» 1-50
» 51-100
» 101-150
» 151-200
» 201-250
» 251-300

» 301-350
» 351-400
» 401-450
» 451- 500

Bunları Biliyor musunuz X


451- FAZLA TUZ BEYİN KANAMASI RİSKİ VAR

Çok tuzlu besinlerle beslenmek, beyin kanaması ve kalp-damar hastalıkları riskini artırıyor.
Araştırmacılar, günlük tuzlu yiyecek tüketimi ile beyin kanaması ve kalp-damar hastalıkları arasındaki ilişkiyi incelemek üzere 170 binden fazla kişinin katıldığı 3,5 ila 19 yıl süren 13 araştırmayı değerlendirdi.
Sonuçları `British Journal of Medicine` dergisinde yayımlanan kapsamlı araştırma, çok tuzlu besinler tüketmekle beyin kanaması ve kalp-damar hastalıkları riski arasında doğrudan bağlantı olduğunu gösterdi.
Fransız`Le Nouvel Observateur` dergisinin internet sitesinde de yer alan konuya ilişkin makalede, bilim adamları, günde 5 gramdan az tuz tüketiminin beyin kanaması riskini yüzde 23, kalp-damar hastalıkları riskini yüzde 17 indirdiğine dikkati çekti.
Ekmek, bisküvi, sucuk, salam, sosis, peynir, pizza, sandviç, sos, kek, çörek ve hazır gıdalarda tuz oranının fazla olduğunun belirtildiği makalede, tarım-gıda sanayisinde tuzun, besinlerin tadını, görünüşünü güzelleştirmek, kıvamını ayarlamak, ömrünü ve bazen de gramını artırmak gibi birçok amaçla kullanıldığı vurgulandı.
Makalede, tuzun yüksek tansiyonu tetiklediği, bunun da kalp-damar hastalıklarına zemin hazırladığı uyarısında bulunulurken, kalp yetmezliği ya da böbrek hastalıkları olanlar ile şeker hastalarının tuz kullanımına çok daha fazla dikkat etmesi gerektiği belirtildi.


Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
30/11/2009

452- Ellerinizi ılık suyla yıkayın

Grip salgını sebebiyle el yıkama alışkanlığının arttığını söyleyen uzmanlar, yıkamada çok sıcak ya da soğuk su yerine ılık su kullanılmasını tavsiye ediyor. Alkollü dezenfektan, ciltteki tahrişleri artırdığı için tavsiye edilmiyor.
Grip salgını yüzünden insanlar ellerini daha çok yıkamaya başladı. Ancak, el yıkarken kullanılan sıvı sabunlar ve anti bakteriyel ürünler elleri tahriş edebiliyor. Göztepe Medical Park Hastanesi'nden Dermatoloji Uzmanı Dr. Canan Savaş İyigün, ellerini sık yıkayanlara çok sıcak ve çok soğuk sudan kaçınmalarını öneriyor. Dr. İyigün, alkollü dezenfektan kullanımının ellerdeki tahrişleri artırabileceğini ifade ediyor. Eldeki tahrişlerin, kuruluk, soyulma, parmak izlerinde silinme, çatlaklar, sızlama şeklinde belirtilerle ortaya çıkacağını ifade eden İyigün, tahriş olan deride alerjik etkilerin daha çabuk ortaya çıkacağını söylüyor.
Kaşıntılı, sulantılı, kızarık döküntülerin el egzaması belirtisi olduğunu dile getiren Dr. İyigün, egzamadan korunmak için tahriş edici ve alerjik maddelerden uzak durulmasını istiyor. İyigün'ün tavsiyelerine göre elleri sık sık yıkayanlar ılık su ya da içi pamuklu eldiven kullanmak gerekiyor. Eller terlemeden eldivenleri çıkarmak cilt sağlığı için önem taşıyor.
Cildin yıkama ile kaybettiği doğal yağların yerine konmasının önemli olduğunu vurgulayan Dr. Canan İyigün, cilt kuru hissedildikçe ince bir tabaka halinde nemlendirici krem uygulanmasını öneriyor. Eller yıkandıktan sonra nemli iken uygulamanın daha etkili olacağını kaydeden İyigün, alerjik hastaların dermatologlarının önerdiği ürünleri kullanması gerektiğini ifade ediyor.

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
01/12/2009

453- Beynin kimyasını bozan olay
Tek eşliliğin beyin kimyasını değiştirdiği tek eşlilik bozulduğunda beynin kimyasının da bozulduğu ortaya çıktı.
ABD`de fareler üzerinde yapılan bir araştırma, tek eşliliğin beyin kimyasını değiştirebildiğini ve bunun sonucunda da ayrılığın depresyona yol açtığını ortaya koydu. Emory Üniversitesinden Nörolog Larry J. Young, araştırmasında, yakın tek eşli ilişkilerin, sadakati sağlayan `kortikotropin` (CRF) maddesinin salgılanmasına yardımcı olduğunu belirledi. CRF`nin, çiftin ayrılması durumunda depresyona yol açtığı görüldü. Aynı kimyasal maddenin insan beyninde de bulunduğunu belirten Nörolog Young `Karşılıklı sevgiye dayanan bir çift oluşturduğunuzda, beyin kimyanız değişir. Eğer partnerinizi kaybederseniz, bunun beyinde dramatik etkisi olur` diye konuştu.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
02/12/2009

454- Holografik beyinler geliyor!

Her şey Ayşe Arman'a gelen bir e-posta ile başladı. Sevda Sipahioğlu Bakankuş, Arman'a yolladığı mektupta, 12 yaşından küçük kızının ilginç yetilere sahip olduğunu; yerin altını görebildiğini, beyninde klasörler açabildiğini, kayıt yapabildiğini ve dahasını yazdı. Arman da bunu köşesine hayretler içinde, 'Sizce gerçek olabilir mi' başlığıyla aktardı. İşte o yazı:
Sizce gerçek olabilir mi?
BU mail’i, kendi çalışmalarımla ilgili bilgi vermek için yazıyorum. Çok çok ilginizi çekeceğini düşünüyorum. Hatta eminim.
Biz yepyeni bir teknik üzerinde çalışıyoruz. Bu tekniğin adı, ‘holografik beyin teknikleri’. Kızlarımla çalıştık, şu anda 12 yaşındaki küçük kızım, kapalı gözlerle görüyor. Yerin altını, suyun altını görebiliyor. Beyninde klasörler açıyor, kayıt yapıyor, geri çağırabiliyor. Resimden kişilerin yaşayıp yaşamadığını söyleyebiliyor. Beynine navigasyon kurup, yön tespiti yapabiliyor. Renkleri kapalı gözlerle görüyor. Hatta, karşısındaki bazı kişilerin hastalıklarını bilebiliyor. Evrende, gizli hiçbir şey yok. Konuştuğumuz her şey, geçmişte yaşanan her şey, konuşulan her şey, kayıt altında. Bizler de belli enerji normlarına gelerek bu bilgileri okuyabiliriz. Tüm bu deneyimleri sizinle paylaşmak isterim, kızımla da tanıştırmak isterim.
Sevda Sipahioğlu Bakankuş
* Bu mail’i okuyunca ne mi yaptım? Tabii ki hemen Sevda Hanım’ı aradım, “Ne zaman buluşuyoruz?” dedim. “Ne zaman isterseniz!” dedi. Siz bu satırları okurken, biz onunla ve kızı Zeren’le buluşuyor olacağız. Rusya’da 160 tane bu teknikleri öğreten okul varmış, bu bir tür kişisel gelişim programıymış. Ben “dan” diye “Pek inandırıcı gelmedi okuduklarım, uydurmasyon duruyor” dedim. “Yarını bekleyin o zaman” dedi. Ve ekledi: “Nasuh Mahruki’ye bizi sorabilirsiniz, AKUT’a da eğitim verdik.” Ben tabii yemedim içmedim, Nasuh’u aradım ama Filipinler’demiymiş neymiş, bulamadım. Yarın olanları size hemen aktarırım. Yanıma yaşayan, yaşamayan bir sürü insanın fotoğrafını almamı istedi. Ben de alacağım... Dur bakalım...

Kaynak; hurriyetmax.com

www.sufizmveinsan.com
03/12/2009

455- Intel'den 48 çekirdekli işlemci

İki bilgisayarda denenmekte olan 48 çekirdekli işlemci sadece bir pul büyüklüğünde.
İşlemci üreticisi Intel, bir pul büyüklüğündeki silikon tabana 48 mikroişlemci çekirdeği sığdırmayı başardı. ’48 çekirdekli’ çipte 1.3 milyar transistör bulunuyor.
Single-chip Cloud Computer (SCC) denilen çipteki her bir işlemci çekirdeğinin, teorik olarak, ayrı bir işletim sistemini çalıştırabildiği belirtildi.
Şu anda piyasada satılan en gelişmiş işlemcilerde 4 çekirdek bulunuyor. Intel ile en yakın rakibi AMD, 2010’da piyasaya 6 çekirdekli işlemciler sürmeyi planlıyor.
Intel, 2007 yılında 80 çekirdekli Polaris işlemcisini üretmişti. Sayısı daha az olsa da 48 çekirdekli SCC’nin getirdiği fark, Windows ve Linux tabanlı yazılımları da çalıştırabilmesi. Intel’in açıklamasına göre SCC işlemciler, 64GB’ye kadar DDR3 belleği destekleyebiliyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
04/12/2009

456- Çocuklarda öksürüğün en `doğal` tedavisi

Boğazını bal ve soğan karışımıyla yumuşatın:
Bu karışım öksürük ataklarını yavaşlatan ve çocuğunuzun akciğerlerindeki tıkanıklığı hafifletmeye yardımcı anti-inflamatuvar etki sahiptir. Karışımı hazırlamak için, doğranmış kuru soğan ile bir çay kaşığı kekik yaprağı ve bir bardak balı karıştırın. Karışımı bir tencereye koyun ve yumuşayana kadar ısıtın. Çocuğunuzun sevdiği bir yiyeceklerin içine birer çay kaşığı dökün. Kalanı buzdolabına koyup, gerektiğinde kullanabilirsiniz. Bu öksürük tedavisi, büyük çocuklar içindir. Bebeklerde botulizme yol açması nedeniyle, bir yaşın altındaki çocuklara asla bal vermeyin.

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
05/12/2009

457- KALBİN EN İYİ DOSTU, BADEM

Mayo Clinic uzmanlarının, "gözyaşı" şeklinde tanımladığı bademin tam bir magnezyum, demir, kalsiyum, lif ve bazı kanserlerin gelişmesini ve kansızlığı önleyen, vücudun enerji üretiminde önemli rol oynayan ve doku onarımına yardım eden riboflavin içerdiği ifade ediliyor.
Bademin bir porsiyonunda (23 adet) 75 miligram kalsiyum bulunuyor. Ayrıca, yine bir porsiyon badem, günlük alınması tavsiye edilen E vitamini ihtiyacının yarısını karşılıyor. Tüm kuruyemişler gibi badem en iyi bitkisel protein kaynaklarından biri ve kalbin "en iyi dostu". Badem yağı doymamış yağ olması nedeniyle kandaki kolesterol düzeyini düşürmeye yardımcı oluyor.

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
07/12/2009

458- DÜŞÜNCE GÜCÜYLE HAREKET EDEBİLEN ROBOT EL

Avrupalı bilimadamları, kolu kesilen bir kişiye düşünce gücüyle hareket edebilen robot el taktılar.
Bilimadamları, bir ay süren deneyde, ilk kez bir hastanın, sinir sistemine bağlanan biyomekanik eliyle, düşünce gücünü kullanarak karmaşık hareketler yapabildiğini bildirdiler.
İtalyanların başını çektiği bilimadamları ekibi Roma`da yaptıkları basın toplantısında, trafik kazasında dirseğinden itibaren sol kolunu kaybeden Pierpaolo Petruzziello adlı hastanın koluna geçen sene elektrodlarla protez bağladıklarını, elektrodların bağlı olduğu bir ay süreyle hastanın parmaklarını hareket ettirmeyi, yumruk yapmayı ve eşyaları tutmayı öğrendiğini anlattılar.
Bilimadamları, deney süresince protezi kola takmadıklarını sadece elektrodlarla bağladıklarını vurguladılar.
Basın toplantısında 26 yaşındaki Petruzziello`nun konsantre olarak elini nasıl hareket ettirdiğinin görüldüğü bir video da gösterildi.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
08/12/2009

459- İnsan beyni taklit edilebilir mi?

Harvard ve MIT'den bilim adamları, insan beyninin görsel verileri işleyişi taklit eden bir bilgisayar geliştirebilmek için kolları sıvadılar. Bilim adamları bu amaca ulaşmak için biyolojiden yardımn alıyorlar.
Harvard ve MIT'deki araştırmacılar, belki de imkansız bir hedefe ulaşmak için ortak bir çalışma başlattılar. Kurulan araştırma ekibinin hedefi insan beyninin, gördüğü nesnelerin ne olduğunu algılayabilme yeteneğini taklit etmek. Yani bir insan nasıl gördüğü bir nesnenin ne olduğunu algılayabiliyorsa, bilim adamları da bunun bilgisayarlar tarafından yapılabilmesini sağlamaya çalışacaklar. Ancak bunu yapmak, söylemek kadar kolay değil.
Araştırmacılar, insan beyninin bu yeteneğini bilgisayarlarda kullanabilmek için moleküler biyolojide kullanılan tekniklerden birini bilgisayar teknolojisine uygulamak için kolları sıvadılar. Beynin görsel verileri işleyiş sistemine benzer bir model oluşturmak isteyen araştırmacılar, olası binlerce model arasından en uygun olanı belirleyebilmek için biyologların, uygun bakteri modellerini belirlemek için kullandıkları eleme yöntemini kullanacaklar.
Bu yöntemi uygulayabilmek için grafik işlemcilerin gücüne güvenen araştırmacılar, bu işlemcilerin paralel işlem yapma gücünün kendilerine büyük bir avantaj sağladığını belirtiyorlar.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
09/12/2009

460- KROMOZOM SAYISINDAKİ DENGESİZLİK KANSER NEDENİ

ABD`de `Cancer Cell` adlı dergide yayımlanan bir araştırma, aneuploidie adlı kromozom sayısındaki dengesizliğin bazı kanser türlerine yol açabileceğini belirtiyor.
Araştırma, aneuploidie`nin kişinin organizmasındaki hücrelerde bulunan kromozom sayısında dengesizlik yarattığı ve genelde tespitlerin, kanserli hücrelerdeki kromozom sayısının normal hücrelerdeki kromozom sayısına göre anormal olduğunu gösterdiğini vurguluyor.
Mayo hastanesinden yapılan açıklamada, araştırmacıların, bugüne kadar genetik mutasyonların yol açtığı hücre bölünmesi sırasında kromozomlarda meydana gelen hatalı ayrışmanın kansere neden olduğunu düşündükleri ifade edildi.
Araştırmayı kaleme alan ekipten Jan van Deursen, `Fareler üzerinde yaptığımız deneyler sırasında, aneuploidie`nin kansere yol açtığını teyit ettik` dedi.
Araştırmada yapılan deneyler sonucu, kromozomların tam ayrışmaması veya hatalı ayrışması yüzünden bir kromozomun eksildiği ve hücrenin tümörü yok etme kabiliyetini yitirdiği kaydedildi.
Mayo hastanesinin sözcüsü Bob Nellis, `Kromozom sayısında dengesizlik bulunan hücre kansere `Gel beni yakala` diyor, bu durum bir bilgisayarın antivirüs yazılımını kayıp etmesi gibi bir şey` diye konuştu.
Aneuploidie`nin kansere yol açıp açmadığı tartışmalarını sonuca bağlamayı amaçlayan araştırmaya göre, kolon ve lenf kanseri, aneuploidie`nin yol açtığı kanser türleri arasında bulunuyor.


Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
10/12/2009

 

461- Erkeğin ömür törpüsü gen

Hem erkek hem kadınlarda olan bir gen, sadece erkekteyken işliyor ve erkeğin cüsseli ama görece kısa ömürlü olmasına neden oluyor.
Spermdeki bir genin erkeklerin yaşamını kısalttığı belirlendi. Tokyo Üniversitesi’nde fareler üzerinde yapılan deneylerden elde edilen sonuçlara göre, erkek memelilerin daha cüsseli ve kuvvetli olmasını sağlayan gen, aynı zamanda onların dişilere kıyasla daha az yaşamasına da neden oluyor.
Ayrıntıları Human Reproduction bülteninde yayımlanan araştırmada, iki dişi fareden alınan genetik malzeme kullanıldı. Fare yumurtalarındaki DNA’ları modifiye eden araştırma ekibi, genleri sperm genlerine dönüştürdü. Yetişkin dişi fareler bu spermlerle döllenerek ‘babasız’ embryo elde edildi.
Bu yöntemle üretilen ve böylece bir erkek farenin genetik özelliklerinden tamamen arınmış olan yavru farelerin, bir baba ve anne fareden normal yollarla üreyen yavrulara kıyasla en az üçte bir oranında daha uzun yaşadığı kaydedildi.
İki anneden üreyen yavru farelerin diğerlerine kıyasla daha hafif ve küçük cüsseli olduğu, ama bağışıklık sistemlerinin çok daha iyi çalıştığı tespit edildi.
Bilimciler, bu farklılığa babadan yavruya geçen Rasgrf1 adı verilen bir genin nedne olduğuna inanıyor. Rasgrf1, iki cinsiyette de bulunmasına karşın dişilerde işlevleri tamamen durmuş oluyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
11/12/2009

462- Bilim adamından şok teori: Ölüm yok!

İnsanlığın en büyük merakı olan ölümsüzlük aslında zaten tek gerçek mi? İşte şaşırtıcı iddia!
Resimlerle: Dâhilik ve delilik arasında:En çılgın icatlar
Ölüm diye bir şey yok mu?ABD'li bilim adamı Robert Lanza yayınladığı bir hipotez ile ölümün aslında var olmadığını iddia etti. Lanza'nın bilim dünyasını ikiye bölen şok iddiasını dayandırdığı nokta ise bilim ve felsefeyi buluşturuyor.
Lanza, ölümün insanlar için bir yok oluş değil, sınırsız sayıda evren içerisinde bir diğerine geçiş olarak tanımlıyor. Bu geçiş senaryolarının hiç birinde ise bugün anladığımız anlamda bir ölüm gerçekleşmiyor sadece enerji şekil değiştiriyor.
Lanza, insan bedeninin zaman içerisinde işlevini yitiriyor olmasının "Ben kimim?" diye sorma becerisini gösteren yanımız ile aynı şey olmadığını iddia ediyor. Lanza'ya göre insan beyninde bulunan enerji kaynağı, bedenin ölümü ile birlikte yok olmuyor. Doğadan enerjinin asla ölmediği veya yok edilemediği gerçeğinden yola çıkan Lanza, bu enerjinin bizi biz yapan en önemli öğe olduğunu ve bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürdüğünü iddia ediyor. Zaman ve uzay kavramlarının aslında bizim bazı şeyleri tanımlayabilmek için uydurduğumuz kavramlar olduğunu da söyleyen Lanza, bahsettiği ölümsüzlüğün bizim anladığımız anlamdaki zaman içerisinde bir son olmadığını, bu zaman kavramı dışında var olmaya devam etmek olduğunu da söylüyor.

Kaynak; chip.com.tr

www.sufizmveinsan.com
12/12/2009

463- Sindirim sisteminin dostu; DEREOTU

İdrar yolu enfeksiyonlarında etkilidir,damarları açar kan dolaşımını kolaylaştırır. Boşaltım sisteminde enfeksiyonlara neden olan Escherichia Coli bakterisine karşı savaşma özelliği bulunmaktadır.  Dereotu tohumlarının, sindirim sisteminde ishale neden olan birçok bakteriye karşı da vücudu koruma özelliği vardır.
Gaz söktürücü, yatıştırıcı ve hazmettirici özelliklerinden dolayı dereotundan, geleneksel halk ilaçlarında yararlanılmaktadır. Dereotunun tohumları kusma, hıçkırık ve karın şişmesi gibi rahatsızlıklara da iyi gelmektedir. Dereotunun tohumu, bal ile şerbet yapılarak içilirse kusmayı kolaylaştırmaktadır. Nefesinizi açmak ve kötü kokulardan arınmak için yarım ya da bir çay kaşığı dereotu tohumunu çiğnemeniz yeterlidir. Tohumlarından yapılan çayın, bağırsak yanmaları, karın ağrıları ve idrar yapamama gibi durumlarda fayda sağladığı bilinmektedir.
Salatalarda sıklıkla kullanılan taze yaprakları iştah açıcıdır. Aynı zamanda sindirime yardımcı ve idrar söktürücüdür. Damarları açma, kan dolaşımını kolaylaştırma ve düzenli tüketilmesi durumunda, emzikli kadınların sütünü artırma gibi özellikleri de vardır. Dereotu temel yağ asitleri bakımından zengindir. Antioksidan özelliği de bulunmaktadır.

Kaynak; chip.com.tr

www.sufizmveinsan.com
13/12/2009

464 Antepfıstığı kansere karşı faydalı

Antepfıstığı kansere karşı faydalıYeni yapılan bir araştırmaya göre, her gün antep fıstığı yemek, akciğer ve diğer kanser türleri riskini azaltıyor.
Bu kabuklu yemişlerin kolesterol düşürücü etki oluşturduğu ve bitki kaynaklı gıdalarda bulunan antioksidan sağladığı biliniyordu. E vitaminin bir şekli olan gama tokoferolün fazla alınmasının kanser riskini azaltabileceğini söyleyen araştırmacılar, antep fıstığı tüketiminin gama-tokoferol serum seviyesini artırıp artırmayacağını değerlendirmek için 6 haftalık kontrollü klinik deneyler yaptılar.
Texas Women’s Üniversitesi’nde yürütülen çalışmada, antep fıstığı bakımından zengin olan beslenmenin potansiyal olarak kanser risklerini azaltmaya yardımcı olduğu belirtildi. Epidemiyolojik çalışmalar, gama-tokoferolün prostat kanserine karşı koruyucu olduğunu, fıstık yenmesinin ise buna yardımcı olabileceğini gösteriyor.
Gama tokoferol bakımından zengin diğer gıdalar arasında ise yer fıstığı, pikan cevizi, ceviz, soya fasulyesi ve mısır yağı bulunuyor. Günde yaklaşık 60 gram antep fıstığının vücut kitle indeksinde önemli değişikliklere neden olmaksızın akciğer kanseri riskini azaltmak için uygun olduğu belirtiliyor.
Araştırmanın sonuçları, Amerikan Kanser Araştırma Derneği’nin Frontiers in Cancer Prevention Research Konferansı’nda sunuldu

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
14/12/2009

465- Kalın değil, ince ama kat kat giyinin

Sakarya Vatan Hastanesi Başhekimi Dr. Dursun Bostancı, kalın giysilerin, hareket etmek gibi fiziksel aktiviteleri zorlaştırma yanında terlemeye sebep olduğunu, bunun da soğuk kış günlerinde soğuk algınlığı ve gribal hastalıklara davetiye çıkardığını söyledi.
Bostancı, kış aylarında iç çamaşırı üzerine kalınca bir kazak türü giysi, bunun üzerine kışlık bir kaban şeklindeki bir giyinmenin doğru olmadığını kaydetti. Bu tür bir giyinmenin yürümek gibi basit bir fiziksel aktiviteyi bile zorlaştırmanın yanında, terlemeyi de kolaylaştıracağına dikkat çeken Bostancı, "Kışın terlemek, kolay üşütmeye sebep olur. Üşütmek de vücudun bağışıklık sistemini zayıflatır. Bu da başta soğuk algınlığı olmak üzere gribal enfeksiyonlara davetiye çıkarır." dedi. Bostancı, kışın doğru giyinme şekli konusunda ise şu önerilerde bulundu: "Giyilen giysilerin mutlaka yüzde yüz pamuklu olmasına dikkat edilmeli. İç çamaşırından sonra pamuklu bir gömlek, onun üzerine yine pamuklu ve kalın olmayan bir kazak ve süveter, dışarı çıkarken de ceket ve ya da çok kalın olmayan bir mont veya pardösü giyilebilir."

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
15/12/2009

466- En korkunç ''canavar'' patlamış mısır

ABD'de sinema izleyicilerine satılan mısır, gazlı içecekler ve şekerlemelerin fazla miktarda kalori ve yüksek oranda doymuş yağ içerdiği bildirildi.
 ABD'deki ''Center for Science in the Public Interest'' adlı merkezin yaptığı araştırma, en büyük sinema salonu zinciri Regal'de orta boy patlamış mısır ve gazozun en az 1610 kalori ve 60 gram doymuş yağ içerdiğini, bunun da 3'ten fazla çift köfteli hamburgere eşdeğer olduğu gösterdi.
Diğer zincir AMC'deki patlamış mısırın 1030 kalori ve 57 gram doymuş yağ içerdiğinin belirtildiği araştırmada, bu farkın AMC'nin mısırlarının daha hafif olmasından değil, porsiyonlarının küçük olmasından kaynaklandığı vurgulandı.
Regal'de en küçük boy gazlı içeceğin 300, en büyük boy içeceğin (1,5 litreden fazla) 500 kalori içerdiği, bunun da 33 kaşık şeker atılmış kahveye denk geldiği açıklandı.
225 gram renkli, çikolatalı draje şekerlemede 1160 kalori ve 35 gram doymuş yağ bulunduğu, bunun ise yağlı patates ile 500 gram et yemekle aynı olduğuna dikkat çekildi.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
16/12/2009

467- Bugün 1 Muharrem 1427

Hadisi şerifte buyuruldu ki: Bir kimse Muharrem ayının ilk günü, aşağıdaki duayı 3 defa okursa, Allahü Teala o kimseyi, gelecek Muharrem ayına kadar bütün belalardan emin kılar.

Elhamdülillahi Rabbil alemin. Vassalatü vesselamü ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Allahümme entel ebediyyül kadim, el hayyül kerim, el hannan, el mennan. Hazihi senetün cedidetün. Es’elüke fihel ısmete mineşşeytanirracim, vel avne ala hazihinnefsil emmareti bissui vel iştiğale bima yukarribüni ileyke, ya zel celali vel ikram, birahmetike ya erhamerrahimin. Ve sallallahu ve selleme ala seyyidina ve nebiyyina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve ehli beytihi ecmain.

468- Kanser tedavisinde tarihî adım! Şifresi çözüldü

Dünyada ilk kez, insanda görülen iki kanserin tüm genetik şifrelerinin yer aldığı haritaları çıkarıldı.
İngiliz Times gazetesinin internet sitesinde yer alan araştırma haberinde, iki hastanın tümörlerinde bulunan her bir DNA mutasyonunu kataloglayan ayrıntılı genetik haritalar, son 10 yılda kanser araştırmalarında çok önemli mihenk taşı olarak nitelendirildi.
Haberde, Cambridge yakınlarında Wellcome Trust Sanger Enstitüsünde Karsen Genom Projesinde görevli profesör Mike Stratton`un liderliğinde yapılan araştırma sonucunda elde edilen genetik haritalar sayesinde her bir tümörün, şahsına münhasır bir biçimde tedavi edilebileceği kaydedildi.
Profesör Mike Stratton, bulguların, kansere bakış açısını değiştireceğini belirtirken, bilim adamları, 2020 yılına kadar tüm kanser hastalarının tümörlerinin, bunlara neden olan genetik bozuklukları bulmak için analiz edilebileceğini ve analizlerden elde edilen bilgiyle, en çok işe yarayacak tedavilerin seçilebileceğini öngörüyorlar.
Elde edilecek bilgilerin, kansere neden olan DNA hatalarını hedefleyecek güçlü ilaçların geliştirilmesine yol göstereceği ve hastalığın ö nlenebilmesinin yollarına ışık tutacağı belirtildi.
Nature dergisinde yayımlanan yeni haritaların birinin, küçük hücreli akciğer kanseri hastasına, diğerinin de en öldürücü cilt kanseri türü olan melanom hastasına ait olduğu kaydedildi.
Kanser hastalığının genlerle ilgili olduğu biliniyor. Sigara, radyasyon ve alkol tüketimi gibi çevresel faktörler de hücrelerin kontrol dışı büyümesine neden olan DNA hasarına yol açıyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
18/12/2009

469- Hafıza kaybını önleyen meyve

Bilimadamlarına göre, siyah üzüm suyu içmek, hafıza kaybını azaltıyor ve hatta bu kaybı tersine çevirebiliyor.
Cincinnati Üniversitesi Psikiyatri bölümünde görevli bilim adamları, erken hafıza kaybı yaşayan 12 kişiyle bir çalışma yaptı. Sonuçta, 12 hafta boyunca içeceğin varyasyonlarını içenlerin farklı zihin testlerinde iyi bir performans gösterdikleri görüldü.
Araştırmacılar, iki ayrı grup oluşturdu. İlk gruba Massachusetts` in Concord bölgesinde yetiştirilmiş saf Concord üzümü suyu verilirken ikinci grup ise hiçbir şey içmedi. Deney süresince her iki gruba da düzenli hafıza testi yapıldı. Araştırma sonucuna göre birinci gruptakilerin yarısında daha uzun süreli gelişme kaydedildi.
Uzmanlar, bu sonuçların arkasındaki neden olarak ciltteki antidoksanlar ve meyvenin suyunu görüyorlar. Gruplar arasında temelde, önemli derecede farklılıklar olmamasına rağmen, saf siyah üzüm suyu içenlerde ise öğrenmede önemli gelişmeler görüldü. Bu eğilimin kısa süreli zihinde tutmayı sağladığı ve mekana ait, sözsüz hafızayı geliştirdiği belirtiliyor.
Araştırma sonuçlarına göre, meyve ve sebze gibi antioksidanlar bakımından zengin yiyecekler ile bunların yüzde 100 meyve suları bilişsel fonksiyonu korumaya yardımcı oluyor.

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
20/12/2009

470- Uzmanlar Uyarıyor: Damacana Sulara Dikkat!

Yapılan araştırmalara göre, plastik bidonların insan sağlığı açısından tehlike saçıyor.Diğer kimyasallarla kombine olarak plastik yapımında uzun yıllardır kullanılan Bisfenol A(BPA) maddesinin bağırsaklardaki olumsuz etkisi bilimsel olarak kanıtlandı.
Fransız araştırmacılar tarafından fareler üzerinde yapılan ve sonuçları Amerikan Bilimler Akademisinin(PNAS) dergisinde yayımlanan araştırma, bazı biberonlar, su damacanaları, sert plastik bardaklar, yeniden kullanılabilir besin kapları, gıda ambalajları gibi günlük hayatta sıklıkla kullanılan malzemelerde yer alan Bisfenol A`nın bağırsak üzerinde olumsuz etki yarattığını ortaya koydu.
BPA ile ilgili bugüne kadar yapılan araştırmaların çoğu, bu maddenin üreme ve beyin gelişimine etkisini kapsarken, Fransa`nın Toulouse kentinde bulunan Ulusal Gıda Araştırmaları Enstitüsü(IRNA) araştırmacıları, BPA`nın ilk temas ettiği organ olan bağırsak üzerine yoğunlaştı ve maddenin olumsuz etkisini bilimsel olarak kanıtladı.
Araştırmada, farelerde ve insana ait bağırsak hücrelerinde Bisfenol A`nın, vücut için gerekli mineral tuzlar ve suyun dolaşımına olanak sağlayan bir yol olan bağırsak epitelyumunun geçirgenliğini azalttığı ortaya çıktı.
Bu arada ABD`de 6 büyük biberon üreticisinin araştırmanın sonuçlarının yayımlanmasından sonra BPA içeren ürünlerinin satışını durdurduğu belirtildi.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
21/12/2009

471- Turp gibi olmak istermisiniz

Karaciğer ve safra kesesi sağlığı için büyük önem taşıyan turp, içerdiği antioksidan bileşikler ile kansere karşı da koruyor. Karaciğer ve safra kesesi sağlığı açısından siyah turpu, antioksidan içeriği açısından ise kırmızı turpu tercih etmelisiniz. Turp, lif içeriği ve glukosinat bileşikleri ile kalın bağırsak kanseri başta olmak üzere diğer kanserlere karşı koruma sağlıyor. İdrara çıkışı hızlandırıyor ve ödem çözücü etki sağlıyor. Safra kesesi üzerindeki olumlu etkisi ile sindirimi kolaylaştırıyor. Ayrıca kan şekerini yavaş yükselten bir sebze olduğu için şeker hastaları da rahatlıkla yiyebiliyor. Diyet yapanların da turp yemesinde sakınca yok; çünkü kalorisi oldukça düşük. 1 kâse turp rendesi yediğinizde yalnızca 12 kalori alıyorsunuz. Bunun yanında günlük posa ihtiyacınızın yüzde 25'ini karşılamış oluyorsunuz.
'Turp domuz gribine karşı korur mu?' diye merak ediyorsanız hemen söyleyelim. Turpun domuz gribine karşı doğrudan etkisi olmasa da dolaylı etkisi var. A, C ve E vitaminleri yönünden zengin olduğu için bağışıklık sistemini güçlendiriyor ve domuz gribine karşı koruyucu etki sağlıyor. 1 kâse turp salatası yediğinizde günlük C vitamini ihtiyacınızın yüzde 40'ını karşılamış oluyorsunuz.
Turp, yüksek oranda potasyum içeriyor ve kalp kası dâhil bütün kasların düzgün çalışması için gereken mineralleri içinde bulunduruyor. Vücuda yeterli miktarda alınan potasyum ise tansiyona karşı koruyucu özellik taşıyor. Turpun içinde yüksek oranda bulunan folat, onu diğer sebzelerden ayırıyor. Vücud folatı, DNA'nın onarımında kullanıyor. 1 kâse turptan günlük folat ihtiyacının yüzde 7'sini karşılanabiliyor. Serkan Tutar, kalsiyum bitkisel kaynağı olan turpu özellikle menopoz dönemindeki kadınlara öneriyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
22/12/2009

472- Karanlığın sırrı çözülüyor

Amerikalı bilim adamları, evrenin kütlesinin yüzde 90`ını oluşturan ve bilim dünyası için hala bir bilmece olan karanlık maddenin varlığını ortaya koyabilecek işaretleri ilk kez tespit ettiklerini bildirdi.
Amerikalı fizikçiler, Minnesota`da yerin 800 metre altındaki bir demir madeninde yapılan deneyde, ilk kez karanlık madde parçacıklarının varlığını gösterdiği düşünülen sinyalleri tespit etmeyi başardıklarını açıkladı.
Deneyde, karanlık maddeyi yaptığı düşünülen `zayıf etkileşimli büyük parçacıklar`a (Weakly Interacting Massive Particles-WIMPs) odaklanan bilim adamları, araştırmalarında Dünya`yı her gün bombardıman eden kozmik ışınlardan çok uzakta, mutlak sıfıra yakın bir sıcaklıkta (-273,15 santigrat derece) soğutulmuş germanium ve silikon kristaller kullandı. Deney sırasında, kristallerin bu zayıf etkileşimli büyük parçacıkların çarpmasıyla titremesi ve detektörün sıcaklığını çok zayıfça arttırması bekleniyordu.
Avrupalı bilim adamları, yüzyılın deneyi olarak adlandırılan ve araştırmayı yürüten Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi`ne (ANAM-European Organization for Nuclear Research(Cern) ait Büyük Hadron Çarpıştırıcısı`nda gelecek yıl yapılacak deneyde, yüksek enerjili protonları çarpıştırarak, Büyük Patlama anındaki koşulları oluşturulmaya çalışacak.
Bilim adamları, çarpışma sırasında özellikle teorik fizikteki kütle mantığının temelini oluşturan veya karanlık maddenin neden yapıldığını anlamaya yarayacak Higgs parçacığı (Tanrı parçacığı) diye adlandırılan parçacıkların varlığının kanıtlarını görmeyi umuyor.


Kaynak; sestv.com.tr

www.sufizmveinsan.com
23/12/2009

 

473- "ACINI HİSSEDİYORUM" TABİRİ GERÇEKMİŞ
Acını hissediyorum" diyen birçok kişinin fiziksel olarak gerçekten hissettikleri belirlendi.

İngiliz bilim adamlarının yaptığı araştırma çerçevesinde, başkalarının acısını hissettiklerini söyleyen kişilerin bunu söylerken beyinlerinde acı hissiyle bağlı bölgelerde hareketliliğin arttığı gözlendi.

Araştırma kapsamında 108 üniversite öğrencisi, yaralı atletler ve iğne yapılan hastalar gibi acı veren durumların görüntülerine maruz bırakılırken, öğrencilerden üçte ikisi, en az bir görüntüde sadece duygusal bir tepki göstermekle kalmayıp acıyı hissettiklerini söyledi.
Bilim adamları, acı veren görüntüler karşısında acı hissettiklerini söyleyen ve söylemeyen her iki gruptan öğrencilerin beyinlerinde duygu merkezlerinde hareketlilik görürken, acıyı hissettiklerini söyleyenlerin beyinlerinin acıyla bağlantılı bölgelerinde daha fazla hareketlilik dikkati çekti.
Sonuçları Pain dergisinin aralık sayısında yayımlanan araştırmayı yapan bilim adamlarından, Birmingham Üniversitesi öğretim görevlisi Stuart Derbyshire, bulgunun, en azından bazılarının, yaralanan veya acı çektiklerini söyleyen kişileri gözlemlerken gerçek bir fiziksel tepki gösterdiklerini doğruladığını söyledi.
Derbyshire, acıyı hissettiklerini söyleyen kişilerin korku filmleri ve televizyonda rahatsız edici görüntüleri izlemekten kaçınma eğiliminde olduklarını da kaydetti.

 

Kaynak; vatan.com.tr

www.sufizmveinsan.com
24/12/2009

474- Kalbin hafızası var mı?

Kalp nakli yapılan hasta, nakilden sonra başlayan abur cubur yeme isteğini araştırınca...
David Waters, organ nakli yapılan hastalarda görülen oldukça sıradışı bir fenomenin son örneği. Trafik kazasında hayatını kaybeden 18 yaşındaki Kaden Delaney'nin kalbi, 24 yaşındaki Waters'a takıldığında, Waters'ın 'Burger Halkaları' adındaki halka şeklinde, hamburger tadındaki cipslere hiç ilgisi yoktu.
Waters, birdenbire bu tür abur cuburlar yemek istemesinin sebebini ancak iki yıl sonra çözebildi.
Kaden'ın ailesi, oğullarının kalbini taşıyan adamı bulmak için iz sürmüş ve kendisine ulaşmışlardı. İki taraf mail yoluyla haberleşmeye başladıktan bir süre sonra, Waters, Kaden'ın ailesine, oğullarının Burger Halkaları'nı sevip sevmediğini sordu.
Cevap oldukça şaşırtıcıydı, zira Kaden, hergün bunlardan yiyordu.
Avustralya'da yaşanan bu vaka, kişisel davranışlarımızla ilgili hafızaya sadece beynin sahip olmadığına dair teoriyi destekliyor.
Bilimadamları, en az 70 belgelenmiş bu vakayı yaşamış organ nakli hastası dosyası olduğunu söylüyor.
Bu örneklerin en meşhurlarından biri de Amerikalı Sonny Graham.
Graham'a, intihar eden Terry Cottle'ın kalbi nakledilmişti.
Nakilden sonra, 1995 yılında Graham, Cottle'ın dul eşi Cheryl ile tanışıp, aşık olup, onunla evlenmişti.
Oniki yıl sonraysa, Graham da gırtlağına dayadığı silahla intihar etmiş, Cheryl'i ikinci kez dul bırakmıştı.
Başka bir örnekteyse, sekiz yaşındaki bir kıza nakledilen, cinayet kurbanı 10 yaşındaki çocuğun kalbi 'katili yakalamıştı'.
Kız, nakilden sonra, organ bağışçısını öldüren adamla ilgili kabuslar görmeye başlamış, polis o zamana dek katili yakalayamasa da, kızın anlattıklarıyla yakalamış ve cinayet itiraf edilmişti.
Jemery Chapman, Uluslararası Organ Nakli Derneği başkanı "Bu tür bir iddianın dayandırılabileceği bilimsel bir kanıt yok. Organ nakilleri etrafında çok fazla öykü dönüyor" diyor.
Ancak diğer araştırmacılar, "hücresel hafıza" olarak adlandırılan fenomenin, sadece kalp nakli yapılanlarla sınırlı olmadığını söylüyor.
 

Kaynak; miilliyet.com.tr

www.sufizmveinsan.com
25/12/2009

475- Sağlığınız için plastikten vazgeçin

Sağlıklı beslenme için doğru gıdaları tercih etmek kadar mutfakta kullandığımız eşyaların da önemi var.
Plastik maddelerin kanserojen içerdiklerini birçoğumuz biliriz. Ancak Onkolog Dr. Mehmet Fatih Akyüz, `plastik maddeler kesinlikle kullanılmamalıdır` demenin doğru olmayacağını söylüyor. Önemli olan, kaliteli ve denetimden geçmiş plastikleri doğru bir şekilde kullanmak. Mesela plastik saklama kaplarının içine yüksek sıcaklıkta yiyecekleri koymak ve uzun süre bekletmek sakıncalı. Çünkü plastik maddeler sıcakla etkileşim haline girdikten bir süre sonra içeriğindeki maddeleri geçirme ihtimali var. Sıcakla etkileşimi kadar plastiklerin aşınmamasına da dikkat etmek gerekiyor. Çünkü plastik maddeler aşındıkça üzerinde mikrop üremesi kolaylaşıyor.
Plastik, hastalık sebebi
Onkolog Dr. Mehmet Fatih Akyüz: Plastiğin belirli bir ısıdan sonra içerdiği maddeleri geçirmesi kanserojen etkiler gösterebilir. Bir diğeri de karbon dediğimiz maddelerde de benzer bir mekanizma ile ortaya çıkan BPA maddesidir. Bu madde özellikle kadınlarda meme, erkeklerde de prostat kanserine neden olabiliyor. Bunun nedeni bu maddenin vücutta östrojen hormonuna dönüşmesi. Bu hormon küçük yaştan itibaren alınırsa çocuk ergenliğe normalden daha erken bir zamanda girebiliyor. Kanser dışında kemik erimesi, obezite gibi hastalıklara sebep olabiliyor.

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
28/12/2009

 

476- Mikroplar size tuzak kurabilir

Bakterilerin antiseptiklere karşı alışkanlık kazandığı ve bu sürecin sonunda belli ilaçlara karşı dayanıklılık gösterdikleri belirlendi.
İrlanda Ulusal Üniversitesi araştırmacıları hastanelerde görülen bakterilerle yaptıkları incelemelerde enfeksiyonlara karşı mücadele yöntemlerinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini kaydetti. Araştırmacılar laboratuvarda bakteri kültürlerine karşı kullanılan antiseptik miktarı arttırıldıkça, bakterilerin sadece antiseptiklere karşı dirençlerini artırmakla kalmadıkları aynı zamanda hiç karşılaşmadıkları antibiyotiklere de direnç kazandıklarını belirledi.

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
29/12/2009

477- Kötü genlere baskı hayat kurtaracak

COLOMBIA Üniversitesi'nden bilim adamları, en tehlikeli beyin kanseri türlerinden 'glioblastoma'ya neden olan 'C/EPB' ve 'Stat3' adlı iki 'kötü' geni tanımlandı. Bu iki genin aktif olduğu kişilerin, hastalığın teşhis edilmesinden sonraki 140 hafta içinde öldükleri gözlemlendi. Bilim adamları çeşitli ilaçlarla her iki geni de baskı altında tutan bir tedavi yöntemi geliştirmeye çalışacak.
 

Kaynak; aksam.com.tr

www.sufizmveinsan.com
30/12/2009

 

478- 6 dakikadan fazla konuşmayın !

Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Topbaş, yaptığı açıklamada;
''Cep telefonlarının özellikle aynı kulağa dayalı olarak 6 dakikanın üzerinde kullanılmasının riski vardır. Aynı kulakla 6 dakikayı geçen konuşmalarda kulak çevresinde ısı artar. Bu artış yaklaşık 1 santigrat derece olur. Isı artışıyla birlikte etkilediği bölgelerdeki hücrelerde yapısal değişimler yaşanabilir. Bunlar her ne kadar vücuttan bertaraf edilebilse de bertaraf edilemeyecek sorunlar ortaya çıkabilir. Bu da baş ağrısı, sinirlilik, uykusuzluk, dikkat eksiklikleri, hücrelerde yapısal değişikliklere neden olabilir. Bu yönde araştırmalar devam etmektedir ancak ısı artışına neden olduğu kanıtlanmıştır. Bu nedenle aynı kulağa cep telefonunu dayayarak, 6 dakikadan fazla konuşulmaması gerekir.''
-''KABLOLU KULAKLIK KULLANIN''-
Topbaş, telefonun özelliğine veya teknolojik gelişmelere bağlı olarak bu sürenin de kısalabileceğine dikkati çekerek, ''Cep telefonun cihazlarının mutlaka kablolu kulaklıkla kullanılması gerekmektedir'' dedi.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
31/12/2009

 

479- "Kağıttan pil olur mu?" sorusuna, araştırmacılar olur dedi, sadece demedi, yaptı bile...
Kağıt batarya: Amerikan araştırmacılar kağıdı nano tüpçükler ile birleştirip işe yarar bir enerji deposu haline getirdi.
Kağıttan cep telefonu bataryası: İlk bakışta biraz garip dursa da Stanford Üniversitesi'ndeki araştırmacılar böyle bir bataryayı üretmeyi başardı. Araştırmacıların bu konu ile ilgili çalışmalarını daha önceleri bildirmiştik.
Enerji deposu tamamıyla baskı kağıdından yapılıyor, kağıdın yüzeyi ise karbon nano tüplerle çevrili. Bu minik tüplerin her biri bir insanın saç telinden daha ince. Tüpler elektriksel yükü aynı geleneksel bataryalar gibi depolayabiliyor; bu işlem sırasında kağıt izolatör görevi görüyor.
Kağıt batarya elbette çok hafif. Normal bir bataryanın aksine kağıt batarya bükülebiliyor ve hatta kesilebiliyor. Ufak bir problem: Yüksek üretim maliyeti nedeniyle bataryayı üretmek şu an için ekonomik açıdan büyük külfet arz ediyor. Seri üretim şimdilik mümkün değil.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
01/01/2010

480- Türk bilim adamlarından iki önemli buluş

Türk bilim adamları, nanoteknolojiyi kullanarak tıp, elektronik, enerji üretimi gibi alanlarda devrim niteliğindeki yeni buluşlara imza atmaya devam ediyor.
Tamamı Türk malı cihazlarla bilimin tarihi yeniden yazılacak. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) KOSGEB Teknoloji Geliştirme Merkezi Müdürlüğü'nce yürütülen bu icatlar sayesinde yer altındaki cisimler artık bilgisayar ortamında görülebilecek.
Kanserli tümörü tespit etmek için günümüzde kullanılan mamografi cihazları 8 mm'den ufak parçaları görüntülemiyor. Bizim cihazlarımız ise 1 mm'ye kadar olan parçaları bile görüyor. Bütün tetkikler de hastaya dokunmadan ve canını acıtmadan yapılacak. Ayrıca bu cihazlar X ışını verdiği için radyasyon yayıyor. Bizim cihazımız ise ancak cep telefonunun yaydığı elektromanyetik dalgaları kadar radyasyon yayıyor. Dünyanın hiçbir yerinde bunu başarabilen bir ekip yok. Bırakın 8 mm' yi, 5 mm' yi yakalamak bile o kişiye 5 yıl kazandırmanız demek" diye konuştu. Görüntü ve çevre kirliliği ile etrafa yayılan radyosyonun etkileri bu yeni buluşlar sayesinde minumum seviyeye indirilecek.
Yer altındaki her şeyi görüyor
Gömülü cisimler üzerinde de yeni teknolojiler ürettiklerini söyleyen Akduman, başta mayın olmak üzere yeraltındaki birçok cismi bilgisayar ortamında görüntüleyebildiklerini söyledi. Akduman, "Yaptığımız mayın dedeksiyon sitemi ile gömülü mayınları havadan bilgisayara aktararak görüyoruz. Bunun yanında yer altındaki boru, boruda bir çatlak ya da bir petrol rezervi her ne varsa onu da öğreniyoruz. Daha da önemlisi bir oda düşünün. Duvarın arkasını görüntülemek istiyorsunuz ama buradan göremiyorsunuz. Biz bunu da başarıyoruz" dedi.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
02/01/2010

481-  Bilgisayar çökerten bu e-postayı açmayın!

Bir grup hacker tarafından geliştirilen PPS dosyalı e-mail açıldıktan sonra bilgisayarı çökertiyor.
Emniyet yetkililerinden alınan bilgiye göre, sanal alemde dolaşan ve terör örgütünün Avrupa'da bulunan hackerları tarafından geliştirilen bir virüs tehlike saçıyor. Vatandaşları tanıdıkları yada tanımadıkları adresten gelen "Terörü lanetliyoruz. Herkesi birlik olmaya çağırıyoruz" başlıklı postaları açmamaları konusunda uyaran yetkililer, aynı şekilde msn üzerinden "laneththeteror@hotmail.com ve laneththeteror@hotmail.com" adresli kişilerin arkadaşlık tekliflerini kabul edilmemesini istediler.
Postanın içinde bulunan pps(Powerpoint) sunusunun açıldığı anda tamamen zararsız görünen bir Powerpoint sunusu eşliğinde sözde terör karşıtı resimler ve yazılar çıkıyor. Ancak alt bölümde bilgisayarın çökmesini sağlayacak programını hazırlayan sunumun son bölümünde ise terör örgütü PKK tarafından yapıldığını ve tamamen aldatmaca olduğunu içeren Türkiye karşıtı bir resim ile (Bölünmüş Türkiye ve kürdistan haritası) bilgisayarınızdan bütün verilerin silinmeye başlıyor. Aynı anda msn programına da sarktığı belirtilen virüs, silinme işleminden hemen önce msn ve e-posta listenizdeki tüm arkadaşlarına da aynı içerikli bir e-mail gönderiyor.
Emniyet yetkilileri bu tip uzantılı dosyaların açılmadan silinmesinin gerektiğini vurgularken, özellikle de kamu kurum ve kuruluşlarının bilgisayarlarından kesinlikle açılmamasını istediler.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
03/01/2010

482- Obezite babadan miras!  

Babaların kilosunun, çocuklarının şişman olup olmamasında belirleyici olduğu açıklandı.
İsveç Umeo Üniversitesi'nde yapılan araştırmada, doğumundan 4 yaşına kadar 130 çocuğun kilolarına etki eden etkenler doktorlar tarafından takip edildi. Araştırmada, her ne kadar kilolu annelerin çocuklarının, normal kilolu annelerin çocuklarına oranla kilolu olma riski daha yüksek olsa da kilolu babaların çocuklarının şişman olma olasılığının daha yüksek olduğu gözlendi.
Sonuçları yorumlayan ve Umeo Üniversitesi'nde yapılan araştırmaya katılan Prof. Olle Hernell, çocukların şişman ya da normal kilolu olma ihtimalinin, anneden ziyade babanın kilosuna bağlı olduğunu kaydetti.
Prof. Hernell, çocukların bununla ilgili genleri babadan aldıklarını, yani bunun kalıtsal olduğunu ifade etti.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
04/01/2010

483-Beyin makinası

`DAHA ÖNCE DE FARE BEYNİ ÜRETTİK` Ünlü bilimadamı Henry Markram, 2018 yılına kadar, `dünyanın ilk yapay beynini` yapacağını iddia ediyor. Daha önce de `fare beyni ürettiklerini` savunan Markram, geçen yıl sarf ettiği `İnsan beyni yapmak imkan...
`DAHA ÖNCE DE FARE BEYNİ ÜRETTİK`
Ünlü bilimadamı Henry Markram, 2018 yılına kadar, `dünyanın ilk yapay beynini` yapacağını iddia ediyor. Daha önce de `fare beyni ürettiklerini` savunan Markram, geçen yıl sarf ettiği `İnsan beyni yapmak imkansız bir şey değil` sözleriyle dikkat çekmişti.
ETİK TARTIŞMA BAŞLATACAK ÇALIŞMA
Markram, `yaşayan beyni` muhafaza edecek makina için 2018`e kadar zaman biçti. Profesör, sentetik insan beyninin akıl hastalarının tedavisinde kullanılabileceğini düşünüyor. Ancak böyle bir çalışmanın etik sorunlar getireceği belirtiliyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
06/01/2010

484-Metabolizmayı hazırlayın, kışın kilo almayın

Yeme ihtiyacının arttığı kış aylarında karbonhidrata daha çok ihtiyaç duyuluyor. Terleme de az olduğu için metabolizma hızı minimuma düşüyor ve kilo artışı kaçınılmaz oluyor.
Kışın spor yapmak zorlaşıyor ama...
Kış aylarında öpüşmekten vazgeçin!
Hazan mevsiminde hasta düşmemek için
H1N1'e karşı güçlü akciğerler gerekiyor
Kış aylarında vücut ve metabolizmanın kendisini koruma altına aldığını ve daha yavaş çalıştığını belirten Memorial Hastanesi'ndan Diyetisyen Yeşim Çelik, kışın kilo kontrolü için dikkat edilmesi gereken noktaları anlattı.
Soğuk havalara karşı bağışıklık sistemi, grip, soğuk algınlığı, bronşit gibi hastalıklara karşı kendini korumak için yağ yıkımını engeller. Bu durumda kış mevsimini sağlıklı geçirmek için bağışıklık sistemini biraz daha güçlendirmek gerekir. Güçlü bir savunma mekanizmasının temelinde ise yeterli ve dengeli beslenme yer alır. Kış aylarında metabolizmanın yavaşlamasına ek olarak fiziksel aktivitenin azalması da kilo artışına neden olur. Hormonal değişimlere bağlı olarak sindirim sisteminde kabızlık gibi problemler oluşabilir.
GÜNE SIKI BİR KAHVALTIYLA BAŞLAYIN
Metabolizmanızı iyi çalışır duruma getirmek için mutlaka güne kahvaltı yaparak başlamanız gerekir. İyi bir kahvaltı ile güne başlamak sizin hem direncinizi koruyacak hem kilo kontrolünde siz yardımcı olacak hem de metabolizma hızınızın yavaşlamasını engelleyecektir

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
05/01/2010

485-Ekinezya vücuda kuvvet verir

Ekinezya çayının en büyük özelliği; bağışıklık sistemini güçlendirmesidir. Bu, çok yaygın kullanılan doğal bir bitkisel üründür. Almanya`da soğuk algınlığına karşı yılda 2.5 milyon ekinezya ilacı reçete edildi. Sağlık için birçok faydası olduğu anlaşıldı. Şimdi ekinezyanın, birçok doku ve hücrenin savunmasında kullanılan T hücrelerinin üremesini artırdığı konuşuluyor. Birçok çalışmada, ekinezyanın vücudun koruma silahı olan akyuvarları güçlendirdiği ve mikropları yok etmesine teşvik ettiği ileri sürülüyor. Ancak ekinezya, aktarlardan alındığında yabancı birçok karışımı da içinde bulundurabiliyor. Bu sebeple aktardan alınması sakıncalı... * Bunların direkt ilaç haline getirilmiş ekstrelerini içeren hapları piyasada bulunmaktadır. Ekinezyanın antiviral etkisi de olduğu söyleniyor. Uzun süre ve fazla miktarda kullanılması, karaciğerde hasar yaratabiliyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
07/01/2010

486-Hastalıkların artmasının sebebi

Hayvanlardan insanlara geçen yeni hastalıkların ortaya çıkmasının nedenleri...
Küresel ısınma, ekosistemdeki bozukluklar ve hızlı kentleşme, hayvanlardan insanlara geçen yeni hastalıkların ortaya çıkmasına neden oluyor.
İtalyan La Repubblica gazetesinde yayımlanan habere göre, ABD`deki Çevre Koruma Ajansı`nda görev yapan uzmanlar, son 20 yılda en az 45 hastalığın hayvanlardan insanlara bulaştığını belirterek, gelecek yıllarda bu sayının artacağı konusunda uyarıda bulundular.
Hayvanlardan insanlara bulaşan 5 hastalığı -sıtma, lyme hastalığı (kenelerden bulaşıyor), hanta virüs (fareler ve sıçanlardan bulaşıyor), Batı Nil hastalığı (sivrisineklerden bulaşıyor) ve şistozomiyaz (tatlısu sümüklüböceğinden bulaşıyor) - araştıran bilim adamları, değişikliğin nedenlerinin ekosistemdeki bozukluklar, küresel ısınma ve hızlı kentleşme olduğunu vurguladılar.
Londra Üniversitesinde görev yapan David Murrell, 1940 yılından beri 300`ün üzerinde yeni hastalığın tanımlandığını belirterek, "Bu hastalıkların yüzde 60`ı hayvanlardan insanlara bulaşıyor ve yüzde 70`i insanla doğanın temasından kaynaklanıyor" dedi. Murrell, bu salgın dalgasının gelecek yüzyıl boyunca sürmesini beklediğini de dile getirdi.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
08/01/2010

487-Hücre ve iletişim

Her hücrede biyokimyasal reseptörlerin yanı sıra elektromanyetik reseptörler de bulunur. Bu antenler sayesinde elektromanyetik sinyaller algılayıp yayabilirler, yani hücre içerisindeki prosesler (işlemler) elektromanyetik sinyallerle değişir ve diğer hücreleri de etkiler. İnsan vücudu, içinde bulunan her hücre, doku ve organın kendine özel belirli bir titreşim frekansı olduğu karmaşık bir sistemidir. Bu haber ağı içindeki bütün sistemler birbirlerini bütünde neler olup bittiğine dair haberdar ederler.
Tüm bu prosesler(işlemler) matriks yada bağ dokusu dediğimiz, hücreleri saran içsel denizimiz aracılığı ile meydana gelir.Böylece her hücre vücudun diğer hücrelerinde neler olduğuna dair bilgiye sahiptirler. Enerji alanları ve madde arasında sürekli bir etkileşim vardır. Foton maddeye dönüşürken bir elektron( negatif yüklü parçacık) ve bir pozitron (pozitif yüklü parçacık) olarak bölünür. Bu durum görünen kutuplu (polar) dünyamızın ışıktan meydana geldiğini doğruluyor. Tam tersi durumda da, elektron ve pozitron çarpıştığında ortadan kaybolurlar ve bir miktar enerji (ışık) açığa çıkar. Madde ve enerji arsındaki bu sürekli değişim prosesi(işlemi) bize maddenin enerjinin ikincil bir hali olduğunu gösterir. Madde enerjinin yoğunlaşmış halidir.
 

www.sufizmveinsan.com
09/01/2010

488-Kışın saçınızı kurutmadan evde bile dolaşmayın

Islak saçlar, migreni tetikleyebileceği gibi gribal enfeksiyon ve sinüzitlere de yol açabilir. Bunlar tedavi gerektiren, işgücü kaybına sebep olan hastalıklardır.
Kışın saçları kurutmadan sokağa çıkmak, ıslak saçlarla rüzgâra maruz kalmak; migren, soğuk algınlığı ve yüz felci gibi ciddi sorunları beraberinde getiriyor.
Gece banyodan sonra saçları kurutmadan uyumak da ıslak saçla sokağa çıkmak kadar tehlikeli. Memorial Hastanesi Nöroloji Bölümü'nden Uz. Dr. Abdullah Özkardeş, ıslak saçın migreni tetikleyebileceğini söyledi. Migren ağrıları, neredeyse 4 kadından birinde görülen, ataklar halinde ortaya çıkan, başın bir bölümünü etkileyen, zonklama ve bulantı yapabilen ağrılar. Özkardeş, hastaların ataklar sırasında ışıktan, gürültüden ve kokulardan rahatsızlık duyabileceğini belirtti. "Her migren atağının -hasta farkında olmasa da- bir tetikleyicisi, başlatıcısı vardır." diyen Özkardeş, "Saçı kurulamamak, ıslak saçla dolaşmak, nadir de olsa migren ağrılarını başlatabilir. Böyle bir durumu tespit eden hastalar, banyodan sonra saçlarını iyice kurutmalı, banyo sonrası nemli saçlarla gezmemelidir. Ayrıca banyo yapmakla ilgili, diğer bir ağrı türü vardır ki, bunların bir kısmı hemen tıbbi inceleme ve tedavi gerektirir (Bath related headache-BRH)." şeklinde konuştu.
Uz. Dr. Abdullah Özkardeş, ıslak saçlarla, soğuk ve rüzgârlı havalarda gezmenin, uykuya dalmanın, klima karşısında bulunmanın veya hava akımının olduğu yerlerde oturmanın, yüz felci gibi ciddi sayılabilecek bir durumla da sonuçlanabileceğini ifade etti. Özkardeş şu uyarılarda bulundu:
"Saçlarınızı banyodan sonra evde olsanız bile mutlaka kurulayın. Saçlarınız ıslak olarak acil sokağa çıkmanız gerekiyorsa baş, ense ve kulaklarınızı mutlaka bir bere ve atkı ile kapatın."

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
10/01/2010

489-Tahta parçasından kemik yaptılar

İtalyan araştırmacılar çeşitli kimyasal işlemlerle tahta parçasını 10 günde kemiğe dönüştürdü. Koyunların bacaklarına nakledilen `yapay kemik` gelişmeye başladı!
İtalyan araştırmacılar `tahta parçasından` kemik üretti. Bu yeni ve doğal yöntemle bir kaç yıl içinde `insan kemiği` üretmenin mümkün olacağını söyleyen araştırmacılar tahta parçasının çeşitli kimyasallarla girdiği reaksiyon sonucu yaklaşık 10 gün içerisinde insandaki kemik dokusuna dönüşebildiğini açıkladı!
BBC`nin haberine göre araştırmacılar ısı yardımıyla tahtanın içindeki su ve proteinleri alarak, kalsiyum karbonat haline gelmesini sağladı ve ortaya kimyasal olarak kemikten ayırt edilemeyen bir madde çıktı. Elde edilen `kemik`teki delik ve kanalların titanyum kemiklerde bulunmadığı ve bu protezin vücutla daha kolay bütünleşeceğini söyleyen araştırmacılar, araştırma sonucunun umut verici olduğunu dile getiriyor. Bolonya yakınlarındaki Faenza`da bulunan Istec Biyoseramik Laboratuvarı`nda elde edilen kemiğinin üretiminde daha hafif ve delikli olması sebebiyle bambu benzeri, `rattan` adlı malzeme kullanıldı.
Bolonya Üniversitesi Hastanesi`nden ortopedi cerrahı Dr. Maurillo Marcacci`yse üretilen suni kemiği koyunların bacaklarına monte ettikten sonra birkaç ay süreyle kemiğin gelişimini gözlemlemiş. Marcacci, "X-ray cihazıyla yaptığımız incelemelerde kemiğin sağlıklı bir şekilde geliştiğini gördük. Sonucun koyunlarda başarılı olması bizi umutlandırdı" diyor.

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
11/01/2010

490-Burun spreyleri kalbe aşırı yük bindirebilir

Burun tıkanıklığı tedavisinde kullanılan spreylerden dokuları küçülten "dekonjestan"ların, nadiren, hassas bünyelerde ve özellikle kalp sorunu olanlarda, normal dolaşıma karışabildiği için kalbe yük binmesine yol açabildiği bildirildi.
Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sabri Uslu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, birçok kişide burun tıkanıklığının görülüğünü, ancak sebeplerinin farklı olduğunu belirtti.
Burun tıkanıklıklarını gidermek için sıklıkla burun spreylerinin kullanıldığını ifade eden Prof. Dr. Uslu, burun spreylerinin mutlaka hekimin tavsiye ettiği kullanım sıklığında uygulanması gerektiğini vurguladı.
Uslu, burun spreylerinin, "serum fizyolojik", son dönemlerde daha çok kullanılan ve halk arasında "okyanus suyu" olarak bilinen özel sıvılar, burun içindeki dokuları geçici süreyle küçülten "dekonjestan" ve uzun kullanımlık "steroid" içerikli çeşitli türleri bulunduğunu kaydetti.

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
12/01/2010

491-Işığın migreni tetiklemesinin nedeni

Bilim adamları, ışığın migren ağrısını tetiklemesinin nedenini tespit etti.
İtalyan haber ajansı ANSA'da yer alan habere göre, Boston'daki Beth Israel Deaconess Tıp Merkezinde görev yapan bilim adamları, migren hastalarının ışığa karşı duyarlı olmalarının nedeninin, gözdeki ışık hassasiyeti olan hücrelerle migren atakları sırasında harekete geçen bir grup nöron arasındaki bağlantı olduğunu ortaya çıkardı.
Migren hastalarının yüzde 85'inin aynı zamanda fotofobisinin (ışığı tolere edememe durumu) olduğu belirtilen haberde, migren atakları sırasında sadece birkaç saniye ışık görmenin dahi ağrıyı artırdığına, ancak bunun nedeninin bugüne değin açıklanamamış olduğuna işaret edildi.
Görme özürlü 20 migren hastasını, ışığa karşı tamamen duyarsız olanlar ve ışığın varlığını hissedebilenler olarak ikiye ayıran bilim adamları, sadece ikinci grubun üyelerinin fotofobik olduğunu gözlemledi.
Bu durumun, fotofobinin arkasında optik sinirin bulunduğunun bir göstergesi olduğunu belirten bilim adamları, araştırmalarını migrenli fareler üzerinde sürdürdü.
Retina tabakasında bulunan melanopsin adlı ışığa duyarlı hücrelerin optik sinir vasıtasıyla beyne ulaştığı bölümde migren atakları sırasında harekete geçen bir grup nöron keşfeden bilim adamları, bunun ışığın migren üzerindeki etkisini açıkça ortaya koyduğunu söylediler

Kaynak; cnnturk.com

www.sufizmveinsan.com
13/01/2010

492- AB "sulu bilgisayar" peşinde

Avrupa Birliği'nin finanse ettiği bir projeyle bilim adamları, insan vücudundaki nöronlardan biyolojik anlamda esinlenen ve işlemci sinyallerini kimyasal düzeyde ileten bir "ıslak bilgisayar" üzerinde çalışacaklar.
İngiliz yayın kuruluşu BBC'nin haberine göre, 2,6 milyon dolarlık proje, şu anki bilgisayarların yapamadığı, mini moleküler robotları kontrol etmeyi ve kimyasal nano sinyalleri yönlendirmeyi hedefliyor.
Bu çalışmayla, ayrıca, insan vücudundan gelen kimyasal sinyallere zeki tepkiler veren "akıllı ilaçlar" üretilmesi amaçlanıyor.
Birçok Avrupa üniversitesinden araştırmacının yer alacağı ve Şubat ayında resmen başlayacak projede, üzerinde çalışılacak biyolojik anlamda esinlenilen bilgisayar canlı hücreleri kullanmıyor.
Bunun yerine, biyolojik hücre duvarlarına benzer bir katmanı kendiliğinden oluşturabilen kimyasal hücrelerden faydalanıyor ve bu kimyasal hücreler kendi aralarında sinyalleri iletebiliyorlar.
Bu kimyasal hücreler, bir kimyasal sinyali aldıktan sonra "tesirsiz sürece" giriyorlar. Bu süre zarfında hiçbir dış sinyal, bu hücreleri etkileyemiyor ve diğer bağlantılı hücrelerden gelen zincirleme reaksiyona kendilerini kapatıyorlar.
Bu tip kimyasal hücrelerin oluşturduğu organizasyon sistemi de beynin çalışmasına benziyor. Geleceğin süper bilgisayarları için de bir mihenk taşı sayılabilecek bu kimyasal bilgisayar için uzmanlar, bir gün insan beyniyle gerçek anlamda rekabet edebilecek bir bilgisayar geliştirme imkanı tanıyabileceğini belirtiyorlar.

Kaynak; cnnturk.com

www.sufizmveinsan.com
14/01/2010


493- "Uzun yaşam geni" beyni de koruyor

"Uzun yaşam" geninin, yaşlı kişilerde hafıza kaybı ve bunamayı engelleyebileceği bildirildi.
New York'taki Yeshiva Üniversitesi'nin Albert Einstein Tıp Fakültesi'nden Dr Amy Sanders ve ekibi, yaşlılıkla ilgili bir araştırmaya katılan 523 kişinin verilerini değerlendirdi.
Uzun süre yaşamayı olanaklı kılan, 2003'te bulunan CETP geninin varyantının yaşlı kişilerin beyin sağlığını koruyabileceği tezinden yola çıkan bilim adamları, bu genin varyantına sahip olup olmadıklarını anlamak için araştırmanın başında hafıza sorunu olmayan 70 yaşındaki katılımcıların kan örnekleri incelendi.
Ortalama 4 yıl boyunca bilişsel bozuklukların seviyesini, Alzheimer hastalığının belirtilerini ve başka değişiklikleri her yıl test eden bilim adamları, CETP varyantının 2 kopyasına sahip kişilerin hafıza kaybı, bunama ve Alzheimer'a yakalanma riskinin, bu kopyalardan hiçbirine sahip olmayanlardan yüzde 70 az olduğunu gördü.
Amerikan Tıp Derneği'nin (JAMA) yayın organında yayımlanan araştırmada, bu genin kandaki iyi kolesterol seviyesini artıran bir protein ürettiği ve bunun kalp krizi ve bunama riskini azalttığı belirtilirken, aynı etkiyi yapacak bir ilacın daha uzun ve sağlıklı yaşamayı olanaklı kılabileceği vurgulandı.

Kaynak; cnnturk.com

www.sufizmveinsan.com
15/01/2010

Kalp atışını düzenleyen gen tanımlandı

Kalp atışlarını düzenleyen elektrik sinyallerini kontrol eden Scn10a geninin hasar görmesi ya da mutasyona uğraması durumunda, kalp hastalıkları riskinin arttığı belirlendi.
italyan La Stampa gazetesinde çıkan habere göre, Londra'daki Imperial Üniversitesinden bir grup bilim adamı, kalp atışlarını düzenleyen geni tanımladı.
20 bin kişi üzerinde yapılan araştırmada katılımcıların elektrokardiogramlarını alan bilim adamları, elektrik sinyallerinin kalbe ne kadar sürede ulaştığını ölçtü. Uzmanlar, Scn10a genindeki varyasyonun yavaş ya da düzensiz kalp atışlarıyla bağlantılı olduğunu tespit etti.
"Pacemaker gen" olarak da adlandırılan bu genin tanımlanmasının kalp atışlarının sürekliliğini düzenleyen mekanizmalar konusunda bilinenlere katkıda bulunacağını belirten bilim adamları, bunun da kalp hastalıklarına karşı yeni ilaçlar geliştirilmesine yardımcı olmasını bekliyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
16/01/2010

Doğal antioksidanlar kanseri önlemede etkili

Çalışmalar, antioksidanların kanseri önlemede etkili olduğunu, antioksidan takviyelerinin ise faydalı olmadığını gösteriyor. Kemoterapi ve radyoterapide olumlu etki yaptığına dair görüşler ise belirsizliğini koruyor. Antioksidanlar, serbest radikallerle hasara uğramış hücreleri koruyan maddeler. Serbest radikaller ise vücudun normal metabolik faaliyetleri sırasında ortaya çıkan ve hücrelere saldırarak yapılarını bozan kararsız moleküller.
Antioksidanlar, diğer moleküllerden aldığı elektronlarla DNA’ya zarar veren serbest radikallerin taşıdığı elektriği etkisiz hale getirir. Serbest radikallerin verdiği zararlar, yaşlanma ve kanser gelişimi de dahil olmak üzere pek çok hastalıkla ilişkilendiriliyor. Antioksidanlar kanseri yavaşlatabiliyor veya kansere karşı koruyabiliyor.
Antioksidanların kanseri önlemedeki rolünü destekleyen çok sayıda laboratuar çalışması var. Bunun yanı sıra, antioksidan takviyelerinin faydalı olmadığını gösteren klinik çalışmalar da bulunuyor. Antioksidanların kemoterapi veya radyasyon tedavisinin olumlu etkisini arttırdığına dair görüşler ise belirsizliğini korumakta.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
17/01/2010

Göz testiyle alzheimer'a erken tanı

Alzheimer hastalığını, basit bir göz testiyle daha belirtileri ortaya çıkmadan önce teşhis etmenin mümkün olabileceği bildirildi.
İtalyan La Stampa gazetesinde çıkan habere göre, Londra Üniversitesinden bir grup bilim adamının, fareler üzerinde yaptıkları araştırma sonucunda geliştirdikleri teknikte, fosforlu bir boya kullanılarak göz retinasındaki ölü hücreler tespit ediliyor.
Bunun, beyin hücrelerinin ölmekte olduğunun da ilk belirtileri arasında yer aldığını kaydeden bilim adamları, insanlar üzerinde olumlu sonuçlar vereceğine inandıkları test üzerinde çalışmayı sürdürüyor.
Araştırma ekibinin başındaki Francesca Coredeiro, retinanın da beynin bir uzantısı olduğunun sık sık göz ardı edildiğine işaret ederek, "Bu nedenle gelecekte basit bir göz doktoru randevusunun beynin sağlığı ve bunama belirtileri olup olmadığı konusunda ışık tutması hiç de imkansız değil" dedi.
Testin 3 yıl içinde kullanıma sunulabileceğini belirten Coredeiro, bu teknik sayesinde hastalığın seyrinin de takip edilebileceğini söyledi.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
18/01/2010

"Her dört kişiden birinin ruh sağlığı bozuk"

ABD'nin Cincinnati Üniversitesi Öğretim üyesi Prof Dr. Henry A. Nasrallah, her ülkenin toplam nüfusunun yüzde 20-25'inde hafif ya da ağır şiddette teşhisi konulabilen ruhsal sorun olduğunu ve bunların hemen hemen tamamının tedavi edilebilir özelliğine rağmen ön yargıların bu süreci geciktirdiğini söyledi.
Adana Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr. Bülent Demirbek'i ziyaret eden Prof. Dr Nasrallah, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yüzyıllar boyunca akıl hastalıkların tedavisinin olmadığını, oysa günümüzde en ciddi psikiyatrik hastalıklarda bile erken tanı halinde tedavinin gerçekleştirilebileceğini bildirdi.
Nasrallah, ruhsal hastalıkların görülme sıklığının ülkeler arasında önemli değişim göstermediğini, her ülkenin toplam nüfusunun yüzde 20-25'inde tanısı konabilen bir ruhsal sorun olduğunu ifade ederek, "Bir başka ifadeyle dünyada her 4 kişiden biri ruhsal sorun yaşıyor" dedi.
Sadece gelir düzeyi düşük toplumlarda anksiyete (kaygı) bozukluklarının daha yaygın olduğuna dikkati çeken Nasrallah, şunları söyledi:
"Örneğin, şizofrenlerin oranı ABD'de de Türkiye'de de Bangladeş'te de yüzde bir oranında. Yine dünyada her 100 kişiden 4'ünde bipolar (iki uçlu) bozukluk var. Her 100 kişiden 15'i depresyonda. Anksiyete bozuklukları ise yüzde 20'leri buluyor. Ancak, ruhsal hastalıklarda ön yargılar, 'deli' damgası korkusu halen yaygın. Bu durum batıl inançlarla da özdeşleştiriliyor." Nasrallah, dünyadaki yaygın ön yargılara rağmen ABD'de bu konuda önemli mesafe alındığına da işaret ederek, "ABD'de meşhur kişilerin bile ruhsal sorunlarını açıkça dile getirmeleri model oluyor. Bu yüzden de artık bu tür sorunu olanlar dışlanmıyor, yadırganmıyor, utanç kaynağı da olmuyor" dedi.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
19/01/2010

Işığa düğüm attılar

İngiltere’de bir grup bilim insanı, şimdiye dek sadece soyut matematiğin bir dalı olan “düğüm teorisi”ni ışıkta gerçeğe çevirdi.
Bristol, Glasgow ve Southampton üniversitelerinden bilim insanları, “düğüm teorisi”yle özel olarak tasarlanmış hologramlar (lazer ışınlarına dayanılarak meydana getirilen üç boyutlu görüntü işlemi) kullanarak ışığı yönlendirdi. Işık huzmesindeki ışığın, nehirde akan suya benzediğini keşfeden bilim insanları, ışığın normalde doğrusal olarak aktığını, ancak boşlukta iken “optik girdaplar” oluşturduğunu saptadı. Araştırmayı yürüten ekibin başkanı Dr. Mark Dennis, “Etrafımızdaki ışık, göremediğimiz karanlık hatlarla dolu. Biz de bu karanlık çizgileri sofistike hologramlarla yönlendirip düğümler oluşturduk” diye konuştu. Dr. Dennis’e göre bu keşif epilasyondan tümör tedavisine kadar pek çok konuda kullanılan lazerin hassasiyetinin artırılmasını sağlayacak.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
20/01/2010

Çocuk hayatı kimden öğreniyor?

ABD'de yapılan araştırmaya göre, çocuklar anne ve babalarından olduğu kadar kardeşlerinden de çok şey öğreniyor. Bu nedenle kardeşlerin çocuk gelişimi üzerindeki önemi hafife alınmamalı.
İngiliz Daily Telegraph gazetesinde yayımlanan araştırmaya göre ebeveynler, sosyal kurallar hakkında çocukları üzerinde daha etkili olurken, kardeşler "sokakta" davranış biçimi konusunda rol oynuyor. Kardeşlerden öğrenilenler arasında okulda ve arkadaş çevresinde nasıl davranılması gerektiği konusu ön sırada yer alırken, küçüklerin büyüklerden sigara ve alkol gibi kötü alışkanlıkları edinme ihtimali de bulunuyor.
Illinois Üniversitesiden profesör Laurie Kramer, çocukların günün büyük bölümünü geçireceği sosyal çevreye daha yakın olmaları nedeniyle kardeşlerin çocuk gelişimine katkılarının gözden kaçırılmaması gerektiğinin altını çizdi. Kramer, ebeveynlerin yapabileceği en önemli işlerden birinin, en başından kardeşler arasında dayanışmayı artırmaya yardım etmek olduğunu kaydetti.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
21/01/2010

"Bir tutam tuz" nelere kadir...

ABD'de yapılan çalışma, günde 3 gram eksik tuz almanın yılda 66 bin kişinin felç, 99 bin kişinin kalp krizi geçirmesini, 92 bin kişinin ölümünü önleyeceğini ortaya koydu.
California Üniversitesi tarafından yürütülen çalışmaya göre tuzu azaltmak, ülkedeki yıllık sağlık harcamalarında 24 milyar dolarlık tasarruf sağlıyor.
Günlük diyette tuzu 3 gram azaltmanın ''ulaşılabilir bir hedef'' olduğuna işaret eden araştırmacılar, bunun faydalarının, nüfusun yarısının sigarayı bırakmasının faydalarına eşit olduğuna inanıyor.
New England Tıp Dergisinde yayımlanan çalışma, yüksek tansiyon ve kalp hastalıklarına yol açan tuzun ABD'de gerekli miktarın çok üzerinde kullanıldığını ortaya koyuyor. Miktarın büyük bölümü işlenmiş gıdalardan alınıyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
22/01/2010

Japonlar yeni bir materyal geliştirdi

Japon bilim adamları, yüzde 95'i sudan oluşan, şeffaf, esnek ve çevreye zararı olmayan yeni bir materyal geliştirdi.
Tokyo Üniversitesinden Takuzo Aida yönetimindeki bilim adamlarının kozmetikte yaygın kullanılan kil minerali ve çocuk bezlerinde kullanılan sodyum poliakrilat vasıtasıyla geliştirdikleri yeni materyal, çok kolay esnetiliyor ve kendi formuna kolayca dönebiliyor.
Yeni materyalin temelini oluşturan su çalkalandığında, eklenen malzemelerin etkileşimiyle hemen katılaşarak jele dönüşüyor.
Bilim adamları, içinde yüzde 0,2 oranında kimyevi katkı maddesi olan yeni materyalin tıp ve kozmetik sektöründe, tıbbi ameliyatlarda yapılan kesiklerin yapıştırılması ve yara tedavisinde geniş kullanım bulacağını beklediklerini vurguluyor.
100 derece sıcaklığa kadar sağlamlığını koruyan ve dayanıklığı silikona eşdeğer olan materyalin gelecekte birçok plastik materyalin yerini alması öngörülüyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
23/01/2010

 D vitamini bağırsak kanseri riskini azaltıyor

10 Avrupa ülkesinde yapılan araştırma, kanında D vitamini seviyesi yüksek olan kişilerin kalın bağırsak kanserine yakalanma riskinin diğer kişilerden yaklaşık yüzde 40 az olduğunu gösterdi.
D vitaminin temel kaynağı güneş ışığı. Ancak uzmanlar, makul sürelerde güneşlenmek gerektiğini söylüyor.
Danimarka, Fransa, Yunanistan, Almanya, İtalya, Hollanda, Norveç, İspanya, İsveç ve İngiltere'de yapılan, yarım milyonu aşkın kişinin katıldığı ve İngiliz Tıp Dergisinde (BMJ) yayımlanan karşılaştırmalı araştırma, D vitamininin kalın bağırsak kanseri riskini azalttığını gösterdi.
Ancak riski azaltmak için, D vitamini yüksek besinlere mi ihtiyaç duyulduğu, yoksa dengeli beslenme ve düzenli olarak makul ölçüde güneşlenmenin mi gerekli olduğu aydınlanmış değil.
Ayrıca bilim adamları, takviye D vitamini önermeden önce, kandaki D vitamini seviyesini artırmanın bu kansere yakalanma riskini, istenmeyen yan etkiler yaratmadan gerçekten azaltıp azaltmadığını belirlemek için başka araştırmaların yapılması gerektiğini de vurguladı.
Şimdilik, kalın bağırsak kanserinden korunmak için bilim adamları, sigaradan uzak durma, spor yapma, kilolu olmaktan kaçınma, beldeki yağ fazlalıklarından kurtulma, alkol ve kırmızı et tüketimini sınırlandırma gibi önerilerde bulunuyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
25/01/2010

 Bacak bacak üstüne atmanın bedeli..

Bir anket sonucuna göre, bacak bacak üstüne atmak kan akışını engelliyor ve kan pıhtılaşması, bel burkulması, omurga disklerinin kayması, skolyoz gibi ciddi sağlık sorunlarına neden oluyor.
Merkezi Malezya'da bulunan ve Çin genelinde de faaliyet gösteren M.J. Sağlık Yönetimi Merkezi adlı kuruluşun raporunda, bacak bacak üstüne atmanın kan akışını engellediği, buna bağlı olarak kan pıhtılaşması, bel burkulması ve incinmesi, omurga disklerinin kayması ve skolyoz (omurgada anormal eğrilik) gibi ciddi rahatsızlıklara neden olduğu bildirildi.
18 bin 61 kişiye uygulanan anket sonucunda yayımlanan raporda, modern toplumun standart alışkanlıklarının insan sağlığına etkileri araştırıldı.
Yaşlıların uyandıktan sonra tansiyon aniden düştüğü ve denge kaybına neden olduğu için yataktan hemen kalkmamaları önerilen raporda, yaşlıların uyandıktan sonra en az üç dakika daha uzanarak beklemeleri ve yavaş bir şekilde yataktan doğrulmaları istendi.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
26/01/2010

 Işık Hızında Kablosuz veri iletimi

Kablosuz bağlantılarda radyo sinyalleri devri bitiyor, bakın yerine ne geliyor?
Resimdeki bu ışıklar aydınlatma değil veri transferi için kullanılıyor.Teknoloji devi Siemens son zamanlarda çok ilginç bir araştırma üzerinde çalışıyor. Araştırma sayesinde var olan kablosuz veri iletimi yöntemlerinin eriştiği 200Mbps hızın çok daha ötesine geçildi ve tam 500Mpbs'ye ulaşıldı.
Araştırmacılar Ostar LED ile gerçekleştirdikleri çalışmalarında ışığı, veri taşıyabilecek bir frekansta gönderdiler. Alıcı tarafta bulunan bir foto detektör ise ışığı alıp, ardından elektrik akımına çeviriyor. Siemens'e göre Visible Light Communication (VLC) yani görünebilir ışık iletişimi adını verdiği bu yeni teknolojinin sunacakları çok fazla. Daha hızlı bir veri iletişimi bunlar arasında ilk akla geleni ama var olan Wi-Fi sistemler nedeniyle birbirine karışan sinyallerin VLC sayesinde rahatlayabileceği de düşünülüyor.
VLC'nin diğer ilginç bir yönü ise geleneksel kablosuz iletişimlere göre güvenliğinin çok daha kolay sağlanabilecek olması. Alıcı tarafta bulunan foto detektörün ışığı tam olarak görmesinin gerekmesi, basit bir perde ile bile güvenlik sağlanabilmesi anlamına geliyor

Kaynak; chip.com.tr

www.sufizmveinsan.com
27/01/2010

 Sigara rahimdeki bebeğin tansiyonunu etkiliyor

Hamilelikte sigara içmek anne rahmindeki bebeğin kan basıncını kontrol eden mekanizmaları da etkiliyor.
Uzmanlar, bunun sonucunda ortaya çıkan problemler ile ani bebek ölümleri arasında bir ilişki olduğunu düşünüyor.
İtalyan haber ajansı ANSA'da çıkan habere göre, Stokholm'deki Karolinkska Enstitüsünden bir grup bilimadamı, 17'sinin annesi sigara tiryakisi olan yeni doğmuş 40 civarında bebeği inceledi.
Gary Cohen başkanlığındaki araştırma ekibi, sigara içen annelerin bebeklerinin tansiyonlarında ve kalp atışlarında anormallikler olduğunu gözlemledi. Uzmanlar, bu bebeklerde görülen ani tansiyon değişikliklerinin çocuk 1 yaşına gelene kadar geçen zamanda daha da kötü bir hal aldığını belirtti.
Bu bebeklerin kucağa alındıkları zaman tansiyonlarında görülen ani yükselişi örnek olarak gösteren bilim adamları, bunun hamilelikte sigara içilmesinin bebeğin kan basıncına vermiş olduğu zararın bir göstergesi olduğunu söyledi.
Uzmanlara göre, anne adayının sigara içmesi sonucu ortaya çıkan bu dolaşım problemleri, özellikle sigara tiryakisi annelerin yeni doğmuş bebekleri arasında yaygın olan ani bebek ölümlerinin nedenleri arasında yer alıyor.

Kaynak; cnnturk.com.tr

www.sufizmveinsan.com
28/01/2010

Soğuklarda nasıl beslenmeli?

Soğuk havanın tüm yurtta etkisini hissettirdiği bu dönemde, doğru ve sağlıklı beslenmenin vücut direncini arttırmada büyük önemi olduğu bildirildi.
Selçuk Üniversitesi (SÜ) Meram Tıp Fakültesi Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Mehmet Akman, AA muhabirine yaptığı açıklamada, vücudun doğal savunma sisteminin, hastalıklardan en iyi koruyan sistem olduğunu belirtti.
Bu yüzden doğal savunma sistemine önem verilmesi gerektiğini vurgulayan Akman, "Soğuk havalarda, sağlıklı beslenilmeli, ideal ağırlığımızı korumalı, haftada en az 3 kez 30-45 dakikalık yürüyüşler yapmalı ve gün içinde aktif olmaya çalışmalıyız" dedi.
Herhangi bir engeli olmayan insanların günde en az 5 porsiyon sebze ve meyve tüketmesini tavsiye eden Akman, vücutta mikrop ve virüslere karşı savaşma özelliği yüksek aktif maddeler içeren ıspanak, karnabahar, lahana, brokoli, Brüksel lahanası, havuç ve turunçgillerin bol miktarda tüketilmesi gerektiğini belirtti.

Kaynak; cnnturk.com.tr

www.sufizmveinsan.com
29/01/2010

Arılar insanları diğer canlılardan ayırt edebiliyor

Arıların insan yüzünü, soyutlama yaparak başka şekillerden ayırt edebildiği ortaya çıktı.
Fransa'daki Paul Sabatier Üniversitesi'nden Martin Giurfa'nın yaptığı araştırma, insanların dikey çizgi (burun), iki nokta (gözler), bir yatay çizgi (ağız) gibi farklı unsurları birleştirerek insan yüzünü tanıdığını, arıların da insanlar gibi beyinlerinde bir şekil oluşturmak için dikey çizgi, iki nokta ve yatay çizgiyi bir araya getirebildiğini gösterdi.
2005'te Monash Üniversitesi'nden Adrian Dyer ve ekibinin yaptığı araştırma şekerli su ile "alıştırma yaptırılan" arıların insan yüzlerini tanıdığını ortaya koymuştu. Giurfa, arıların bunu nasıl yaptığını araştırdı.
Bilimadamları Giurfa ve Aurore Avargues-Weber, önce gözler için iki nokta, burun için dikey çizgi, ağız için yatay bir çizginin bulunduğu yüz resimleri kullandı.
Arılara, bu çizgilerin doğru ve yanlış sıralandığı çeşitli resimleri ayırt etmesi için "alıştırma yaptırıldı".
Göz, burun ve ağzın doğru sıralandığı resme konan arılar şekerli su ile ödüllendirildi. Daha sonra arılar, daha önce karşılaşmadıkları yüze benzeyen resimleri de bulabildi, burun ve ağzın farklı yere konduğu fotoğrafları ise "tanıyamadı".
"Journal of Experimental Biology" dergisinde yayımlanan araştırmada, primatlarda var olan ve yüz tanımayı sağlayan beynin "fuziform alanı"na sahip olmasa da arıların yüzleri "tanıyabildiği" vurgulandı.
Bunun arıların, maskesi olmasa da arıcıları tanıdığı anlamına gelmediğine dikkati çeken Martin Giurfa, muhtemelen arıların nektar alabildikleri "garip" çiçeklere konduklarını düşünüyor.

Kaynak; cnnturk.com.tr

www.sufizmveinsan.com
30/01/2010

Sağlık bakanlığı öneriyor

Sağlık Bakanlığı, kış aylarında bağışıklık sistemini güçlendirerek vücut direncini artırmak için meyve ve sebze tüketimine ağırlık verilmesi, yağlı gıdalardan uzak durulması, E vitamininden zengin yiyeceklerin tüketilmesi ve yeterli miktarda sıvı alınması gerektiği uyarısında bulundu.
Sağlık Bakanlığı yetkilileri, hava sıcaklığının değişmesine bağlı grip ve soğuk algınlığı gibi hastalıkların görülme sıklığının arttığını belirterek, hastalıklardan korunmak için bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
Kış aylarında yağlı ve şekerli besinlere eğilimin arttığını, kapalı ortamlarda fazla zaman geçirildiğini, fiziksel aktivitenin azaldığını ve sonuçta kilo artışı olduğunu ifade eden yetkililer, bunların tümünün hastalıklara yakalanma riskini arttırdığını söyledi.
Savunma sistemini güçlendirici özelliği olan A ve C vitamini gibi antioksidan vitaminlerden zengin havuç, brokoli, kabak, lahana, karnabahar, maydanoz gibi sebzelerin yanı sıra kış aylarında bolca bulunan portakal, mandalina, elma, greyfurt gibi meyvelerin tüketimi önemlidir.
Gerek C vitamini ihtiyacının karşılanmasında gerekse sıvı alımına katkı sağlanması açısından taze sıkılmış meyve suları tüketilmeli.
Meyve suları, içindeki C vitaminin azalmaması için sıkıldıktan hemen sonra içilmeli.
Soğuk algınlığı ve enfeksiyonlara karşı vücut direncini artıran, A vitamininin okside olmasını engelleyen E vitamini de yeterli oranda alınmalı.
Bunun için E vitamininden zengin yeşil yapraklı sebzeler, fındık, ceviz gibi yağlı tohumlar ve kuru baklagiller yeterli miktarda tüketilmeli.
Balık da beyin fonksiyonlarının gelişimi için gerekli çoklu doymamış yağ asitleri, kalsiyum, fosfor, selenyum ve iyot mineralleri ile E vitamini için de iyi bir kaynaktır. Bu nedenle kış aylarında imkanlar dahilinde haftada 2-3 kez yenilmeli."

Kaynak; cnnturk.com.tr

www.sufizmveinsan.com
31/01/2010

Erkeklerde kısırlığa neden olan gen bulundu

Çin'de yapılan bir araştırmada, erkeklerde kısırlığa yol açan bir genin bulunduğu ve bunun kısırlık tedavisinde yeni buluşlar sağlayacağı bildirildi.
Şanghay Günlüğü gazetesinin haberine göre, söz konusu keşfe ait makale, "Genes&Cancer" bilim ve araştırma dergisinde yayımlandı.
Çin'in Şanghay şehrindeki İletişim Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde yapılan araştırmada, bilim adamları, erkek fareler üzerinde yapılan deneylerde, testislerin zayıf gelişimine ve sperm kaybına neden olan "Kif18a" genini yok ettiklerini kaydetti.
Üniversitenin Genetik Araştırma Merkezinden Gu Mingmin, "Kif18a" geni ile sperm gelişimi arasındaki bağlantıyı memeliler üzerinde dünyada ilk kez belirlediklerinin altını çizerek, "Kif18a geni sperm gelişiminde çok büyük bir rol oynuyor. Söz konusu genin yanlış işlevinin etkisi kromozomları etkileyebilir, dolayısıyla hücre ölümüne neden olabilir" dedi.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
02/02/2010

MP3'ün yerine yeni format: MusicDNA


Yaygın müzik dosyası formatı MP3'ü geliştiren kilit isimler, yeni bir müzik dosyası formatı daha kazandırdı.
1993'te ilk MP3 çaların geliştirilmesinde yer alan Norveçli Dagfinn Bach'ın bulduğu yeni müzik dosyası MusicDNA, şarkı sözleri, görüntü, kapak resmi ve internette bu müzikle ilgili yayımlanan blogları da içeriyor.
Ayrıca müzikle birlikte tüm bu unsurlar da kullanıcı internete bağlandığında sürekli güncelleniyor.
Yeni müzik dosyasının geliştirilmesinde, MP3 dosyasını icat eden Alman araştırmacı Karhlheinz Brandenburg da yatırımcı olarak rol aldı.
Vampire Weekend, MIA ve The Strokes gibi gruplarla çalışan Britanya kayıt şirketi Beggars Group ve Amerikan Tommy Boy firmaları MusicDNA formatını kullanmak üzere sözleşme yaparken, şu anki müzik indirme maliyetinden daha yüksek olacak bu yeni müzik dosyası formatını kullanmak için daha büyük kayıt şirketleri henüz başvuruda bulunmadı

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
03/02/2010

 Bitkisel hayatta "Beyin gücü" ile konuştu!


Britanyalı ve Belçikalı bilim adamlarının yaptıkları bir araştırmada, bitkisel hayattaki bir hasta, düşünce gücüyle doktorlarla konuşabildi.
Bilim adamları, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme (fMRI) adı verilen beyin tarayıcısını kullanarak, 2003'te trafik kazasında ağır beyin travması geçiren hastanın, beyin faaliyetlerini bilinçli olarak değiştirmek suretiyle, doktorların sorularına karşılık "evet" ve "hayır" cevaplarını "düşünebildiğini" saptadı.
Hastada bilinç işaretleri gözlemleyen doktorlar, bunun gerçek olup olmadığını anlamak için, hastaya "babanızın adı Thomas mı" gibi sorular sorarak "evet" ya da "hayır" cevapları vermesini istedi. Bu sırada doktorlar hastanın beynini fMRI cihazıyla taradı. Doktorlar, hastanın beyin faaliyetlerini değiştirerek sorulara cevap verdiğini gördü.
Araştırmayı kaleme alanlardan Adrian Owen, hastanın düşünce yoluyla tüm sorulara doğru cevap verdiğini gösteren sonuçları görünce çok şaşırdıklarını söyledi.
New England Journal of Medicine'de yayımlanan araştırmada, bitkisel hayatta olduğu düşünülen 23 hasta arasında yapıldı. Yapılan beyin taramasında bu hastalardan dördünde bilinçlilik işaretleri görüldü.
fMRI yöntemi, sağlıklı insanlarda beynin sorulara cevabını yüzde 100 kesinlikle saptayabiliyor. Ancak bu cihaz hareket edemeyen veya konuşamayan hastalarda daha önce denenmemişti.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
04/02/2010

 Atmosferdeki suyu örümcek ağıyla tutacacaklar

Çinli araştırmacılar, su damlacıklarını etkili bir biçimde tutan örümcek ağının özelliklerini kopya ederek, atmosferdeki suyu tutmakta kullanılabilecek sentetik bir iplik geliştirdi.
Çinli bilim adamları, Uloborus walckenaerius örümceğinin ağ liflerini mikroskopta incelediler ve lif boyunca hareket eden su zerrelerinin damlacıkları oluşturmak için yoğunlaştığında ağın yapısını değiştirdiğini tespit ettiler.
İncelemede bu örümceğin salgıladığı maddeyle yaptığı ipliğin, su damlacıklarının toplandığı bölgelerde, 4 kat daha kalın düğümler oluşturduğu görüldü.
Pekin'deki nanobilim ve nanoteknoloji merkezinden Yongmei Zheng ve Hao Bai, örümceğin ağ yapmakta kullandığı ipliğin üstün mekanik özellikleri bulunduğuna dikkati çekerek, "Örümcek ağının daha az incelenen bir başka özelliği, nemli havadan suyu toplama kapasitesi" dediler.
Bu özellikten esinlenerek, örümcek ipeğinin karakteristik yapısını kopya eden yapay lifler geliştirdiklerini söyleyen bilim adamları, bu yapay liflerin verilen yönde suyu toplama özelliğinin bulunduğuna işaret ettiler.
Bu yapay liflerin havada asılı suyu toplamaya veya sanayi üretiminde kimyasal ürünleri filtre etmekte kullanılabileceği düşünülüyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
05/02/2010

 Yemeğin tadı tuzu kalbi yoruyor

Yüksek tansiyon, kemik erimesi, böbrek hastalığı, mide kanseri ve şişmanlık açısından ciddi risk oluşturan aşırı tuz tüketimi en çok da kalbi etkiliyor, tuz, kalp hastalıklarına bağlı ölüm oranlarını yükseltiyor.Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği Genel Sekreteri Doç. Dr. Ülver Derici, 1-7 Şubat Dünya Tuza Dikkat Haftası'nın bu yıl ''Tuz sağlığınıza zarar verebilir'' temasıyla işlendiğini söyledi.
ERKEKLER, KADINLARDAN DAHA FAZLA TUZLU YİYOR
Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneğince 2008 yılında yapılan çalışmada, bir kişinin günlük tuz tüketiminin, olması gerekenin üç katı (ortalama 18 gram) olarak tespit edildiğini belirten Derici, şunları kaydetti:
''Çalışmada, erkeklerin kadınlardan daha fazla tuzlu yediği saptanmıştır. Zeytin, peynir, turşu, salamura ve konserve gıdalar tuz oranı yüksek ve toplumumuz tarafından yoğun tüketilen gıdalardır. Ekmeğimizdeki (ortalama 300 gramlık ekmek) tuz miktarı yaklaşık yedi gram kadar olup günde bir ekmek tüketen birey zaten alması gerekeni fazlasıyla almaktadır. Türk Hipertansiyon İnsidans Çalışması'na göre, Türkiyedeki hipertansiflerin miktarı dört yılda üç milyon artmış olup, toplumumuzun aşırı tuz tüketimi bu artışın önemli bir sebebi olarak görülmektedir.''
GÜNDE 5 GRAM TUZ YETERLİ
Derici, tuz kullanım miktarının toplumsal özelliklere ve coğrafi bölgelere göre değişebildiğini de ifade ederek, ''Normal sağlıklı bireylerde günlük olarak yemeklerle alınması gereken ortalama tuz miktarı 5 gramdır, en fazla 6 gram olabilir'' dedi.
Bu miktarın üzerinde tuz tüketilmesi halinde, ''kalp-damar hastalıklarına bağlı ölüm oranlarının yükseldiğini'' vurgulayan Derici, fazla tuz kullanımının astım hastalığında da şikayetleri tetiklediğini bildirdi. Derici, bu nedenle, sağlığın korunması, dengeli beslenme alışkanlığının kazanılması ve olası hastalıklara karşı riski artırmamak için günlük alınan tuz miktarının azaltılması gerektiğini kaydetti.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
06/02/2010

 Yapay kara delik yapıldı!

"Kara delik", bakır kaplı 60 adet devrenin eş merkezli daireler şeklinde yerleştirilmesinden oluşuyor.

Her katmana basılmış çeşitli desenler, elektromanyetik dalgalara maruz kalınca titreşiyor ya da sabit kalıyor.

Böylece, her yönden gelen mikrodalga radyasyonunu tamamen emip, enerjisini ısıya dönüştürebiliyor.

Bilim adamları, kara deliğin, ışığı tamamen soğuran bir çekim alanı değil, elektromanyetik dalgaları emen bir alan olduğunu belirtiyorlar.

Işık ise, elektromanyetik radyasyonun görülebilen hali.

Kara delik prensibinin, daha etkin güneş panelleri yapmakta kullanılması planlanıyor.
 

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
07/02/2010

 Trafikte 2 saat kalbi hasta ediyor


Kentlerde insanların güncel sorunları içinde ilk sıralarda yer alan trafik, sadece sinirleri bozmakla kalmıyor, aynı zamanda kalbe de önemli zarar veriyor.

İtalyan La Stampa gazetesinde yer alan habere göre, ABD'deki Çevre Koruma Kuruluşu uzmanları, otomobil ve kamyon egzozlarından havaya yayılan zararlı toz ve partikülleri solumalarını sağladıkları 18-35 yaşları arasındaki sağlıklı 35 gönüllünün kalbini gözlem altında tuttular.

Bu partiküllerin sağlıklı bireyler üzerindeki etkilerini araştıran ekibin başındaki James Samet, testin sonunda bu kişilerin kalp ritmlerinde bozukluklar ortaya çıktığını belirtti.

Samet, "bu araştırmanın, havadaki zararlı partikülleri solumanın özellikle hassas insanlar açısından önemli sorunlar yaratabilecek protrombotik etkilerin yanı sıra kalp ritminde değişikliklere de neden olduğuna ilişkin önemli kanıtlar ortaya koyduğunu" söyledi. Hava kirliliğinin kalp üzerindeki etkilerine ilişkin başka araştırmaların da yapıldığı belirtildi.
 

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
08/02/2010

 Üç boyutlu küp mucizesi

Üç Alman firmasının tasarımcıları bir araya gelip teknoloji harikası bir cihaz geliştirdi. Ürünün adı ise Gesture Cube 3D. 
3D arayüze sahip, bedensel hareketlerimizi algılayan bu cihaz, teknolojinin sınır tanımadığının açık bir kanıtı.

Bu, dokunmatik ekranlara sahip bir küp olarak algılanmamalı. Yaptığınız hamleleri, ürünün herhangi bir noktasına dokunmanıza gerek kalmadan algılamayı sağlayan teknolojisi var.

Bu sihirli küp sayesinde Müzik dinleyip, televizyon seyredebiliyorsunuz. Bünyesinde barındırdığı Bluetooth sayesinde telefonunuzla ya da bilgisayarınızla senkronize edebilme kabiliyeti de mevcut.

WiFi teknolojisi sayesinde de internete girebilir ve 3 boyutun zevkini internette de sürdürebilirsiniz.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
09/02/2010

 Mucize gibi molekül bulundu

 

"AIDS, 2009'un en büyük krizlerinden"
AIDS, grip ve Ebola gibi birçok virüse karşı etkili olabilen molekül bulundu.

Los Angeles Üniversitesinden Mike Wolf ve ekibinin, laboratuvarda ve fareler üzerinde yaptığı araştırma, LJ001 kod adı verilen molekülün birçok virüse karşı etkili olabileceğini gösterdi.

Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS) dergisinde yayımlanan araştırmada bilim adamları, LJ001'in Ebola, grip, AIDS, Hepatit C, Rift vadisi humması gibi zarflı tüm virüslere karşı etkili olabileceğini belirtti.

Fareler üzerinde yapılan araştırmada, LJ001 ile tedavi edilen, Rift vadisi hummasına yakalanan hayvanların tümü, Ebola'ya yakalananların ise yüzde 80'i hayatta kaldı. Araştırma, Fransız "Le Point" dergisinde de yer alıyor.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
10/02/2010

Aynalar neden yalan söyler?  

"Kendini beğenmeme hastalığı" olarak da bilinen "dismorfofobi"nin nedenlerini araştıran bilimadamları, bu kişilerin aynalara düşman olmasının asıl sebebinin, beyinlerinde özellikle kendi görüntülerini algılama sürecinde ortaya çıkan birtakım anomaliler olabileceğini ortaya koydu. 

Los Angeles'daki Kaliforniya Üniversitesine bağlı David Geffen Tıp Okulundan bir grup bilimadamı, kişinin yaşamını her yönden olumsuz etkileyen, hatta onu intihara kadar sürükleyen bu hastalığa yakalananların beyinlerinde özellikle kendi görüntülerini işleme sürecinde birtakım anomaliler olduğunu gözlemledi. 

"Archives of General Psychiatry"de yayımlanan araştırmayı yürüten uzmanlar, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme yöntemiyle beyin faaliyetlerini izledikleri 17 dismorfofobik hastayla 17 sağlıklı kişiye kendi resimleriyle birlikte ünlü bir aktörün fotoğrafını gösterdiler. 

Dismorfofobi hastalarının beyinlerinin görüntü merkezlerindeki nöronların, özellikle bireyin kendi görüntüsünü algılama sürecinde alışılmadık bir şekilde harekete geçtiğini saptayan bilim adamları, bu kişilerin, davranışları kontrol etmeye yardımcı olan "frontostriatal sistemlerinde" de bir takım anomaliler olduğunu tespit etti. 

Araştırma sonuçlarının bu rahatsızlığın genetiğine ışık tuttuğunu belirten uzmanlar, bu sinirsel bozuklukların doğuştan olup olmadığının ise araştırılması gerektiğine dikkati çekti

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
11/02/2010

Diş gıcırtdatma önemsenmeli, dişleriniz zarar görebilir

Günümüzde stres ve stresin etkileri yaşadığımız birçok alanda etkisini hissettirdiği gibi uyku arasında da diş gıcırdatmalarına yol açabiliyor.

Kişilerin yaşadığı maddi ve manevi birçok problem uyku esnasında kendini ele veriyor. Diş hekimi Çağdaş Kışlaoğlu, bruksizm olarak adlandırılan bu rahatsızlığı uyku sırasında dişleri sıkmak, gıcırdatmak ve çeneyi kenetlemek olarak açıklıyor.

Kışlaoğlu, dişlerin gıcırdatılmasının önemsenmesi gerektiğini, çünkü bu durumun dişlere zarar verdiğini belirtti. Kışlaoğlu, "Dişlerin çiğneyici yüzeyinde aşınmalar olur. Diş minelerinde oluşan rahatsızlık, diş boylarının kısalmasına sebep olur.

Dişlerde kamaşma olarak bilinen, soğuğa karşı hassasiyet belirir. Ani diş sızlamaları gerçekleşir. Diş ve çene arasındaki bağlarda gevşemeler oluşarak diş sallanmaları ya da dökülmeleri görülür." dedi. Bu rahatsızlıkları dişlerde kırılma ve diş eti çekilmeleri, ağız yaraları, baş ağrısı, çene ağrısı, şakak ve yanak bölgelerinde de kas ağrıları izleyebilir.

Bruksizmin yol açtığı rahatsızlıkları ve kişinin diş gıcırdatmasına devam etmemesi adına 'gece koruyucuları' olarak adlandırılan silikon içerikli diş plakları kullanılır. Diş hekimi Çağdaş Kışlaoğlu, kişinin rahatsızlığının seviyesine göre ek olarak kas gevşeticiler, psikolojik terapi yöntemi, eksik dişlerin yerine protez tedavisi uygulanabileceğini ifade etti.

Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
12/02/2010

Sigara yılda 5 milyon kişiyi öldürüyor

Sigara önlenebilir ölüm nedenlerinin başında geliyor ve dünyada en yaygın 'bağımlılık yapıcı madde' olarak nitelendiriliyor. Her yıl yaklaşık 5 milyon kişinin sigara ve tütün kullanımına bağlı hastalıklar nedeniyle hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.

Önemli bir halk sağlığı sorunu olan sigara, çeşitli fiziksel, sosyal ve ekonomik sonuçlara yol açan ciddi bir bağımlılık. Kanser, akciğer, kalp ve damar hastalıkları gibi birçok hastalığa yol açıyor. Sigara kullanımı sadece bireye değil, sigara dumanını soluyan diğer kişilere de ciddi zararlar veriyor, sigara ve diğer tütün ürünlerinin dumanına maruz kalan kişilerde de aynı hastalıklar görülüyor.

Türkiye Psikiyatri Derneği Alkol ve Madde Kullanım Bozuklukları Bilimsel Çalışma Birimi'nden Dr. Defne Tamar Gürol, "Diğer bağımlılık yapıcı maddelerde görüldüğü gibi, kişi zarar gördüğü halde kullanmaya devam eder. Kontrol yitimi ön plandadır. Kullanım kesildiği zaman çeşitli yoksunluk belirtileri ortaya çıkar" diyor.
"Ülkemizde sigara kullanım yaşı düşmekte ve kullanım yaygınlaşmaktadır. Erişkin nüfusun yüzde 50'den fazlasının düzenli şekilde sigara kullandığı çalışmalarla gösterilmiştir. Sigara kullanımı tüm yaş gruplarında yaşam süresini 16 yıl, 35-69 yaş grubunda ise 22 yıl kısalttığı yapılan çalışmalarla ortaya konmuş durumda. Sigaraya başlama yaşı ve bağımlılık şiddeti arasında bir ilişki vardır. Sigaraya başlama yaşı düştükçe bağımlılık gelişmesi olasılığı artar. Ergenlik döneminde sigara kullanmaya başlama, bağımlılık gelişme riskini artırır. Bu nedenle 18 yaş altındaki kişilere sigara satılmaması, sadece yasal değil, halk sağlığı açısından da uyulması gereken bir zorunluluktur."


Kaynak; zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
13/02/2010

Stresten kurtulmak için her gün duş alın

Elektronik cihazlarıdan yayılan elektromanyetik dalgaların neden olduğu stres ve yorgunluk, her gün duş alarak hafifletilebilir.
Cep telefonları başta olmak üzere elektronik cihazlardan yayılan dalgalardan kaynaklanabilecek elektromanyetik kirliliğin vücutta stres ve yorgunluğa yol açan elektrostatik yük birikimine neden olabiliyor. Her akşam duş almak ise tüm vücudu elektrik yükünden kurtararak, insanı stres ve yorgunluktan arındırabiliyor.
Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Daşdağ, yaptığı açıklamada, çevredeki tüm akım taşıyan kablolar ile elektrikli aletler, yüksek gerilim hatları, televizyonlar, cep telefonu, baz istasyonları ve bilgisayar gibi cihazların elektromanyetik dalgalar yaydığını söyledi.
Daşdağ, bu elektromanyetik dalgalardan kaynaklanabilecek elektromanyetik kirliliğin de kişide stres ve yorgunluğa yol açan elektrostatik yük birikimine neden olabileceğini ifade etti.
‘İNSANLARI TEMBELLİĞE İTİYOR’
Prof. Dr. Daşdağ, strese neden olan elektromanyetik kirliliğin en büyük olumsuzluklarından birinin insanları tembelliğe itmesi olduğunu belirterek, şunları kaydetti:
''Teknolojiyi kullananlar, alınacak bazı önlemlerle elektromanyetik kirlenmeden kaynaklanan ve zararlı olduğu iddia edilen etkileri azaltabilir. Bunun için sağlığımız için beslenmemize dikkat etmekle birlikte elektrikli aletleri olabildiğince kontrollü kullanmamız gerekiyor. Günlük yaşamda bağışıklık sistemini güçlendirici besinlere oldukça fazla yer vermek gerekir. Saçımızı saç kurutma makinesi yerine doğal olarak kurutarak, enerji tasarruflu ve kompakt floresan ampul yerine geleneksel ampulleri kullanarak, cep telefonu yerine kablolu telefon kullanarak evimizdeki elektromanyetik kirliliği en aza indirebiliriz.'' ,

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
15/02/2010

 

Geleceğe umutla bakın

Araştırmalar, yıllarla birlikte genel sağlık düzeyinde düşme beklentisinde olan yaşlı kişilerin, fiziksel olarak aktif kalabilmek için daha az çaba harcama eğiliminde olduklarını gösteriyor.
Bu egzersiz eksikliği de enerji yetersizliği ve hastalıklar için bir zemin oluşturuyor. Bu nedenle önünüzdeki yıllara özlemle bakmalı ve yaşınız her ne olursa olsun sağlığınızı ve canlılığınızı artırabilmek için aktif bir yaşam planlamalısınız.

65 yaş ve üzerindeki kişiler arasında, her hafta en az 30 dakika süren ve orta düzeyden yorucu sayılabilecek düzeye kadar değişen bir fiziksel aktiviteye katılanların oranı sadece yüzde 60. Geriye kalan yüzde 40 için bu tür bir aktiviteye katılım süresi 30 dakikanın oldukça altında. Bu süre sağlıklı kalabilmek için önerilen minimum fiziksel aktivite süresinin de oldukça altında.

Yapılan bir araştırma, genel sağlık düzeylerinin ilerleyen yıllarda azalacağı beklentisine sahip yaşlıların, bu yıllarda fiziksel anlamda aktif olma olasılıklarının ileriki yıllara ait olumlu beklentilere sahip kişilere oranla çok daha düşük olduğunu gösteriyor.

Yaşlanmanın artan deneyim ve bilgelik gibi pozitif yanlarını görebilmek, çok daha pozitif bir yaşlanmayı da beraberinde getirecektir. Bundan da önemlisi yaş konusunu dikkate almaksızın aktif kalmaya çalışmak sağlığınızı ve hareketliliğinizi korumanızı sağlayacaktır.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
17/02/2010

 

Fazla kırmızı et göze zarar

Melbourne Üniversitesi tarafından yapılan son araştırmalar gereğinden fazla kırmızı et tüketiminin Sarı Nokta Hastalığı’nı (Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu) artırdığını gösteriyor. Buna karşılık sebze ağırlıklı beslenme ise bu riski azaltıyor.

Avusturalya’da 7 bin kişi üzerinde yapılan araştırmada, kişilerin 8-10 yıl boyunca yemek yeme alışkanlıkları incelendi. Yapılan araştırma sonucunda, haftada 10 defadan fazla kırmızı et tüketen kişilerin, 5 kereden daha az yiyenlere oranla sarı nokta hastalığına yakalanma riskinin yüzde 47 daha fazla olduğu ortaya çıktı.

'Sarı Nokta’ya karşı en fazla koruyucu özelliğe sahip besinleri ise sebze ve meyveler oluşturuyor. Koyu yeşil lifli sebzeler, antioksidan özelliği ve güçlü lutein içeriği ile sarı noktaya karşı koruyabiliyor.

Lutein en çok ıspanak, brokoli gibi yeşil sebzelerde ve sarı renkli meyvelerde bulunuyor. Ancak yaşa bağlı makula dejenerasyonu hastalığını önlemek için gerekli miktarı bu besinlerle beslenerek almak çok güç olabilir. Yeterli miktarı tüketebilmek için belirtilen besinlerden günlük olarak çok fazla miktarlarda yemek gerekebiliyor. (Örn: Günlük 1,2 kg mısır veya 48 adet yumurta gibi). Bu öğeler, mikronutrisyon* ürünleri yani lutein ve antioksidan desteği olarak dışarıdan sağlanabilir ve sarı nokta hastalığı riski önemli oranda azalabilir.

* Mikronutrisyon, mikro beslenme ile eş anlamlı olup, özellikle vücut için gerekli besin desteklerinin istenen oranda alınması şeklinde tanımlanabilir. Mikro beslenmenin en net örneklerinden birinin vitaminler olduğu söylenebilir.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
18/02/2010
 

Peygamberimizin tavsiye ettiği sporlar

Peygamber Efendimiz`in bazı spor dallarını bizzat kendisinin yaptığını, bazılarını ise teşvik ve tavsiye ettiğini biliyor muydunuz?
Günümüzde doktorlar, düzenli egzersiz yapmayı veya herhangi bir spor dalıyla uğraşmayı hararetle tavsiye ediyorlar. Düzenli spor yapanlar, kasların kuvvetlenmesinden, şişmanlık riskinin azalmasına, düşünme potansiyelinin artmasından, yaşlanma sürecini geciktirmeye kadar pek çok konuda insanın sağlığına ciddi katkısı olduğunda hemfikirler.
Atletizm(yürüme-koşu): Pek çok rivayette yürümenin tavsiye edildiğine, ashabın da buna önem verdiğine şahit olmaktayız. Yürüme, her yaş ve seviyedeki insanın yapabileceği bir spordur. Peygamberimiz, "İki hedef arasında koşan kimsenin her adımı için bir hasene (iyilik) mevcuttur", "Ok yarışı yapın, vücutça sertleşin, yalın ayak yürüyün" (Mecmeu`z-Zevâid, 5/136) buyurarak bu sporu teşvik etmiştir.
Efendimiz`in eşi Hz. Âişe ile zaman zaman koşu yarışı yaptığı, bu şekildeki yarışları teşvik ettiği ve sahabenin de bu tür koşu yarışmaları yaptığı bilinmektedir. Bir defasında yarışı Hz. Âyşe, diğerinde de Peygamberimiz kazanmıştır. (Bkz. Ebu Davud,Cihad 68)
üreş: Torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Peygamberimiz`in huzurunda güreşmişlerdir. Mekke`nin ünlü pehlivanı Rükane b. Abdi Yezid, Müslaman olmak için, kendine göstermesi gereken bir mucize olarak güreşmeyi ve Hz. Peygamber`in güreşte kendisini yenebilmesini şart koşar. Peygamber Efendimiz de teklifi kabul eder ve Rükane`yi tuş eder. (Bkz. İbn Hişam, Siyer, 1/390)
Atıcılık ve ok atma: "Onlara karşı elinizden geldiğince kuvvet hazırlayın" (Enfâl, 8/60) âyetindeki kuvveti, Peygamberimiz "remy" ok atma olarak açıklamış, çarşıda ok atma yarışı sahabileri takdir etmiş, başka bir hadislerinde ise, "Allah tek bir ok sebebiyle üç kişiyi cennete koyar: 1- Onu yapan; yeter ki bunu hayır maksadıyla yapsın. 2- Oku atan. 3- Atana ulaştıran. Atın ve binin. Sizin ok atmanızı, ben binmenizden daha çok seviyorum" buyurarak ok atışıyla uğraşanları Allah`ın cennetine koyacağını müjdelemiştir. (Buhari, Cihad 78)
Binicilik ve at-deve yarışı: Peygamber Efendimiz`in teşvik ettiği, kazananlara zaman zaman maddi ödül verdiği, çoğu kere bizzat katıldığı sportif faaliyetlerdendir. "Şu üç şeyde armağan vardır; Deve yarışı, at yarışı ve ok yarışı" buyuran Efendimiz`in Adbâ ismindeki devesi de pek çok yarışta birinci gelmişti. Ancak Peygamberimiz bu işi kumar şeklinde yapmayı yasaklamıştır. (Ebu Davud, Cihad 67)
Yüzücülük: Yüzmeyi çocukluk yaşlarında öğrenen Efendimiz atıcılık, binicilik ve koşunun yanı sıra yüzmenin de öğrenilmesi ve öğretilmesini teşvik etmiş, hatta bir babanın evladına karşı vazifelerinden söz ederken onları helâl rızıkla besleme, yazıyı öğretme yanında atıcılık ve yüzme öğretmeyi de ifade etmiştir. Bu teşvikler sonucudur ki sahabiler arasında bu tür faaliyetlerin oldukça yaygın olduğu, Hz. Ömer`in de gerek hutbelerinde Medine halkına, gerek mektup ve talimatlarında diğer bölge halklarına ve ordu kumandanlarına atıcılık, binicilik, yüzme, koşu gibi eğitici ve yetiştirici sportif faaliyetlere önem verilmesini, bunların çocuklara öğretilmesini istediği belirtilmiştir.

 

Kaynak; bugün.com.tr

www.sufizmveinsan.com
19/02/2010
 

Maydanoz ye rahat uyu!

Ülkemizde bolca yetişen ve tam bir şifa kaynağı olan maydanoz rahat uyumayı sağlıyor, kanserden koruyor, kanı artırıyor

Ülkemizde bolca yetişen ve tam bir şifa kaynağı olan maydanoz rahat uyumayı sağlıyor, kanserden koruyor, kanı artırıyor
Maydanoz Maydanozgiller familyasına ait bir bitkidir. Ait olduğu grupla aynı adı taşıyan ender bitkilerdendir. İki yıllık otsu bir bitkidir. İlk yıl bir yaprak rozeti, ikinci yıl ise bir gövde meydana getirir. Rutubetli ve sulak toprakları sever. Çok dallı, yaprakları saplı, parçalı ve koyu yeşil renklidir. Çiçekler şemsiye şeklinde toplanmıştır. Maydanoz özel kokulu bir bitkidir. Ülkemizde bolca yetiştirilir. Yemeklerin ve salataların vazgeçilmezi olan bitki sağlığa olan yararlarıyla da adından sık söz ettirir. Tam bir şifa kaynağı olan maydanoz tüketimi sağlık için çok önemlidir.

Faydaları;
Kanı arttırır. Böbreklerin, karaciğerin ve idrar yollarının temizlenmesine yardım eder.
Sindirim enzimlerini uyararak sindirim rahatsızlıklarını dindirir.
Troidlerin çalışmasını düzenler.
Provitamin A kaynağı olduğu için gözlere ve kılcal damar sistemini iyi gelir.
Bağırsak solucanlarının düşürülmesine yardım eder. Gazın dışarı atılmasını sağlar.
Kansızlığa, mesane iltihaplanmasına, karaciğer rahatsızlıklarına, damar sertliğine karşı korur. Kan şekerini normal seviyede tutar.
Tohumları idrar ve safra söktürür.
Adet kanamalarını kolaylaştırır. Adet sancılarına iyi gelir.
Gribe iyi gelir. Kansere karşı koruyucudur.
Yatmadan önce ağızda çiğnenen bir demet maydanoz rahat uyumayı sağlar.
Ağız kokusunu alır.
Bulantılarda ve nefes darlığında bir tutam maydanozun çiğnenip yutulması rahatlatır.
Yara, kesik ve morartıları iyileştirir.
Folik asit içerdiği için sinir sisteminin işlemesinde önemli rol oynar.
Cilde ve saç dökülmelerine iyi gelir.
Uyarı: Maydanozun içerdiği apiol maddesi uçucu özelliği olan bir yağ ise de, kalsiyumun emilmesini engelleyici özelliği çok güçlüdür. Bu nedenle kalsiyum eksikliği problemi ve osteoporoz rahatsızlığı olanların maydanozu ölçülü tüketmeleri gerekir. Her öğün azar azar yemelidir. Böbrek iltihabı olanlar maydanozu çok az ya da hiç kullanmamalıdır. Aşırı miktarda yenirse kan dolaşımını ağılaştırabilir. Hamileler, maydanozu kesinlikle kullanmamalıdır. Düşük gebeliğe sebep olabilir.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
20/02/2010
 

Şişmanlık kanser riskini artırıyor

Kalp-damar hastalıkları, hipertansiyon, diyabet ve felç gibi hastalıkların ortaya çıkmasında önemli rolü olan obezite, kanser açısından da ciddi bir risk faktörü.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Samsun Sağlık Yüksekokulu Beslenme ve Diyetetik Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Aliye Özenoğlu, ''Obeziteye yatkın yaşam tarzı kanser gelişmesini kolaylaştırıyor'' dedi.

Obez erkek ve kadınların çeşitli kanser türlerine yakalanma olasılığının fazla olduğunu belirten Özenoğlu, şunları söyledi:

''Obeziteye yatkın yaşam tarzı kanser gelişmesini kolaylaştırıyor. Obezite, yağ dokusunda anormal ve aşırı miktarda yağ birikmesidir. Yağ dokusu artışı nedeniyle oluşan hormonal ve metabolik değişiklikler sonucu kana bazı maddeler salgılanır. İltihabi sitokinler olarak bilinen bu maddeler, kanser oluşumunu ve anormal hücrelerin çoğalmasını kolaylaştırır. Obezite ve fiziksel aktivite yetersizliğinin yüzde 20-25 oranında meme, kolon ve yemek borusu kanserlerine yakalanma riskini artırmaktadır. Obezite kaynaklı kanserlerin 2020 yılına kadar tüm kanserlerin yüzde 50'sini oluşturacağı tahmin edilmektedir. Obezite ile erkeklerde kolon, rektum, mide, pankreas, böbrek, safra kesesi, prostat kanserleri riski artmaktadır. Kadınlarda ise genelde mide, safra kesesi, böbrek, rahim, kolon, meme, yumurtalık kanserleri riski çok daha fazla görülmektedir''

Yrd. Doç. Dr. Aliye Özenoğlu, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de obezite sorunu giderek büyüdüğünü ve beraberinde de birçok sağlık sorununu getirdiğini ifade ederek, obezitenin toplum tarafında iyi bilinen kalp-damar hastalıkları riskini artırmasının yanında kanser içinde önemli bir etken olduğunun iyi bilinmesi gerektiğini vurguladı.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
21/02/2010
 

Gündüz uykusu, beynin yeni bilgileri öğrenme yetisini artırıyor

Amerikalı bilim adamları, gündüz uykusunun sadece yorgunluğu almakla kalmayıp, beynin yeni bilgileri öğrenme yetisini artırdığını tespit etti.

Amerikan Bilimsel İlerleme Topluluğu'nun (AAAS) San Diego'daki yıllık toplantılarında sunulan bir araştırmaya göre, günde 1,5 saat kestiren gönüllülerin kendilerini zorlayan anlama testlerinde daha iyi sonuç aldılar.

Berkeley'deki California Üniversitesi'nde yapılan araştırmada, beynin yeni öğrenilecek bilgiler için kısa süreli hafıza süreci oluşturacak yer yaratmak amacıyla uykuya ihtiyacı olabileceği kaydedildi.

Deneyde, sağlıklı yetişkin deneklere sabahleyin zor bir anlama testi uygulandı ve genellikle tümü benzer notlar aldı. Daha sonra bunların yarısı ‘siesta’ yapmaya gönderildi, ardından da başka bir test yapıldı. Bu sefer uyku çekenler, uyumayanlardan daha iyi sonuçlar aldı.
Bilim adamları, beynin elektrik faaliyetini kontrol ettiklerinde bu sürecin, derin uykuyla rüya süreci arasındaki bir uyku aşaması olabileceğini ve hızlı göz hareketi olmayan bu aşamada, beynin hippokampüsünde bulunan gerçek temelli hatıraların "geçici bellek"ten ön-yüz korteks adı verilen bölgeye taşındığını düşünüyor.
 

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
21/02/2010
 

Mevsimsel depresyonun nedeni hormonlar

Kış depresyonu, bahar yorgunluğu... Aslında vücuttaki hormonların seviyelerindeki değişmelerden kaynaklanan bu sorunlarla başa çıkmak mümkün. Alman Dr. Wilfried Böhning'in önerileri...

Kara kış diye boşuna dememişler… Sert ve güneşsiz geçen bir kış, depresyon vakalarını artırıyor. Ancak karanlık kış aylarından bahara geçiş de kolay olmuyor. Bahar yorgunluğu, vücudumuzu esir alıp, özlenen güneşin tadının çıkarılmasını bile zorlaştırıyor. Almanya'nın Bad Lippspringe kentindeki Sağlık Tıbbî Merkezi'nden uyku uzmanı Wilfried Böhning, kış depresyonu ve bahar yorgunluğuna karşı neler yapılabileceğini anlatıyor:

Kış depresyonu nedir?

“Kısa adıyla SAD olarak bildiğimiz ‘mevsimsel depresyon', sonbahar ve kış aylarında ortaya çıkıyor. Dermansızlık, hiçbir şey yapmak istememek, karşılaştığımız durumlarla başa çıkamama hissi ve artan intihar tehlikesi olarak kendini gösteriyor. Tatlı şeyler yeme krizi de tipik belirtilerinden. Belirtilerin iki yıl arka arkaya görülmesi durumunda ‘mevsimsel depresyon'dan bahsedebiliriz. Bu hastalık aslında sadece kuzey yarımkürede, yani mevsimlerin birbirinden belirgin olarak ayırt edilebildiği bölgelerde görülüyor. Bizim coğrafyamızda kabaca bir tahminle her on kişiden biri kış depresyonundan mustarip. Kadınlarda ise iki-üç kat daha fazla görülüyor.

Peki kış depresyonuna yol açan nedir?

“Mevsimsel depresyon herşeyden önce hormonal dengenin bozulması; iki hormonun, yani melatonin ve serotonin'in seviyelerindeki değişmelerdir. Melatonin uyku getirir ve karanlığın bastırmasıyla ortaya çıkar. Ancak ortalık aydınlık değilse gündüz vakti de melatonin seviyesi yükselir. Halk arasında mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin ise güneş ışığıyla canlanır.”

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
23/02/2010
 

Topuklu ayakkabının vücudumuza hediyesi!

Çekiç parmak, nasır, incinme, bacak, diz ve bel ağrısı...

Ayakkabı seçerken ayak sağlığını gözardı etmemek gerekiyor, çünkü ayak problemlerinin önemli bölümü, yanlış ayakkabı seçiminden kaynaklanıyor.

Bilinçli ayakkabı seçiminin önemli sağlık sorunlarını engellediğini belirten Memorial Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Op. Dr. Yalın Dirik, yanlış ayakkabı seçiminin getirdiği rahatsızlıkları ve dikkat edilmesi gereken noktaları anlattı.

"Ayak sağlığı için, öncelikle ayağın şekline uygun ayakkabılar seçmeye özen göstermek gerekir" diyen Dirik, "'Sonradan genişler' düşüncesiyle alınan ayakkabılar ayak sağlığını olumsuz etkiler. Bu tür ayakkabılar parmaklarda şekil bozukluğu, basma bozukluğu, tırnak batması, ayak mantarı, nasır, yorulma, bilek burkulması, ayak, bacak ve bel ağrısına neden olabilir" dedi.

"Ayakkabı seçerken model ve renkten önce ayakkabının rahatlığına, doğal malzemelerden imal edilmiş olmasına özen gösterilmeli" diyen Dirik şöyle devam etti:

"Dar kalıplı, üstü basık, sivri burunlu, yüksek topuklu ayakkabılar birçok sağlık problemlerine davetiye çıkartmaktadır ayrıca ayakkabı seçerken kişinin çalışma koşullarını da göz önünde bulundurması gerekmektedir.

Kaynak; aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
24/02/2010
 

Sigara genetik mutasyona neden oluyor

Sağlık Bakanlığı Kanserle Savaş Dairesi Başkanı Prof. Dr. Murat Tuncer, her 15 sigaranın bir hücrede genetik mutasyona yol açtığını söyledi. Tuncer, sigara yüzünden Türkiye'de her yıl on binlerce kişinin öldüğünü, çok sayıda kişinin hastalandığını ya da sakat kaldığını söyledi.

Sigara nedeniyle, ''Türkiye'de her gün 300 kişilik bir Boeing 737 uçağı düşüyormuş gibi'' insanın hayatını kaybettiğini ifade eden Tuncer, ''Her gün adeta bir uçak düşüyor ve bir tek kişi bile kurtulmuyor. Ne kadar kötü bir durum'' dedi.

''Ölen kişilerin yaşamı neye karşılık geliyorsa sigaranın ortaya çıkardığı maliyet de o kadar'' diyen Prof. Dr. Tuncer, şöyle konuştu:

''Sigaraya bağlı ölümleri ve hastalıkları azaltmaya ve durdurmaya çalışıyoruz. Bugüne kadar sigara tüketimine ilişkin çıkarılan yasaların sonuçlarını tam anlamıyla 2020 yılından sonra almaya başlayacağız. Kısa dönemde astım krizleri ve kalp hastalıklarını azaltabilecek ancak asıl sonuçları 2020'den sonra göreceğiz. Özellikle kanserle ilgili yansımalar için biraz zamana ihtiyaç var.''

SİGARA GDO'LU İNSAN YAPIYOR
Tuncer, Türkiye'deki sağlık sorunlarının başında sigaranın yol açtığı rahatsızların geldiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:

''Türkiye'de kanser, sigara demektir. Sadece içenler değil hayatında ağzına sürmeyenler bile sigaraya bağlı ölüyor. Dünyada her yıl 1 milyon kişi pasif içicilikten ölüyor. Türkiye'de de yaklaşık bin kişi, hiç içmediği halde sigaradan hayatını kaybediyor. Her 15 sigara bir hücrede genetik mutasyona yol açıyor. Kaç mutasyona hassassanız önemli. Belki bir mutasyona hassassanız 15 sigaradan sonra kanser olursunuz. 10 bin mutasyona hassassanız buna göre hastalığa yakalanıyorsunuz. Yani her içilen sigaranın kansere doğrudan etkisi var. GDO'dan nasıl korkuyoruz değil mi? Sigara GDO'lu insan yapıyor. Düşünün sigara yüzünden GDO'lu insanlar ortaya çıkıyor. Çünkü sigara, yapıyı bozuyor.''

Kaynak; www.ntvmsnbc.com

www.sufizmveinsan.com
26/02/2010
 

KORKUTAN GENETİK

Örümcek fobisi ya da kapalı alan korkusu olsun, fobilerinizin şiddetlendiği zor dönemler geçiriyorsanız, beyninizdeki korku devresini harekete geçiren genetik bir özelliğe sahip olabilirsiniz. Yeni bir çalışma DNA’daki küçük bir değişikliğin korku yanıtlarıyla ilgili anormal beyin aktivitesi ile ilişkili olduğunu ortaya koymuştur. Uzmanlar bu buluşun anksiyete bozukluklarının genetiğini belirlemeye yönelik önemli bir adım olduğunu düşünmekteler.
Her ne kadar pek çok psikiyatrik hastalığın kalıtsal özellik gösterdiği bilinse de, hastalıklarla ilişkili genlerin belirlenmesi oldukça güçtür. Genlerin belirlenmesinin yanı sıra, genetik değişikliklerin beyin işlevlerini nasıl etkilediği de uzun zamandır araştırmalara konu olmaktadır. Psikiyatrik hastalıkların hayvan modellerinin oluşturulması bir diğer sorun alanıdır. Science dergisinde bu yıl ocak ayında yayınlanan yeni bir çalışmada, bazı psikiyatrik hastalıklarda beyin kaynaklı nörotrofik faktörün (BDNF) rolü araştırılmaktadır. Son yıllarda bu genin ve büyüme faktörünün duygudurum bozukluklarındaki rolü üzerinde durulmaktadır. Beyaz ırktan insanların yaklaşık %30’u bu gen proteininin belirli bir yerindeki metionin aminoasitinin valin aminoasiti ile yer değiştirdiği bir polimorfizme sahiptir. 2006’da Weill Cornell Tıp Fakültesi’nden Francis Lee başkanlığındaki bir ekip, genetik olarak bu polimorfizme sahip olan farelerin daha anksiyöz olduklarını belirlemişlerdir. Bununla birlikte insanlarla yapılan çalışmalar kesin sonuçlar sunmamaktadır. Yeni çalışmada araştırmacılar hafif bir elektrik şokunu farelerde bir sesli uyaran, insanlarda ise renkli bir kare görüntüsü ile eşleştirerek uygulamışlardır. Uygulanan bu korku ile öğrenme testinde, polimorfizme sahip olanlarla olmayanlar arasında belirgin bir farklılık bulunamamıştır. Bununla birlikte fobiler ele alındığında farklı sonuçlar elde edilmiştir. Maruz bırakma terapisinin –kişilerin korktukları durumların üstesinden gelebilmeleri için belirli koşullarda maruz kalmaları sağlanır- laboratuar koşullarında uygulandığı haliyle, araştırmacılar deneyin devamında deneklere elektrik şoku ile eşleşmemiş olarak aynı uyaranı vermeye devam etmişlerdir. Bir süre sonra hem farelerde hem de insanlarda korku tepkisinin ortadan kalktığı bulunmuştur. Fakat metionin varyantına sahip olanlarda korku tepkisinin devam ettiği görüşmüştür. Bunun yanı sıra nörogörüntüleme uzmanları, metionin varyantına sahip kişilerin elektrik şoku ile görüntü arasındaki ilişkiyi fark ettiklerinde, beyindeki korku devresinin önemli bir parçası olan amigdalada aktivite artışı ortaya çıktığını belirlemişlerdir. Ayrıca bu kişilerde korkulu bağlantıların yorumlanmasında rolü olan prefrontal korteksin aktivitesinde de bozukluklar saptanmıştır.
Araştırmacılar metionin varyantı taşıyıcılarının fobi tedavisi için uygulanan maruz bırakma terapisine iyi yanıt veremeyebileceklerini söylemektedir. Her ne kadar bireye özgü tedavi planlanması henüz uzak görünse de hastaların ve hastalıkların genetik özelliklerinin belirlenmesinin daha başarılı tedavilerin sağlanmasında önemli olacağı düşünülmektedir.

Kaynak; www.birgun.net

www.sufizmveinsan.com
27/02/2010
 

Kansere karşı "kudret nar'ı"  hamlesi

Acı kabak da denilen bitkinin özütünün meme kanseri hücresinin gelişimini durdurduğu açıklandı.
Diyetlerde sıkça kullanılan “acı kavun” ekstresinin meme kanseri hücrelerinin gelişimini durdurup öldürdüğü ve ileride meme kanserini önleyici bir madde olarak kullanılabileceği belirtildi.

Araştırmayı yöneten Saint Louis Üniversitesi Patoloji Profesörü Ratna B. Ray, sözkonusu ekstrenin hücre iletişim kanallarından birçoğunda etken olduğunu kaydederek meme kanserinin önlenmesi için gıdalarda bir katkı maddesi olarak kullanılabileceğini söyledi.

Bilimsel adı Momordica charantia olan ve halk arasında “acı kavun” ya da “acı kabak” olarak bilinen bitki zaten ötedenberi Hindistan, Çin ve Güney Amerika’da yaygın olarak diyabet hastalığının tedavisi için kullanılıyor.
Ray ve ekibi, ekstreyi meme kanseri hücreleriyle, meme epitelyel hücrelerinin yerleştirildiği petri çanaklarına eklemişler. Amerika Kanser Araştırmaları Derneği’nin yayın organı Cancer Research dergisinde yayımlanan çalışmada kanser hücrelerinin yayılmasının, yani gelişip bölünmesinin önemli ölçüde baskılandığı gözlenmiş.
Colorado Üniversitesi Eczacılık Profesörü Rajesh Agarwal, çalışma sonuçlarının etkileyici netlikte olmasına işaret ediyor, ancak ekstrenin meme kanserine karşı tedavi amacıyla kullanılmasından önce yeni deneylerin hayvan denekler üzerinde gerçekleştirilmesi gerektiğinin de altını çiziyor.

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
01/03/2010
 

Uzun süre kullanılan burun ilaçları çok zararlı

Bilinçsizce kullanılan burun damlaları ve spreyleri kalıcı hasarlara yol açabiliyor. Bunun için bu damlaların doktorların önerdiği şekilde kullanılması gerekiyor.
Burun tıkanıklığı özellikle çocuklarda sıkça rastlanan bir rahatsızlıktır. Doktorların verdiği burun açıcı ilaçların kısa süreli kullanılması belirtilir. Damla ve spreylerin kimyasal bileşikler içerdiğini söyleyen Prof. Dr. Suat Turgut, bu ilaçların uzun süre kullanılması durumunda burnun içindeki yapının tahrip olacağını belirtti.
Burun tıkanıklığı için kısa süreli kullanılması gereken ilaçlar uzun süre kullanılınca burnu çalışmaz hale getiriyor. Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Kulak Burun Boğaz (KBB) Uzmanı Prof. Dr. Suat Turgut, kullanılan damlalar ve spreylerin içerdikleri oksimetazolin, ksilometazolin gibi kimyasal bileşikler sayesinde geçici olarak burnu açtığını söyledi. Turgut, "Bu ilaçlar uzun süre bilinçsiz şekilde kullanılırsa burnun içindeki yapıları tahrip ediyor ve burnu çalışamaz hale getiriyor. Daha sonra burun etlerinde kalıcı büyümelere yol açıyor. Bu da uzun dönemde ancak ameliyatla tedavi olabilecek büyük sorunlara sebep oluyor." şeklinde konuştu. Bu ilaçların kimyasal olduğu için burundaki kas ve damar yapısını bozduğunu aktaran Turgut, özellikle çocuklarda bu ilaçların kullanılmasına dikkat edilmesini istiyor. Turgut, doktor tavsiyesi olmadan ilaçların alınmamasını ve bunların yerine deniz suyu, tuzlu su gibi ürünlerin kullanılmasını tavsiye ediyor.

Hastalığın ciddi döneminde doktor tarafından yazılan ilaçların en fazla bir hafta kullanılması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Suat Turgut, "Maalesef vatandaş buna dikkat etmiyor. Bu ilaçları her burun tıkanıklığında alıp, kullanıyor." dedi. İlaçlar uzun dönemde buruna zarar verdiğinden dolayı son dönemde hekimlerin başta çocuklarda olmak üzere hastalara steril edilmiş deniz suyu, tuzlu su veya evde kaya tuzu ile hazırlanan karışımları tercih ettiğini belirten Turgut, "Evde 1 litre kaynamış soğumuş suya bir çorba kaşığı turşularda kullanılan kaya tuzu bir tatlı kaşığı karbonat karıştırarak buruna zararı olmayan basit, faydalı bir burun damlası hazırlanabilir. Bu burun damlası abdest alır gibi buruna çekilip sümkürülerek burnun açılması sağlanabilir. Uzun süre kullanılması da buruna zarar vermez." şeklinde konuştu. Öte yandan burun ilaçlarının içerdiği oksimetazolin ve ksilometazolin gibi kimyasallar vücuttaki kan damarlarını daraltıyor. Bu ilaçlar burun bölgesindeki kan damarlarını etkiliyor. Uzmanlar, ürünler açıldıktan sonra üzerinden 30 gün geçmesi halinde kullanılmamasını da istiyor.

Burnumuz vücudun kliması

Burnun insan vücudunun klima görevini ifa ettiğini anlatan Prof. Dr. Suat Turgut, "Burun tıkanıklığının en sık sebebinin alerjik olan ve olmayan nezle durumlarıdır. Nezlede burun içinde klima santrali gibi çalışan 'konka' denen yapılar şişer ve burnu tıkar. Bu durumda ağız açılır, solunum ağızdan yapılmak zorunda kalınır. Ağızdan solunan hava burunun iklimlendirme vazifesi ortadan kalktığı için boğazı örten mukozayı kurutur, toz ve mikroplar boğaza yapışır ve boğaz iltihaplarına yol açar." ifadelerini kullandı. Turgut, burun tıkanıklığı durumlarında önceliğin burunu çalışır hale getirmek olduğunu belirtti.

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
03/03/2010
 

Burun şeklinden kimlik belirlenebilecek

İngiliz bilim adamları, yeni geliştirilen bir teknolojiyle terörist ve suçluların burun şekillerinden kimliklerinin belirlenebileceğini belirtti.

İngiliz basınında çıkan haberlere göre, parmak izi gibi her burnun kendine özgü olduğunu söyleyen araştırmacılar, burunları tanıyacak bir bilgisayar tarayıcı teknolojisi geliştirdiklerini kaydetti.

Teknolojiyi geliştiren Bath Üniversitesi'nden Dr Adrian Evans, burunları kimlik belirlemede kullanmanın, parmak izi veya iristen daha güvenli olduğunu, çünkü burnu saklamanın daha zor olduğunu belirtti.

Evans, yeni tarayıcı teknolojisinin terörle mücadele, yasa dışı göç, dolandırıcılık ve kimlik hırsızlığı gibi suçlara karşı kullanılabileceğini ifade ederek, "Photoface" adı verilen tarayıcının burnun değişik açılardan hızlıca dört fotoğrafını çektiğini kaydetti.

Teknolojinin görüntüleri, Roma, Yunan, nubyan, şahin ve kalkık gibi biçimlere göre analiz ettiğini söyleyen Evans, irisin önemli bir biyometrik yöntem olduğunu, ancak doğru yakalamanın zor olduğunu ve kolaylıkla gözkapağı ile gözlüğün karanlığında kalabileceğini belirtti.

İngiliz bilim adamı, burnun ise daha kolay görüntülenebileceğini ve saklanmasının zor olduğunu belirterek, burun tanıyan bir sistemin işbirliği yapmayan bir kişinin kimliğini belirlemede ve gizli izlemede daha etkili olduğunu kaydetti.

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
04/03/2010
 

Diş macunu değil, fırçalama çürüğü engelliyor

Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Diş Hekimliği Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İnci Devrim, ağız ve diş sağlığında doğru bilinen yanlışları anlattı.

Yrd. Doç. Dr. Devrim, "Dişlerinizi fırçalarken diş macunu olmazsa olmaz bir şey değildir. Dişleri temizleyen aslında mekanik temizliktir. Yani dişlerin üzerinde siz sadece mekanik sürtünme kuvvetiyle fırçayı dolaştırsanız, aralarını iple temizleseniz, macuna hiç gerek yok. Temizlik yapılmış olur. En yanlış bilinen gargaranın ve macunun ağızda kullanımının sanki çürükleri önleyen birincil etkiymiş gibi sunulması. Gargara ve diş macunu tek başına çürüğü engellemez. Macun olmazsa ağız diş sağlığı olmaz diye birşey yok" dedi.

Diş macunlarının ağızda hoş koku ve ferahlatıcı bir etki oluşturmak için kullanıldığını söyleyen Devrim, "Macunsuz da ağız temizliği çok rahat yapılabilir. Sadece diş macunu diş çürüğünü önler ifadesi de yanlış. Fırçalama ile diş üzerinde bulunan mikrobiyal dental plağın temizlenmesiyle dişler temizlenir ve bu sayede diş çürümesinin önüne geçilir" diye konuştu.

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
05/03/2010
 

Akla hayale sığmayan teknoloji

Dünyanın en büyük bilgi teknolojisi ve iletişim fuarlarından CeBit, Almanya'nın Hannover kentinde açıldı. Fuara akla hayale sığmayan teknolojiler damgasını vuruyor...

İspanya’nın konuk ülke olduğu bu yılki fuara, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 68 ülkeden yaklaşık 4 bin 150 şirket katılarak, en yeni teknolojik ürünlerini sergiliyor.

Fuarın en ilgi çeken ürünlerinden ikisi geri dönüştürülmüş kâğıt ve plastik malzeme içeren ofis malzemelerinden tasarlanan kostümle kadın vücudu şeklindeki bilgisayar mouse’u oldu.

Ekonomik krizden dolayı geçen yıllara oranla ilginin azaldığı belirtilen fuarda ağırlıklı olarak mobil internetle bilişim güvenliğine ve çevreye zarar vermeyen teknolojiye sahip ürünler yer alıyor.

Fuar kapsamında bu yıl ‘CeBit Sounds’ adlı bir müzik fuarı da düzenleniyor.
 

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
06/03/2010
 

Sigara dumanının bir zararı daha...

Yanlarında sigara içilen, 13 yaşından küçük çocuklarda damar çeperlerinin kalınlaştığı gözlendi.

Yanlarında sigara içilen, pasif içici durumuna düşen çocuklarda damar sertliğinin ortaya çıkabildiği belirlendi.

Finlandiya`daki Turku Üniversitesi araştırmacılarının yaptığı çalışmaya göre, yanlarında sigara içilen, 13 yaşından küçük çocuklarda damar çeperlerinin kalınlaştığı gözlendi.

Araştırmacılardan Dr. Katariina Kallio, çalışmalarıyla ilgili yaptığı açıklamada, `pasif içiciliğin yetişkinlerde damar sorunlarına yol açtığı biliniyordu ancak, bu durumun çocuklarda ve ergenlik çağında olanlarda da ortaya çıktığını bilmiyorduk` dedi.

Çalışma sırasında 8-13 yaşları arasındaki 894 çocuk üzerinde araştırma yapıldı. Nikotinin nefes yoluyla alınması sonrası kanda ortaya çıkan cotinin miktarına göre çocuklar ikiye ayrıldı. Cotinin miktarı yüksek olan çocukların damar çeperlerinin normalden yüzde 7 daha kalın olabildiği belirlendi.

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
07/03/2010
 

Cilt hücreleri kalp hastalığını iyileştirecek

Bilim adamları, sıradan cilt hücrelerinin erken dönem kalp hücrelerine dönüştürülebileceğini açıkladı. Houston Üniversitesi`nden Dr. Robert Schwartz tarafından insana ait cilt hücrelerinin yeniden programlanması için geliştirilen yeni tekniğin, bir gün Alzheimer, şeker hastalığ...

Bilim adamları, sıradan cilt hücrelerinin erken dönem kalp hücrelerine dönüştürülebileceğini açıkladı. Houston Üniversitesi`nden Dr. Robert Schwartz tarafından insana ait cilt hücrelerinin yeniden programlanması için geliştirilen yeni tekniğin, bir gün Alzheimer, şeker hastalığı, kas erimesi ve diğer birçok hastalığın tedavisine önderlik edebileceği belirtiliyor. Geliştirilen hücreler embriyonik kök hücrelere benziyor ve kalp hastasının kendi cildinden alınan hücreler, eninde sonunda erken dönem kalp hücresine dönüşüyor. Bunlar sonra önceki kalp krizlerinden dolayı meydana gelen hasarı tersine çevirmek için geliştirilen kalp hücrelerinin içine aşılanabiliyor. Bu yeni hücrelerin kalbin kan pompalama yeteneğini zayıflatan, ritm bozukluğuna yol açan hasarlı kardiyak dokuların yerini alabileceği kaydedildi.

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
08/03/2010
 

İskender ve Diyojen

İskender: "şu anda dünyayı fethediyorum. Önce bunu bitirmeliyim." der.

Diyojen: "Bunu hiçbir zaman bitiremeyeceksin. Hırslar çok fazla hayat ise çok kısadır. Her arzu başka bir arzuyu doğurur. Diyojen olmak bir sıçrayıştır." der.

iskender bir sefer dönüşü yolda ölür ve asla Diyojen olamaz. Leonardo Da Vinci'den "Mona Lis...a", Van Gogh'tan "Gece Kahvesi", Tolstoy'dan "Anne Kareninna" kaldı geride. iskender bize ne bıraktı ve biz neler bırakacağız geride? Her şey elimizde, sorun fark etmekte. Kaybetme korkusu insanları asla mutlu etmez. iskender'in kaybedecek çok şeyi vardı. Sarayları, ülkeleri, altınları. Oysa Diyojen olma sıçrayışı, kaybetme korkusu taşımadan çekip kapılan gitmek sıçrayışıdır. Eski kapılan kapatıp yeni kapılar aralamak gerekir. Kapadığımız kapılar bizi hapseder.

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
10/03/2010
 

Uzakdoğu'dan gelen zayıflama haplarına dikkat!

Farmakognozi ve Fitoterapi Derneği üyesi ve Mikro-Gen Ar-Ge Direktörü Dr. Özgür Göknel, Uzakdoğu'dan gelen zayıflama tabletlerinin içinde tiroit bezi ekstrelerine, kalp krizine yol açabilen sibutramin maddesine, ölüme yol açtığı için ABD'de yasaklanan amfetamine rastlandığını söyledi.

Göknel, geçen haftalarda afrodizyak olarak satılan beş bitkisel tabletin Sağlık Bakanlığınca yasaklandığını, bu beş tablette de Sağlık Bakanlığı onayının olmadığını belirtti.

Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) onayının, Sağlık Bakanlığı onayı anlamına gelmediğini ve halk arasında yanlış anlaşılan bu durumun hayli suiistimal edildiğini belirten Göknel, Türkiye'de başta bitkisel afrodiziyak olmak üzere birçok alanda Sağlık Bakanlığı'ndan onaylı bitkisel tabletlerin de bulunduğunu ifade etti.

Amerika'dan ithal edilen gıda takviyesi ürünlerinin tanıtım broşürlerinde "FDA'dan onaylıdır" ibaresinin yer aldığını, bu ibarelerin yalnızca bir aldatmaca olduğunu savunan Göknel, şunları kaydetti:

"FDA, gıda olarak kabul ettiği ve mutlak koşulda hiçbir yan etki, toksisite oluşturmayarak bütünüyle güvenli maddelerin listelerini yayınlar ve üretici firmalar pazara çıkaracakları ürünün içeriğini FDA'ya internet üstünden iletir iletmez pazara gıda takviyesi olarak verir. FDA, bunların vücuttaki toksisite dışında hiçbir etkisi ile ilgilenmez yani bir ilaçtaki gibi araştırmaz ve incelemez. Çünkü bu ürünlerin ekmek, meyve suyu ya da bisküviden bir farkı yoktur.

Ülkemiz ve pek çok Avrupa Birliği (AB) ülkesi için de bu aynı şekildedir. Ancak AB ülkelerinde, İngiltere'de ve Türkiye'de bitkisel preparatlar Sağlık Bakanlığı'ndan da izin alabilmektedir. Ancak bu oldukça güç, zor ve zahmetli bir prosedürdür ve hem ileri teknoloji hem de yüksek bir bilimsel yeterlilik gerektirir. Örneğin deve dikeni, karaciğer hastalıklarında ilaç olarak kullanılan çok faydalı doğal bir bitkidir. Deve dikeni ekstresinden yapılan tabletler, eczanelerde bol miktarda bulunmaktadır. Ancak bunlardan biri hariç diğerleri gıda takviyesidir. İlaç üretim prosedürüne göre üretilmemektedir."

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
12/03/2010
 

Kişisel veri hırsızı ajana dikkat!

Kişisel bilgileri, verileri çalan Win32/Agent (ajan) Türkiye'de yüzde 8,51 ile en büyük ikinci tehdit pozisyonunda.

Yazılım şirketi ESET'in, şubat ayı Dünya Tehdit Raporuna göre Win32/Agent (ajan) adlı zararlı yazılım çok hızlı bir yükseliş içinde.

Avrupa'da şimdiden ilk üç büyük tehlike arasında yer alan bu tehdit, Türkiye'de de ikinci sırada yer alıyor.

Hassas bilgileri açığa vuran Win32/Agent adlı bulaşıcı uygulama, internet üzerinden kullanıcının bilgisi olmadan bilgisayara bulaşabiliyor.

Avrupa'da şimdiden yüzde 4 ile ilk üç arasında yer alan bu yazılım, dünyaya bakıldığı yüzde 3,57 ile en büyük dördüncü tehdide yükseldi.

Raporda, "ESET, güvende kalabilmeleri için kullanıcılara güncel bir antivirus yazılımı kullanmalarını ve yayınlanır yayınlanmaz işletim sistemi güncellemelerini yüklemelerini aynı zamanda çeşitli yazılımlar için yayınlanan güvenlik yamalarını da unutmamalarını tavsiye ediyor" denildi.

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
13/03/2010
 

Vücut direncini düşürüyor

Bolu Sağlık İl Müdürü Dr. Dursun Koç, kansızlığın, tedavi edilmediği takdirde önemli sağlık sorunlarına neden olabileceği uyarısında bulundu. Koç, `Gebelerde bebek ölümleri artabilir. Düşük kilolu bebek doğurma ve erken doğum riski oluşuyor. Vücut direnci düşer ve hastalıklar daha sık görülür.` dedi.

Dr. Koç, yaptığı açıklamada, kansızlığın (anemi) kan hastalıkları için de en sık rastlanılan durum olduğunu söyledi. Dr. Koç, dünyada her 5 erkekten birinin, her 3 kadından birinin, her 2 gebeden birinin ve her 5 çocuktan ikisinde kansızlık olduğuna dikkat çekti. Kansızlığın en çok bayanlarda (özellikle gebelerde) ve çocuklarda daha yaygın olduğunu kaydeden Dr. Dursun Koç, `Yorgunluk, halsizlik, baş dönmesi, çabuk yorulma, çalışma kapasitesinde azalma, sık hastalanma, iştahsızlık, bulantı, ciltte, göz kapaklarının iç kısmında ve avuçta solukluk, çarpıntı ve nefes darlığı, daha fazla üşüme, konsantrasyon bozukluğu gibi belirtileri var.` diye konuştu.
`Gebelerde bebek ölümleri artabilir, düşük kilolu bebek doğurma ve erken doğum riski artar. Vücut direnci düşer ve hastalıklar daha sık görülür. Doğum sonrası lohusalık dönemi problemleri artar. Bebek ve çocuklarda; büyüme yavaşlar. Fiziksel aktivite azalır. Hastalıklar daha sık görülür. Algılama, öğrenme ve yorumlama fonksiyonları azalır, dikkat dağılması, yorgunluk ve ilgisizlik artar (okul başarısı düşer). Yetişkinlerde; sürekli yorgunluk hissi vardır, halsizlik oluşur, iş gücü azalır. Hastalıklar daha sık görülür.`

Dr. Dursun Koç, demirin kan yapımında gerekli olan temel maddelerden biri olduğuna vurgu yaparak, demir bakımından zengin olan besinlerin tüketilmesini önerdi. Dr. Koç, bu besinleri şöyle sıraladı: `Kırmızı et, sakatat, yumurta, kabuklu deniz mahsulleri ve balık (en zengini somon). Bitkilerden buğday, mısır ve yulaf taneli olduğunda demirden daha zengin durumda. Diğer pek çok vitamin ve mineral gibi demir de özellikle tahıl tanelerinin dış kısmında bulunur. Kuru üzüm, kuru kayısı, kuru erik, badem, fıstık, ceviz gibi kuruyemişler ile çekirdekler demir yönünden çok zengin olmamakla beraber yeterli düzeyde demir içerirler. Bir çorba kaşığı pekmezde yaklaşık 3 mg demir bulunur. Günde bir bardak portakal suyunun içilmesi bitkilerden alınan demirin emilimini bir kat artırırken, çay ve kahve tüketimi demir emilimini yüzde 75 oranında azaltmakta.`

Dr. Koç, yemeklerde çay ve kahveden kaçınılması gerektiğine işaret ederek, `Çünkü bu gıdalar demiri bağlayıp bağırsaklardan emilimini azaltan maddelerdir. Kültürümüzde çay tüketimi önemli yer tutmakta. Bu sebeple tamamen vazgeçmek olası olmadığından en azından yemeklerden yarım saat sonra makul miktarlarda tüketilmeli. Süt ve sütlü mamuller demir emilimini engelleyeceğinden ilaç ile birlikte alınmamalı. C vitamini demir emilimini artırırken hemoglobin üretiminde de önemli yer tutar.` diye konuştu.

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
14/03/2010
 

Bol su için, kahvaltı yapın, yürüyün

Sürekli uyuma isteği, dikkat eksikliği, işleri erteleme düşüncesi ve bitkinlik gibi belirtilerle kendini gösteren bahar yorgunluğu, önlem alınmadığı takdirde kronik hale dönüşebilir. Baharla birlikte havadaki değişim insanları olumsuz etkileyebilir. Bunun için düzenli beslenme, kahvaltıyı ihmal etmeme, bol su içmek ve yürüyüş yapmak önemlidir.

-Baharın gelmesi, havaların ısınmaya başlaması birçok insanda yorgunluk hissi oluşturuyor. Sürekli uyuma isteği, dikkat eksikliği, işleri erteleme düşüncesi ve bitkinlik gibi belirtilerle kendini gösteren bahar yorgunluğu, önlem alınmadığı zaman kronik hale gelerek insanların hayatını olumsuz etkiliyor. Uzmanlar, dengeli beslenmeyi, bol su tüketmeyi, sabah saatlerinde yürüyüş ve egzersiz yapmayı, günlük aktiviteleri monotonluktan kurtaracak değişiklikler yapmayı öneriyor
Yorgunluğu nasıl yenebiliriz?

Lifli sebzeler, yeşil sebze ve meyve, domates, patates, kayısı tercih edilecek yiyeceklerdendir. En önemli öğün ise kahvaltıdır, kahvaltı mutlaka düzenli biçimde yapılmalıdır.

Günde en az 3 litre su tüketilmelidir.

Çalışma ortamının havası her zaman temiz olmalıdır.

Uyku ritmine özen gösterin. Sabahları erken kalkmak önemlidir.

Açık havada özellikle de sabah saatlerinde yapılan yürüyüşler yararlıdır. En az 15-20 dakika süreli sabah ve aç karnına yapılan jimnastik faydalıdır.

Kronik yorgunluk sendromunun geliştiği hallerde çalışma temposunu düşürmek ve kısa tatiller uygun olabilir.

Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
15/03/2010
 

Börek taşının oluşmaması için...

Bu gıdalar böbrek taşı hastalığının oluşumunu engelliyor.

Limon, portakal, mandalina, greyfurt gibi turunçgiller, böbrek taşı hastalığının oluşumunu engelliyor. Başkent Üniversitesi Üroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Gönen, `Böbrek taşı hastalığının en önemli özelliği tekrarlayıcı olmasıdır.

ISPANAĞA DİKKAT

Böbrek taşı hastalığına yakalanmış bir kişinin ikinci kez böbreğinde taş oluşma ihtimali yüzde 50`nin üzerindedir` dedi. Gönen, böbrek hastalarının günde en az 8 bardak su içmesi gerektiğini kaydederek, `Böbrek taşı hastalığına yakalanmamak için ıspanak, kakao, çay yaprakları, ceviz, buğday kepeği gibi gıdaları tüketmekten kaçınılmalı. Limon, portakal, greyfurt gibi turunçgiller de böbrek taşı hastalığının oluşumunu engelleyen bir faktördür` diye konuştu


Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
16/03/2010
 

Savaşta kör olan asker artık diliyle görecek!..

Irak Savaşı'nda bir el bombasının patlamasıyla kör olan bir İngiliz asker, görme teknolojisinde bir devrim olarak nitelenen bir cihaz sayesinde artık çevresini dili aracılığıyla görecek.
Daily Mail'in haberine göre, Amerika'da geliştirilen ve İngiliz Savunma Bakanlığı'nıngirişimiyle ilk kez bir İngiliz asker üzerinde denenen cihaz sayesinde, kör olan kişiler çevrelerindeki cisim ve şekilleri dillerinin üzerinde tuttukları bir cihaz yardımıyla görecekler.

"BrainPort" adı verilen cihaz, güneş gözlüğüne yerleştirilen bir video kamera ve bunun diğer ucunda bulunan lolipop şeklindeki bir aygıttan oluşuyor.
Güneş gözlüğündeki kamerayla elde edilen görüntüler, elektronik sinyallere çevrilerek dilin üzerinde tutulan lolipop şekilli aygıta iletiliyor.

Aygıtta bu sinyalleri dil üzerinden beyne iletiyor ve beyin de bunları yeniden görüntüye dönüştürerek kullanıcının zihinsel olarak görmesini sağlıyor. Henüz prototip aşamasında bulunan aygıt, cisimlerin siyah beyaz ve iki boyutlu algılanmasına yardımcı oluyor.

Aygıtı kullanan ilk kişi olan 24 yaşındaki İngiliz Başçavuş Craig Lundberg, BrainPort sayesinde çevresindeki cisimleri dış hatlarıyla rahatlıkla algılayabildiğini ve hatta bazı yazıları okuyabildiğini söyledi.

Kullanımı için gereken eğitim masraflarıyla birlikte 18 bin sterline (yaklaşık 45 bin TL) mal olan aygıt, cisimlerin görülmesini sağlamak üzere dile toplam 400 ayrı noktadan sinyaller gönderiyor.


Kaynak; www.aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
17/03/2010
 

YANIKLARA YUMURTA AKI...

Hiçbir zaman bunu kullanmak gerekmeyeceği düşünülür, ama gerektiğinde
Yumurta akı kullanılarak yanıklar basit ve etkin biçimde tedavi edilebilir.
Bu yöntem itfaiyecilerin eğitimi sırasında ders olarak verilmiştir

Bir yanık meydana geldiğinde, kapsadığı alan ne olursa olsun ilk yardım, etkilenen alanı sıcaklık azalıncaya ve deri tabakalarını yakmayı bırakıncaya kadar soğuk suyun altına tutmak ve sonrasında bu bölgeye yumurta akı uygulamaktan oluşmaktadır.

Bir kimsenin elinin büyük bir kısmı kaynar su ile yandığında, duyduğu büyük acıya rağmen elini soğuk su musluğunun altına tutmuş ve sonrasında 2 yumurta kırmış, aklarını ayırmış ve çırpmış ve elini içine daldırmıştır.

Eli o denli yanmış durumdadır ki yumurta akı uygulanır uygulanmaz derisi kurumuş ve yumurta akı bir film tabakası oluşturmuştur.

Daha sonra bu kişi yumurta akının doğal bir kollajen (bir tür albüminoid) olduğunu öğrenmiş ve en az bir saat boyunca eline tabaka üzerine tabaka gelecek şekilde yumurta akı uygulamıştır. Öğleden sonra hiçbir acı duymaz olmuştur. Ertesi sabah yanık bölgesinde nerdeyse belirsiz bir kırmızımsı leke kalmıştır. Elinde sürekli ve feci görünüşlü bir yara izi kalacağını düşünürken 10 gün sonra geride hiçbir yanık izi kalmamış ve hatta deri eski normal rengine yeniden kavuşmuştur!

Yanan bölge yumurta akında mevcut ve aslında vitamin dolu bir plasenta (etene) olan kollajen sayesinde tamamen yenilenmiştir.

 

www.sufizmveinsan.com
18/03/2010
 

Türk asıllı bilim adamı görünmezliği sağladı

Almanya'da yapılan çalışmalar sonucunda, cismin yaydığı ışını kontrol altına alarak görünmez hale getirilmesi yönünde önemli bir adım atıldı. Üstelik bu adımı atan ekibin başında Türk asıllı bir Alman profesör bulunuyor.
Science dergisinde yayımlanan araştırmayı yürüten ekibin başında bulunan, Karlsruhe Teknoloji Enstitüsünden Tolga Ergin, dönüşüm optiği kullanılarak görünmezliği sağladıklarını belirtti.

Bu teknolojiyle, ışığın yayılımı yönlendirilebiliyor, kontrol altında tutulabiliyor.

Ergin ve meslektaşları, fotonik kristaller kullanarak bir görünmezlik perdesi elde etti.

Bu perdeyle, altın bir yüzey üzerindeki küçük bir yumruyu görünmez hale getirmeyi başardılar.

Bu perde, özel merceklerden oluşuyor. Perde ile, yumrudan çıkan ve görünürlüğünü sağlayan ışık demetleri yönlendirilerek cisim gizleniyor.

Bu işlem, bir cismi halıyla örtüp gözden uzak hale getirmeye ve sonra halıyı da görünmez yapmaya benziyor. Buradaki mercek sistemi ile oluşturulan perde, cismi örten ancak görünmeyen halı gibi davranıyor.

Ergin, Reuters'a telefonla yaptığı açıklamada, "Elde ettiğimiz sonuçlar oldukça heyecan verici, çünkü insanoğlu her zaman görünmezlik istemiş veya görünmezlik pelerinine sahip olmayı düşlemiştir. Bizim çalışmamız, bunun mümkün olabileceğine dair ilk ipucunu sağladı. Bu tekniğin işe yaradığını gösterdi" dedi.

Ergin, bir insan veya bir arabanın, uyguladıkları bu teknikle görünmez hale getirilmesi için uzun yıllar daha çalışılması gerektiğini de belirtti.

Dönüşüm optiği alanında geçmişte çeşitli teknikler önerildiğini, bunlar arasında, ışın demeti yoğunlaştırıcı, ışın demeti yönlendirici gibi tekniklerin yer aldığını, ayrıca her yönden gelen ışınları bir noktada toplayacak antenler ve daha nice teknikler önerildiğini belirten Ergin, "Geleceğin neler getireceğini henüz bilmiyoruz. Ama bu alanda olasılıklar ve imkanlar oldukça geniş" diye konuştu.

Kaynak;cnnturk.com

www.sufizmveinsan.com
20/03/2010
 

Düşünce gücüyle öldürecekti

Hindistan'da düşünce gücüyle birini öldürebildiğini öne süren Surender Sharma, canlı yayında rezil oldu.
Sharma'nın yeteneğine inanmayan Hindistan rasyonel düşünce derneği Başkanı Sanal Edamaruku, Sharma'ya "O halde beni canlı yayında öldür" diye Sharma'ya meydan okudu. Sharma ilk başta isteksizdi, ama daha sonra kabul etti.

Milyonlarca kişiyi ekran başına toplayan olayda, Sharma ilahiler söylemeye başladı ve sonra Edamaruku'nun başına su serpti. Daha sonra saçlarını karıştırıp Edamaruku'ya doğru bir bıçak savurdu. Ancak birkaç saat geçtikten sonra Edamaruku ölmüyor ve Sharma ile dalga geçiyordu.

55 yaşındaki Edamaruku şovun ardından "Artık bitti, tamamen yok oldu"derken, Sharma, Edamaruku'yu tanrılara kendisini koruması için dua etmekle suçladı.

Yalanının ortaya çıkmasını hazmedemeyen Sharma, Edamaruku bir kadınla birlikte olduktan, külle ovulup, alkollü içki içtikten sonra gece dışarıda tekrar denedikten sonra öldürebileceğini savundu.

Edamaruku, bu kez Sharma'ya tekrar denemesi için izin verdi. Sharma yine öldürmeyi başaramadı ve şov tamamen sona erdi.

Hayatını şarlatanların gerçek yüzünü ortaya çıkarmaya çalışarak geçirdiğini söyleyen Edamaruku, "İnsanların kendi kararlarını vermelerini istiyorum. Rehberleri cehalet değil, bilgi olmalı" diye konuştu.

Kaynak;internethaber.com

www.sufizmveinsan.com
22/03/2010
 

Mantar beyni ve sinir sistemini koruyor

Mantar, içerdiği vitamin ve mineraller sayesinde yaşlanmayı geciktiriyor, beyin ve sinir sistemini alzheimer gibi hastalıklardan koruyor.

Mantarın zehirlileri öldürücü olabiliyor ama zehirli olmayanların çok değerli ve vücut için çok faydalı bir besin maddesi olduğu şüphe götürmüyor.
Mantarın, bitkisel besinler içinde en besleyicilerden biri olduğunu ifade eden Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Faruk Yorulmaz, ete yakın oranda ve çok değerli bir protein kaynağı olmasının yanı sıra, vücut için gerekli aminoasitlerin tümünü bulundurduğunu belirtti.
Bu yönüyle mantarın büyüme, gelişme, hastalıklardan korunma açısından önemli yararlar sağladığını anlatan Yorulmaz, yağ içeriği bakımından fakir olması nedeniyle kalorisinin düşük olduğunu ve şişmanlatmadığını, bu özelliği ile kilo vermek isteyenlerin diyetinde yer alması uygun bir besin maddesi niteliği taşıdığını kaydetti.
Vitaminler açısından da çok zengin olan mantarın B grubu vitaminleri, A vitamini, K ve özellikle zengin bir D vitamini kaynağı olduğunu belirten Yorulmaz, ''Özellikle en başta büyüme gelişme çağındaki çocuklar ve kemik erimesi açısından daha büyük risk altında olan kadınlar olmak üzere her insanda kemik ve dişlerin sağlığını sürdürme açısından, bu zengin D vitamini kaynağı çok daha büyük önem taşımaktadır'' diye konuştu. Mantarın mineraller açısından da çok iyi bir besin olduğunu anlatan Yorulmaz, konuşmasını şöyle sürdürdü:
''Mantar kalsiyum, potasyum, fosfor, demir, çinko ve bakır içerir. Tüm bu özellikleri ile kansızlığı, kalp damar hastalıklarını, tansiyon yüksekliğini, inme, astım, romatizmal hastalıklara yakalanma tehlikesini, migreni, diş çürüklerini ve kemik erimesini önler ve vücudun bağışıklığını güçlendirir. Mantar, hem vitamin hem de mineral içeriğiyle yaşlanmayı geciktirir, beyin ve sinir sistemini alzheimer gibi kronik hastalıklardan korur. Sodyum miktarının düşük olması nedeniyle tansiyon yüksekliği ve kalp damar hastalığı bulunanların da yiyebileceği, iyi bir besindir.''
Yorulmaz, mantarın içindeki çinko içeriğinin cildi güçlendirdiğini, yaraların iyileşmesini hızlandırdığını ve vücudun hastalıklara direncini artırdığını kaydetti.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
23/03/2010
 

Alerji dönemi başladı

Soğuk kış günlerinin ardından havaların yavaş yavaş ısınmaya başlamasıyla birlikte atmosfere yayılmaya başlayan polenlerin, alerjik rahatsızların ortaya çıkmasına neden olduğu bildirildi.
Uludağ Üniversitesi (UÜ) Tıp Fakültesi Çoçuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Nihat Sapan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ilkbaharın gelmesiyle birlikte doğanın uyandığını, birçok bitkinin çiçek açtığını, dolayısıyla polenlerin atmosfere yayıldığını söyledi.

Bu durumun polenlere alerjisi olan kişilerde çeşitli yakınmaların ortaya çıkmasına neden olduğunu belirten Sapan, şöyle devam etti:

"İçinde bulunduğumuz iklim kuşağına bağlı olarak ocak ve şubat aylarında atmosferde polen bulunmuyor veya çok az bulunuyor. Mart ve özellikle nisan ayında atmosferdeki polen sayısı artmaktadır. Polenler nefes yoluyla ağızdan, burundan girince vücut bunları zararlı madde gibi algılıyor. Bu durumun halk arasında 'saman nezlesi' olarak bilinen alerjik rinite neden oluyor. Alerjik bünyeli kişiler hiç tepki gösterilmemesi gereken, zararsız bu maddelere tepki gösteriyor. Hapşırma, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, gözlerde kızarma ve kaşıntı, baş ağrısı, halsizlik, yorgunluk gibi belirtiler ortaya çıkıyor. Hatta bazı insanlarda astım bulguları da ortaya çıkabiliyor."

Prof. Dr. Sapan, Türkiye'de en önemli ve en çok görülen alerjik polenlerin çayır, çimen polenleri olduğunu dile getirerek, "Alerjik rinit hastalığının en yaygın polenlerini de bunlar oluşturur. Park ve bahçelerde, apartman bahçelerinde bulunan çimen polenlerine dikkat edilmesi gerekir. Ülkemizde zeytin ağacı polenleri de yaygın olarak alerjik bulgulara yol açmaktadır. Bunun yanında ıhlamur, servi polenleri de alerji yapabiliyor. Kavaklar ise bilinenin aksine alerjik olaylarda en masum ağaçlardır" diye konuştu.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
24/03/2010
 

Karaciğerin koruması "zerdeçal"

Zerdeçalın, karaciğeri korumaya ve sirozu önlemeye yardımcı olabileceği bildirildi.


Avusturyalı ve Amerikalı bilim adamları, karaciğer hastalığına yakalanmaları için farelerin genlerini değiştirdi.

Bir grup fareye 4-8 hafta süreyle zerdeçal verilirken, diğer grup normal beslenmesine devam etti.

Zerdeçal yiyen farelerin karaciğerindeki hasar ve safra kanalı tıkanmasının önemli oranda azaldığı görüldü.

İngiliz Tıp Birliğinin "Gut" adlı gazetesinde yayımlanan araştırmada bilim adamları, bu sonuçların yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesinde faydalı olabileceğini belirtti.

Zencefilgillerden sarı çiçekli, büyük yapraklı, otsu bir bitki olan zerdeçal, Hint safranı olarak da biliniyor. Zerdeçalın ana vatanı Güney Asya.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
25/03/2010
 

Melek anne` geni bulundu

ABD`nin Virginia eyaletindeki Richmond Üniversitesi, kadınların beyninde anneliğin üzerinde etkisi olan bir dizi nöron saptadı.

ABD`nin Virginia eyaletindeki Richmond Üniversitesi, kadınların beyninde anneliğin üzerinde etkisi olan bir dizi nöron saptadı. Bu nöronların iyi ya da kötü anne olmak üzerinde kilit rol oynadığı belirlenirken, hücrelerinin doğumdan sonra harekete geçtiği ortaya çıktı.

 

Saatlerinizi ileri almayı unutmayın

Gün ışığından daha fazla faydalanmak amacıyla her yıl yapılan ileri saat (yaz saati) uygulaması kapsamında, bütün yurtta saatler, bu gece saat 03.00`ten itibaren bir saat ileri alınıyor.

Saatler, 31 Ekim 2010`da ise geri alınacak. Yaz saati uygulaması, çalışma saatlerinin günün güneşli bölümüne alınması suretiyle, gün ışığından daha fazla faydalanılması, elektriğin aydınlatmada kullanılan bölümünden tasarruf sağlanması amacını taşıyor. Uygulama ile yıllık 500-600 milyon kilovat saat (kWh) tasarruf sağlanıyor.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
27/03/2010
 

Diş gıcırdatmanın perde arkası...

Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Çiğdem Küçükeşmen, gece uyurken dişlerin gıcırdatılması ve çene sıkma olayının temelinde psikolojik sorunların yattığını söyledi.

Küçükeşmen, AA muhabirine yaptığı açıklamada, gece uykuda diş gıcırdatma veya diş sıkma sorunun temelinde psikolojik etkenlerin etkin rol oynadığını belirterek, şunları söyledi:

"Uyurken diş gıcırdatma veya çene sıkma olayının temelinde psikolojik sorunlar yatmakta, çözüm ise sıkıntıya neden olan sorunun giderilmesinde. Eğer gece uykunuzda bilinçsiz olarak dişlerinizi gıcırdatıyorsanız, mutlaka gün içinde yaşadığınız sorunlar sizi etkisi altında bırakmıştır. Bize gelen şikayetlerde bu bulgulara rastlıyoruz. Günlük hayatımızda çeşitli problemlerden dolayı strese kapılmaktayız, bunlar da bizleri olumsuz etkiliyor. Gece uykuda ise bunların yansıması yaşanıyor."

Diş gıcırdatmaya çocuklarda ve hatta dişleri çıkan bebeklerde de rastlandığını kaydeden Küçükeşmen, "Çocuğunuzda diş gıcırdatma olayına şahit oluyorsanız, mutlaka sorunlarını irdeleyin. Arkadaşları ile tartışma yaşamış olabilir, bakıcısı ile problemi olabilir. Bunları sorgulayın" dedi.

Diş gıcırdatmanın bilinçaltında yapıldığını ve uykuda olan kişinin bunun farkında bile olmadığını belirten Küçükeşmen, diş yapısının da diş gıcırdatma olayına etken olabileceğini savundu.

Sorunun zamanında giderilmesi gerektiğini vurgulayan Çiğdem Küçükeşmen, sürekli diş gıcırdatma olayının yaşanması halinde eklemlerde ağrı, çene dokusunda hassasiyet oluşabileceğini ayrıca baş ağrısı ve ağız yapısının bozulabileceğini kaydetti. Bunun yanı sıra dişlerin sürtünmeden dolayı zarar göreceğini bildiren Küçükeşmen, "Önlem alınmadığı takdirde sürtünmelerden ötürü diş yapısı zarar görür. Küçülmeler oluşabilir" uyarısında bulundu.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
28/03/2010
 


 

Sivrisinekler `aşı` oldu

Japon bilim adamları, genetik değişime uğrattıkları sivrisinekleri "uçan aşılara" çevirdiler.

Japonya`nın başkenti Tokyo`ya yakın Jichi tıp fakültesi araştırmacıları, genetik değişimle sivrisineklerin tükürüklerinde tatarcık hummasına karşı aşı üretmelerini sağladı. Bu sineklerin ısırdığı farelerin ise hastalığa karşı antikor ürettiği tespit edildi.

Araştırmayı yöneten Prof. Shigeto Yoshida, genetik değişime uğratılmış sineklerin ısırdıkları "kurbanlarının" normal bir aşı olmuş gibi hastalığa karşı korunduğunu, ama bu yöntemin "ücretsiz ve acısız" olduğunu belirtti.

Yoshida, ileride, sıtma taşıyıcısı sivrisineklerin sıtmaya ve başka tropik hastalıklara karşı aşı olarak kullanılabileceğini kaydetti.

"Uçan aşıların" bazı problemlere yol açabileceğini belirten uzmanlar ise genetik olarak değiştirilmiş sivrisineklerin doğaya salınması halinde bunun kontrolsüz aşılama anlamına geleceğini, aşının dozunun ayarlanmasının zor olacağını ve insanların, rızası alınmadan aşılanmaya muhtemelen karşı çıkacaklarını ifade ediyor.

Her yıl dünyada yaklaşık 1 milyon kişi sıtmadan hayatını kaybediyor; her 30 saniyede, 5 yaşın altında bir çocuk bu hastalıktan ölüyor.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
29/03/2010
 

`ÇOK SU İÇMEK FAYDALIDIR` YANLIŞ ÇIKTI

-Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Nefroloji Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Yunus Erdem, çok su içilmesinin böbrekler ve vücut için yararlı olduğu söylemlerinin yanlış olduğunu belirterek, `Günlük 5-6 litrelik su içilmesinin önerilmesi böbrekler yönünden sağlıklı değildir ve bu miktarda idrar kısa ve uzun dönemde böbrek fonksiyonlarını bozabilir` uyarısında bulundu.

Prof. Dr. Erdem, ANKA`ya yaptığı açıklamada, özellikle bazı diet programlarıyla birlikte çok su içilmesinin önerildiğini belirterek, bu yolla toksinlerin vücuttan uzaklaştırılacağının iddia edildiğini söyledi. Prof. Dr. Erdem, günlük 5-6 litrelik su içilmesinin böbrekler yönünden sağlıklı olmadığını ifade ederek, bu miktarda idrarın kısa ve uzun dönemde böbrek fonksiyonlarını bozabileceğine dikkat çekti.

Su ihtiyacının mevsimlere, diete ya da harcanılan efora göre değişebileceğini söyleyen Prof. Dr. Erdem, `Bizim önerimiz sağlıklı insanların susadığı zaman ve arzu ettiği kadar su içmesidir. Günde 1.5-2 litre idrar çıkarıyorsak bu yeterlidir. Daha fazla idrar miktarları zararlı olabilir` uyarısında bulundu.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
30/03/2010
 

Büyük çarpışma gerçekleşti

Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi'ndeki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nda bugüne kadar en yüksek hıza ulaştırılan protonlar birbiriyle çarpıştırıldı.
AP ajansının haberine göre, yerin 100 metre altındaki tünelde, 3.5 Tev (teraelektronvolt) güce ulaşan ışık huzmeleri ters istikametlerden gönderilerek toplam 7 Tev enerjiyle çarpıştırıldı.
Açığa çıkan enerji, bugüne kadar Avrupa ve ABD'deki çarpıştırıcılarda kaydedilen en yüksek enerji düzeyi oldu. CERN sözcüsü, bilim adamı Paola Catapano, "Bu yeni bir çağın başlangıcıdır" dedi.
Çarpışma sırasında atom-altı parçacıklara ilişkin elde edilecek verilerin analizi uzun sürecek. Dört deney düzeneğine ait dev dedektörlerden toplanan milyarlarca veri arasından parçacık fiziğine ilişkin yeni bilgilerin ayıklanması ve yeni keşiflerin açıklanması, aylar alabilir.
CERN yetkilisi Steve Myere, "İki huzmeyi çarpıştırmak başlı başına zorlu bir iş. Bu, okyanusun ortasında çarpıştırmak üzere Atlantik'in iki kıyısından birer toplu iğne fırlatmak gibi bir şey aslında..." dedi.
Bu çarpıştırma deneyi ertesinde BHÇ yaklaşık bir yıl bakıma alınacak. Daha sonra asıl hedef olan 14 Tev gücündeki en büyük çarpıştırma için hazırlık yapılacak.
Bilim adamları, "büyük patlama" deneyinde kozmosun doğasını kavramaya yarayacak yeni parçacıklar görmeyi umuyor. Bir mikro saniye sürecek çarpışmada, temel element parçacıkları, atom çekirdeklerini oluşturmak için birleşmeye başlamadan önce meydana gelen Big Bang (büyük patlama' anındaki koşulların oluşturulması öngörülüyor.
Uzmanlar, çarpışma sırasında, özellikle teorik fizikteki kütle kavramının temelini oluşturan veya kara maddenin neden yapıldığını anlamaya yarayacak Higgs parçacığının (Tanrı parçacığı) kanıtını göreceklerini umuyor. Karanlık maddeyle karanlık enerji, evrenin yüzde 95'ini oluşturuyor.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
31/03/2010
 

Allah’ın adıyla sayfa açtı ve...

Birleşik Arap Emirlikleri'nde bir kullanıcının 'Allah' adını alarak sayfa açması ve Kuran'dan ayetlerle sorulara cevap vermeye başlaması büyük tepki topladı.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin başkenti Abu Dabi’de bir Facebook kullanıcısı, ‘Allah’ adıyla Facebook profili açtığı için internet kullanmaktan men edildi. Sayfa başlığı olarak ‘Allah ve peygamberleri’ ismini kullanan şahıs yoğun tepkiler alıyordu.
Çoğunluk tarafından İslam’a saldırı olarak algılanan ve büyük tepki toplayan sayfa, şikayetler üzerine BAE Telekomünikasyon Düzenleme Dairesi tarafından kaldırtıldı. Tüm servis sağlayıcılara verilen talimatla da şahsın ülkede bir daha asla internete bağlanmaması sağlandı.
İngiliz The Telegraph gazetesinin haberine göre Arapça profil sayfasını ’Allah’ adını kullanarak açan şahıs, sayfada ‘kendinden başka kimseye inanmadığını’ belirtiyor ve Kuran’dan ayetlerin de bunu ispatladığını iddia ediyordu.
İsmi açıklanmayan şahıs, kısa sürede büyük çoğunluğu eleştiri ve hakaret yazan 600 bin kişi tarafından izlenir hale geldi. Sayfada kendisine sorulan soruları ‘Allah’ın ağzından’ yanıtlıyan şahıs dini tavsiyelerde bulunuyordu.
Ancak bardağı taşıran damla, çoğu zaman Kuran’da olmayan ayetler de uyduran şahsın ‘yakında yeni bir kitap yazacağı’ mesajını sayfasında yayımlaması oldu. Harekete geçen BAE yetkililerinin şahsı tamamen internetten men etti.
Karar ülkedeki Müslümanlarca onaylanırken, Sınır Tanımayan Gazeteciler’ce eleştirildi. Örgüt, sayfa kapatma kararına direnmediği için Facebook’u, şahsı internetten men ederek kişisel özgürlükleri kısıtladığı için de BAE yetkililerini kınadı.
Örgütün başkanı Olivier Bassile yaptığı basın açıklamasında, internette dinleri ve dini sembolleri eleştiren, hatta alaya alan, binlerce sayfa bulunduğunu, ancak bunun internette tam özgürlük için ödenmesi gereken bir bedel olduğunu savundu.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
01/04/2010
 

Ceple bağırarak konuşanlara...

Yeni geliştirilen mobil donanım, çok kısık sesle bile konuşulsa yüz hareketlerini sözcüklere dönüştürüp telefonun diğer ucundaki kişiye sesli iletiyor.
Alman mühendisler kamuya açık alanda cep telefonuyla konuşurken sesini kontrol edemeyip çevresini rahatsız edenleri ‘sessiz’ konuşmaya ikna edecek bir mobil cihaz geliştiriyor. Daha önce NASA tarafından benzeri denenen sistem, konuşurken yüzde oluşan kas hareketlerini tanıyıp bunları sözcüğe çeviriyor.
Karlsruhe Teknoloji Enstitüsü’nden Tanja Schultz, otobüs, metro, mağaza gibi yerlerde bazı insanların cep telefonuyla konuşurken ses derecesine dikkat etmediğini, bundan şahsen çok rahatsız olduğu için ‘cazip’ bir sistem planladığını söyledi.
“Bir keresinde banliyö treninde yanımda oturan kadın, tüm yol boyunca durmadan cep telefonuyla konuştu. Dayanılmaz bir şeydi. Buna bir son vermek gerektiğini hissettim” diye konuşan Schultz, ‘sessiz iletişim’in zamanı geldiğini vurguladı.
Almanya’daki CeBIT fuarında ilk prototipi sergilenen mobil cihaz, konuşan bir kişinin yüzündeki kas hareketleriyle ortaya çıkan çok hafif elektrik sinyallerini tespit edip bunları sese çeviriyor ve cep telefonuyla görüşülen kişiye iletiyor. Böylece kamuya açık alanda cep telefonuyla konuşan kişi, çok kısık sesle dahi konuşsa karşı taraf ne dediğini anlıyor.
Schultz, cihazın çalışması için aslında kişinin ses bile çıkmasına gerek olmadığını söylüyor. Dolayısıyla cihazı hastalık yüzünden sesini yitirenler de kullanabiliyor. Yazılım ve donanım geliştirme çalışmaları süren cihazın ileride çeviri de yapabilmesi planlanıyor.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
01/04/2010
 

Yüksek tansiyonu düşürmede birebir

İçerdiği nitrat ilaçlar kadar etkili olan bitki, yüksek tansiyonu düşürmeye birebir...

Sofralarımızda da tüketilen Pancarın yüksek seviyede içerdiği nitratın, tansiyonu düşürmede ilaçlar kadar etkili olduğu ortaya çıktı. İngiltere`deki Bart`s ve Royal Londra Hastanesi`ndeki doktorların 10 yıl süren ve nitratın insan vücudu üzerindeki etkilerini inceleyen araştırmalarının ardından, pancarın vücuda girer girmez nitrik aside dönüştüğü ortaya çıktı.

Araştırma grubundan Prof. Ben Benjamin, şunları söyledi: `Pancarın vücuda girer girmez oluşturduğu nitrik asit, kan basıncını düşük seviyelerde tutmak için damarlar tarafından üretiliyor. Kandaki enfeksiyonlarla mücadele edip, yiyen kişinin eğer yüksek tansiyonu varsa düşürüyor. Her üç yetişkinden birinin yüksek tansiyon hastası olduğu dünyamızda, bu oldukça iyi bir haber...`
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
03/04/2010
 

Yemekten sonra diş fırçalamayın

Dr. Çağdaş Kışlaoğlu, modern yaşamın dişlerde asit erozyonu oluşturma riskini artırdığını söyledi.

Bembeyaz dişlere sahip olma modasının, piyasada ciddi biçimde aşınmaya yol açan diş macunlarının artmasına yol açtığını söyleyen Kışlaoğlu `Aşınmaya yol açan diş macunları ve özellikle yemeklerden hemen sonra dişlerin fırçalanması ile yüksek derecede asit içeren yiyecek ve içeceklerin tüketiminin bir araya gelmesi, asit erozyonu oluşumunu hızlandırıyor. Dişlerin mineleri yıpranıp, hassaslaşıyor. Yemekten hemen sonra diş fırçalamak çok zararlı` dedi.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
04/04/2010
 

Japonların yeni robotu insandan farksız

Japonya'nın Osaka Üniversitesi'nde geliştirilen ve bugün tanıtılan android robot, gerçek insanla mimiklerine kadarki benzerliğiyle dikkat çekiyor.

Profesör İşiguro, tanıtım sırasında yaptığı açıklamada, ekibinin insan duygularını ifade edebilen robotlar yapmak istediğini söyledi.

Uzun siyah saçlı ve siyah etekli robot tanıtım sırasında, model olarak kullanılan 20'li yaşlardaki genç bir kadının gülümseme, öfkelenme gibi tüm hareketlerini hemen ve gerçeğinden farksız taklit etti.

Gerçek insanın yüz ifadelerinin bir kamerayla filme alındıktan sonra elektrik sinyalleriyle robota gönderen bir teknoloji kullanıldı. Gerçek kadınla androidi ayırmanın gerçekten güç olduğu tanıtımda, model kadın gazetecilere, "Bir ikiz kızkardeşim olduğu hissine kapıldım" dedi.

Roboton dişlerini göstererek gülmesinin gerçek bir insan görünümü kazandırdığını söyleyen Prof İşiguro, daha önce geliştirilen bu tip robotların çok sayıda ekleminin olmasından ötürü daha karmaşık ve masraflı olduğunu kaydetti.

Yüzü sentetik deriden yapılan ve bir hastanede deneme amacıyla hastalara eşlik etmesi düşünülen "Geminoid-TMF" adlı robot 160 bin TL'ye satılacak. Robota ayrıca bir bilim müzesinde de deneme amaçlı bir görev verilmesi bekleniyor.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
05/04/2010
 

"Bir dal sigara"da 4 binden fazla zehirli madde

Son dönemde domuz kanı tartışmalarıyla yeniden gündeme gelen sigarada, yaklaşık 50 tanesi kansere yol açan 4 binin üzerinde zehirli kimyasal madde bulunuyor.

Sigara akciğer kanseri, kalp hastalıkları, bronşit ve amfizem gibi pek çok ciddi ve ölümcül hastalığa yol açıyor.

Sigara içmek, ayrıca birçok kansere, solunum hastalığına ve felce neden oluyor, doğurganlığı etkileyebiliyor. Sigarada 4 binin üzerinde zehirli kimyasal madde bulunuyor.

Bunların yaklaşık 50 tanesi ise kansere yol açıyor. Sigara dumanında bulunan zehirli bir gaz olan karbonmonoksit, kanda oksijenin yerini alarak, ciğerlerin gereği gibi çalışmasını engelliyor.

Bunun sonucunda vücuttaki hücreler, ihtiyaç duydukları oksijenden mahrum kalıyor. Parmak ve dişlerin sararmasına yol açan yapışkan kahverengi madde katran da kansere neden oluyor ve akciğerleri tahrip ediyor.

Ciğerden atılamayan katran, tüpleri daraltarak, enfeksiyonlara karşı direnci azaltıyor.

Sigarada bulunan bazı diğer kimyasal maddeler ve özellikleri ise şöyle:

Aseton: Oje çıkarmada kullanılıyor.
Arsenik: Fare zehri
Benzopiren: Dizel egzoz dumanı
DDT ve Dieldrin: Böcek ilacı
Formaldehid: Cesetleri muhafaza etmede kullanılıyor.
Hidrojen siyanür: Gaz odalarında kullanılan bir zehir.
Metanol: Roket yakıtı.
Titanyum: Uçak yapımında da kullanılan bir metal.
Amonyak: Tuvalet temizlemede kullanılıyor
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
06/04/2010
 

Cep telefonunda "SAR" değeri markadan önemli

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa Alkan, cep telefonu satın alırken markasına değil, standartlara uygun üretilip üretilmediğine ve özgül soğurma oranına (SAR değeri) bakılması gerektiğini söyledi.

Alkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, denetimleri sırasında zaman zaman standartlara uygun olmayan ürünlerle karşılaşıldığını belirterek, vatandaşların bu konuda dikkatli olması gerektiğini söyledi.

BTK olarak bölge müdürlükleri kanalıyla denetim yaptıklarını anlatan Alkan, "Ürünlerin standartlara uygun olup olmadığını kontrol ediyoruz. Vatandaşlarımızın da buna dikkat etmesinde yarar var" diye konuştu.

Cep telefonlarının vücuda olan ısı etkisinin SAR değeri ile ölçüldüğünü ifade eden Alkan, şu bilgileri verdi:

"SAR değerinin yüksek olmasının insan sağlığına etkisi ısıl etkisidir. Başka bir etki bilimsel olarak şu an ispatlanmış değil. Vücudunuza hangi cihazı tutarsanız tutun, dizüstü bilgisayarı da dizinize tutarsanız ısındığını görürsünüz. Bu ısıl etki arttıkça vücuda olan zararı da artıyor. SAR limit değeri, vücudun 1 kilogramının sıcaklığını 1 derece yükselten elektromanyetik enerji miktarıdır. Genel halk maruziyeti için 0,08 watt/kilogram limit değer olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle cihazları alırken markasına değil, standartlara uygun üretilip üretilmediğine ve SAR değerine bakmak lazım. SAR değeri düşük olan cep telefonlarını tercih etmek gerekiyor."

Elektromanyetik dalgaları engellediği, insan sağlığına olan zararlarını azalttığı söylenen ve yüksek fiyatlara satılan "radyasyon bandı, radyasyon boncuğu, radyasyon kolyesi gibi ürünlerin de gerçek olmadığına dikkati çeken Alkan, "Bu ürünler bilimsel olarak araştırılmış, üretilmiş şeyler değil" dedi.
Alkan, teknolojinin hızla gelişmesine paralel olarak cep telefonları sinyallerini muhafaza edebilen kafesler ile benzeri teknik cihazların üretiminin de arttığını kaydetti.

Uçaklarda cep telefonu kullanımının da yakın zamanda yaygılaşacağını dile getiren Alkan, "Cep telefonlarının yaydığı elektromanyetik dalgalar uçaklarda enterferansa neden oluyor. Bunlar önlenebildiğinde bu tür problemler de kendiliğinden ortadan kalkmış olur" diye konuştu.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
07/04/2010
 

Kahvaltıda yumurta ye formda kal

Bilim adamları kahvaltıda yumurta yemenin iştah ve dolayısıyla kilo kontrolüne yardımcı olduğunu söyledi.

İtalyan La Stampa gazetesinde çıkan habere göre, ABD'deki Connecticut Üniversitesinde görev yapan bilim adamları, 21 erkek katılımcıyı rastgele iki gruba ayırarak, ilk gruptakilere çırpılmış 3 yumurta ve bir buçuk dilim beyaz ekmekten oluşan protein açısından zengin bir kahvaltı sundu.

"Nutrition Research"de yayımlanan araştırmada, ikinci gruba ise bagel ekmek (simit ekmek), yarım kaşık yağsız krem peynir ve 170 gram yağsız yoğurt içeren karbonhidratlar açısından zengin bir kahvaltı verildi.

Her iki kahvaltının içerdiği kalori miktarının eşit olduğunu belirten bilim adamları, öğle yemeğinde ise katılımcılardan açık büfenin keyfini çıkarmalarını istedi.

Araştırmanın ilk gününde, protein bakımından zengin olan yumurtalı kahvaltıyı tüketenlerin, diğerlerine göre öğle yemeğinde 112, ikinci gününde ise 400 kalori daha az aldıkları gözlemlendi.

Araştırma ekibinin başındaki Maria Luz Fernandez, araştırmanın sonuçlarının protein bakımından zengin bir kahvaltı yapmanın iştahı kontrol altında tuttuğunu ortaya koyduğunu söyledi
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
10/04/2010
 

Karanlıkta televizyon izlemeden önce bir kez daha düşünün

Sakarya Vatan Hastanesi Başhekimi uzman Dr. Dursun Bostancı, karanlıkta izlenilen televizyonun gözlere zararının yanı sıra, halk arasında sara olarak bilinen epilepsi hastalığını da tetiklediğini söyledi.

Bostancı, her yaş gurubundaki insanların aydınlatılmış mekânda televizyon izlemeleri gerektiğini kaydetti.

Bostancı, yaptığı açıklamada, karanlıkta televizyon izlemenin sağlıklı olmadığını vurguladı. Bu durumun öncelikle göze zarar verebileceğini ifade eden Bostancı, "Karanlıkta televizyon izlemek sürekli yanıp söne bir ışığa bakmaktan farksızdır. Ayrıca her çeşit renkte saniyeler içerisinde değişiyor. Ayrıca kanal değiştirirken zifiri karanlık ve hemen arkasından parlak aydınlık göze en büyük zararı verdiği andır. Göz bu duruma uyum sağlamak için zorlanıyor yorgun düşüyor. Göz sağlığı açısından bu durum son derece zararlıdır. Göz sinirlerinin yıpranmasına sebep olur. Ayrıca görme kusurlarına sebep oluyor. Özellikle çocuklara kesinlikle karanlıkta televizyon izletilmemelidir. Onların gözleri daha hassas olacağından daha çok etkileneceklerdir." uyarısında bulundu.

Karanlıkta sürekli yanan sönen ışığa maruz kalanlarda epilepsi hastalığının daha sık görüldüğü dile getiren Bostancı, uzun süre karanlıkta televizyon izlemenin ve bunu alışkanlık haline getirmenin bu hastalığı tetikleyebileceğinin altını çizdi.

Sara hastalarına kesinlikle karanlıkta televizyon izlememeleri gerektiği konusunda telkinde bulunduklarını anlatan Bostancı şu bilgileri verdi: "Sara hastalarına iyi aydınlatılmış mekânlarda televizyon izlemelerini öneriyoruz. Ayrıca sık sık kanal değiştirmemeleri konusunda uyarıda bulunuyoruz. Karanlıkta sürekli yanıp sönen ışığa maruz kalmak sara nöbetlerini tetikliyor ve sık sık tekrarlanmasına sebep oluyor. Bu sebeple sara hastalarına kesinlikle karanlık ortamda televizyon izlemelerini ve hatta bilgisayarda çalışmalarını söylüyoruz." şeklinde konuştu.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
11/04/2010
 

Atom bombasıyla eş: Tomografi

Doktorların en sık başvurduğu cihazların başında gelen tomografiye her girişin, insanda kanser riskini artırdığı saptandı. Sağlık Bakanlığı da, AB’ye uyum yasaları çerçevesinde konuyla ilgili yönetmelik hazırlığında.

İngiliz uzmanlara göre, bilgisayarlı tomografiye her giriş, insanı kansere biraz daha yaklaştırıyor.

Tomografinin, gönderdiği ışınlarla çok fazla radyasyon yaydığı ve kanser riskini ciddi ölçüde artırdığı iddiası üzerine, İngiltere Sağlık Bakanlığı bu uygulamaya kısıtlama getirme kararı aldı.
Uzmanlara göre, sık tomografi çekilen vücutta biriken radyasyon, İkinci Dünya Savaşı’nda Hiroşima'ya atılan atom bombasından kurtulanlarla eş düzeyde.
HNTV, benzer bir çalışmanın Ankara'da; Sağlık Bakanlığı'nda da yürütüldüğünü ortaya çıkardı. Bakanlık, sağlıklı kişilerin güçlü medikal bir sorun olmadan radyoloji cihazlarına tabi tutulmasını yasaklayan Tıbbi Işınlamalar Yönetmeliği’ni hazırlıyor. Amaç, radyoloji cihazlarının gereksiz kullanımının önüne geçmek.
Halen konuyla ilgili tek düzenleme Türkiye Atom Enerjisi Kurumu'nun cihazların kurulumuna lisans vermesiyle sınırlı. Yeni yönetmelikle, sağlıklı kişilerin yeterli tıbbi gerekçe olmadan radyoloji cihazlarına tabi tutulması yasaklanacak.
Ayrıca Nisan ayı sonunda, medikal görüntüleme cihazlarının denetimini artıran bir protokol imzalanacak. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ve Sağlık Bakanlığı, denetimleri yapmak amacıyla özel kuruluşları yetkilendirecek. Bu kuruluşlar, tıbbi görüntüleme merkezlerindeki cihazların durumuyla ilgili Sağlık Bakanlığı'na rapor verecek.
Radyasyon oranı uluslararası standartlardan yüksek olan cihazlar, önlem alınmazsa hurdaya çıkarılacak. Yurt genelindeki tüm tıbbi görüntüleme görevlileri de Ankara'da eğitimden geçirilecek.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
12/04/2010
 

Obezite alarm veriyor!..

Türk halkı günden güne şişmanlıyor. Kalorisi yüksek hazır yiyecekler ve hareketsizlik, diyabetten kansere kadar birçok hastalığa davetiye çıkartıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), özellikle çocuk ve gençlerdeki obezite konusunda alarmda.
Uzmanlar, 2010 sonunda obezitenin önlenebilir ölüm nedenleri arasında ilk sırayı alacağını tahmin ediyor.
Rakamlar ürkütücü!..
Dünya Sağlık Örgütü'nün araştırmalarına göre, her yıl 2.6 milyon kişi obeziteye bağlı sağlık sorunları sebebiyle yaşamını yitiriyor.
Dünyada fazla kiloluların sayısı 1.6 milyarı, obez sayısı ise 400 milyonu aştı.
Üstelik uzmanlar daha da büyük tehdide, yeni neslin durumuna dikkat çekiyor, "En zorlu savaş 'çocuklarda şişmanlık' alanında verilecek" diyor.
Dünyada 5 yaşın altındaki aşırı kilolu çocuk sayısının 2010 sonunda 42 milyonu aşması bekleniyor.
Türkiye'de de durum pek parlak değil. Dünya Sağlık Örgütü'nün araştırmasına göre, Türk halkının yüzde 57'si aşırı kilolu ya da obez.
Kadınlarda obezite yüzde 25 civarında. Yani Türkiye'de her 4 kadından 1'i obez. Erkeklerdeki durum ise kötünün iyisi. Her beş Türk erkeğinden 1'i obezite riskiyle karşı karşıya.
Obezite buzdağının görünen kısmı
Ümraniye Araştırma Hastanesi İç Hastalık Uzmanı Prof. Dr. Ziya Mocan, kilonun sadece dış kısmını gösterdiğini, içeride neler olduğunun bilinmesi gerektiğini söyledi.
Mocan, "O kadar değişik organlarda hasarlar oluyor ki bunu görmüyoruz" diye konuştu.
Kilonun hasarları yalnızca orta yaş ve üzeri için değil, çocuk ve gençler için de büyük bir tehdit oluşturuyor. Dengesiz beslenen ve spora genelde sadece seyirci kalan yeni nesil aslında yavaş yavaş kendi ömründen yiyiyor.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
13/04/2010
 

Felçli hastalara umut ışığı

ODTÜ`lü öğrenciler, beyindeki sinyalleri algılayarak elektronik cihazların kontrol edilmesini sağlayan bir sistem geliştirdi.

ODTÜ`lü öğrenciler, tamamen kendi donanımlarıyla beyindeki belirli sinyalleri algılayarak elektronik cihazların kontrol edilmesini sağlayan bir sistem geliştirdi.
Halen, klavye kullanılmadan bilgisayar ekranına kelimelerin yansıtılmasına olanak sağlayan, ODTÜ Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü doktora ve yüksek lisans öğrencilerinin geliştirdiği cihaz, gelecekte felçli hastaların çevreyle iletişimini sağlamada ve tekerlekli sandalyelerini hareket ettirmede de kullanılabilecek.
``Beyin Bilgisayar Arayüzü`` adı verilen projenin yöneticisi, ODTÜ Elektrik ve Elektronik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Nevzat Gençer, engelliler için düşük maliyetli ve verimli bilgisayar arayüzü geliştirilmesini amaçlayan projenin, hem donanımın hem de yazılımının, bölümün Biyomedikal Araştırma Laboratuvarında geliştirildiğini söyledi.
Cihazın, pratik olması açısından daha az sayıda kanalla veri alınabilen bir Elektroensefalografi(EEG) sistemi olduğunu anlatan Gençer, sistemin işleyişine ilişkin şu bilgileri aktardı:
``Sistem sayesinde, bilgisayara kablolarla bağlı, kafaya geçirilen bir başlıkla, klavye kullanılmadan, bir kişinin belirli beyin sinyalleri kullanılarak aklındaki kelimenin harfleri teker teker bilgisayar ekranına yansıtılabiliyor. Ekrandan harfler akarken, EEG sinyallerinin üzerine algoritmalar uygulanarak, ekrana aktarılmak istenen harf seçiliyor. Seçilen harflerin yan yana getirilmesiyle kelime oluşturuluyor. Bu cihazla konuşma ve hareket yeteneğini kaybeden bir kişi, istediği şeyleri karşısındakine aktarabilir. Bununla ilgili değişik uygulamalar da yapılabilir, ama biz tıbbi uygulamalar üzerinde duruyoruz``
Laboratuvarda, ekranda akan harflerden kelime oluşturmanın yanı sıra, farklı algoritmalarla bir isteğin EEG sinyallerinden algılanabilmesi, böylece, örneğin bir tekerlekli sandalyenin hareket ettirilmesine yönelik proje üzerinde de çalışıldığını bildiren Gençer, bir başka çalışmayla ise sistemin performansının artırılmaya çalışıldığını söyledi.
EEG sinyalleri ile sadece görüntülü değil, sesli uyarılarla da belirli şeylerin idare edilebileceğini belirten Gençer, ``Örneğin bunlar işitme uyarıları da olabilir. Farklı frekanslar arasından yüksek frekanslı bir ses geldiğinde, alacağınız sinyalle bir şeyleri idare edebilirsiniz`` diye konuştu.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
15/04/2010
 

Kalbin dostu çay

Ülkemizde oldukça fazla tüketilen siyah çay, faydaları ve zararları ile yine gündemde.

Son araştırmalara göre, günde iki bardak çay tüketmek, kalp krizi ile ölüm riskini oldukça azaltıyor. Araştırmacılar, bu şaşırtıcı sonuç karşısında çayın daha iyi incelenmesi gerektiğini söyleyerek siyah ve yeşil çayda kalbi koruma özelliğine sahip maddeler bulunabileceğini tahmin ettiklerini vurguluyorlar. Dr. Kenneth Mukamal, sonuçların beklediğinden çok daha şaşırtıcı olduğunu ve çay bitkisinin kalp sağlığı üzerindeki gerçek etkisinin, araştırma sonucundan daha az olması durumunda bile, kalp krizinden kurtulmak için hatırı sayılır bir fayda oluşturabileceğini savunuyor.

Araştırmaya katılmış olan doktorlar; denek olarak alınan kişilerin yeni bir kalp krizine ya da kalp rahatsızlıklarına daha yatkın olan, yüksek risk grubundaki insanlardan seçildiğini belirtiyorlar. `Flavonoidler`in (Bitkilerden elde edilen, besinlerde doğal olarak bulunan antidoksidanlar) kan damarlarını genişleterek kanın vücuttaki dolaşımını daha kolay sağladığını ve böylece kalbi doğal yoldan korumanın mümkün olabildiğini söylüyor Dr. Mukamal. Ayrıca `Flavonoidler`in, LDL kolesterolünün daha kötü bir kolesterol haline dönüşmesini önleyebileceğine dair kanıtlar da bulduklarını belirtiyorlar.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
16/04/2010
 

Kola ve cips bilgiyi akıldan uçuruyor

Amerikan Hastanesi Diyetisyeni Zuhal Güler Çelik, aşırı kola ve cips tüketiminin bilgileri akılda tutmayı engellediğini söyledi.

Çelik, öğrencilerin bu dönemde süt, yoğurt, balık, badem, fındık, tahıllar, yumurta, kırmızı et, pekmez ve yağlı tohumlarca zengin besinleri tüketmelerini istedi. Havuç, ısırganotu, yaban mersini, avokado ve limonun hafızaya katkı sağladığı için sınav hazırlığı dönemlerinde tüketilebileceğini kaydeden Çelik, bununla birlikte az ve sık yeme alışkanlığı oluşturulması, aşırı basit şekerli ve yağlı besin tüketmemeye özen gösterilmesi gerektiğini belirtti.
 

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
17/04/2010
 

'Besinleri saklayayım' derken hasta olmayın

Saklama kapları, besinlerin muhafazasında ev hanımlarının vazgeçilmezleri arasındadır. Bunun için genellikle plastik hazır kaplar tercih edilir.
Bunların başında boşalan yoğurt ve dondurma kapları gelir. Boşalan dondurma ve yoğurt kaplarını değerlendirmek isteyen ev hanımları, bunları yiyecek saklamak için kullanır. Ancak boşalan kapların tekrar kullanılması kapta kimyasal çözünme meydana getirirken hastalıklara da davetiye çıkarıyor. Uzmanlar tek kullanımlık kapları uzun süre kullanmanın kalp hastalıkları, diyabet, üreme bozuklukları, anormal beyin gelişimi ve davranış bozuklukları gibi birçok hastalığa neden olduğunu söylüyor.
Dondurma, yoğurt, neskafe gibi gıdaların tek kullanımlık kapları genişletilmiş polisteren (EPS), polipropilen (PP), bisfenol A (BPA) gibi kimyasal maddeler içerir. Boşalan kapların tekrar kullanılması durumunda bu kimyasal maddeler zamanla gıdaya geçer. Gıdada kullanılan plastik kapların tek kullanım için tasarlandığını söyleyen Memorial Hastanesi Biyokimya Uzmanı Dr. Nilgün Teşşekin, boşalan plastik kapların tekrar kullanılmaması gerektiğini vurguladı. Teşşekin, "Yağlı gıda ile plastik bir araya geldiğinde "dioksin" denilen kanserojenik bir etki yapar. Bu kanserojenik etki özellikle yenidoğan ve gelişme evresindeki çocuklar için tehlikelidir." dedi.
Tek kullanımlık plastik kapların bulaşık makinesinde yüksek ısı ile yıkanması da içindeki kimyasal maddelerin dışarı daha hızlı çıkmasına sebep olur. Böylece bulaşık makinesinden alınıp temiz diye kullanılan plastik kaplar, yapısındaki kimyasal maddeleri yiyeceklere bulaştırır. Özellikle diğer kimyasal maddelere göre daha zararlı olan BPA, ciddi rahatsızlıklara sebep olur. Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalandırma Derneği (GİMDES) Genel Başkanı Gıda Mühendisi Hüseyin Büyüközer, BPA'nın prostat, beyin gelişimi, kalp hastalıkları, karaciğerde enzim bozuklukları ve diyabet hastalıklarına yol açtığını vurguluyor. Büyüközer, BPA'ya maruz kalmış cenin, yeni doğmuş bebek ve çocuklarda davranış bozukluklarının ortaya çıktığını dile getirdi.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
19/04/2010
 

Enerjide devrim gibi buluş!

Yayalar yürürken çevrelerini aydınlatmaya yetecek kadar enerji üretiyor...

Yaya özel olarak hazırlanmış kaldırımda yürürken 50 vat kadar enerji üreterek, yerdeki minik lambaları ve sokak lambalarını yakabiliyor. Üstelik bunu yaparken en ufak çevre kirliliğine dahi yol açmıyor.
Yayalar, kaldırıma döşenen 65x65 boyutlarındaki pleksiglas tabakalarına bastıklarında plakalar 1 cm kayıyor. Bu kayma hareketi ve adım atılırken ortaya çıkan minik sarsıntılar, jeneratör tarafından elektrik enerjisine çevriliyor, bu enerji de aydınlatmada kullanılıyor.
Projeye öncülük eden Belediye Başkan Yardımcısı Alexandre Marciel, `Birkaç hafta sürecek deney sırasında kaldırımlar temiz enerji kaynakları olacak` dedi.
Kaldırımdaki özel düzeneği bir Hollanda firması hazırladı. Aynı şirket, Rotterdam`da da daha önce pistte dans eden insanların enerjisiyle üretilen elektrikle kısmen aydınlatılan gece kulübü projesine imza atmıştı. Firma yetkilisi Jaap van den Braak, AFP muhabirine, `Toulouse projesi, insan hareketlerinin sokakları aydınlatabileceğini gösteriyor` dedi.
Şirket; bu sistemi havalimanları, garlar ve ticaret merkezleri gibi kalabalık yerlerde öncelikle kurmayı tasarlıyor.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
20/04/2010
 

'Kedi beyinli' süper bilgisayar

İnsan yüzünü hızlı tanıyan kedilerin beyin fonksiyonlarını bir süper bilgisayara kopyalamaya çalışacaklar.
Kediler insan yüzünü en güçlü süper bilgisayardan 83 kat daha hızlı tanıyor.
İnsan yüzünü bir süper bilgisayardan 83 kat daha hızlı tanıyabilen kedilerden ilham alan bilim adamları, bu hayvanların beyinlerinin model alındığı yeni bir bilgisayar yapabilmek için kolları sıvadı.
Michigan Üniversitesinde görev yapan bilim adamları, normal bilgisayarlara göre çok daha karmaşık kararlar alabilmenin ve daha fazla işlevi aynı anda gerçekleştirebilmenin yanı sıra öğrenebilme ve hatırlayabilme kapasitesinde olan bilgisayarlara doğru ileri bir adım daha attı.
Geçmişte maruz kaldığı voltajları anımsayarak geleneksel bir transistörün yerini alan ve biyolojik bir sinaps gibi hareket eden "memristor" adlı bir aygıt geliştiren bilişim sistemleri mühendisi Wei Lu, bu aletin, normal devrelere takılarak, biyolojik sistemlerdeki hafıza ve öğrenmenin temeli olan bir süreci destekleyebileceğini de gösterdi.
Bugünün en karmaşık süper bilgisayarının kedi beyninin fonksiyonlarını kullanarak bazı işlemleri yapabildiklerini belirten bilim adamları, ancak bu bilgisayarın 140 bin merkezi işlem ünitesi ve özel bir güç kaynağı olan devasal bir makine olduğunu söylediler. Bilim adamları, bu aletin hala bir kedi beyninden 83 kat daha yavaş çalıştığını da vurguladılar.
 

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
21/04/2010
 

Böcek sokmalarına dikkat!

Böcek sokmaları özellikle ilkbahar ve sonbaharda tarlada çalışan, tatil ve piknik yapan insanlar için keyif kaçırıcı, bazen de yaşamı tehdit edici bir sorun olabiliyor.
Seyrek de olsa böcek sokmasında insanlarda 1 veya 2 hafta sonra serum hastalığı veya anafilaksi (alerji) ortaya çıktığını ifade eden Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Dermatoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Adnan Görgülü, böcek sokmasından sonra ortaya çıkan reaksiyonun kişiden kişiye ve hangi böceğin soktuğuna göre değişiklik gösterdiğini söyledi.
Bebeklerin ısırıklara genellikle reaksiyon göstermediğini ancak çocukların aşırı duyarlılık reaksiyonu gösterdiğini belirten Görgülü, şöyle konuştu:
''Olağan reaksiyon, ağrı, şişme ve sokulan bölgenin etrafında oluşan renk değişikliğidir. Böcek sokması olan bölgeden uzakta şişme, kızartı, ürtiker, kaşıntı, kolik şeklinde karın ağrısı, kusma, ishal, göğüste sıkışma hissi, nefes almada zorluk, hırıltılı solunum, dilde şişme olabilir. Bunlar ciddi alerjik reaksiyon ve anafilaksi bulgularıdır ve birkaç dakika içinde ortaya çıkar. Nabzın alınamaması ve kan basıncının düşmesi, bilinç bulanıklığı ve kalp durması yaşamı tehdit eden bulgulardır.''
BÖCEK SOKMALARINDAN KORUNMAK İÇİN
Böcek sokmalarından korunmak için otların üzerinde açık ayakkabı ve çıplak ayakla yürünmemesi gerektiğini kaydeden Görgülü, şunları söyledi:
''Pikniğe, çocuk bahçesine giderken parlak renkli, kol ve bacağı açıkta bırakan giyecekler giyilmemeli. Yakında uçuşan arı görüldüğünde panik yaratıp kaçması için saldırıya geçilmemeli. Yaban arıları kendilerine saldırıldığında sokmaktadır. Bir yüzeye yapışmışsa yavaşça kaldırılmalıdır. Ağzı açık kalmış tatlı içecekler yeniden içilmemelidir. Çöp tenekelerinin ağzı sıkıca kapalı tutulmalıdır. Ev dışında yenilen yiyeceklerin paketleri sıkıca kapatılmalı, uzun süre ağzı açık bırakılmamalıdır. Pikniğe, parka giderken tatlı ve bitki kokulu parfümler sıkılmamalıdır. Evlerin ve arabaların camları kapalı olmalıdır.'' 'Böceğin soktuğu yerde küçük bir şişlik oluştuysa buzla kompres yapmalı. Sabunlu suyla yıkamak veya antihistaminik pomat sürmek yeterlidir. Sokulan bölgenin çevresinde daha geniş bir şişme olursa veya yaygın kaşıntı görülürse yine normal tedavi uygulanabilir. Ağızdan alınan bazı ilaçlar da şikayetleri giderebilir. Bilinen ciddi alerjik reaksiyon riski varsa doktorunuzun önereceği hazır epinefrin enjektörlerini yanınızda taşımalı, uyguladıktan sonra en yakın hastaneye gitmelisiniz.''

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
23/04/2010
 

Agave bitkisinin özünün şeker hastalığı ve kemik erimesini önleyebileceği bildirildi.

Meksika'da fareler üzerinde yapılan araştırmaya imza atanlardan Dr. Mercedes Lopez ve ekibi, Agave nektarının kireçlenmeyi önleyebileceği, kemik dokularının oluşumunu büyük ölçüde iyeleştirebileceği, ensülin üretimini artıran GLP-1 hormonunu da harekete geçirebileceği sonucuna vardı.

Lopez, Agave bitkisinin göbeğinden elde edilen sıvının damıtılmasıyla yapılan Meksika içkisi tekilada ise damıtılma nedeniyle bu faydalı etkilere rastlanmadığına dikkati çekti.

İnsanların katıldığı araştırmalardan önce bilim adamları bir kez daha hayvanlar üzerinde araştırmalar yapacak.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
24/04/2010
 

Bilgisayar beyin için bir model olabilir mi?

Bilgisayarlar birçok işi çok iyi yaparken, insanlar gibi mutluluk, üzüntü, keder, heyecan gibi duyguları yaşayamıyorlar. Bu nedenle, bilgisayarın beyin için model olup olamayacağı tartışmalı bir konu.
HowStuffWorks isimli internet sitesinde yer alan habere göre, karmaşık hesaplamaları gerçekleştiriyor ve en hızlı bilgisayarlar trilyonlarca sayıyı saniyesinde hesaplıyor. İnsanlar ise dijital bilgisayarlara benzer şekilde hesaplama yapıyor. İnsanların prefrontal (Beyinde frontal lob önünde bulunan) korteks ve bazal gangliyaları bilgisayarlardaki ikili sisteme (yalnızca 0 ve 1 rakamlarını kullanan) benzer şekilde 2 duruma sahip.
Bilgisayarlar bilgiyi depolama ve bulup getirme konusunda da iyidir. Bilgisayarın ve bileşenlerinin hasar görmediğini ve bozulmadığını varsaydığınızda, hiçbir veri kaybı olmadan yıllar sonra bile bilgiye ulaşabilirsiniz.
İnsanlar gözlemlemeyi ve deneyimi öğrenme de daha iyiler. Bu yeteneği taklit edebilen bilgisayarlar ve yazılımlar var. Ancak, genelde makinenin deneyimi öğrenmesine imkân tanıyan bilgisayar ve yazılım yapmak çok zor. İnsanlar çoklu disiplinleri öğrenmede yeteneklidir.
Bilgisayar bilimcilerine göre, beynin diğer elementleri kolay bulunmuyor. Duygu, kendini bilme, hırs ve nefsini koruma gibi şeyler beyninizde oluşuyor. Bilgisayarlar bu kavramları yaşayamıyor. Sıcak ya da basınç gibi stimulilere karşı insan cevaplarını taklit eden programlar oluşturabilirken, bilgisayarlar hiçbir şey hissetmiyor.
Bilgisayar beyin için iyi bir model olmamasına rağmen, bu bilgisayar bilimcilerini ve nörobilimcileri elektronik beyin simülasyonu geliştirmekten alıkoymuyor. Blue Brain projesinde çalışan bilim adamları, insan beyninin modeli olabilecek bilgisayar oluşturmaya çalışıyorlar. Çalışan simülasyon nörobilimcilere çeşitli hastalıkların ve durumların nasıl tedavi edileceği konusunda bilgi sağlayabilir.
Taklit beyin düşünmeye, hissetmeye ve dünyayı tatmaya başlayabilecek mi? Bunu söylemek, muhakkak imkânsız. Beyin karmaşık bir organ olduğu için bu kolay olmayacak.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
25/04/2010
 

GDO'lu ürün, üreme özelliğini yok ediyor

Rusya'da yapılan ve sonuçları raporlarla kayıt altına alınan bir deneye göre, GDO'lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) mısır yedirilen fareler 3-4 nesil sonra üreme yeteneklerini kaybetti.

TMMOB Gıda Mühendisleri Odası Marmara Bölge Şube Başkanı Bilge Ölmez, Gıda Mühendisleri Odası Bursa Şubesi'nce düzenlenen ''9. Gıda ve Gıda Ürünleri Fuarı'' çerçevesinde organize edilen ''GDO ve Biyogüvenlik Yasası'' konulu seminerde, Türkiye'nin 1998 yılından itibaren ciddi bir GDO tehdidi altında olduğunu belirtti.

TBMM'den geçen Biyogüvenlik Yasası'nın bazı maddelerinin eksik ve hatalı olduğunu ve bu maddelerin bir an evvel gözden geçirilerek düzeltilmesi gerektiğini vurgulayan Bilge Ölmez, yeni yasaya göre Türkiye'nin ithal ettiği GDO'lu ürünleri marketlerde satarken üzerine ''GDO'ludur'' ibaresini koyma zorunluluğu getirildiğini hatırlattı.

''FARELER ÜREME YETENEKLERİNİ KAYBEDİYOR''
Dünya üzerinde GDO'nun zararlarını kanıtlayan çok sayıda deney yapıldığına dikkati çeken Ölmez, ''En son Rusya'da yapılan ve sonuçları raporlar ile kayıt altına alınan deneye göre, farelerin 3-4 nesil sonra üreme yeteneklerini kaybettikleri tespit edildi'' dedi.
Ölmez, GDO'lu mısır yedirilen farelerin biyolojik olarak bir değişim yaşamadıklarını, ancak yavrularının cinsel isteksizlik ve ürememe sorunu ile karşılaştığı bildirerek, şunları kaydetti:

''GDO'lu mısır ile beslenen ve kontrol altında takip edilen farelerde, 3 nesil sonra sindirim sistemlerinde bozulma, bağışıklık sistemlerinde çökme, kan yapılarında bozulma, tüm iç organlarında küçülme belirlenmiştir. Doğan yavruların normal ağırlıklarından daha az olduğu, doğumdan sonraki ölümlerde çok ciddi artış olduğu ve üreme yeteneklerinin durduğu tespit edilmiş. Tüm tıbbi deneyler önce fareler üzerinde uygulanmaktadır, çünkü insanın genetik yapısına en çok benzeyen hayvan faredir. O yüzden GDO'lu ürünlerle beslenen bir insanın hangi etkilere maruz kaldığı kanıtlanamamış olsa da farelerle yapılan bu deneyler ne gibi sonuçlarla karşı karşıya kalacağımızı gayet iyi özetliyor.''

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
26/04/2010
 

Göz sağlığı için mutlaka için...

Bugüne kadar antioksidan etkisi ve hastalıklarla savaşma özelliği biliniyordu. Şimdi de gözlere faydası olduğu bulundu.
The Telegraph`ta yer alan habere göre, Hong Kong Chinese Üniversitesi ve Hong Kong Göz Hastanesi`nde görevli araştırmacıların sunduğu raporda, çalışmanın ilk kez mercek, retina ve diğer göz dokularının bu maddeleri nasıl absorbe ettiğini bulmaya yönelik olduğu belirtildi. Raporda, yeşil çayın glokom (göz tansiyonu) ve diğer yaygın göz hastalıklarını önlemeye yardımcı olabileceği açıklanıyor.
Journal of Agricultural and Food Chemistry isimli tıp dergisinde yayınlanan araştırmada, araştırmacılar yeşil çayda bulunan catechins (kateşin) isimli antioksidan türünün mideden gözdeki dokulara geçebildiğini söylüyorlar.

C ve E vitamini içeren kateşinlerin görmeye yardımcı olup olmadığı henüz bilinmiyor. Fakat araştırmacılar yeşil çay içirilen kobayların gözlerinin kateşinlerden yararlandığını buldular. Çalışmanın sonuçları, yeşil çay tüketiminin oksidatif strese karşı gözlere yararlı olabileceğini işaret ediyor.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
27/04/2010
 

Marifetname'den rüya tabiri

Gıdanın buharı beyne geldiğinde, önce burun hislerine hail olur.

Hayvanî ruh o zaman ne eder? Vücudun dışını bırakıp, içine gider, O an  burun hisleri muattal olur. Uyku halini cisim, onunla bulur. Beynin hisleri kalbe indiğinde, kalb o an ruhun içine döner. Kalbe işaretler ilham olur. Asıldan kalb muştular alır. Vasıtasız bulursa faydalıdır. Aynısı çıkarsa vakıadır. Kalb eğer vasıta ile haberdar olsa, gördüğü düşten tabir
olunur. O an gelir kalbe gördüğü rüya; ona ya işaret veya müjdedir. Rüyada görülen şeyin arapça isminin ilk harfi alınır. Ne ise o harflerle bilinir.

Elif, ululuğa işaret olur. kadrinin yükseleceğine müjde olur. Be ise, cisim  ve cana rahattır. Te ise, hacetin elde edilmesidir. Se ise, düşman üzere yardımdır. Cim ise, fırsat ve ganimettir. Ha ise, izzet ve saadettir.

Hı ise, her murada kavuşmaktır. Dal ise, zahmet ve meşakkattir. Zel ise mal, mülk ve devlettir. Rı ise, devlete delalettir. Zı, metin itikade kalbe yeder. Sin, emin olmağa alâmettir. Şin, yaptığına nedâmettir. Sad, kâm almağa müjdedir. Dad, mal bulmağ işarettir. Tı ise, düşmanı helak olacak.

Zı ise, kalbi hüzün ile dolacak. Ayn ise, gönülde karışıklık bula. Gayn ise, nefsine zulüm olur işi. Fe ise, rütbesi yükselir. Kaf ise, devlet ve malı bula. Kef ise, kaybettiği sevinçli gelir. Lem ise, o emin olur hoş dem. Mim olursa, muradını alacak. Nun ise, hatırı melûl olacak. Vav ise, işleri kolay olur. He ise, hüzün ile gözyaşı döker. Ye ise, taate muvaffak olur. Bu tabirler hep, muhakkak olur.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
28/04/2010
 

1 Bardak KOLA lütfen!

İç ve Kalp Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay, bir bardak Cola’ nın 60 dakikada vücuda verdiği zararları anlattı. İşte felakete götüren kısır döngü.

www.barsakforum. com sitesinde yazan Prof. Dr. Karatay ,
1. İlk 10 dakikada: Kanınıza hemen 10 çay kaşığı kadar şeker
girer. Bu normal günlük dozun 100 katı kadardır. Bulantınızın
olmamasının nedeni içinde bulunan ’fosforik asiddir’.
2. İlk 20 dakikada: Kan şekeriniz aşırı şekilde yükselir. Bunun
sonucu pankreasınızda aşırı derecede insülin salgılanır ve kan
şekerinin fazlası karaciğerde yağ olarak depolanmaya başlar.
3. 40 dakika içinde: Kafeinin tamamı dolaşıma girmiş olur. Kan
basıncı yükselir, karaciğerden daha fazla şeker yapılarak kana
 geçer ve kan şekeri tekrar yükselir.
4. 45 dakika içinde: Beyinde dopamin yapımı artar, mutluluk hissi
başlar (eroinin etkisine benzer bir etki meydana gelir.)
5. 60 dakika içinde: Ani açlık hissi oluşur.
6. Tekrar kolaya ve tatlılara saldırısınız.
7. Bu kısır döngü devam ettiği süre karaciğer ve göbek
yağlanması artar, vücudun tüm hücrelerinde LEPTİN ve İNSÜLİN
DİRENCİ gelişir.
8. Şişmanlık hastalığını başlatmıştır ve bütün dejeneratif
hastalıkların nedenidir.
Hala cola içmek ister misiniz? Yoksa taze sıkma portakal ve nar
suyumu sıktırırsınız gittiğiniz restaurantlarda?
Maalesef sıkma portakal suyu yok!! Diyen lokantaları protesto edin.
20 liraya bir meyve sıkma makinası aldırın. Aksi halde bir daha
gelmeyeceğinizi söyleyin..
Sağlığımıza dikkat edelim. Restaurantlarda Cola, Fanta, Zero
varsa, sıkma taze portakal, mandalina, kivi suları da olsun.

Kaynak;

www.sufizmveinsan.com
30/04/2010
 

Kablosuz internet 50 kilometreye uzandı

DataStar`ın pazara sunduğu TP-Link WA5110G erişim noktası cihazı, uzak mesafe kablosuz internet kullanımlarında 50 km uzağa kadar veri transferine olanak sağlıyor. TP-WA5110G model ürün, geniş bir alanda kablosuz internet kullananları hedefliyor.

DataStar`ın pazara sunduğu TP-Link WA5110G erişim noktası cihazı, uzak mesafe kablosuz internet kullanımlarında 50 km uzağa kadar veri transferine olanak sağlıyor. TP-WA5110G model ürün, geniş bir alanda kablosuz internet kullananları hedefliyor. DataStar Ürün Müdürü Ali Dinçer, uygun fiyatlı olan bu yeni ürünün özellikle küçük işletmelere yönelik olduğunu belirterek, `Geniş alanda hizmet veren cafe-restorandan motel- pansiyon gibi turizm işletmelerine, fabrikalara değin çok çeşitli sektörlerdeki kurumlar için ideal bir ürün. Uygun anten ile 50 km uzağa kadar veri transferi yapılabiliyor ve bu ürünün fiyatı sadece 59 dolar` diyor. (www.datastar.com.tr)

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
01/05/2010
 

Kopan organ yeniden çıkacak

İngiltere Nottingham Üniversitesi Genetik Enstitüsü Queen's Tıp Merkezinden Dr. Aziz Aboobaker ve lisansüstü öğrencisi Daniel Felix'in beraber yürüttüğü gen araştırma projesinde nihayete ulaşıldı. Araştırmacılar Planaria'da rejenerasyon'a sebep olan genleri bulduklarını ve işleyişleri hakkında da çalışmalarının devam ettiğini açıkladılar.

Dr.Aziz Aboobaker, "Bu bilimsel buluş; kas, bağırsak ve beyin hücrelerinin kendilerini yenilemesini sağlayacak müthiş derecede önemli bir adımdır. Bu sayede önümüzdeki yıllarda, olması imkansız denebilecek gelişmelerin olması beklenmekte..." diye konuştu.

Dr.Aziz Aboobaker'in açıklamasına göre bu buluş gelecekte, yeni organ üretiminde, yaraların tedavisinde kullanılabilecek. Hatta hasarlı olan beyinlerin dahi yerinde kendi kendini tamir edebilmesi mümkün olacak...

Rejenerasyon:

Bizlerdeki yaranın iyileşme durumudur. Lakin organizma komplike hale geldikçe bu yenilenme olayı da azalır. Mesela insanda sinir hücreleri yenilenemez iken deniz yıldızında kesilen yerler yeni birer deniz yıldızı olarak hayatına devam edebilirler.

Rejenerasyon doku kaybı ya da harabiyetine karşı gelişen tamamlayıcı bir yanıttır. Çeşitli klinik durumlarda; trafik kazasında gelişen kemik kırık ve parçalanmalarında oluşan kemik kayıpları, sinir ezilmesi ya da kesilmesi, kas yaralanmaları, karaciğer kanseri ve kistlerine uygulanan tedavide sıklıkla doku kaybı gelişir. Bu kaybın erkenden giderilmesi hastanın sağlığı açısından önemlidir.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
01/05/2010
 

Higgs parçacığını bulacağız!

CERN'deki Atlas deneyi başkanı, 'Tanrı Parçacığı' da denilen Higgs bozonunu birkaç yıl sonra bulacaklarından emin.

Çok sayıda kıyamet teorisine konu olan Büyük Hadron Çarpıştırıcısı yüzyılın en büyük deneyi olarak kabul ediliyor.

Bilimde yeni bir çağ başladı!

İlk önemli aşaması başarıyla tamamlanan CERN deneyi evrenin sırlarını aydınlatabilir.

CERN'de 'büyük çarpışma' sevinci

Bugüne kadarki en şiddetli proton çarpışması, deneyi heyecanla izleyen CERN bilim insanları tarafından alkışlarla karşılandı.

''Yüzyılın Deneyi'' olarak gösterilen ''Büyük Patlama''nın yapıldığı Avrupa Nükleer Araştırmalar Merkezi (CERN) ATLAS Deneyi Grubu Başkanı Dr. Christoph Rembser, Ankara Üniversitesi ile CERN arasındaki bilimsel işbirliği çerçevesinde Ankara Üniversitesi'nde fizik öğrencilerine ''Journey to the Big Bang'' başlıklı bir konferans verdi.

Büyük Hadron Çarpıştırıcısı'nın 30 Mart'ta çalışmaya başladığını anımsatan Rembser, ''Mart'ın 30'undan beri ilk yüksek enerji çarpışmasının ışın demetini gördük ve bu manzara muhteşemdi'' diye konuştu.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
03/05/2010
 

Domates astımdan da koruyor

Yaz aylarının en lezzetli sebzelerinden olan domatesin, birçok yararının yanı sıra astım riskini de azalatabileceği bildirildi.

İtalyan La Stampa gazetesinde yayımlanan habere göre, İngiltere'deki Newcastle Üniversitesinden bir grup bilim adamı, domatesin, içerdiği likopen sayesinde akciğerdeki iltihaplanmayı onarabildiğini ve astım riskini azaltabildiğini ortaya çıkardı.

Bilim adamları, fareler üzerinde yaptıkları testlerde, bu hayvanları iki gruba ayırdı. İlk gruptaki farelere, diğerlerine uyguladıkları diyete ilaveten likopen de veren bilim adamları, bu gruptaki hayvanların ciğerlerinde iltihaplanma ve astım gibi bulguların azaldığını gözlemledi.

Uzmanlar, ciğerlerdeki alerjik iltihabı azaltan likopenin astıma karşı koruyucu bir etkisi olabileceğini vurguladı.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
04/05/2010
 

Yapay güneş mümkün mü?

Bilim dünyası, yeni bir keşfin eşiğinde.

Fosil yakıtların tükendiği şu günlerde gün geçmiyor ki yeni bir enerji kaynağı dedikodusu çıkmasın. Şimdi de lazer sistemi kullanarak suni bir güneş yaratılması hedefleniyor. İddialara göre, lazer ışınlarını hidrojen moleküllerine yönlendirecek ve nükleer füzyon yoluyla enerji sağlayacak bir yol bulmaya çalışılıyor.

Bu olursa; Amerika'nın ürettiği yıllık enerjinin 1000 katı (500 trilyon watt) enerji sağlanacak. Büyük iyiliklere yarayabilecek proje, büyük kötülüklere de(Einstein atomu bölmesi ve insanlığın bomba yapması) neden olabilir.


Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
05/05/2010
 

Kuşkuları gidermek 'elinizde'

Vicdanınız rahatlatmak için suya sabuna dokunun. Yeni bir araştırma el yıkamanın “temiz bir sayfa açma” çağrışımıyla geçmişin kalıntılarını da temizlediğini gösteriyor.
Tercihim doğru mu? Yanındakini değil de bunu almakla doğru mu yaptım? Bu sorular içinizi kemiriyor, kafanızı toplayamıyor musunuz? Yapmanız gereken en yakın lavaboya yönelmek!
Çünkü Michigan Üniversitesi (ABD) psikologlarına göre elleri yıkamak, zihindeki kuşkuları tereddütleri de yıkıyor. Bedeni temizliğin, manevi temizlikle, saflıkla özdeştirilmesi yeni değil. Michigan psikologlarının ortaya koyduğu yeni bulguysa, el yıkamanın “temiz bir sayfa açma” çağrışımıyla geçmişin kalıntılarını da temizlediği.
Aynı çekicilikte iki seçenekten birinin tercihi, bilinçaltında bir çatışma duygusu, psikolojik bir rahatsızlık yaratıyor. İnsanlar da tercihlerini haklı göstererek kendilerini rahatlatmak için seçtikleri alternatifi başlangıçtakinden daha çekici, reddetikleriniyse daha itici görmeye başlıyorlar.
Spike Lee ve Norbert Schwarz adlı psikologlar, bu klasik “karar-sonrası çatışması”nın el yıkamakla azalıp azalmadığını görmek için bir deney tasarlamışlar.
Üniversite öğrencilerinden seçilen ve “bir tüketici araştırmasına yardımcı olmaları rica edilen” 40 deneğin her birine ayrı ayrı uygulanan deneyde, bir müzik mağazasındaymış gibi önlerine kolan 30 CD kapağı arasından beğendiklerini seçmeleri istenmiş. Denekler istendiği gibi satın almak isteyebilecekleri 10 CD’yi seçerek tercih sırasına koymuşlar. Daha sonra deney yürütücüleri, “ürün sponsorunun” yardımlarına karşılık kendilerine bir CD hediye edeceğini söylemiş, 5. ve 6. sıraya koyduklarından birini seçmelerini istemiş. Denekler, “hediyelerini seçtikten sonra kendilerinden başka bir tüketici araştırmasına yardım için bir sıvı sabun markası konusundaki değerlendirmeleri istenmiş. Deneklerin yarısı, ürünün etiketine bakmakla yetinirken, öteki yarısı sabunu ellerini yıkayarak denemeyi seçmiş.
Daha sonra deney yürütücüsü, “Sponsorun dükkandan çıktıktan sonra müşterilerin ne düşündüğünü bilmek istediği” gerekçesiyle CD sıralamasının bir kez daha yapılmasını istemiş. Etiket okumakla yetinenlerin seçtikleri “hediyenin” sıralamadaki yerini, ilk listedekine göre yükselttikleri, reddetiklerini de yine ilkindekinden daha aşağıya kaydırdıkları görülmüş. El yıkayanların tercih sıralamasında yaptıkları değişiklikse daha az belirgin. Bu da el yıkamanın, geçmişteki davranışların doğruluğunu sorgulama gereksinimini azalttığını gösteriyor.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
06/05/2010
 

Unutkanlar bu haberi okusun

Almanya`da fareler üzerinde yapılan araştırmaya göre, beyindeki moleküler değişimler öğrenme ve hafızaya ilişkin genlerin işleyişini engelliyor.

Almanya`daki Göttingen Avrupa Sinirbilimi Enstitüsünden Andre Fischer ve ekibinin fareler üzerinde yaptığı araştırma, beyindeki moleküler değişimlerin öğrenme ve hafızaya ilişkin genlerin işleyişini engellediğini gösterdi.

Fischer ve ekibi, genç ve yaşlı farelerin bir yeri hatırlama becerisini karşılaştırdı. Belli bir bölmeye geldiklerinde farelere ayaklarından elektrik şoku verildi.

Bir saat sonra 3 aylık genç farelerin beynindeki hafıza ve yön bulmadan önemli rol oynayan hipokampus bölümündeki yaklaşık 2 bin genin daha etkin olduğu görüldü. Yaşlı farelerde ise sadece 6 genin etkin olduğu belirlendi.

HAFIZA KAYBINI ÖNLEYEN İLAÇLAR İÇİN UMUT
Genç farelerde bölme ve elektrik şoku arasındaki bağlantının asetilasyon adı verilen bir tür kimyasal değişime neden olduğunu belirten bilim adamları, az olan asetilasyonu eski haline getirmek için yaşlı farelerin beynine ilaç enjekte etti. İlaç verilen farelerin genlerindeki etkinliğin de gençlerinkiyle benzer olduğu görüldü.

Bilim adamları, bu sonuçların insanların katıldığı araştırmalarda da doğrulanması halinde, bir gün yaşa bağlı hafıza kaybını önleyebilecek ilaçların geliştirilebileceği belirtti.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
07/05/2010
 

Kahve katarakttan koruyor

Amerikalı bilim adamları, zararları ve yararlarıyla sık sık gündeme gelen kahvenin katarakt oluşumuna karşı koruyucu olabileceğini ortaya koydu.
İtalyan La Stampa gazetesinde çıkan habere göre, Maryland Üniversitesinden bir grup bilim adamı, kafeinin, göz merceğini olası zararlardan ve dolayısıyla da katarakttan koruyabileceğini ortaya çıkardı.

Araştırmanın sunumu, Oftalmoloji Araştırma Derneğinin Florida'daki yıllık toplantısında yapıldı.

Fareler üzerinde yaptıkları çalışmada, kafeinin, kataraktın en önemli nedenlerinden biri olan reaktif oksijen türlerinin (ROS) zararlarına karşı koruyucu olduğunu gözlemleyen bilim adamları, kahvenin bu etkisinin daha önce bilinmediğine dikkat çekti.

Uzmanlar, her şeyin olduğu gibi kahvenin de ölçülü tüketilmesi gerektiğini de hatırlattı.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
10/05/2010
 

"Kahvaltıyı atlayan kilo alıyor"

Tayvan'da yapılan bir araştırma, güne zengin bir kahvaltıyla başlamanın önemini bir kez daha teyit etti.

İtalyan La Stampa gazetesinde yayımlanan habere göre, Taipei Üniversitesi'nden bir grup bilim adamı, kahvaltıyı atlamanın kilo almaya ve obeziteye davetiye çıkardığını orta koydu.

Kahvaltı yapma alışkanlığıyla obezite arasında bir ilişki bulunup bulunmadığını inceleyen uzmanlar, 2005 yılına ait bir ulusal sağlık anketinden yararlandı.

Verilere göre kişileri, nadiren kahvaltı yapanlar ve kahvaltı alışkanlığı olanlar şeklinde ikiye ayıran bilim adamları, araştırmalarının sonucunda kahvaltıyı atlayanlarda obezite riskinin çok daha fazla olduğunu gözlemledi.

Söz konusu verilerden yararlanılırken yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu, aylık gelir, sigara ve alkol alışkanlığı ile fiziksel egzersiz gibi unsurları da göz önünde tutan bilim adamları, elde edilen sonuçların kahvaltı alışkanlığı olmayan kişilerin yaşam kalitesinin daha düşük olduğunu ve daha sağlıksız yaşadıklarını gösterdiğini belirtti.

Daha sık kahvaltı yapmanın ise obezite riskini azalttığını ortaya koyan bilim adamları, kilo almak istemeyenlere "kahvaltı yapın" çağrısında bulundu.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
11/05/2010
 

Badem, fındık ve cevizin kolesterol oranının düşmesine katkı sağladığı bildirildi.

Archives of Internal Medicine adlı tıp dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, içeriğinde bitkisel protein, mineraller, çinko, kalsiyum, vitamin, antioksidan ve magnezyum bulunan bu kabuklu 3 kuru yemiş insan sağlığı için son derece faydalı.

Araştırma fındık, ceviz ve badem gibi kuru yemişlerin vücutta yağ alımını artırdığını, ancak bu yağların diğer yağlardan farklı olduğundan kolesterol içermediğini ve böylece vücuttaki kolesterolün düşmesine de katkı sağladığını ifade ediyor.

Araştırma, 7 ülkede, kolesterolü yüksek veya düşük 583 kadın ve erkekte yapılan deneyleri kapsıyor.

Araştırmaya göre, deneye tabi tutulan ve kolesterol düşürücü statin grubundan ilaç almayan kişiler, ortalama 67 gram badem, ceviz gibi kabuklu yemiş tükettiler.

Sonuçta, bu kişilerin kanındaki LDL veya "kötü kolesterol" ortalama yüzde 7,4 azalırken, HDL veya "iyi kolesterolün" yüzde 8,3 artığı tespit edildi.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
12/05/2010
 

Televizyon matematik düşmanı!

Küçük yaşta aşırı televizyon izleyen çocukların daha sonraki yaşlarda matematikten kötü notlar aldığı ve diğer çocuklar tarafından dışlandığı bildirildi.

Kanada`nın Montreal Üniversitesi`nden bilim adamlarının "Archives of Pediatrics & Adolescent Medicine" dergisinde yayımlanan araştırması, katılımcılarının çok küçük yaştaki çocukların olması ve televizyonun verdiği kesin zararları göstermesi açısından ilk olma özelliği taşıyor.

29-53 aylık bin 314 çocuğun katıldığı araştırmada, 8 yıl boyunca ebeveynler çocukların ne kadar süre televizyon izlediğini belirlerken, öğretmenler de çocukların okuldaki başarısını, sağlık ve psikososyal durumunu değerlendirdi. Araştırmanın başındaki Linda S. Pagani, haftada ortalama 8 saat üzerinde televizyon izlemenin çocuğun okulla bağlantısını yüzde 7 azalttığını belirtti.

Doğum ile 5 yaş arasındaki dönemde, tüm zihinsel süreçler için çok önemli olan beyindeki sinir sisteminin olgunlaşmaya başladığını, ekrana bakmanın ise pasif zihinsel bir eylem olduğunu söyleyen Pagani, televizyonu diğer mobilyalarla bir tutan ebeveynlerin bu durumu göz ardı ettiklerini vurguladı.

Araştırmaya göre, 2-4 yaşındaki çocuklarda aşırı televizyon izlemek matematik dersindeki başarının yüzde 6, hafta sonu fiziksel aktivitenin yüzde 13, genel fiziksel aktivitenin yüzde 9 azalmasına neden olurken, sınıftaki diğer çocuklar tarafından dışlanma riskinin yüzde 10, şekerli gazlı içecekler tüketiminin yüzde 9, atıştırmanın yüzde 10, 10 yılda vücut kitle indeksinin ise yüzde 5 artmasına yol açıyor.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
14/05/2010
 

Neandertal geni taşıyoruz!

Afrikalılar dışında tüm insanların yüzde 1-4 arasında Neandertal geni taşıdığı, iki insan soyunun Ortadoğu’da karıştığı ortaya çıktı.
Günümüz insan genomunun (kalıtım şifresi) çözülmesinden yalnızca 10 yıl sonra bilimciler, şifremizde soyu tükenmiş bir akrabamızın, Neandertal insanının izlerini saptadılar.
Science dergisinin 7 Nisan tarihli sayısında yayımlanan Neandertal genomu ön taslağının Dünyanın farklı bölgelerinden insanların genomlarıyla karşılaştırılması, Afrikalılar dışında tüm insanların yüzde 1 ile 4 arasında değişen oranlarda Neandertal geni taşıdığını ortaya koydu.
ısa süre öncesine kadar bu iki insan türü arasında döl (dolayısıyla gen) alışverişi olmadığına inanılıyordu.
Almanya’daki Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü Evrimsel Genetik Bölümü Direktörü Svante Paabo yönetimindeki ekibin bulgularına göre, modern insanla Neandertaller arasındaki gen karışımı, günümüzden 100.000 ile 50.000 yıl öncesini kaplayan bir aralıkta ve büyük olasılıkla 80.000 yıl önce Ortadoğu’da meydana gelmiş.
Bulgular, gen akışının Neandertaller'den modern insana olduğunu gösteriyor.
Araştırmacılar, Neandertal gen haritasının büyük bölümünü oluşturduktan sonra, aradaki farkları ortaya çıkarmak için bunu, biri Güney Afrikalı, biri Batı Afrikalı, biri Pasifik’teki Papua Yeni Gine yerlisi, biri Çinli biri de Fransız olan beş kişinin, ayrıca da bir şempanzenin genomuyla karşılaştırmışlar.
Sonuçlar, Neandertal genomunun, öteki bölgelerden insanların genomuna Afrikalılardan daha yakın olduğunu ortaya koyuyor. Bunun da anlamı, modern insanın Afrika’dan Dünya’ya yayılırken Mezopotamya ya da Bereketli Hilal diye de tanınan bölgede Neandertallerle karşılaştıkları ve onlardan aldıkları genleri daha sonra yayıldıkları dünyanın öteki bölgelerine taşımış olmaları.
Araştırmacılar gen akışının Neandertallerden modern insana olduğunu kaydediyorlar.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
15/05/2010
 

Yemekten sonra bunları yapmayın

Yemekten sonra yaptığımız bazı alışkanlıklar aslında çok zararlı.
Yemek yedikten sonra keyif olarak adlandırdığınız ritüeller var mı? Bir sigara yakmak ya da kısık ateşte demlemeyi ihmal etmediğiniz çay gibi... Peki bu alışkanlıkların ne kadar zararlı olduğunu biliyor musunuz?

İşte yemekten sonra yapmamanız gerekenler:
1) Araştırmalar yemekten sonra içilen tek bir sigaranın 10 taneye bedel olduğu kanıtlıyor. (Kanser riski de doğru orantıda artıyor)
2) Yemekten hemen sonra meyve yemek midenin hava ile dolmasına sebep oluyor. O yüzden meyvenizi yemekten 1-2 saat önce ya da sonra yemelisiniz.
3) Çay yaprakları yüksek oranda asit içerdiği için yemeklerden aldığımız proteinleri sindirmemizi zorlaşır.
4) Yemekten sonra kemer gevşetmek bağırsakların bükülmesine ve bloke olmasına sebep.
5) İnsanlar genellikle yemek yedikten sonra yürümenin ömrü uzattığına inanır. Halbuki bu doğru değil. Yürümek, sindirim sisteminin yediğimiz yemeklerden nütrientleri özümsememesine sebep olur. Yani yediğimiz yemeğin hiçbir anlamı kalmamasına...
6) Banyo yapmak kan akışını ellere, ayaklara doğru çoğaltır ve bu da midenin etrafındaki kan miktarını azaltır. Sonuç olarak, sindirim sistemini zayıflatır.
7) Yemekten hemen sonra uyuduğumuzda, yediklerimizi yeterince sindiremeyiz. Bu da bağırsak iltihaplanmalarına ve mide rahatsızlıklarına sebep olur.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
1705/2010
 

Beyniniz dinç kalsın

Vücudun tükettiği oksijen ve enerjinin önemli bir kısmı beyin tarafından kullanılır. Beyninizi dinç tutmak için bunları yapın...

Güçlü bir hafızaya sahip olabilmenin, unutkanlığı ortadan kaldırmanın ve ileriki yaşlarda beyin sağlığını koruyabilmenin de yolu beslenmeden geçiyor. Yapılan çalışmalar `kolin` adlı maddenin hafıza üzerinde önemli rol oynadığını, eksikliğinde unutkanlığın ortaya çıktığını gösteriyor, kolin açısından zengin yeşil yapraklı sebze ağırlıklı beslenme unutkanlığın önüne geçilmesinde yardımcı oluyor. Bununla birlikte hafızayı güçlendirmek için vitamin B kompleks, lesitin ve kromdan zengin beslenmek gerekmektedir.

Hafızayı koruyan ViTAMiNLER
En çok kullanılan hafıza güçlendiriciler; kolin, lesitin ve fosfatidilkolindir. Öğrenme ve hafıza üzerinde önemli rol oynar. Eksikliğinde unutkanlık, bunama ve felç görülebilir.

Ginkgo Biloba
Ginkgo Biloba`nın beyine giden kan dolaşımını arttırarak beyin hücrelerine glukoz ve oksijen iletimini desteklediği ortaya konulmuştur.

B12 vitamini
B12 vitamini asetilkolin sentezini artırarak hafızayı güçlendirir. B12 eksikliğinde kansızlık, unutkanlık, kas güçsüzlüğü, halsizlik ve uyuşmalar görülür. Vücutta hücrelere oksijen taşınması için gerekli olan demirin eksikliği unutkanlığa neden olmaktadır.

Omega-3
Hafızayı güçlendiren Omega-3 yağ asitleri daha çok balıkta bulunur. Güçlü bir hafıza ve unutkanlığın önüne geçmek için bol bol balık tüketmek alzheimer riskinin azaltılmasında faydalı olacaktır.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
18/05/2010
 

Beyaz peynir Sinir sistemine iyi geliyor

Yapılan araştırmalar sinir sisteminde oluşan hastalıkların tedavisinde etkili olduğunu gösteriyor...

Uzmanların yaptığı araştırmaya göre, sofralarımızın vazgeçilmezi peynir meğer gençlik iksiriymiş

Finlandiyalı uzmanların yaptığı araştırma, günde bir parça peynir tüketmenin yaşlanmaya bağlı olarak sinir sisteminde oluşan hastalıkların tedavisinde etkili olduğunu tespit etti.

Uzmanlar şöyle dedi: İyi bakteriler bakımından yoğun olan eski peynirler (örneğin eski kaşar) probiyotik açıdan daha zengin.

Bu peynirlerin içindeki bakteriler yaşlanmayı geciktirici özelliğe de sahip . Özellikle yaşlılar her gün mutlaka eski peynir tüketmeli.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
19/05/2010
 

Yazılım yüklendi, yapay canlı hayatta!

Yapay DNA keşfinden sonra, laboratuvar ortamında kimyasal maddelerle üretilen bu DNA, hücre içine yerleştirildi ve hücre belirlenen genetik koda göre davranış gösterdi.
Geriye sadece yapay DNA dizilimini bir hücreye nakletmek kalmıştı ki o da oldu.
İnsanın genetik haritasını çıkaran ilk bilimadamı olan Amerikalı Craig Venter, daha önce laboratuvar ortamında bakterilerin DNA'sını kopyalayarak ilk yapay DNA'yı üretmiş ve durum bilim dünyasında bomba etkisi yaratmıştı.
Yapay canlı organizmaların üretilmesinde atılan bu ilk adım bilim çevrelerini ikiye bölmüş, bazı çevreler gelişmenin etiğe aykırı olduğunu savunurken bazı çevreler de bunun bilim açısından çığır açacak bir gelişme olduğunu iddia etmişti.
Maryland Enstitüsü’nde çalışan ekip, bir adım daha ileri gitti ve canlı bir bakteri hücresine yapay DNA'yı nakletti. Yapay DNA ile yaşayan hücrenin genetik kodu laboratuvarda nasıl belirlendiyse, hücrenin o şekilde davrandığı görüldü.
Bu hücrelerin, bölünerek çoğalmasıyla da, her biri yapay DNA'ya sahip milyarlarca bakteri ürediği görüldü. Yani ortaya tamamen yapay DNA tarafından kontrol edilen ‘yapay bir canlı’ çıktı.
Craig Venter, yapay DNA’nın üretilmesinin ardından, “Bir hücreyi bilgisayar olarak görürseniz, işletim sistemi (yazılımı) hazır. Geriye sadece bu yazılımı yüklemek kalıyor”diye konuşmuştu; şimdi yazılım da yüklendi.
Bazı çevreler, yapay bakterilerle hava kirliliğinin ortadan kalkacağını, küresel ısınmayla mücadele edilebileceğini, yapay canlıların insanlığın hayatını kolaylaştıracağı savunurken, bazı kesimler ise, yapay canlıların biyolojik silah olarak kullanılabileceğini ileri sürüyor. Ayrıca, bu canlıların dünyada yeni hastalıklar üretilmesine neden olabileceği savunuluyor.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
21/05/2010
 

'Anti-madde'ye yeni kanıt

Amerikalı fizikçiler, gözle görülen cisimlerin neden normal maddeden oluşup da karşıtı anti-maddeden yapılmadığına ilişkin yeni bir kanıt sundu.

ABD'nin Illinois eyaletindeki Fermilab atom çarpıştırıcısında yapılan "DZero" deneyinde, evrendeki tüm anti-maddeye ne olduğuna dair yeni bulgular elde edildi.

Laboratuvarda görevli bilim adamları, her temel madde parçacığı için aynı fiziksel kütlede ancak ters elektrik yükünde anti-parçacık mevcut olduğuna işaret ederek, negatif yüklü elektronların, pozitron adı verilen pozitif yüklü anti-parçacıkları bulunduğu örneğini verdiler.

Ancak bir parçacık, kendi anti-parçacığıyla çarpıştığında, bunların bir enerji parlamasıyla ortadan kalktıklarını ve yeni parçacıklar ve anti-parçacıklar ortaya çıktığını belirten araştırmacılar, deneylerdeki çarpışmaların, ortaya çıkan anti-madde parçacıklarından biraz daha fazla madde parçacık çiftleri oluşmasına yol açtığını gördüler.

Araştırmacılar, yüksek enerjili çarpışmalarda madde parçacık çiftlerinin anti-madde parçacık çiftlerinden yüzde 1 oranında fazla olduğunu tespit ettiler.

Bilim adamları, bu asimetrik gelişimin maddenin evrendeki egemenliğinin olası nedeni olabileceğine ve bu egemenliğin parçacıkların ve anti-parçacıkların davranışlarındaki farklılıklar olduğunda mümkün olabileceğine işaret ettiler.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
22/05/2010
 

Bu gıdalar gerçekten hasta ediyor

Salam, sosis ve sıcak sosisli sandviç gibi işlenmiş et yemenin kalp ve şeker hastalığı riskini artırdığı belirlendi.
Harvard Halk Sağlığı Okulu`nda görevli araştırmacılar, salam, sosis, pastırma, sıcak sosisli sandviç ya da çabuk hazırlanan etlerin, kalp hastalığı riskini yüzde 42, tip 2 şeker hastalığı riskini ise yüzde 19 oranında artırdığını buldular.
Circulation isimli tıp dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, işlenmemiş kırmızı et tüketen bireyler arasında herhangi bir risk bulunmadığını belirten araştırmacılar, "Birçok beslenme rehberinin kırmızı et tüketimini azaltılmasını önermesine rağmen, önceki bireysel araştırmalar et tüketimiyle kardiyovasküler ve şeker hastalığı arasında karışık sonuçlar ortaya çıkarmıştı" dediler.
Araştırmacılar, daha önce yapılan yaklaşık bin 600 araştırmayı değerlendirdiler ve bu araştırmalarda işlenmiş etlere karşı işlenmemiş et yemenin sağlık üzerindeki etkileri göz önünde bulundurulmadığını belirttiler.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
26/05/2010
 

Dişlerinizi fırçalamıyorsanız eğer dikkat!

İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göre, ağız ve diş sağlığına dikkat etmeyenlerde kalp krizi riskinin, dişlerini günde iki kez fırçalayanlara oranla yüzde 70 fazla olduğu ortaya çıktı.
Kalp rahatsızlığı ile dişeti hastalıkları arasındaki ilişkiyi incelemeye yönelik ilgi son 20 yılda önemli artış gösterirken, Londra Üniversitesi Koleji'nde yapılan ve British Medical Journal dergisinde yayınlanan son araştırmada, hekimler günlük diş fırçalama sayısının, kalp hastalığına yakalanma riski konusunda bir etkisi olup olmadığını göstermek istediler.
11 binden fazla İskoç yetişkinin tütün alışkanlığı, fiziksel aktivite, ağız ve diş bakımı gibi yaşam tarzlarından ede edilen verilerin analiz edildiği araştırmada, deneklerin vücutlarındaki enflamasyon düzeylerinin belirlenmesi için kan tahlilleri de yapıldı.
Bu veriler, hastaneye yatma ve İskoçya'da Aralık 2007'ye kadarki ölüm rakamlarıyla da birleştirildi. Takip edilen 8 yıl içinde 555 kalp ve damar rahatsızlığı ve 170 ölüm vakası görüldü.
Sosyal sınıf, obezite, tütün alışkanlığı, genetik hastalık gibi bilinen kalp ve damar risk faktörleri de hesaba katıldığında, araştırmacılar, dişlerini günde iki kezden az fırçalayanların, günlük iki kez diş fırçalayanlara göre yüzde 70 daha fazla kalp rahatsızlığı riski taşıdığını ortaya koydular.
Araştırmada ayrıca, ağız ve diş bakımına yeterli özeni gösteremeyenlerin kan tahlillerinde, reaktif protein C, fibrinojen gibi enflamasyonlar da görüldü.
Hekimler, araştırma sonuçlarının ağız ve diş sağlığı ile kalp ve damar rahatsızlığı riski arasında ilişki bulunduğu tezini güçlendirdiğine işaret ettiler.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
29/05/2010
 

31 Mayıs Dünya Sigarayı Bırakma Günü

31 Mayıs 'Dünya Sigara İçmeme Günü' nedeniyle bir açıklama yapan Yeşilay Cemiyeti Rize Temsilcisi Bayram Ali Kavalcı, "31 Mayıs her türlü kötülüğün başlangıcı olan sigaranın bırakılması günüdür." dedi.

İnsan sağlığının ve gençliğin düşmanı, baş belası olan sigarayı çağın nükleer bombası olarak ifade eden Kavalcı, "Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü gibi anma günlerinin hepsi insanlara mutluluk verir ancak Dünya Sigarayı Bırakma Günü bildiğimiz günlere benzemez. 21. yüzyılın nükleer bombası ve çağın vebası olan sigaranın, insan ömrünü her gün 15 dakika kısalttığı kesinlik kazanmıştır. Günde 20 sigara içen bir kimsenin 20 yıl sonra 7 kg is ve katran birikimine sebep olmaktadır. Bir adet sigarada bulunan zararlı madde yani nikotin, bir kişinin damarına zerk edilse o adamın birkaç dakikada öldürülmesine sebep olur. Sigaradan çıkan zehirli maddelerin pasif içiciye verdiği zarar, içenin kendisine verdiği zarardan fazladır. Sigara içmediği halde içilen kapalı yerde 4 saat devamlı oturan kişi 10 adet sigara içmiş gibi zehirlenmiş olur. Bütün uyuşturucuların arasında en fazla ölüme sebep olan madde sigaradır. Sigara içen kadınların çocuklarındaki ihtimali %65'dir. Ayrıca sigara içen kadınlar, diğerlerinden 10 yaş daha fazla yaşlanmaktadır. Sigara içen annelerin çocuklarının beyin gücü maalesef düşük olmaktadır. Sigara içen kadınlarda kısırlık oranı %41.8 dır. Erken ve düşük doğum yapan kadınların %80’in sigara içenler olduğu unutulmamalıdır.“ dedi.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
30/05/2010
 

Yüzlerce yıldır ayakta kalmayı başaran Çin Seddi'nin sırrı çözüldü.

Çinli kimya profesörü Zhang Binjian, Çin seddinin Ming Hanedanlığı dönemindeki kısımlarını 6 yüzyıl önce inşa eden işçilerin, taş tuğlaları yapışkan pirinç unu ve sönmüş kireç tozunu karıştırarak hazırladıkları harç ördüklerini kaydetti.
Yapışkan pirinç unu harcının taş tuğlaları son derece sağlam biçimde tuttuğunu vurgulayan Zhang, duvarın çoğu bölümünde yabani otların bile halen büyüyemediğini belirtti.
Zhejiang Üniversitesi Profesörü Zhang, Amerikan Kimya Cemiyeti dergisinde yayımlanan makalesinde, "Harcın karışımı, organik ve inorganik maddelerin özel bir bileşimden oluşuyor. Yapışkan pirinç ununun içindeki amilopektin maddesi, karışımın organik bileşenini oluşturuyor. Yapışkan pirinç unu ile hazırlanan sıvı, kalsiyum karbonat içerikli harca katılıyor. Amilopektin maddesi sayesinde taş tuğlaları tutan harç daha da sağlamlaşıyor. Set duvarlarına daha büyük fiziksel güç veriyor" diyerek, harcın sırrını açıkladı.
Doğu Asya'da en önemli temel besin maddelerinin başında gelen yapışkan pirincin inşaat alanında kullanılması, dönemin en önemli teknik buluşları arasında yer aldı. 1368-1644 yılları arasında hüküm süren Ming Hanedanlığı tarafından inşa edilen türbe mezar ve kule gibi anıt yapıların bu sayede deprem ve sel gibi doğal felaketlere karşı dayandığı belirtiliyor.
Harcın hazırlanması ve binlerce işçinin beslenmesi için büyük miktarlarda gerekli olan pirinç ihtiyacını karşılamak için yayımlanan imparatorluk emirlerinin, ülkenin güneyindeki pirinç üreticisi halk arasında yaygın kızgınlığa yol açtığı biliniyor.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
01/06/2010
 

Obezite beyin hacmini küçültüyor mu?

Amerikalı bilim adamları, obezitenin, beyin hacminin küçülmesiyle bağlantılı olabileceğini bildirdi.
ABD'nin Boston Üniversitesinden Dr. Sudha Seshadri ve ekibinin yaptığı araştırma, obezitenin beyin hacminin daha küçük olmasıyla bağlantılı olabileceğini ve bu durumun sağlıklı, ancak karın bölgesinde yağlanma bulunan kişilerin ilerleyen yaşlarda bunama riskini de artırabileceğini gösterdi.
Yüzde 70'i kadın, ortalama 60 yaşındaki 733 kişinin vücut kitle endeksi, bel çevresi, kalça bel oranı ve karındaki yağ oranını hesaplayan bilim adamları, MR ile de bu kişilerin beyin hacmi ve beyindeki beyaz maddenin yoğunluğunu belirledi.
Araştırmanın başındaki Seshadri sonuçların, yaşlı ve orta yaşlı 300'den az kişinin katıldığı ve vücut kitle endeksinin artması ile beyin hacminin küçülmesi arasında bağlantı olduğunu gösteren daha önce yapılan araştırmayı doğruladığına dikkati çekti.
Seshadri bu verilerin, özellikle iç organlarda aşırı yağlanmanın olduğu durumlarda obezite ile bunama ve Alzheimer riskinin arttığına dair bağlantıyı da ortaya koyduğunu vurguladı.
"Annals of Neurology" dergisinde yayımlanan araştırmada, araştırma sonuçlarının obezitenin önlenmesine yönelik yeni yöntemlerin geliştirilmesine katkıda bulunabileceği belirtildi.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
02/06/2010
 

Bol bol yiyin zayıf kalın

Bilim adamlarına göre, domateste bulunan likopen, iştah hormonlarını azaltarak, insanlara tokluk hissi veriyor. University of Reading`in araştırmacıları, domatesle zenginleştirilmiş ekmeği, 18-35 yaş arasındaki 17 kişi üzerinde test ettiler. Normal
Bilim adamlarına göre, domateste bulunan likopen, iştah hormonlarını azaltarak, insanlara tokluk hissi veriyor.
University of Reading`in araştırmacıları, domatesle zenginleştirilmiş ekmeği, 18-35 yaş arasındaki 17 kişi üzerinde test ettiler. Normal ve havuçlu ekmeğe nazaran, domatesli ekmeğin daha doyurucu bir hissi verdiği ortaya çıktı.
Projenin lideri ve besinsel metabolizma uzmanı Doktor Julie Lovegrove`a göre : `Bu sadece küçük bir araştırmaydı ve domatesin içindeki asıl katkı maddesinin ne olduğunu daha tam olarak söyleyemiyoruz. Ama sonuçlar istatistiki olarak önemli bulundu.`
The Telegraph`a göre, domatese kırmızı rengini veren madde likopen; kalp hastalıkları, diyabet, bunaklık ve bazı kanser çeşitlerine yakalanma riskini azaltan Akdeniz diyetlerindeki anahtar kelime.

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
03/06/2010
 

Yeterince su içmemek aptallaştırıyor!

Bir araştırmaya göre yeterince su içmemek, beyindeki gri maddenin azalmasına neden oluyor
İngiliz King's College Psikiyatri Enstitüsü'nün araştırmasına göre; yeterince su içmemek, beyindeki gri maddenin azalmasına neden oluyor.

Yeterince su içmemenin insanı aptallaştırdığı ortaya çıktı. İngiliz King's College Psikiyatri Enstitüsü'nün araştırmasına göre; yeterince su içmemek, beyindeki gri maddenin azalmasına neden oluyor.

Gri maddenin azalması, sadece beyin ebatlarını değil, beynin çalışmasını da etkiliyor . Düşünmeyi ve kavramayı zorlaştırıyor.

Buna göre 90 dakika süren bir terleme, beyinde bir yıllık yaşlanma etkisi yapıyor. Bir iki bardak su içmek, beynin hemen eski hale dönmesine yardımcı oluyor.
 

Kaynak;zaman.com.tr

www.sufizmveinsan.com
04/06/2010
 

Kanser hücrelerini öldüren meyveler

Araştırmacılar, Şeftali  ve erikte bu iki meyvede olan bileşimin kanser hücrelerini kısa sürede öldürdüğünü ispatladılar.


Texas Agrilife Research Merkezi araştırmacıları, sadece şeftali ve erikte çok yüksek oranda bulunan iki fenolik bileşimin kanser hücrelerini kısa sürede öldürdüğünü ispatladılar ve sonuçlarını Journal of Agriculture and Food Chemistry Dergisi’nin son sayısında yayımladılar. Araştırıcılardan Dr. David Bryne, “Kemoterapi tüm hücreleri öldürebilirken meyve kökenli bileşimler sağlıklı hücreleri hiç etkilemez, fakat kanser hücrelerine toksik yani öldürücü etki yapar” dedi.

Meyvelerdeki antioksidan oranlarını da araştıran bilim adamları, bilinen bütün meyveler içerisinde eriğin en yüksek oranı taşıdığını görünce şaşırdılar. Dünyadaki kadın ölümlerinin % 16’sı meme kanserinden kaynaklanıyor. Bu yüzden özellikle şeftali ve eriğin tedavi edici etkilerinin kadınlara tanıtılarak tüketimlerinin artırılması öneriliyor.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
04/06/2010
 

Kore'den beyni geliştiren içecek


Kuzey Kore, "beyin hücrelerini çoğaltan" bir içecek ürettiğini açıkladı.
Moranbong meyve suyu şirketinin ürettiği, 30 bitki türünün özlerinden elde edilen ve 60 tür "mikro element" içeren içeceği tanıttı.

Haberde, "önleyici ve şifa verici etkisi bulunan içecek, beyin hücrelerini çoğaltarak, zihinsel melekeleri geliştiriyor" denildi.

İçeceğin ayrıca "cildi kırışıklıklara ve siyah noktalara karşı koruduğu, beyin kanaması, kalp ve beyin enfarktüsü gibi yaşlılık hastalıklarını önlediği" iddia edildi.

Ajansın haberinde, faydaları bunlarla bitmeyen içeceğin hiçbir yan etkisinin bulunmadığı belirtildi.
 

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
06/06/2010
 

Hurma karaciğeri kuvvetlendiriyor

Vücudun yaşlanma belirtilerini azaltıyor. Kansızlığa iyi gelip, karaciğeri kuvvetlendiriyor...
``Hurma protein içeriyor. Protein, yağ ve karbonhidrat (üçünü bir arada) içeren tek meyvedir. Vücudun yaşlanma belirtilerini azaltır. Saf hurma cildi besler, hamilelik ve güneş lekelerini yok eder. İçerdiği demir sayesinde, kansızlığa iyi gelir. B1, B2 vitaminlerinin bir arada bulunmasından ötürü karaciğeri kuvvetlendirir. Boğaz ağrısına, öksürüğe iye gelir. Kansere ve kalp damar hastalıklarına karşı koruyucudur. İçerdiği bol fosfor ve kalsiyum ile kemik hastalıklarına karşı koruyucu özellik taşır. Şeker hastaları için çok yararlı bir besindir. Hurma, zihni ve sinir sistemini dinlendirici özelliğe de sahiptir. Hurma çekirdeği karın şişliklerine ve bağırsak gazlarına ve toksinlere karşı kullanılıyor. Çekirdeği parçalanarak su ile iyice kaynatılıp içilirse, böbrek ve safra taşları olan hastalara şifa veriyor.``

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
10/06/2010
 

Elektromanyetik dalgaları tutan perde

İTÜ tarafından geliştirilen, dokusu ve görünümü evdeki perdelere benzeyen kumaşın üretimine başlandı.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Öğretim Üyesi Doç. Dr. Cevdet Işık tarafından geliştirilen özel perdenin, baz istasyonları, kablosuz internet modemi, telsiz ve cep telefonu gibi elektronik aletlerin yaydığı elektromanyetik dalgaları büyük ölçüde emerek, zararsız hale getirdiği bildirildi.
Sağlığa zararı olduğu bilinen elektromanyetik dalgaları engellediği TÜBİTAK tarafından onaylandığı belirtilen perdenin üretimine Bursa'da başlandı.
Görünüş itibarıyla evlerde kullanılan perdelerden hiçbir farkı bulunmayan ürün, benzerlerinden özellikle dokumasında kullanılan elektriksel iletkenliği olan özel ipliklerle ayrılıyor. Söz konusu iplikler, baz istasyonu, kablosuz internet modemi, telsiz ve cep telefonlarının yaydığı elektromanyetik dalgaları, sağlığa zararı bulunmayan elektrik akımlarına dönüştürüyor.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
11/06/2010
 

Yorgunluk ve halsizliğin sebebi

Demir eksikliği ülkemizde sık rastlanan bir sağlık sorun. Yaklaşık her 100 kişiden 40`ında bu soruna rastlanıyor. Demir eksikliğine bağlı olarak kansızlık gelişiyor. Kansızlık ise pek çok yeni soruna zemin hazırlıyor.
Kadınlarda demirin vücuttan kaybolmasına yol açan en önemli nedenler arasında adet kanamaları, sık doğumlar, demirden fakir beslenmek, aşırı çay-kahve tüketmek, uzun süren ishaller, kronik enfeksiyonlar, barsak parazitleri, reflü, özefajit gibi mide hastalıkları yer alıyor.
Demir eksikliği bebek ve çocuklarda görülürse, büyüme-gelişmede geriliklere, hastalıklara yakalanma sıklığında artışa, algılama ve öğrenme geriliklerine ve okulda başarının düşmesine yol açıyor. Çocuklarda yanlış beslenme, besinlerle ihtiyaç olan demirin yeterince alınmaması, erken dönemde inek sütüne başlama ve çok fazla inek sütü alımı nedeniyle kansızlık artıyor.

Kaynak;aa.com.tr

www.sufizmveinsan.com
12/06/2010
 

Belayı kokusundan tanıyan cihaz geliştiriliyor.

İnsan terini çözümleyerek tehlike algısına ulaşabilen “korku dedektörü” çok yakında hazır...
İngiliz bilimciler, heyecan ve korku esnasında salgılanan feromonu tespit eden tarayıcı geliştiriyor. Cihazın havalimanlarındaki güvenlik noktalarında ‘korku dedektörü’ olarak kullanılarak aşırı heyecan duygusu yaşayan ‘terörist’lerin tespit edilmesi umuluyor. London City University’den araştırma ekibi, henüz gelişme sürecindeki projenin 18 aylık başlangıç aşamasını başarıyla tamamladı. İnsanın ter salgısındaki feromonun derecesini algılayan dedektör, bunu insandaki ortalama feromon derecesiyle karşılaştırıyor ve büyük oranlı sapmaları anında rapor ediyor.
Ekip lideri Tong Tun, uyuşturucu kaçakçısı, terörist, kaçak suçlular gibi insanların her durumda yakalanma korkusu yaşadıklarını, ancak bunların mimik veya jestlerinden bunu anlamanın zor olabileceğini söyledi. Ancak bu kişiler ne kadar soğukkanlı davranmaya çalışsalar da korku ve endişe duygusu feromon salgısında kişinin kontrolü dışında artışa neden oluyor. Geçen yıl ABD’li bilimcilerin yürüttüğü araştırmalarda uçaktan atlayış yapan 20 kişinin terlerindeki feromon düzeyinin çok ciddi artış gösterdiği belirlenmişti. ‘Korkunun kokusu’nu tespit eden cihazların iki üç yıllık süreç sonunda kullanılmaya başlanması bekleniyor.

kaynak;aa.com.tr
 

www.sufizmveinsan.com
25/06/2010

 


Üst Ana sayfa e-mail