Aşkım galip geldi yüreğim harlar
Aşık
olan arı namusu neyler
Be
hey aşık sana söyleme derler
Ya
ben öleyim mi söylemeyince
Söylemeye gerek var mı, kimin kimde kime söylediğini. Ne
güzel söylemiş etine kemiğine bürünüp de Yunus’un
dilinde. Bu ifadeler, bir halin söze gelişi. O hale
gelince; öncelikle “Aşk” , Cenab-ı Hakk’ın bir
ismidir. Olay Allah’a bağlanınca da otomatikman beşer
üstü bir mutlakiyet kazanıyor. Kur’an’da, dağ
benzetmesiyle bir yönüne dikkat çekilmek istenilen,
kişinin hissettiği vehmi birimsel benliğinin, donuk,
sabit zannedilen konumunu sarsmak suretiyle, sarhoşluk
haline tebdil eden; aslında bunda da başka bir gaye
güden, yani kendisini orada aşikar etmek isteyen /
dileyen Mutlak Varlıktır (o ismin) perde(si)
arkasındaki.
Söze
gelenlerin, halin dışa vurumu olduğu
meselesinde, bu HAL üzerinde isterseniz biraz
daha düşünelim. Biz, söylenilenin yani duyduğumuzun,
gördüğümüzün üzerinde o şekiller, görüntüler kelimeler
olarak durmayacağız. Duyup geçeceğiz, görüp geçeceğiz.
Neden, çünkü beş duyu beynin aracıdır. Beyin ise bu duyu
organlarının algıladıkları sonucu kendisine yolladıkları
sinyalleri değerlendirme / idrak merkezinde
değerlendirir / idrak eder. İdrak manadır, manayı
algılar. İdrak edilenler, idrak denilen şeyin karşılığı
olan manalar, o idrak mahallini üst düzeylere /
boyutlara / idraklara sıçratmak / taşımak içindir.
Yoksa benim oğlum-kızım bina okur, döner döner yine
okur.
Allah semaların ve arzın nurudur
(Nur Sûresi 35.Ayet). Halife olarak meydana
getirildiğimiz şu sahnede = Arzda = sistemimizde
(Güneş Sisteminde) , “Nur”
kuvvesinin kaynağı artık hepimiz biliyoruz ki Güneştir.
Esmaü’l Hüsna’dan olan “Nur İsmi ”, idrakın
kaynağıdır. Yine astroloji / burçlar ilmi
bilgilerimizden hatırlayacağımız üzere yine sistemimizde
“ idrak ” kaynağı da Güneştir. Tasavvuf ehlinin
eserlerinden hatırımızda kalan manalardan yine şunu
çıkarıyoruz; Güneş, Mürid , Kadir, Nur gibi isimlerin
manalarını alemimize yayar. Bu vadilerde öncelikle
bilgilenerek yol almanın görüldüğü gibi EHLİ olmadan
mümkün olmadığını ve bunun şükrünü itiraf eder bir
bilinç ile biz sadede gelelim. Sözü fazla uzatmayalım,
kabuktan öze geçmeye çalışalım. Yine Hakk’ın ilmi
inayeti ile, yoksa ne mümkün.
İdrak, idrakın acizliğini idraktır. İdrak, Allah’ın
idrak edilemeyeceğni idraktır.
Demek ki, çok çok çok üst düzeylere bağlanan bir İDRAK
var.
İdrak, “
irade etme “ anlamına alınmalı. İdrak etmek, Allah’ın
irade etmesi olmadıkça olmayan bir şey. O hususta
idrakın olması, yine o hususta Allah’ın iradesi anlamına
geliyor.
Allah kabul ettirmeyeceği duayı kuluna ettirmez
denildiği gibi, o idrakı da o hususlarda
oluşturmuş olması, orada / o mahalde o konuda irade
etmesi demek oluyor. Tabi boyut farkı
gözetilmeli her zaman; ve ne zaman oluşacak da ne zaman
gerçekleşecek şu aşağıların aşağısı yaşam düzeyimizde bu
hususlar şeklindeki çelişkilere düşmemeliyiz. Boyut
farkı var, ve fiil düzeyinde ortaya çıkışı belli zaman
alacaktır.
Davud Aleyhisselam kıssasını da aynı paralelde düşünmek
lazım. Rabbi ile münâcâta giden Davud Aleyhisselam’ın
yoluna bir kişi çıkar ve der ki; “ Ey Davud,
Rabbine sor bakalım, beni nasıl bilir, ne kadar sever”.
Dönüşte cevap verir Davud Aleyhisselam, dedi
ki Rabbim : ” Kalbine baksın, beni ne kadar / ne
düzeyde seviyorsa, ben onun kalbinde nasıl isem, , o da
benim indimde aynen öyle”.
İdrak, ufukları açıyor. Her bir idrakta, idrak
mahallindeki tespitlerle artık olay, ilim haline
dönüşmüş oluyor
ve gaye hasıl oluyor böylece. Zira bu idraklar da araç
idi. Tıpkı, izafi-göreceli gayblar ve Mutlak gayb
konusunda olduğu gibi.
Ve
biz kesinlikle biliyoruz ki, ilim varsa (bir
konuda), o ilim, muhakkak gereğini yerine getirecektir.
Zira, kudret, malum, tüm eşya / şeyler ilme
tâbidir. Bu Allah’ta böyledir. Biz sırtımızı
nereye dayadığımıza dikkat edelim. “B” sırrı ile,
Hakikatimizdeki Allah’a mı, yoksa zanlarımızdaki
ilahlara mı ?
Kişide görülen idrakın, Allah İradesine
dayandırılması / bağlanması şu şekilde gerçekleşiyor:
İnsan bir esma terkibi şeklinde algılamalara zahir olmuş
olabilir. Ancak insan, Hz. Muhammed’den
bize ulaşan ayrıcalıklı ilim ile biliyoruz
ki, bir yönüye esma terkibi olmasına rağmen, diğer
yönüyle terkipsellikten öte / münezzeh bir yapıdır.
Bu yönü onun halifelik vasfıdır. Belli yönü ile sistem
sahnesinde, beşer misali / misli, androidmişçesine bir
görüntü verebilir. Ama, “B”ünyesinde barındırdığı o
meşhur “B” sırrı ve ihraz ettiği (tekrar
söylüyorum izhar değil ) ilahi hüviyet ile
alemlerden / sistemlerden GANÎ vasfa sahiptir.
Bunun ilmi idraklara ulaştırılmaya çalışıldığı süreçte,
aşırı sevgi ve şaşkınlıkla gözler değil ağızlar açıldığı
için; tiren geçip gidince, bugün artık olayın hiçbir
tarafı doğru dürüst değerlendirilemiyor. Ve sonuçta
elde, araç mı amaç mı olduğu dahi kestirilemeyen sevgi,
tahrif edilerek fanatizme dönüşmüş bir halde gönüller
kırmada başa oynuyor.
Biz
yine de sevgi, saygı ve tefekkürle kalalım, ama
olduğumuz yerde değil. |