Yurtdışı

Yeni bir yayın dönemi başladı. Ben 15 Eylül’ü hep yılbaşı olarak düşünmüşümdür. Okulların başlangıcına denk gelir. Yaz tatili bitmiş olur. Artık havalar da serinlemeye başlar ve sıcak yaz günlerinden sonra işlere bir konsantrasyon mümkün olur. Her ne kadar 1 Ocak yılbaşı ise de örneğin Japonya’da uygulamada bir yılın başı 1 nisandır. Nisan’la gelen bahar başlangıcı temsil eder. Okulların başlangıcı, şirketlerin personellerin yeni iş başı yapmaları, mali yılın başı hep 1 Nisan’dır. Çin’de ise Şubat’ın sonları Çin takviminde yılbaşına denk gelir. Beş sene Tokyo’da yaşadıktan sonra tekrar İstanbul’a dönüş kararı aldım. Çevremdekiler için oldukça şaşırtıcı oldu bu karar. Bu kesim insanlarda yurtdışında çalışmaya gitmek, ‘kapak atmak’, gibi bir eğilim varken dönüş kararı pek anlaşılmıyor. Almanya’ya işçi olarak gidenlerle başlayan yurtdışı gurbet anlayışı öyle oturmuş ki sanki çalışma dışında başka sebeplerle yurtdışına gitmek mümkün değilmiş gibi bir bakış açısı bazı kitlelerde yaygın. Geçmişte köylünün işçi veya esnaf kesimine dönüşmesi ancak yurtdışına gitmekle mümkün olduğundan böyle bir kanı yerleşmiş olsa gerek. Lise mezunu olmuş birçok kişinin ise eline bir dünya haritası alıp belli başlı ülkelerin kabaca Türkiye’ye göre yerini tespit edememeleri bir hayli düşündürücü. Bir Avrupa Birliği ülkesinin konsolosluğuna şengen vizesi için gitmiştim. Görevli bayan “Japonya vizeniz varsa o zaten şengen vizesi değil mi?” demişti. Hanım Japonya’yı Avrupa’da sanıyor.

Avrupa’ya gezmeye gitmek ülkemizdeki bazı kesim için enayilik gibi. Çevremde tanıdıklarımdan biliyorum. Aylık sigara ve kahvehanede çay masrafları 200 YTL’nin üzerinde, ancak bu kesim için yurtdışına çıkmak sanki çok pahalı bir eylem. Halbuki üç aylık böyle bir masraftan tasarruf ile bir Paris seyahati yapmak mümkün günümüzde. Bazı diyalogları aksettirmek istiyorum.

Bir gün birisi ile konuşurken şaka ile karışık “tamam masraflarını ben ödeyeceğim hadi seni Paris’e götüreyim” dediğimde:

- Ağbi para kazanmayacaksam ne işim var Paris’te, gibi bir yanıt aldım.

- Ama Paris orası.

- Ağbi ben yirmi yıldır İstanbul’dayım daha Topkapı müzesine gitmedim ki…

Yurtdışı, para kazanma ve zengin olma ile aynı anlama gelmiş durumda. “Okumak için gittim” dediğinizde ise diyaloglar şu şekilde gelişiyor:

- Ağbi  üniversiteyi kazanamadın mı?

-Yok kazandım. Mühendisim. Mastır bile yaptım.

-O zaman ne okumaya gittin ağbi?

-Doktoraya gittim

-Ağbi sen mühendis değil misin? Doktor musun?

-Doktor yani hekim değilim. Doktora yapıyorum, bilimsel araştırma bilime, insanlığa bir katkıda bulunmaya çalışıyorum.

-Ağbi sen çok para kazanırsın?

-Yok kazanmıyorum. Okuyorum, aksine para ödüyorum. Bitirince devlet memuru olacağım.

-Ağbi senin kafan hiç çalışmıyor o zaman.

-Niye?

-Ben ilkokul mezunuyum. İş yerim var. Ev kirama memur maaşı yetmez. Sen hep boşuna okumuşsun.

…………………….

Kitapların bile satış rakamlarına (best seller) göre “iyi” “kötü” olarak değerlendirildiği bir dünya toplumu ile karşı karşıya iken kim haklı dersiniz? Yorum sizin.

Turhan Doğan
turhan-sufizmveinsan@hotmail.com
Tokyo -
27.09.2006
http://sufizmveinsan.com

 


Üst Ana sayfa e-mail