Savaş Eren
 

İnsan, anasından emdiği sütü inkar eder mi ? Gel gör ki süt, ilimdir; NUR da ilimdir.

O  ana, “mürebbiyesini” doğurmuş olsa, ana kitap = sünnetullah yani  sistem  gerçeğine  rağmen, ind-i ilahîde yani, O SALT–ANA  yapıyı dahi  “dilediği gibi  ilmi(nde)  ile  evirip çeviren”   ZATIN indinde-İLMİNDE, belki  kabul  görebilecek.

Söylüyoruz, bu bir tez, öylesine parlamış bir fikir değil. Bizim artık bu saatten sonra ayaklarımızın-idrakımızın tüm boyutlara, pardon yere basması ve böylece otokontrolü sağlayabilmemiz gerekiyor. Bu, bu ümmetten beklenen bir düzey.

NÛR-U  MUHAMMEDÎ, adım adım asırların ÖZünden,  insan türünün düşünce dünyasına geldi yerleşti.

Dekor tamamlandı neredeyse..Batıdan doğan GÜNEŞ,  O  NUR-U  MUHAMMEDΠ sayesinde her daim ışık  saçtığını itiraf ediyor-edecek.

Bu sahnede, dînî bilgileri ezberleyip nakletmeyi ilim sahibi olmak sanan sûretâ insan hakikatte ise bir teyp olanlara; halife olduğunu öğrenmiş, ezberlemiş bilgisini ama, gerçekte bir “sistem androidi” olduğunu da lîsan-ı hâlleri olan yorumları-saldırıları ile ortaya koyanlara yer yok maalesef. Yok olan ise zaten YOK. Yani problem yok.

Şimdi şöyle bir kendimize dönersek eğer, aynı orijinal NÛRU-İLMİ dillendiren Seyyid Abdülkerim CİYLİ ‘ nin, İNSAN-I KAMİL adlı eserindeki, Sıfat Tecellileri bahsindeki  KUDRET  Tecellisi, SALSALA-İ CERES bölümü, yine aynı eserdeki  “VARLIĞIN ÖZÜNDEKİ RUH “ bahsi incelenirse; ayrıca yine eserde geçen, “varlık, ilim  (bilgi)   ve   kudret  (güç-kuvve)    denilen iki özellik ile vardır. ULÛHİYET  vasfı ,  varlığın özündeki öz, kaynak mertebedir”  şeklindeki ifadelere  dikkat edilirse ortaya şu gerçek çıkar.

Bugün artık bu gerçekler, Seyyid Ahmed HULÛSİ ’ nin eserlerinde YENİ şekli ile, özetle şöyle açıklığa kavuşturuluyor : ” Geçmişte, Allah’ın  KUDRETİ diye ifade edilmiş, tüm bu algılanan varlığın özü olan SALT ENERJİ-DATA-STRİNG  boyutu, SALT ENERJİ DENİZİ (ki Tasavvuf yaşamında-eserlerinde “varlığın özündeki  RUH “ şeklinde tesbit ve ifade edilmiş) ; bu  ANA yapıyı dahi  İLMİNDE,  İLMİ  ile SEYREDEN ,  (şaşmamak lazım, bu özne her zaman GİZLİ olmuştur) ,  bize hayal içinde hayal içinde hayal  şeklinde bir yaşamı sunmuş. Bu üç aşamalı “hayal” sonucunda, yani, salt enerjinin çıktısı olan beyinde, onun da çıktısı olan  bilinci  ile kendisini şu yaşantıda bulan insan, bu şeklide bir yarım daire ile kendisine ulaşan düzeyden, önce, “men arefe” sonra “mübdi marifet”, daha sonrasında “mutu kable” aşamalarıyla, bilincinde, gelip o “SALT-KUDRET“ kapısına dayanacaktır. Damla-katre, deryaya-denize ulaşacaktır. Bu hakikatin, Mülhime-Mutmaine-Radiye bilinç aşamalarında, ilham, keşif yollu algılanışı olan  hissî-keşfî ama hakikatin mecazı olan yaşamdan, eğer sıçramak mümkün olursa Mardiyede fetih  yollu, O  KUDRET  ile  TAHAKKUK  ve  TASARRUF yaşamı olan “HAKİKATİN GERÇEK SOMUT YAŞAMINA” ulaşıIabilecektir.”

Ayrıca  Üstad’ın ,  kendilerine has  ÜSLÛBUNDA , bugün şu  gerçek  de   TAHAKKUK  etmiştir ki : “ Salt-data-ESMA boyutu, ZATIN ilminde, ilmiyle, hayal hükmünde olarak vardır. Öyleyse MADDE yoktur, EF’AL yoktur. Bu ESMA ‘nın sonsuz dönüşümleri demek olan  TEK BİR  YAPI  VE  YAŞAM  söz konusudur.”

TASAVVUF,  birisi afakî ,  diğeri enfüsî  bakış açısı olan bu yaşamları da sînesinde barındırıyor.

Son söz, Şâh-ı Velayet Hz. Âli ’ den : “ Aah şu sînemde öyle ilimler var ki , taşıyacak ER bulsam da anlatsam..”

Sevgi, saygı ve tefekkür ile kalınız.

 

 
 
İstanbul -12.06.2007
 http://sufizmveinsan.com