Diyelim ki, bir yazı okuyorsunuz. Eğer yazıyı gerçek
manada “oku”yabiliyorsanız, yazarının o ibarelere
yüklediği anlamları deşifre ediyorsunuz demektir.
Dolayısıyla en basitiyle; okunan bir yazı, deşifre
edilen anlam yüklü ibareler, bir şekilde aşina
olduğunuz, nüfuz edebildiğiniz üslup, sizi doğrudan
yazarına taşıyan basamaklar olacaktır. Bunun dışsal ve
içsel yaşantılarda aynen geçerli olduğunu düşünüyorum.
Önemli bir husus da şu ki, okumak için yönelinen şeyin,
hangi boyuta ait bir idrakın eseri olduğudur. En azından
HAKKIN-SABRIN tavsiye edildiği düzey, terkip kayıtlarını
kırmak yolunda fayda sağlayacaktır.
Evrensel Sırlara götüren yaşam tarzı ise, Kur’an ve
Hadislerin ışığında, buradan yansıyan Evliyaullahın
yaşamları ve dile getirdikleri ile topyekun bu ışık
tutulan GERÇEĞİN okunmasıdır. Haddimizin/hadlerin
aşılıp/aşılamaması hassasiyeti ile beraber, şunu da
ifade edelim; ışık, tutulduğu yeri gösterme gayesini
güder. Noktanın projeksiyonunda, nokta kendisini
sergiler. Projeksiyonda seyredecek olan ise, noktadan
hiç ayrılıp kopmamış, noktadan hiç açılmamış,
saçılmamış, “cahillerin (?) çoğaltmadığı” NOKTADAKİ
İLİM’ dir.
Elif’e Ba’ ya-alfabeye- , kelimelere, cümlelere,
yazılara varlık veren de; o varlığı, pardon
yazıyı-noktalama işaretleri adı altında- canlandırıp ona
hayatiyet veren de yine NOKTA.
“Allah kime hayır murat ederse, ona dînde derin anlayış
verir" (Ayet)
-Soru : “Bir insansı, bu ilim ile ilgilenir mi?”
-Üstad: "Evet, ama derin tefekküre giremez"
Bu iki ibarenin, ifade ettiği “MANA/RUH/NOKTA” dan
projekte olmuştur her ŞEY ve bizim, bazı şeylerin
(İLİM), bazı şeyleri (malum) mutlaka meydana
getireceğini; bazı şeylerin de bazı şeyleri kesinlikle
oluşturamayacağını anlamamız gerekiyor.
Bugün şuna benzer bazı ifadelerle karşılaşabiliyoruz:
"Biz buna boyut dedik daha önceleri... Ama boyut deyince
öteledik, o sebeple artık boyut da demiyoruz, bilincin
bakış açısı diyoruz."
Biz ise, bundan yıllar önce
tasavvuf/ilim sohbetlerinden hatırlıyoruz ki;
"Boyut/boyut farkı denilince idrak anlaşılmalı, idrak
farklılığı/düzeyleri anlaşılmalı" Ve
hafızalarını hemen yoklayıveren arkadaşlarımıza
hatırlatmayı bir borç biliyoruz.
Lütfen, isimle resimle,
musluklarla değil, sadece su ile ilgilenelim. Bunu
KENDİmiz için yapalım. Zira yine biliyoruz ki, benim,
senin/sizin, tüm isim ve resimlerin /şahısların aynı ile
yerine geçip kullanılan ve işlerliği olan bir “zamir”
vardır dilimizde. Evet “o” zamiri. O ise “KENDİ”
denilendir. Her DAİM sende/bende işlerliği söz konusu
olan “BİR BEN” yani “O”.
“MÜ’MİN” kelimesiyle işaret
edilen vasfa sahip olan, ilmi yitiği bilir ve
nerede/kimde bulur (duyarsa) alır. Aksi tavırların
sergilendiği mahal ve meclislerde başka vasıflar
hakimdir.
“Kabul etmeyeceği duayı
kuluna ettirmeyen ALLAH”, İLMİN idrakını niye/ne
hikmetle verir acep?.. İlmini/yaşamını demiyorum;
idrakını diyorum. Zira, önce dua sonra ise icabet
oluşuyor değil mi? Dua eden de icabet/tahakkuk eden de
ayrı/gayrı ve ötede değil, değil mi?
Bakın ne diyor Şems-i Tebrizi,
“MAKALAT” adlı eserde;
“Henüz ergenlik çağına
gelmemiştim. Muhammed(î) aşk(ı) ağır basınca, yemekten
içmekten kesilirdim. Bu halin otuz kırk gün sürdüğü
olurdu. Babam bir gün bana dedi ki:
“Oğul, bu ne hal, nasıl bir
yoldur, bu yolun sonu nereye varır, ben bu halden
korkmaya başladım”
Ona dedim ki; ”Babacığım, benim
seninle babalık-oğulluk ilişkimiz neye benziyor, biliyor
musun?.. Bir tavuğun altındaki yumurtaların arasına bir
kaz yumurtası karışmış, zamanı gelmiş yumurtalardan
civcivler çıkmış, büyümüşler. Bir gün analarının
arkasında bir göl kenarından geçerken, kaz yumurtasından
çıkan atlamış suya, başlamış yüzmeye.. Tavuk “eyvah”
demiş, “gitti yavrucuğum, helak olacak, ölecek, ne işin
var senin suda!..”
Babacığım, o kaz yumurtasından
çıktı ve onun fıtratı suda yaşamaktır, yeri yurdu
sudur..”
İşte bu konuşmadan sonra babam
rahatladı ve beni de rahat bıraktı, diyor Tebrizli ŞEMS.
O yaşta o hali, hangi çalışma,
hangi amel, hangi sistem oluşturmuştur? Allah’ı bize
anlatılanı kadarıyla veya anlatılsa bile bizim
anladığımız kadarıyla kayıtlamayalım. O “iki kap ilim”
bizde de potansiyel-kuvve olarak mevcut. Hepimiz kabımız
kadar su alıyoruz deryadan. Artık, VEHMÎ BENLİK
KELLEMİZİ uçuracak olan öbür kaba burun kıvırmayı bir
bıraksak diyorum.
Sevgi, saygı ve tefekkür ile
kalınız. |