"- Yâ Gavs-ı Â'zâm!.. dedi Allah.
-Lebbeyk Rabbi Gavs, dedim.
-Nâsût ile melekût arasındaki her tavır şerîat; melekût
ile ceberût arasındaki her tavır tarîkat; ceberût ile
lâhût arasındaki her tavır da hakikattır!.."
Nâsût
âlemi, bildiğimiz beş duyuya hitâb eden madde âlemidir.
Melekût
âlemi
ise beş duyu ile algılayamadığımız soyut varlıklar
âlemidir. Meleklerin çeşitli türleri, cennetler ehli hep
bu sınıftır.
Ceberût
âlemi
ise esmâ ve sıfat âlemidir. Yani isimlerin ve sıfatların
manâlarını teşkil eden âlemdir.
Lâhût
ise Zât'ın âlemi’dir.
Ve;
İnsan bedeni itibariyle nâsût âlemi’nde
yaşar...
İnsan ruhu itibariyle melekût âlemi’nde
yaşar...
İnsan vasıfları itibariyle ceberût
âlemi’nde yaşar...
İnsan "zâtı" itibariyle lâhût âlemi’nde
yaşar...
Çünkü;
"Allah, Adem’i kendi sûreti üzere yaratmıştır"
Bizim bugün, ibarelerde yer alan “yaratma” kavramını
gerçeği/hakikati itibariyle yeniden ele almamız
gerekmiyor mu?
Yine ,1970 yılında yazılmış RUH İNSAN CİN kitabında,
şöyle bir ifadesi var Üstad Ahmed Hulusi’nin:
“Eğer
bir kişi, "bilinç" boyutunda kendini bulabilirse,
hem kendisini "kozmik bilinç" boyutunda tanımış
olur, hem de ışık hızının çok çok üzerindeki "düşünce
hızına" ulaşır ki, bu boyutu yaşamanın
hâlini dil ile ifade etmek âdeta imkânsızdır.”
1999 yılında ise şöyle diyor Üstad, “Kuantsal Boyut Ve
Genler” yazısında:
“…….
“-Biz
her şeyi çift yarattık; umulur ki tezekkür edersiniz!”
“-Bütün
çiftleri yaratan, gemi ve hayvanlarınızı yaratan…”
“-Subhandır
O ki, hepsini çiftler hâlinde yarattı; yerin
bitirdiklerinden, nefislerinden, ve bilmediklerinden!”
“-Onları
ve zürriyetlerini dolu gemilerde taşıyoruz!”
1970 yılında yazdığım “RUH İNSAN CİN” isimli
kitap ile 1995 yılında kaleme aldığım “TEK’İN SEYRİ”
kitapta Kuantum fiziğinden evrenin
holografik yapısından söz etmiştim bir miktar…
Kur’ân’ın,
bu konulara nasıl işaret ettiğini elimden geldiği
kadarıyla anlatmaya çalışmıştım özellikle “TEK’İN
SEYRİ” isimli kitabımda; bilmem okumuş muydunuz?
Algıladığımız madde boyutunun ve her “şey”in orijini ve
hakikati, aslı olan Kuantsal boyutta-evrende, her
parçacık ÇİFT olarak vardır.
Kuantsal boyut olan, “RÛH” ya da “Rûh-u Â’zâm”
ismiyle tasavvufta işaret edilen mertebe, tüm
algıladığımız ya da algılayamadığımız her şeyin hakikati
olan TEKİL bir yapıdır; ve “Vitriyet”
mertebesidir; ki, bundaki bilinç “her an yeni bir
şân'dadır”; kuantların her anki değişkenliği
dolayısıyla!.
Tüm Kuantlar bir çift hâlinde ve algılayana göre foton
ya da dalga biçiminde yaşamlarına devam etmektedirler…
Her an birbirleriyle iletişim hâlindedirler biri
galaksinin öbür ucunda olsa bile!
Kuantsal evrenin kuantları, bizim algıladığımız hayvan
boyutun (bedensel boyut) genleri gibidir!.
Öyle “Uzay gemi”leridir bunlar ki; “kuantsal
uzay”dan ışık hızıyla madde boyutumuza “anlam”
yolcularını taşır!.
Nefislerinizden, yâni varlığınızı oluşturan
genlerinizin –çiftlerin- eseri olan bilinç
dalgalarınızdan da, gene çiftler hâlinde
kişisel ruhlarınızı yani ebediyet bineklerinizi
yaratmaktadır… Ve daha bilmediklerinizi!
Kuantsal boyutta her şey tek bir şuur
hâlindedir.
Bu tekil şuur, “ilk akıl”=“Aklı Evvel” diye
tanımlanmıştır.
Kuantsal boyut, “Hayat” sıfatının ta
kendisidir!.
Esasen her şey, Kuantsal boyutun kendi kendisini
“seyr”inden ibarettir!.
Bu boyutta zaman ve mekân kavramı yoktur!.
“İnsan” kendi hakikatine yolculuğunu tamamlarsa,
kendi derûnu doğrultusunda; “ben” kalmaz,
seyreden “Kendi” olur Kendini!. “
Hz. Muhammed’in diğer Rasul ve Nebilerden farkı nedir?
İlim, gerçek manada, tafsile getirilebiliyorsa, batın ve
zahir vecihlere tam bir hakimiyet ile dökümü uyarlanması
yapılabiliyorsa ilimdir. Zaten ilim gerçek manasıyla tüm
bu vecihlerin üzerindedir.
Böyle olunca, Hz. Muhammed’in ayrıcalığının, Allah’ın
Zatı hakkındaki ilmi de tebliğ etmesi olarak ifade
etmeye çalışmak, doğru ve yeterli cevap olmayacaktır.
Yukarıdaki bölümleri beraberce düşününce, mana
itibariyle cevap şu olur: Muhammedî ilim, insan
adlı varlığın, bir esma terkibi yani yoktan var olmuş
ama ilahi esmanın bir terkibi hal almasıyla ancak var
hükmünü almış, müşahhaslaşmış bir varlık olduğunu; yine
insanın, diğer bir yönü ile de esma terkibi olmadığını
yani bu şekilde varlığa çıkış özelliklerinin çok
ötesinde ve fevkinde vasıfları da haiz, ve tüm bu
özelliklerden de mücerred bir yapı olduğunu idraklara
ulaştırır. Hz. Muhammed’in farkı budur.
Evet olay yalnızca ilimde, tabiri caizse hayalinde olup
bitmektedir. Böyle olunca da senarist, senaryo,
oyuncular, dekor, tüm zamana ve mekana ait olan her bir
şeyin kendisi olması hasebiyle tam burada tüm rolleri
üstlenen, STRİNGLER olacaktır. Ve burası, kuantsal
tekillik boyutu, zerre ve küll ayrımı olmayan TEK bir
boyuttur.
Salt bilinç (Ruh-u Azam) boyutunun çıktısı olan beyin ve
o beynin çıktısı olan bilincimiz. İnsanlar uykudadır,
ölünce uyanırlar. Biyolojik anlamdaki uykuda, bildiğimiz
anlamda rüya da yoksa, benlik bilincimizi dahi
hissedemez durumdayızdır. Beynin orijini olan salt
bilinç boyutu, yine beyindeki kapasite, yani belli hücre
gruplarının, belli devrelerin çalışıp çalışmamasına
bağlı olarak bilincimizi ve bilincimizin kapasitesini
oluştururken, yine aynı sistemle kendini-özünü tanıma
tanıyamama hallerini de bu durum belirlemektedir. Bunun
kaba manada misali, uykuda devre dışı kalan beyindeki
belli bölge itibariyle uyku dediğimiz bir şekilde
kendimizi (birimsel manada) bilip hissedemiyor
olmamızdır. Aslında bu çok net bir şekilde bizim
olmadığımızı gösteriyor ama neyse, biz yine öbür
vecihten devam edelim düşünce paylaşımımıza.
TEK bir boyut olan STRİNG boyutu gerçekliği ile biz
yaşamımızı değerlendirirsek; birimsellik bilinci ile
kendi farkındalığımızda olsak veya olmasak da, diğer
anlamda uykuda olup kendimizi tanımaz durumda olsak da,
bu tek boyut olarak ilmi, iradesi ve kudreti ile, beyin
adı altındaki işlerliği görüyor, biliyoruz. Her bir
işlerliğin de bir ürünü, hasılası olur. Ve bu hasıla da
yine tek boyut mantalitesi paralelinde tekillik kapsamı
ve bünyesindedir. İçi, dışı, ötesi yoktur bunun. Bu ise
bana göre bizim düşünce dünyamızdır. Tüm boyutları,
mertebeleri, stringlerdeki içselliği veya dışsallığı da
oluşturabilen dönüşümler şeklinde TEK BİR BOYUT
gerçekliğinde buluşturan boyut, düşünce boyutumuzdur.
Stringlerdeki dönüşümlerin mahiyeti ve sonucu olan
düşünce kapasiemiz ise o TEKin ilmi ve iradesinden başka
bir şey değildir. Tekillik boyutundaki manaları bize
taşıyan genler, hücrede(nöronda) belli bir işlerlikle
ortaya çıkıyor. Beyin bioelektrik faaliyet ile bunu
bizde bilincimizde açığa çıkarıyor. Genler ışık hızıyla
anlam yolcularını taşır bize tekillik boyutundan
denilirken, düşünce hızının ışık hızından çok üstte
olduğu da ifade edilerek, idraklar bir yerlere
ulaştırılmak isteniyor.
Ama bunda da konuşulacak ne varmış canım, bu biziz,
düşüncelerimiz, işimiz, gücümüz..vs. aşk olsun yani
bunun teklik ile ne ilgisi varmış dediğinizi duyar
gibiyim. Zaten böyle gerçekleşiyor ya öteye atma denilen
şey de. Düşüncelerimizde, düşüncelerimiz olarak, düşünce
dünyamızda olan belirl(en)iyor her şeyi, çok gizli veya
çok açık bir şekilde ve her bir an. Ve o anında-an
içre-“AN”da (seriü’l-hisab olarak) görülen hesabı,
“görücü olarak nefsiniz yeter”, “siz nefsinize hesap
vereceksiniz” ifadeleri hep bu TEK boyut olarak var olan
işlerliği anlatıyor kanaatimce. Yani bilemiyorum, böyle
düşünüyorum. Biz düşünelim, ehli tesbit etsin, doğrusu
yanlışıyla. |