğer bir Hadis-i Şerifte ise şöyle buyuruldu:
- “ Cennet ehli, o gün yerlerine bakarak görürler.
Hesap bitince yerlerine giderler. Onlar yerlerini tanırlar. Dünyadaki
evlerine gider gibi, cennetteki yerlerine varırlar.
Bunlara verilen bu yüksek derece, dünyayı terkettikleri
için oldu. Dünyayı attılar bir yana, Allah’a kul oldular. Diğer
kısmın, şiddetli hesaba maruz kalması ise dünyaya tapmaları
yüzünden oldu. Dünyaya tapmanın neticesi onları öbür alemde
buldu.
Allah’ın emri hilafına gidiş felakettir. Bu hataların
hepsi yarın senin önüne çıkar. Hata işleme, hata ettikçe
batarsın. Kitap ve Peygamberin emirlerinde bulun, yoksa ne
iyilik, ne kötülük kaybolur.
*
Nefsine acı; ona rahmet ve şevkatle bak. Onu kötü yola
atma. Ona hata işleme fırsatı verme. Onu birinci sınıftan
yapmağa çalış, ikinci sınıftan koru. Nefsine kötü arkadaş
seçme, insan ve cin şeytanlarından onu esirge. Kitap ve sünneti
eline al. Her zaman onları gör, onlarla amel et. Oldum olası sözlerle
uğraşma. Boş heveslerle kendini yorma. Allah-ü Taâla şöyle
buyurdu:
- “ Peygamberlerin getirdiklerini alın, yasak ettiği şeyleri
yapmayın. “
Allah’tan korkunuz. O’na muhalefet etmeyiniz. Ameli
terkediyorsunuz. Peygamberlerin getirdiği şey ile amel
etmiyorsunuz.
Boş işle nefsini aldatma, amel ve ibadetini daima yap.
Yeni icadlar çıkarmağa kalkışma. Allah-ü Taâla icatçı bir
kavim hakkında şöyle buyurdu:
- “ O kendiliğinden konuşmaz. O’nun konuştuğu
vahiydir. Ona vahyolunur. “
Yani peygamberin getirdiği bendendir. Şahsi ve indi mütealası
değildir. Dolayısıyla Ona uyunuz. Sonra peygamberimiz şöyle
buyurdu:
- “ Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Bana uyarsanız
Allah’da sizi sever.”
Anlaşılıyor ki; sevgi sevilene uymakla olur. Söz ve
hareketle peygambere (S.A.) uymak gerekir.
Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle
buyurdu:
-“ Çalışmak adetim, tevekkül halimdir. “
Zayıf iman sahipleri çalışmasına güvenir. Çalışmak,
peygamberin sünnetidir. Kısmetli iman sahipleri tevekküle bağlanır.
Çalışmaya devam edersen peygamberin sünnetini işlemiş
olursun. Tevekkül yoluna kıymet verdikçe de peygamber’in
ruhaniyeti seni sarar. Allah-ü Taâla tevekkül üzerine şöyle
buyurdu:
- “ İnanıyorsanız Allah’a tevekkül ediniz.
Allah’a tevekkül edene O yeter. Allah tevekkül edenleri
sever.”
Bu ayetlerle sana tevekkül emri veriliyor. Bunu hak Taâla
peygamberine de emretti. Her halinde Allah’a tevekkül et.
Allah’ın emri haricine gitme. Her halinle Allah ve peygamberin
emrini rehber tut. Çünkü peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde
şöyle buyurdu:
- “ Emrimiz haricinde işlenen hiçbir şey makbul değildir.
“
Bu emir her şeye şamildir. İster dünya, ister ahiret,
ister söz, ister iş hepsini işine alır.
*
Benim için Allah’tan başka Allah, peygamberden başka
peygamber yoktur. Kur’an ve sünnet yolundan başka, her kapı
kapalıdır. Biz onlara göre amel etmeliyiz. Aksi, şeytan ve
nefsin yoludur. Allah- ü Taâla bu manada şöyle
diyor:
- “ Hevaya tabi olma, seni yoldan alır. “
Selamet kitap ve sünnettedir. Helak bunların
haricindedir. Kul, bunlarla yükselir. Veli, bedel ve gavs
makamlarına bunlarla erer. Velhasıl, insan-ı Kamil bu yolda
yetişir. En doğrusunu Allah bilir.
37.
Makale
HASEDİN KÖTÜLÜĞÜ
Ey iman sahibi, seni bir tuhaf görüyorum. Komşuna
hasetli bir haldesin. Onun yemesini çekemiyorsun. İçmesinden hoşlanmıyorsun.
Onun giydiği sana tuhaf geliyor. Evi gözünde büyüyor. Hanımı
dahi senin için çekilmez bir dert oluyor. O mevla nimeti içinde
zengin olmuştur. Onun zenginliğinde bir türlü hoşluk bulamıyorsun.
Bu hallerin neden oluyor.
Bilmiş olman gerekir ki, bu halin iman zafiyetinden ileri
geliyor. Bu hal seni Allah’ın rahmet nazarından uzaklaştırır.
İlahi gazabı üzerine çeker. Peygamber efendimiz kudsi hadisi
ile hasedi şöyle anlatmıştır:
- “ Hased eden nimetimin düşmanıdır.
Ayrıca; peygamberimiz bir Hadis-i Şerifinde buyurdu:
-
“ Hased, iyilikleri yer. Ateş odunu yaktığı gibi
iyilikleri bitirir.
*
Zavallı!.. neye hased ediyorsun. Sen mi verdin o
nimetleri? Onları sen değil, Allah verdi... Allah’ın verdiği
nimete nasıl hased edersin. Allah-ü Taâla:
- “ Onların dünya geçimlerini aralarında dağıttık..
“
Diye haber vermiştir.
İlahi nimetlerle beslenen o adamı hor görme. Ona karşı
hased etme. Onun nimeti için de kimse hak iddia edemez. Herkese
Allah nasibince verir, herkes nasibini bulur.
Bu halinle o akılsız bir duruma düşmektesin ki, senden
daha akılsız daha cahil, bahil ve cahil görülemez. Acaba o
adamdakileri senin mi zannediyorsun. Bu o kadar cahilliktir ki,
tarifi imkansız. Eğer sana gelecek bir şey varsa başkasına
gidemez. “ HAŞA “ Allah’a mı kin tutuyorsun. Halbuki
Allah-ü Taâla:
- “ Emrim değiştirilemez. Ben kullara zulum etmem.”
Buyuruyor. Allah sana zulmetmez. Senin kısmetini başkasına
vermez. Bunu böyle bil. Aksini düşünme, cahillik etme.
Allah’ın verdiği nimete karşı durmak hıyanettir.
Kendine zulumdur. Sonra bir nevi yere hased etmektir. Çünki, o
hased ettiğin insanın nimeti yerden çıkar. Altın, gümüş
yerden gelir. Bunlar miras olarak gelir. Geçmiş ümmetlerden.
Ad, Semud, Kisra, Katser’lerin elinden geldi. Bir zamanlar bu
mallar, bu mülkler onlarındı. Asıl onlara hased etmek lazım.
Çünkü komşunun malı onların malının milyonda biri olur.
Senin bu hasedine bir misal vardır:
Bir insan koca bir sultanı askeri, mülkü, tacı, tahtı
ve bütün saltanatı ile görüyor. Onun çeşitli nimetlerini
her an seyrediyor. Buna hased etmiyor. Beri yanda padişahın köpeklerinde
birine hizmet eden bir yabancı köpek görüyor. Yabancı köpek
ile yerli köpek oturuyor, kalkıyor. Her türlü geçimini onun
sayesinde sağlıyor. O zavallı adam bu hale tahammül edemiyor.
O yabancı köpeğin ölmesini yerine kendinin geçmesini temenni
ediyor.
Bu hal alçaklığın ve hasisliğin en büyüğüdür. Böyle
düşünen bir adam için, zühd, inanç diye bir şey olmadığı
gibi, ondan daha ahmak, daha bilgisiz kimse de olamaz.
Zavallı, eğer kıyamet gününde o hased ettiğin komşunun
başına gelecekleri bir bilsen, hiç hased etmezsin. Eğer, o
adam Allah’ın emrine uymuyorsa, nimetlerin hakkını ödemiyorsa
onun başına gelecekleri yalnız Allah bilir. Allah, nimetleri
kendi yoluna sarf edilsin diye verir, aksi halde nimet felaket
olur.
Peygamber efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle
buyuruyor:
- “ Kıyamet gününde bir takım insanlar etlerinin
makasla kesilmiş olmasını isterler. Buna sebep, zavallı
kimselerin dünyada çektikleri bela yüzünden orada aldıkları
sevabı görüp, imrenmeleridir. “
O gün, senin zengin komşun bir fakir olmayı ister. Kıyamet
günü bir sürü hesabın görülmesi ve münakaşası
onu yorar. Güneşin sıcaklığı altında beyni pişer. Böyle
günlerce bekler. Oranın bir günü, buraya nisbetle elli bin
senedir. İşte o dünyadaki nimet hesabını böyle verir.
Halbuki sen, eğer hased etmeden sabırlı durursun. Dünyada güçlüklere
sabredenler orada rahat eder. Sıkıntılara göğüs gerenler,
orada mesud olur. Sen de dünyada iken kazaya, kadere iman edip,
kaderine razı olduğundan orada en büyük nimete mazhar oldun.
Başkasının zenginliğine göz dikmediğin için, orada tam
afiyet buldun.
İşte dünyada kendi hastalığını, başkasının iyiliğine,darlığını
başkasını genişliğine, düşkünlüğünü başkasının
iyiliğine tercih edenler öbür alemde arşın gölgesine sığınırlar..
Sana n büyük tavsiye: Belaya sabret, nimelere şükret ve
her işini ulvi gök kubbesini yaradana ısmarla...
38. Makale
DOĞRULUK VE NASİHAT
Yaradanına karşı doğruluk gösteren, yabancıdan kaçar,
sabah akşam Hak’la olur. Gayrısına yüz vermez.
Ey cemaat!.. Size ait olmayanı istemeyin. Hak’kı
birleyin, şirk koşmayın. Allah’a yemin olsun ki, kader okları
sizi bulur. Bir defa yerinden çıkan kader oku, nerede olsanız
sizi bulur. Kendini hak yola vermişler, Hak’dan gayrisini
yitirirler, fani varlıkları yok olur. Sonra Allah onlara
kefildir.
39. Makale
AYRILMAK, BİRLEŞMEK
VE NİFAK
Her hangi bir şeyi ilahi emir olmadan nefse uyarak almak
inattır. Kötülüktür. Nefse uymadan almak iyidir. Fakat pek
iyi değildir. Arzu etmeden geleni almak hoştur yalnız ahlak
nizamına uyması şarttır.
Allah’ın göndermiş olduğu rıskı kabul etmemek,
almak için manevi bir emir beklemek yerinde bir iş değildir.
Buna riyakarlık denir. Münafıklık olur.
40.
Makale
SALİK’in YETİŞMESİ
Bu
günkü halinle ruhaniler zümresine girmeği özleme. Bütün
varlığın yok olmadıktan sonra erenlere katılamazsın. Bütün
duyguların tek tek hak yola girmeli. Bir bir varlığın maddi
alemden ayrılmalı.
Şöyle bir dünya aleminden silkinip varlığını
kurtarmalısın. Tuttuğun hak için, hareket ve sükûnun O’nun
için olmalı. O’nu gör ve O’ndan işit. Hakkı konuş, hakka
yapış, onun için çalış, aklın Hak işlere ersin.
Bir zamanlar yoktun. Sonradan sana bir varlık izafe
edildi. İşte bu varlık, seni haktan ayırdı. Ruhaniler zümresine
girmene mani oldu. Bu varlıkları terkedince ermiş olursun.
Erince de, ruh olursun. Ruhaniler zümresine girersin.
Sır ol... Tek ol... Sırrın sırrı, gizlinin gizlisi,
her şey sana düşman görünmeli: Seni Hak’dan uzak tutan her
şey... Bu düşmanları içinden seçmelisin.
İşte İbrahim.(A.S.):
- “ Bana rabbülaleminden başka hepsi düşmandır. “
Buyurdu. İbrahim Halil (a.s.) putlara:
- “ Düşman... “
Diyordu... Şimdi senin için put zahirde yoktur, ama
gizlide çoktur... Haktan başkalarıyla meşgul eden her şey
sana düşmandır, sana puttur. Bu putları bırak. Halktan bir şey
umma. Görürsün ki sır alemi sana açılmış, ruhaniler alemi
sana açık olmuş... Kimsenin bilmediğini bilmeğe başlarsın.
Yapılamayacak işler senden zuhur etmeğe başlar. Adet dışı,
tabiata uymayan işler görmeğe başlarsın. Bu işler, gerçekte
öbür aleme has ise de sana burada görmek nasib olur. Çünkü
öldün dirildin. Varlığını Hak yolunda yok ettin. Ölmeden
evvel ölenlerin sırrına erdin. Kudret alemi sana kapı açtı.
Her halinle oranın malı oldun. Artık kudret aleminde yaşayanlar
gibi işitmen, konuşman, tutman, görmen, yapışman, yürümen,
akıl etmen... Hasılı huzur ve sükunun Hakla olur, başkası
sende yoktur. Hiçbir şeyi göremez olursun. Çünkü senin için,
Hak varlığında başkası yoktur.
Yalnız bu alemin içine dalınca Allah’ın emirlerini
bilmen gerek, yasaklarına katiyyen yakın olmamalısın. Eğer
peygamberin (s.a.v) yaptıklarının birini terk edersen şeytana
oyuncak olduğunu bil. Hemen ilahi emirlere koş, şahsi arzulara
düşme. Hangi iş; Allah ve peygamberin emrine uymazsa,o iş sapıklıktır.
En doğrusunu Allah bilir....
41. Makale
FENÂ VE KEYFİYETİ
Sana
bir misal getireceğim. “ Fena “ üzerine olacak. Şunu demek
isterim. Bir sultan, halk içinden seçeceği kimseyi bir beldeye
tayin eder. Ona her türlü yetkiyi verir. Bir vali için lazım
olan her çeşit nişanları takar. Aradan zaman geçer. O vali
kendini beğenmeğe başlar. Padişahın nimetini unutur. Sanki o
yer kendisine bakidir. Kendini beğenir,ilk halini unutur, eksiğini
hatırlamaz, eski fakirliği aklına gelmez. Halbuki bir zamanlar
bir köşede unutulmuştu. Bu kibir o zavallıyı sarar. Kendini
çok beğenir. Firavunlaşır. Bu hali çok iyi bilen şah onu
azleder. Öyle bir hal alır ki, ilk devrini arar ama eline geçmez.
Padişah ondan yaptıklarının hesabını sorar. Bütün
hatalarının cezasını çektirir. Emirlerin yapılmayışı,
yasaklara tecavüz etmek o zavallıya pahalıya mal olur. Çok
feci bir şekilde hapsolur. En dar yere tıkılır. Büyük sıkıntıya
düşer. Devamlı bir ihtiyaç içinde kıvranır. U kıvranma
onun için iyi olur. Böbürlenmesi ölür. Kibri gider. Haddini
bilir. Nefsi körlenir. Şahsi arzusu söner. Benliğini eritir.
Bunlar padişahın gözünden kaçmaz. O şahsın bilgisi bunları
kaybetmez.
Bu durumda padişahın merhamet nazarı ona dokunur. Rahmet
ve merhamet nazarına mazhar olur. Dolayısıyla, zindandan çıkarılma
emrini verir. Bu arada bütün in’am ve ihsanını ona yağdırır.
Eski devletini verir. Ayrıca o miktarın iki misli de mükafat
verir. Artık bu iş böyle devam eder. Bundan sonra kötülüğe
girmez. Kibri, gururu unutur. Saf ve temiz olarak vazifeye devam
eder.
*
İşte bu misal bir iman sahibinin halidir. Bir kimse
Allah’a yaklaşınca, Allah onu sever ve seçer. Kalb gözü açılır.
Nimet, in’am ve ihsan kapıları ona açık olur.
Zaman olur, o kalb gözü ile kimsenin görmediğini görür,
işitmediğini işitir, akla hayale gelmeyen garip işler
seyreder. Yerin, göğün hikmetini anlar. Onlardaki esrarı çözmeğe
başlar. En güzel vaadi alır. Vaad olunduğu şey kendisine bol
bol verilir.
Hak’ka yaklaşır. Onun güzel sözlerini duyar. Bu duygu
yalnız safiyetten ve manevi yükselmeden gelir. Bu hale fenaya
ermiş kişi kavuşur.
O sözün hikmetini söyler. Çünkü kalbi temizdir.
Safiyete ermiştir. O temizliğin nuru, kalbten dile gelir. O
nurlu hal, o büyük insanın her halinde sezilir.
Fenaya ermiş olan kibirli değildir. Gönlü engin olur. Dışı
mütevazi insanlar gibi olur.
Aldığı helâldir. Her haliyle Allah’ın yasaklarına
yanaşmaz. İşte bu halde o insan kendinden emin olur. Kendini
huzur içinde görür. İşte bu hoşluk bir zaman devam eder,
bunun bir daha gitmeyeceğini sanır aldanır. Aniden belaların
kapısı açılır. Çocukları yok olur. Malı telef olur.
Kalbindeki huzur bozulur. İlk zamanda verilmiş olan bütün
nimetler yok olur.
Bu haller bu zatı hayrette bırakır. Üzülür, kalbi
kederle dolar. Zahirine baksa yalnız kötülük görür. Kalbine
dönse, yalnız hüzün ve zulmet görür. Allah’a dua etse
icabet bulmaz. Bir yandan vaad alsa verildiğini göremez. Birine
bir şey vermek istese yerine getiremez. Bir rüya görse tabir
etmek kolay olmaz. Halka karışmak istese yapamaz. Şayet bir
kolaylık bulup halka gitmek istese derhal bela ile karşılaşır.
Halkın eli, bu durumda ona musallat olur. Neredeyse tırnaklarıyla
vücudunu parçalarlar. Dilleri ırzına malına dokunur. İlk
halinden bazı şeyler anlatmak isterse, diyemez. Evvelce gördüğü
nimete karşı, şimdiki belayı hoş görse yapamaz. Bu halde,
nefis onu böyle yok eder. Heva, şahsi arzu onu ilk halden alıkoyar.
Manevi yolculuğu tükenir. Oluşlar durur. Manevi hal kapanır.
Daimi bir telaş içinde kalır. Her gün sıkıntısı üzüntüsü
çoğalır. Bu haller devam ederken haberi olmadan manen yükselir.
Birden kapı açılır, bu açılış ani olur, açılışla
beraber maddi ve manevi varlık yok olur, yalnız ruh kalır.
İşte bu halde işler başka olur. Batıni deruni sesler işitir.
İlk söz; Hz. Eyyub’a olduğu gibi tecelli eder:
- “ İşte sana, tatlı su, iç ve şifa olduğunu bil, yıkan!..
Ayağını vur, o çıkar...”
Kalbinde rahmet çeşmeleri akmağa başlar. İlâhi rahmet
ve şevkat onu diriltir, ona hakikat kapıları açılır. Gönül
yolları gösterilir. Her kuvvet karşısında söner. Her varlık
hizmetine koşar. Diller onu över. Her canipten onun ziyaretine
koşarlar. Şah diye geçinen, kendilerini yaratıcı olarak tanıtanlar,
onun kapısında köleye benzerler.
O, insan olmuştur. Rahmet onun yüzünden okunur. İlâHİ
NUR, gözlerinden çıkar. Kendisini de halinden memnun eder. Bu
hali hakka varıncaya kadar devam eder.
Sonra kavuşacağına kavuşur. Dünya gözü onu görmez,
buranın duygusu o alemi sezemez. Allah-ü Taâla onlara hazılanan
nimetleri anlatırken şöyle buyuruyor.
-
“ Onların mükafatı büyüktür. Buradaki ölçüler ve
tartılı bilgi onları bilemez. O göz kamaştırıcı nimetleri
hiçbir nefis bilemez.
42. Makale
NEFSİN
İKİ HALİ
Nefsin
iki hali vardır. Üçüncüsü yoktur. Biri bela diğeri
afiyet...
İnsanlar, başlarına bir bela geldiği zaman bağırır,
çağırır, Allah’ı şikayet eder. Allah’a darılır. Her şeye
itiraz eder. Hak’kı töhmet altına almak ister. Ne sabır
bilir, ne de bir nasihatçıya uyar. Yalnız kendi aklına göre
Allah’a (haşa) eş bulma yoluna girer, bir uygunsuz hareket
yolu bulur.öylece gider.
Afiyet haline gelince; ondan daha iyisi yoktur, güler,
oynar sevinir. Zaman kaybetmeden şehvet yollarına koşar. Hiç
biriyle yetinmez. Biri eskiyicince yenisini aramaya koyulur. Yemek
beğenmez. İçkilerin her çeşidini
sofrada bulundurur. Evinde hanımını da hemen savar, onun
da yenisini arar. Evini beğenmez, iyisini arar. Binek işi de çok
önemlidir. Daima günün en iyisini ister. Elinde olan her şeye
bir ayıp bulur, hemen yenisini tedarik etmeye koyulur. Böylece bütün
rahatını kendi eliyle kaçırır.
Bilmez ki, her şey kendisi için değildir. Buna akıl
erdiremeden iyi şeylerin peşine düşer.
İşte bu haller insanı yorar. Elde mevcut şeylere razı
olmamak, insanı her çeşit güçlüğe sürükler. Sonu gelmeyen
eziyet, içinden çıkılması mümkün olmayan
felaketler bundan sonra başlar. Dünyalığıvar rahat
etmesi gerekirken, eliyle keyfini kaçırır.
Bundan sonra öbür alemin işi başlar. Ölür, sorguya çekilir,
hesap veremez. Çünkü düzenli hiçbir iş tutmamıştır. Bazıları
şöyle der:
- Öbür alemin ve buranın en çok cefasını çekenler,
kendilerine ait olmayanı isteyenlerdir. Ve yapamayacakları işin
peşinden koşanlardır.
Bir insan düşünelim: Bir zamanlar her türlü maddi sıkıntı
onun manevi durumunu da bozmuştur. Bu halinde yalnız belanın
gitmesini ister. Yalnız bunun için Allah’a yalvarır. Bir gün
duası kabul olur, her çeşit darlık zail olur gider. Genişlik
başlar. Bundan sonra o zat, evvelce çektiği bütün sıkıntıyı
unutur. Allah’ı da unutur, kulluk etmez. Her çeşit günah
yollarını seçer. Bu adamın hali nasıl olur? Elbette ki “iyi
olur “ denemez.
Tam tahmin edildiği gibi olur. Dünyada israfın yolunu
tuttuğu için her şeyi az zamanda biter, yine darlığa düşer.
Ve artık, eski halini de bulamaz, sürünerek ölür gider...
Bununla bitse iyi, öbür alemde bir de hesabını vermek vardır.
Eğer bu insan beladan kurtulduğu zaman, derhal ibadet ve
taat yolunu tutmuş olsaydı, bir daha eski haline düşmezdi.
Elinde bulunanla yetinip gayrısını bulmak için onları bir
yana itmemiş bulunsaydı, ömrü rahat içinde geçerdi. Dünyası
hoş olurdu, Ahireti ise onun çok üstünde rahatlık verirdi.
Dünya ve ahiret selameti isteyen sabırlı olmalıdır,
elinde bulunanla yetinmeyi adet eden rahattır. Daima Allah
vergisine şükür edenin nimeti artar.
İnsan fani varlıklara dayanmamalı. Onların elindekini
unutmalı ve Hak’ka, ihtiyacı için dua etmelidir. Ve Allah’ın
emri üzerine çalışarak her şeyini kazanmalıdır. İşte böylece
eğer darda ise dua ederek kurtuluşunu, O’ndan beklemelidir. İnsanların
kurtarması ne kadar sürer, birinden ne kadar iyilik görülürse
görülsün, devamı beklenemez. Bir zaman gelir her iki taraf da
bundan usanır. İyilik eden vermekten, kabul eden de mihnet altında
kalmaktan bıkar.Ama Allah böyle mi? O, usanmaz, daima iyilik
eder. Kafir kullarının dahi rızkını kesmez.
*
Yeri gelmişken şunu da söylemek yerinde olur. Allah’ın
verdiğini iyiye kullanmak şarttır. Bunun icabı budur.
Mahzurları yukarıda belirtilmesine rağmen bir daha söylemek
iyi olur. Bu sebeple helâlin hesabı, haramın azabı olduğunu
hatırlatmak lazım gelir.
Her şeyin iyi tarafını görmek en iyisidir. Yoksullukta
güzellik olabilir. Bazı zahmetli işlerin sonunda iyi olmaları
muhtemel. Bazı hastalıklarda şifa vardır. Şunu da unutmamak
iyi olur ki, Allah’ın emri kesindir, başka şeylere benzemez.
Onun içindir ki bu yolda çok dikkat gerek. Onun her iradesi
mutlak yerine gelir. İtiraz etmekle hikmet değişmez, emri geri
alınmaz. “O, her neye
ol... Demeyi murad ederse... O olur...”
Hak’kın her işi hikmettir. Her emrinde fayda vardır.
Şu da var ki; Allah, hiçbir zaman insanların zararını
istemez.
Söz buraya gelmişken; bir daha ilk sözleri tekrar etmek
iyi olur. Gerçi tekrar değildir ama, sözün baş tarafında
belirtilenlere benzediği için böyle diyoruz. Söylemek istediğimiz
şudur: En yerinde ve insana yakışan iş, razı olma melekesine
sahip olmak ve teslim haline ermektir. Bundan sonra ibadet gelir
ki, onun hakkında bir diyeceğimiz yoktur. Çünkü her müslüman
onun ne demek olduğunu bilir.
İbadet sadece kulluk etmektir. Ötesi yine teslim halidir.
Yani kader ne ise onu gözetmekten ve ona uymaktan başka kurtuluş
yoktur. Bundan sonrası kader bahsi ile ilgilidir ki, incelemek
iyi olmaz. Çünkü o bir ilâhi sırdır. Ona kolayca akıl
ermez. Bu bapta tavsiyemiz, yalnız bir sükûttan ibarettir. Çünkü
bu ince mesele ancak duygu ve halle sezilir, ilim yolu ile
bilinmez.
- Bu iş nasıl oluyor, neden ve ne zaman olacak?
Gizli gözler yerinde olmaz. Kaderin iç nizamını
kurcalamak bir nevi şirke benzer ve Allah’ı töhmet
gibi olur. Bu sözümüz İbn-i Abbas’dan rivayet olunan bir Hadis-i Şerife istinad eder.
İbn-i Abbas şöyle diyor:
- Birgün ben Rasulallah’ın ardındaydım, yürüyorduk.
Bana döndü ve:
- Ey Allah’ın kulu, Allah’a iyi sarıl, onu bırakma.
Bu gayreti içinde saklarsan Hak da seni esirger. Bu duyguyu taşıdığın
müddet Allah'ı’ kendine yakın bulursun.
Bir şey isteyecek olursan, ondan iste. Yazılan yazılmış
ve kalem kurumuştur. Olacak şeyler de olur. Bütün insanlar bir
araya gelse, ilâhi bir hüküm yoksa, sana fayda sağlayamazlar.
Ve eğer kaderinde yazılı değilse, bütün insanlar sana zarar
vermeğe gelseler yapamazlar. Eğer kendinde kuvvet görüyorsan,
iyilik yap ve doğru çalış. Kötülüğe meylin varsa sabırlı
olmağa çalış. Yapmamağa gayret et. Hayrın çoğu sabırdadır.
Şunu da bil ki, yardım sabırlılara olur. Darda kalmışlar
genişliğe çıkarlar. Her sıkıntının sonunda bir ferahlık
vardır.
İşte, her mümine lazım olan odur ki: Bu Hadis-i Şerifi
kalbinde bir ayna gibi saklaya, işini gücünü buna göre ayarlıya
ve böylece çalışa. İşte son nefesine kadar böyle gide...
Allah’ın rahmet ve inayeti sayesinde dünya ve ahirette böylece
güçlüklerden sâlim ola; vesselam...
43. Makale
DİLENCİLİĞİN KÖTÜLÜĞÜ
İnsan, kendisi gibi âcizden bir şey isteyemez. Yalnız
cahil olduğu için ister. İmanı zayıf olduğu için bu yolu
tutar. Marifeti yoktur, yakin derecesine varmış imanı yoktur.
Sabrı yok denecek kadar az olduğu için bu yola düşmüştür.
Dilencilik huyunu bırakan insanda şu yüksek vasıflar
mevcuttur:
Allah’ın, kendi halini bildiğine inanır. İlm-i İlahinin
her şeyi kuşatmış olduğuna yakîni vardır. Her an iman
yolunda ilerleme kaydeder. Yaratanını hiçbir zaman unutmaz, her
an onu tefekkür etmekten hoşlanır.
İşte bu hallerde o, kimseden bir şey istemeğe ve
rastgele herkese dert yanmağa utanır. Ve daima huzurla:
- “ Beni benden daha iyi bilen var.”
Der,
günlerini böyle geçirir...
44. Makale
ARİF-İ BİLLAH’IN
DUASINA
NEDEN İCABET OLUNMAZ
Başta şunu söylemek iyi olur. Arif insan
için iki kanat vardır. Biri korku, diğeri ümit. Bir kuşun zayıf
kanadı diğerine tesir ettiği gibi, arifin de bu iki halinden
biri zayıflarsa yol alamaz. İmanı tekamül etmez.
Hal ve makam da, bir insandaki ümid ve korku gibidir. Şu
da var ki: Her halin ve mekânın korku ve ümitleri
kendilerine göredir. Şunu da diyelim ki, her makamın
kendine has halleri vardır. Bazı derecenin korkusu, bazısının
da ümid fazlalığı vardır. Şu da var ki. Arif bunları
bilemez. O yakınlık derecesine kavuşmuştur. Arzusu yalnız
mevlâsıdır. Dua, ümid, korku; bunlar onun için bir şey ifade
etmez. Yalnız Hak’la olur. O’ndan gayrini sevemez, başkası
ile ünsiyet edemez. Duasının kabulü, ahdinin yerine gelmesi
onun için bir şey ifade etmez. Bu hal benim şanıma layık değildir.
Benim işim böyle olmalıdır, şöyle olmalıdır, gibi sözler
onu alakadar etmez. Daha doğrusu o böyle şeylerle uğraşmaz.
*
Burada iki şey meydana çıkar. Bunun biri, dua kabul olduğu,
istek yerine geldiği takdirde, bazı sebepler yüzünden edep ve
terbiye yolları unutulur. Diğeri ise, şirk koşma gibi bir hal
zuhur eder. Bu da insan için bir çeşit mekir gibi olur... İşte
bunlar için de, duanın kabul edilmeyişi yerinde tefsir
edilmelidir. Çünkü, zahirde peygamberlerden başka nefse
uymayacak ve günah işlemekten masum yoktur. Bütün
peygamberler, bilhassa bizim peygamberimiz ona salat ve selam
olsun...
Eğer bir arifin duası her zaman makbul olsa,kendine gurur
gelmesi muhtemeldir. Bunu bir adet haline getirebilir. Emre
imtisalen değil de keyfine göre hareket etme yolunu seçebilir.
Yukarıda belirtilen zararlardan daha fenası, şirk
yolunun tutulması ihtimali vardır. Şirk ise her halde fenadır.
Hangi makama ererse ersin, bir arif ancak emir dahilinde iş
yapmaya mecburdur. Bilhassa namaza, oruca ve diğer farz
ibadetlere dikkat etmek yerinde olur. Peygambere(S.A)
ittibaen nafile ibadete devam edilmesi iyidir. Duaların da
bu zamanlarda yapılması lâzımdır...
45.
Makale
İPTİLÂ
VE NİMET
İnsanları iki şahıs olarak görürüz. Biri iyilik içindedir..
Nimet içindeki adam sıkıntıdan ve kederden kurtulamaz.
Sebebi, nimetin bolluğu ve bunların icabı maddi sıkıntıdır.
Mal, mülk, her zaman iyilik getirmez, her parçasının ayrı
derdi vardır. Evladı olur hastalanır, kaza olur, mal mülk
telef olur. Bunlar tabii afetler olduğu halde o insan normal karşılamaz,
haliyle elindeki nimetin tadını bulamaz.
*
Eğer zenginlik; nimet, rahatlık, mal, şöhret, hizmetçi
ve uşakla olacaksa bunlar o zatta vardır ve ayrıca düşmandan
emin bir durumdadır. Azıcık sıkıntılarla bu nimetleri
unutmak yerinde olmaz. Haddizatında, o adam için darlık yok
demektir. Bunları kendi mütalâasına göre bela saysa bile,
yalnız Allah’ı bulamayışına ve dünya halini sezemeyişine
bağlamak yerinde olur. Bu zat Allah-ü Taâlâ’yı ;
“
İstediğini yapar, değiştirir, güzellik verir. Sonra hepsini götürür.
Zengin eder, fakir eder, alçaltır, yükseltir, öldürür,
diriltir. Önce verir veya sonraya bırakır.”
Bir
zat olduğunu bilseydi, elindeki nimetin hiçbirisine aldanmazdı...
Zaman olur, bu genişlik içinde yüzen adam cehaleti yüzünden
bu hale iyice bağlanır. Aslında az olan ve esasa taallûk
etmeyen darlığın giderilmesi için çalışmaya başlar. Bu
kere de sıkıntı birse beşe yükselir. Bunun nedeni yine dünyayı
bilmeyişidir. Halbuki dünya; bela, keder, hasret ve bir sürü
teklif ve tekdirle doludur. Bunlar her ne kadar zahirde belâ gibi
görünseler de aslında nimet sayılırlar. Burada sabır
meyvesini misal vermek doğru olur. Bu meyve evvela acıdır sonra
tatlı olduğu anlaşılır. Bunun tadına, insan ancak acı çektikten
sonra kavuşur. Acısını tatmayan ve ona tahammül edemeyen tad
bulamaz. Belaya sabreden kimseye iyilikler kendiliğinden gelir.
Şunu da diyelim ki; bir işçi ancak ekmeğini alın terinden
sonra alır. Ve ruhen, bedenen bitap düşüp, ayrıca bir sürü
gönül darlığı çekip kuvvetten düştükten sonra ücretini
alır. Dahasını söylemek lazım gelirse, kendi gibi birisine
hizmet edip manevi bir çöküntüye uğrar, benliği söner,
bunun mukabili ücretini alır. Fakat yine de bu para tatlı
gelir. Sonu malum. Bu kadar güç işlerden sonra alınan para güzel
yemek olur. Hoş katık, tatlı meyve ve sevilen elbise haline
gelir. Tabii olarak sevinç ve rahat başlar.
Azın azı dahi olsa, dünyanın evveli, üst makama
erinceye kadar acıdır. Misal: İnce ve acı tabaka ile sarılı
bala benzer. Bala ermek için acıyı tatmak asıldır, ancak bu
halden sonra tada erilir ve asıl aranan bulunur.
Her şey sırası ile olduğu gibi acı ve tatlı karışık
da olur. Bunun için acıya sabır, tatlıya da razı olmak
gerekir. Kul sabrını ilâhi emirlere uymakla göstermelidir.
Yasaklardan çekilmek, kaderin akışına boyun eğmek
yerinde olur. Böylece her şey hoş geçer, bilhassa ilâhi
emirlerin gereğini yapar, nefsine ve şahsi arzularına karşı
olursa ömrünün ilk demleri hoş geçtiği gibi, sonu da tamamen
iyiye döner. Gençlik temiz olunca ihtiyarlık da herkes tarafından
saygı ile karşılanır. Herkes
sever, hürmet eder. Böyle
olanın en büyük arzusu dahi yerine gelir. İradesiz süt çocuğuna
yapılan karşılıksız hizmet gibi, hiç kimse bir şey
beklemeden hizmet eder. Dünyası böyle geçtiği gibi, ahireti
daha üstün, daha farklı olur. Çünkü işin acılı
tarafı geçmiş ve her darlığı yenmiştir.
*
Burada hatırlatmak istediğimiz bir durum vardır ki; bu:
Nimetlere aldanmamak ve daima şükür etmektir. Aksi halde insan
Hak’kı gücendirmiş olur. Elindeki nimetleri kaçırır.
Peygamber efendimiz buna işareten:
-“ Nimet ehli değildir. Onu şükürle bağlayınız.
“
Buyurdu. Nimetin şükrü, vereni itiraf etmektir. Nimetin
sahibi ise Allah’tır. Bu durumu her halde görmek lazım.
Her yerde haddi aşmayarak, İlâhi mirler dahilinde hakkı
ödemek gerekir.Zekât, yemin kefareti, adak, fakir ve düşkünlere
yardım gibi şeyleri esirgememekle beraber, gerek borçlu
olanlara ve gerekse zaman zaman,çeşitli hadiseler karşısında
çaresiz kalanlara yardım etmek
yerinde olur. Bilhassa bir hatanın sonunda bir iyilik yapmak,
bolluğa, genişliğe kavuşmaya vesile sayılır...
*
Her nimetin kendine göre şükrü vardır. Mesela: Vücud
sağlığının şükrü, zayıflara yardım ve ayrıca bol ibadet
yapmak olmalıdır. Sonra kötü şeylere bakmamak, kötü yerlere
gitmemek, günahtan sakınmaktır. Sıhhatin ayrıca mal ve mülkün
elden gitmemesi için de bir çaredir. Hakkını gözeterek çaresizlere
elindekinden vermelidir. Aksi halde: Ağaç sulu meyvesini vermez,
yaprakları düşer, tadı kaybolur, sanki yokmuş gibi olur. İlâhi
emirlere uyulduğu takdirde daima iyilik zuhur eder. Her şeyde
bolluk olur. Dünya işleri yoluna girer. Ahirete gelince:
Peygamberler, şehidler, sıddıklar ve salihlerle beraber olunur.
Ayet:
-
“ Bunların arkadaşlığı hoş olur. “
*
Eğer dünya zinetine aldanır ve geçici zevklerin peşinde
olursan her iyilik kaybolur. Hiçbir şeyin sade olmaz. Herşey gözünde
küçük görünür.
İnsan, hoşlandığı hiçbir şeyi bulamaz, fakat yine de
dünyayı bırakmaz.
Her kim dışı süslü, içi öldürücü zehirlerle dolu
olan işlere kapılırsa, onun için söylenecek şey; belanın
yaklaşmış olduğu ve az zamanda geleceği olur. Dünyada böyle
olduğu gibi, öbür alemde de en güç azaba düçar olur.
Her bela bir suçun cezasıdır ve her darlık işlenen bir
suçun karşılığıdır. Buna; bir deneme, bir tenbih
denilebilir. Günahlara kefaret demek de yerinde olur. Büyük
insanlara gelince, onlara bela yükselme sebebi olsa gerek. Çünkü
her belanın sonunda yüksek makam ve ulu dereceler vardır. Zaman
aşımıyla, bela gibi görünen şeyler aslında bir lütuf olduğu
anlaşılır. Her hareket ve adımda yükselme kaydedilir. Çünkü
büyüklerin darlığı perişanlık için olmaz, bilakis daha yüksek
makamlara ermek için bir imtihan sayılır. İmanın hakikatına
ve güzelliğine erip ermedikleri, darlık zamanında çeşitli
sebeplere baş vurmamaları ile meydana çıkar. Böylece Allah
onların sağlam iman sahibi olduklarını kullara anlatmak ister.
İşte bir Hadis-i Şerif:
-“ Sabırlı ihtiyaç sahipleri, kıyamet günü Hak’kın
misafiridir. Dünya ve ahirette Hak’dan uzak olmazlar. “
Dünyada kalpleri hoştur, ahirette ise rahatları artar.
*
Balâ onların kalplerini temizler. Halkın ve sebeplerin
tesiri olamayacağını bildikleri için, Allah’a çok bağlanırlar.
Ona varmak için benlikleri ve şahsi hevesleri bir tuzak olduğu
kanaatine sahip olduklarından yalnız Hak’ka bağlanırlar. İyi
bilirler ki, her şey Hak’dan ve Hak’kındır.
Son şunu diyelim: Bela onlar için nimet demektir...
*
Belanın gelişi iki sebebe bağlanır. Birincisi, yukarıda
da belirtildiği gibi sabırsızlığın ve kötü yolların
tutumu neticesinde olur. İkincisine gelince, yine anlatıldığı
gibi günahlardan temizlenmek için olur. Her iki halde iyi
sabreden için netice hayırlıdır. Bela ne kadar çoğalırsa çoğalsın
sabretmek, taatı ve
ibadeti bırakmamak yerinde olur...
Hal, sabırla devam ederse görülecektir ki; insan
iyilikler ve hoşluklar içindedir. Yani sabır devam ettikçe ilâhi
fiiller zuhura gelir ve her kötülük iyiliğe çevrilir.
İşte... Günler ve aylar devam ettikçe her halde
sabretmek daha hayırlı olur....
|