| 
          
          
          
                 
				  
        		1-
				Fotosentez  
				Fotosentez ışık ve 
				karanlık evre olmak üzere 2'ye ayrılır. İlk evredemutlaka ışık 
				gereklidir.Fiziksel olaydır. Karanlık devre reaksiyonları ışık 
				olsa da olmasa da yürür. Karanlık  devre reaksiyonlarının 
				gerçekleşebilmesi için mutlaka ışık  reaksiyonlarının 
				gerçekleşmesi gerekir.  Bitkiler ışıkta  bir dizi reaksiyon 
				içeren fotosentez sonucunda oksijen gazı, glukoz ve bir 
				miktar
          		da su üretirler. 
				Solunum olayı bütün canlı hücrelerde sürekli devam eden bir 
				olaydır. Çünkü metabolizmanın devamı için gerekli olan enerji 
				solunumla üretilir. Yeşil bitkilerin karbondioksit çıkardığını 
				saptayabilmek için, sadece  solunum yaptığı zaman seçilmeli. 
				Yoksa yeşil bitkiler çıkardığı CO2 yi (karbon dioksiti) aynı 
				zamanda fotosentezde kullanırlar. Kullanma olduğu için  
				karbondioksit açığa çıkmaz.  Çünkü, fotosentez hızı solunum 
				hızından daha fazladır. Bunun için  fotosentezin yapılmadığı bir 
				ortam seçilmelidir. Bu ortam karanlık  ortamdır. Karanlık 
				ortamda fotosentez yapılamaz solunum ise devam eder. Solunum 
				sonucuda CO2 açığa çıkar. 
				Yani yatak odalarında bulunan bitkiler gündüz fotosentez yaparak  
				oksijen üretebilirken gece, karanlıkta karbondıoksit üretmekte 
				ve sizinle birlikte ortamdaki karbondioksiti arttırmaktadır.
			
			15.11.2007 
            
                                  
                                  
            http://sufizmveinsan.com  
			
          
                                  
         
        							
         
									
        							
			
          						2- Hidrosefali 
			
          
                                  
			
			 Hidrosefali
									beyinde normalde boşluk 
									ve kanallarda dolaşan 
									sıvının herhangi bir nedenle tıkanıp 
									dolaşımın engellenmesi yada sıvının 
									artmasına bağlı su 
									miktarının gitgide yoğunlaşarak beyin 
									dokusuna basınç yapmasıdır. 
									Kafatası hacmi sabittir 
									(bebeklerde büyüyebilir, sonra kemikler 
									kapanır) Bu sabit hacimde su miktarı artarsa 
									beyin dokusu azalacak ve azalma miktarına 
									gore de beyin ve beden fonksiyonları 
									yavaşlayacaktır. Önemli olan beyinde 
									zarar  meydana gelmeden bu süreci 
									durdurabilmektir. Aksi takdirde zaten 
									hücreler ölmüş olur. 
									Hidrosefali anne karnında 
									bebek iken tesbit edilebilirse, ailenin de 
									onayı ile bebek alınabilir. Bazende çocukluk 
									yada erişkin dönemde çeşitli nedenlere bağlı 
									ortaya çıkabilir.(tümör,ateşli hastalıklar 
									v.s.) Bu takdirde tedavi sebebe yönelik 
									yapılmalıdır. Tedavi ihtimalleri ve başarı 
									şansı duruma göre değişir.. 
			
                                    
                                  
                                  
                                  
                                  17.11.2007 
									 http://sufizmveinsan.com 
                                    
			
                                  
         
        3-
                                  Amilaz Enziminin Beynimiz Üzerindeki Etkisi 
                                  
                                  
                                  İnsan beyni çok 
									ilginç bir organ. Büyük ve karmaşık olduğu 
									kadar, bozulmaya çok yatkın. Beynimiz çok 
									fazla enerji harcayan çok işlevli bir makine 
									gibi. Bilim insanları  beynimizin, 
									hominidlerin düşünce yetisini güçlendiren 
									bir çevrede yaşamış olduklarına bağlıyorlar. 
									Alet ve silah yapma ihtiyacını duyan 
									hominidler, bu işleri birlikte planlayarak 
									yerine getirmek zorundaydılar. Bunun için de 
									teknik ve sosyal zekaya ihtiyaçları vardı ki 
									evrim onlara uygun bir beyin sunmuştu.Diğer 
									teorilere göreyse, beynin evrimini 
									tetikleyen, toplum yaşamındaki gelişme ve 
									bunun için gerekli etkileşim ve anlaşma 
									yetisiydi. Kimi araştırmacılar ise beynimizi 
									zihinsel bir rekabetin sonucu olarak 
									görürler. Fakat şimdi yeni bir açıklama 
									getirildi. Antropolog Nathaniel Dominy’e 
									göre insan büyük ve güçlü beynini en başta 
									tükürüğüne borçlu. Kaliforniya Üniversite 
									bilim adamı çalışma arkadaşlarıyla birlikte 
									elli açık ve elli koyu tenli üniversite 
									öğrencisinden tükürük örnekleri ve mukoza 
									hücreleri almışlar. Tükürük örnekleri içinde 
									çok farklı miktarlarda amilaz enzimi 
									saptanmış. Amilaz enzimi nişastanın 
									parçalanmasında anahtar rolü oynar.  
									Ancak mukoza hücrelerinde bulunanlar çok 
									daha ilginç : Amilaz enziminin yapı tarifini 
									üreten AMY1 geninin on beş kopyası . 
									Anlaşıldığı üzere , ne kadar çok AMY1 geni 
									bulunursa o kadar çok enzim üretilmekte. 
									Araştırmacılar ayrıca şempanzelerde bu 
									genden sadece iki kopya bulunduğunu da 
									saptamışlar. Bu nedenle şempanzeler nişasta 
									açısından zengin olan besinlerden uzak 
									durarak daha kolay sindirilebilen meyveleri 
									tercih ediyorlar. Dominy ve arkadaşları 
									beslenme biçimi ve kalıtım arasında bir 
									ilişkinin bulunduğunu görmüşler. Mesela 
									Sibirya’ da yaşayan ve daha çok avcılık ve 
									balıkçılıkla geçinen Yakutlarda, bol 
									miktarda pirinç tüketen Japonlara kıyasla 
									daha az ZMY1 kopyası bulunmakta. 
                                   
                                  Kaynak : CBT 
                                  
                                  
                                  
                                  19.11.2007 
									 http://sufizmveinsan.com 
			
         
        	4- DOWN Sendromu 
									
			
			 İlk olarak 1866 da John Down tarafından "özel 
									bir zeka geriliği" olarak tanımlanmış, 
									bebekler mongol ırkına benzer çekik gözleri 
									nedeni ile Mongolizm-mongol bebek olarak 
									adlandırılmıştır. Ancak Asyalı bilim 
									adamlarının baskısıyla down sendromu 
									kullanılmaktadır. 
									Baştan beri genetik olduğu düşünülmekle 
									birlikte ancak gen haritalarının 
									çıkarılabildiği 1959 yılında kromozom 
									anormalliği olduğu tesbit edilmiştir. 
									İnsanlarda en sık görülen kromozom anomalisi 
									türüdür yaklaşık 700 bebekten biri downdır. 
									İnsan 46 kromozom 
									içerir. Down lılarda 21.kromozom üç 
									tanedir.(normalde bir anneden bir babada iki 
									olmalı) bu nedenle Trisomi 21 de denir. Bu 
									hücresel düzeyde anormallik bebek vücuduna yansıdığında Down sendromu ortaya 
									çıkar. 
									Tipik bir yüz görünümü vardır baş nisbeten 
									ufak ense kısa ve geniş burun kökü yassı 
									kulaklar normalden düşük seviyede gözler 
									ayrık ve çekik dil ağıza göre büyük ve 
									dışarı taşmış şekildedir. Ense cildinde 
									genellikle boğumlar vardır.Tonus (vücut 
									gerginliği) düşük, parmaklar 
									kısa-tombul,avuç içlerinde Simian çizgisi 
									denilen tek bir çizgi vardır. Serçe parmak 
									genellikle içe kıvrıktır. Kalp hastalıkları 
									sıktır. Lösemi riski yüksektir ancak en 
									önemlisi bariz zeka geriliğidir. Zeka 
									bebekler arasında değişiklik gösterebilir 
									ancak özel merkezlerde kısmen eğitilebilir. 
                                    
                                  
                                  
                                  23.11.2007 
									 http://sufizmveinsan.com 
			  
        	
         
			
          	5- 
			
			
          	
			
			Hapşırma
			
			
			  
			
				
				Hapşırma, 
				ani, irade dışı, sesli bir şekilde ağızdan ve burundan nefes 
				vermektir. Hapşırma burun kanallarındaki sinirlerin uyarılması 
				sonucu oluşan  bir reaksiyondur. Hava burnun  dar 
				kanallarından türbülans oluşturarak geçerken hem ısısı ayarlanır, 
				hem de içindeki toz burada filtre edilir. Burundaki  sinirlerin 
				uyarılmasının nedenleri değişiktir. En çok alerjik etkilenmedir 
				ama toz, duman, parfümler hatta aniden ışığa bakma gibi başka 
				birçok nedenleri daha vardır. Burnumuzdan önce bir salgı gelir. 
				Bu salgının ardından beyine giden uyarı sonucunda baş ve 
				boynumuzdaki kaslar uyarılarak ani nefes boşanması olayı yaşanır. 
				Ses tellerinin olduğu bölüm önce kapanır ve buradaki havanın 
				basıncı iyice yükselir. Sonra aniden açılarak hava yüksek bir 
				sesle dışarı verilir. 
				Tabii beraberinde burnumuzdaki toz gibi yabancı maddeler ve 
				soğuk algınlığı yaratan mikroplar da. Ancak tıp bilimi hapşırma 
				ile yayılan mikropların, patojen olanın bulaşıcı olduğunu 
				saptamış 
				bulunmaktadır. Uyku sırasında özellikle rüya safhasında sinir 
				sisteminin bazı elemanları kapalı olduğundan normal şartlarda 
				hapşırma olmaz. Uyarı çok kuvvetli ise olabilir ama anında 
				uyanılır. 
				Hapşırırken gözlerinizi açık tutamazsınız.  
			
			
									
									26.11.2007 
									
									
									www.sufizmveinsan.com 
                                  
                                  
                                   
                                  
									
         
        							
        6- 
									
                                  Depremi Saniyeler Önce Haber Veren Sistem
                                  
                                   Japon 
                                  Meteoroloji Dairesi’ nin desteğiyle yıllar 
                                  süren bir çalışmanın ardından geliştirilen 
                                  sistem dünyada bir ilk. Sistem, tehlikeli 
                                  sarsıntılar öncesinde meydana gelen ve 
                                  kayıtçılara ulaşan ilk sarsıntılar olan 
                                  P-dalgalarını ölçüyor. 
                                  Asıl depremden saniyeler önce alınan sinyal 
                                  ağır hasarları ve ölümleri önleyebilecek. 
                                  Sonuçta birkaç saniyelik bu sürede atom 
                                  reaktörleri, vinç kuleleri ya da hızlı trenler 
                                  durdurulabilir. Bir elektronik kuruluşu, gazı 
                                  otomatik olarak kesen ve (kırılan camların 
                                  içeri düşmesini engellemek için) perdeleri 
                                  kapatan bir ev alarmı üretti. Tokyo 
                                  Üniversitesi Güvenlik Uzmanı Kimiro Meguro’ ya 
                                  göre on saniye öncesinden alınan deprem 
                                  uyarısı bile kurban sayısını % 90 
                                  azaltabilecek. Tabii sistemin etkili 
                                  olabilmesi insanların o anda nasıl 
                                  davranmaları gerektiğini bilmelerine bağlı. 
                                  Herkes bu kısa süreyi en iyi şekilde 
                                  değerlendirmeyi öğrenmeli diyor Meguro. 
                                  
			
									
									29.11.2007 
									
									Kaynak : 
                                  CBT 
			
         
        	
        
        	7- 
			
			 PNÖMOKOK
			 
			
			
			  Üst 
			solunum yolları normal florasında bulunan mikrop çeşididir. 
			Halk arasında zatürre denilen hastalığa neden olur. 
									Özellikle çocuklarda, yaşlılarda 
									(65yaş üstü), kronik hastalarda(diyabet, 
									siroz alkolizm, 
			kardiovasküler 
			hastalıklar), bağışıklık sorunu olanlarda hastalık görülme riski 
			yüksektir ve aşılanmaları gerekir.  
			Sağlık bakanlığı istatistiklerine göre her yıl Türkiye de 90.000 
			zatürre vakası görülmekte ve yaklaşık 2500 kişi hayatını 
			kaybetmektedir. 
			Bu hastalıktan aşı vasıtası ile korunmak mümkündür tek dozu 
			5 yıl süre ile bağışıklık sağlamaktadır.
                                  
									 
                                  08 .12.2007 
									 http://sufizmveinsan.com 
                                    
                                  
         
        							
        
        							8- 
									
									Norveç Dünyanın İlk Tuz Santralını Kuruyor 
                                  Norveç’ 
									teki Statkraft şirketi dünyada ilk kez tatlı 
									ve tuzlu arasındaki basınç farklılıklarıyla 
									enerji elde edilmesine izin veren tuz 
									santralını kuruyor. Tuzdan enerji elde etme 
									yöntemi doğal osmoz sürecine dayanıyor. 
									Tatlı su bir diyafram üzerinden tuzlu suya 
									geçerek bir basınç yaratıyor. İşte bu 
									basınçtan elektrik üretimi için 
									yararlanılacak. Kuruluşun yaptığı açıklamaya 
									göre on yıllık bir araştırmanın ardından 
									nihayet bir prototip kurulacak. Tuzdan 
									enerji elde etme yöntemiyle Norveç’ in 
									elektrik ihtiyacının yüzde onu 
									karşılanabilecek. Ülke şu anda enerjisinin 
									neredeyse tümünü barajlardan elde ediyor. 
                                  Kaynak : 
                                  CBT 
			
									
									10.12.2007 
									
			
									www.sufizmveinsan.com 
                                    
							
         
        					
        
        					9- 
							
							
							 Amputasyon 
			
			 Amputasyon 
			bir uzvun (kol, bacak, parmak, ayak gibi) bir kısmını veya tamamını, 
			tıbbi gereklilik nedeni ile cerrahi olarak kesme işlemine denir. 
			Damar hastalıkları, trafik kazaları, iş kazaları, tümörler, 
			kronikleşen mikrobik hastalıklar, doğumsal anomaliler, yanıklar ve 
			şeker hastalığına bağlı, daralmış olan damarlarda kan dolaşımı 
			azalır. 
			Beslenemeyen, oksijenlenemeyen doku giderek bozulur, ölmeye başlayan 
			bu alan soluklaşır ve soğur. Deride ülserler dediğimiz yaralar çıkar. 
			Olay birbirini tetikleyerek kısır-döngü haline gelir. Damarların 
			açılması için hasta dokunun debridmanı, yani temizlenmesi, serumlar, 
			hiperbarik oksijen tedavisi uygulanması gerekir. 
			Bütün bunlara rağmen hastatedavi olmazsa, nekroz denilen ölü dokuya 
			veya kangrene çevrilir. Bu durumda, hastayı kurtarmak ve ölü dokunun 
			ilerlemesini önlemek amacıyla hasta olan uzvun sağlam bölgeye kadar 
			kesilmesine karar verilir. 
			Sonrasında ise rehabilitasyon ile tedavi devam eder. Rehabilitasyon 
			ekibi: fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanı, ortopedist, 
			fizyoterapist, ortez ve protez teknisyeni,  terapist, psikolog, 
			sosyal hizmetler uzmanı ve aileden oluşmaktadır. Öncelikle hastanın 
			yaşı, mesleği, cinsiyeti ve amputasyon nedeni göz önünde 
			bulundurularak,kesilecek uzvun seviyesi tayin edilir. 
			 
			
			12.12.2007 
            
                                  
                                  
            http://sufizmveinsan.com  
			
			
         
        	
        
        	10- 
			
			Kuş Gribi Virüsü 
			Değişim Geçirdi 
			
			Kuş gribine 
			neden olan H5N1 virüsü son bir araştırmaya göre mutasyon geçirerek 
			insanlara daha kolay bulaşacak hale gelmiş. Wisconsin-Madison 
			Üniversitesi’nden Yoshihiro Kawaoka’nın Pathogens dergisindeki 
			yazısında virüsün sıcaklık toleransının değiştiği vurgulanmakta. 
			Kuşların beden sıcaklığı 41, insanlarınki 37 derecedir. Ancak 
			virüsün giriş yeri olan burnumuz ve boğazımızdaki sıcaklık sadece 33 
			derecedir. Bu nedenle kuş gribi insanın ağzı ve boğazında çok iyi 
			çoğalamıyor. Fakat son olarak saptanan mutasyon şimdi virüsün daha 
			düşük sıcaklıklarda da hayatta kalabildiğini gösteriyor diye 
			açıklıyor Kawaoka. Bununla birlikte değişim, dünya genelinde bir 
			salgına neden olacak kadar büyük değil. Ayrıca olası bir salgın için 
			virüsün ne kadar değişmesi gerektiği de henüz bilinmemekte. Kuş 
			gribi hayvandan hayvana veya hayvandan insana bulaşmakta. Bilim 
			insanları virüsün değişim geçirerek büyük bir salgına yol açmasından 
			endişeleniyorlar. Virüs 2003 yılından bu yana 330 kişiye bulaştı ve 
			bunlardan 201’i yaşamını yitirdi. 
			
			
			Kaynak: CBT 
			
			
			 
			
			14.12.2007 
            
									www.sufizmveinsan.com 
			
									
									
         
        							
        
			 
			
									11- 
									Acı Kaybımız
			
			
			NOKTANIN SONSUZLUĞU eserinin müellifi 
			LÜTFİ FİLİZ; dün Hakkın Rahmetine kavuştu... Cenazesi bugün (15 
			Aralık 2007) ikindide Karacaahmet Kabristanı Camiinde kılınacak 
			namazdan sonra ;İZMİR-TİRE de defnedilecektir...  
			(Oğlu AZİZ ŞENOL FİLİZ: 0542 2523669) 
			
									
									www.sufizmveinsan.com 
									
									
									15/12/2007 
									
									
									
         
        							
        
			
          							12- 
									
									
									 REFLÜ 
									
									 
									
									
									
									 Reflü, 
									asitli mide içeriğinin yemek borusuna 
									gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek 
									borusunun asitten kendini koruma özelliğinin 
									kaybolmasından kaynaklanır. Reflü hastalığı, 
									asitli ve/veya safralı mide içeriğinin yemek 
									borusuna gelmesi ve uzun süre temas 
									etmesiyle yemek borusunun kendini asitten ve 
									safralı mide içeriğinden koruyamaması 
									nedeniyle oluşur. Erişkinlerin %20'sinde 
									reflü hastalığı görülmektedir.  
									Mide içeriği belirgin derecede asittir. Geri 
									akım daha ilerden yani onikiparmak 
									barsağından mideye doğru ise mideden yukarı 
									çıkan içerik hem asit hem de safra içerir. 
									Alkali özellikli olan safra da mide asidi 
									gibi yemek borusunun tahrişine neden olur.. 
									Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin 
									yemek borusuna geçişini engelleyen bir kapak 
									mekanizması vardır. Reflü hastalarında en 
									sık görülen özellik bu mekanizmanın 
									gevşekliğidir. Bu durum genellikle mide 
									fıtığıyla birlikte görülür. Mide boşalım 
									bozukluğu ya da bozulmuş yemek borusu 
									hareketi bu hastalığı tetikleyen diğer 
									nedenlerdir. Reflü kronik bir durumdur ve 
									bir defa başladığında genelde hayat boyu 
									devam eder. Reflünün yemek borusunda yol 
									açtığı hasar (özofajit) da kronik bir 
									durumdur. Tedaviye başlandığında yemek 
									borusu iyileşse dahi tedavi bırakıldıktan 
									birkaç ay sonra tekrar aynı duruma gelir. 
									Reflu özellikle gece olur çünkü yutkunma 
									durur, tükrük salgısı ve yerçekimi etkisi 
									azalır. Bu yüzden asid gece yemek borusunda 
									daha uzun süre kalır ve daha fazla zarar 
									verir. 
									Bazı durumlar insanlarda daha fazla reflüye 
									yol açar. Gebelik 
									bunlardan biridir. Obezite ise en önemli 
									tetikleyicidir.
			
									
									www.sufizmveinsan.com 
									 
									
									17/12/2007
									
									
									
         
        							
         
									
									13- 
									Korku Genleri ve Hastalıkları 
									300 hastanın kalıtımını inceleyen Max-Planck 
									Psikiyatr Enstitüsü araştırmacıları, ağır 
									panik atak ve agorafobi yaşayanların 
									12.kromozomları üzerinde belli başlı bir gen 
									varyantının tekrarlandığını buldular. 
									Susanne Lucae’ nin açıklamasına göre bu gen, 
									her şeyden önce bellek süreçlerinde ve 
									ağrıların algılanmasında etkili olan bir 
									enzime bilgi taşıyor. Söz konusu varyantlar 
									manik depresif bozukluklarda da görüldüğü 
									için, araştırmacılar bazı genlerin hem 
									korkuya bağlı hastalıklarda hem de affektif 
									bozukluklarda etkili olduğunu düşünüyorlar. 
									Bunların dışında üç ‘’korku geni’’ daha 
									bulunmuş. Hastalık genlerini bildiğimizde 
									uzun vadede yeni ilaçlar geliştirip 
									hastalanmaya yatkın olan insanları daha iyi 
									tedavi edebiliriz diyor Lucae. Anlaşıldığı 
									üzere korku hastalığına yakalanma olasılığı 
									ve hastalığın ağırlık derecesi çeşitli 
									genlerin karşılıklı etkisine bağlı. 
 
			
			Kaynak: CBT 
			20/12/2007 
			
			  
									
									
									
         
        							
        
			 
        							14- 
									
									Ozon Deliği Üçte Bir Oranında Küçüldü 
									 
									Son ölçümlere göre ozon deliği geçen yıla 
									kıyasla yüzde otuz daha küçüldü.  
									Avrupa Uzay Ajansı ESA’ ya göre 2007’deki 
									ozon kaybı en fazla 27.7 milyon ton 
									civarında olacak, oysa geçen yılki kayıp 40 
									milyon ton olarak ölçülmüştü. 24,7 milyon 
									kilometrekare büyüklüğündeki ozon deliği 
									yaklaşık olarak Kuzey Amerika’nın yüzölçümü 
									kadar. Ozon deliği tam olarak Güney Kutbun 
									üzerinde bulunmadığı için, içindeki gazlar 
									daha sıcak havayla karışmış, dolayısıyla da 
									ozon kaybı sürecini frenlemiş. Çünkü ozon 
									sadece düşük ısılarda indirgenmekte. Bununla 
									birlikte ozon kaybında deliğin genişlemesi 
									dışında ozon kaybı sınırının yüksekliği de 
									önem taşımakta. Geçen on yıllarda 
									stratosferdeki ozon tabakası yılda %0,3 
									oranında inceldiği için, dünya daha fazla UV 
									ışını aldı.Ozon tabakasının incelmesinden 
									özellikle de FCKW (Flüor klor hidrokarbon) 
									gibi kimyasallar sorumlu tutulmakta. 
									Endüstride kullanılan bu kimyasallar 
									atmosferdeki varlıklarını on yıllar boyu 
									koruyabiliyorlar. 
 
			
			Kaynak: CBT 
			 
			
          	21/12/2007
									
									
									
         
        							
        
        							15- 
									
									Karıncalanmanın Nedenleri
			
			Soru  : Özellikle kollarda ve bacaklarda hissedilen 
			karıncalanmanın nedeni nedir? 
			
			Yanıt : Kaynak : New Scientist 14 Temmuz 2007 
			
			Bilimsel ismi parestezi olan iğnelenme/karıncalanma, 
			genellikle en çok bacaklarda ve kollarda duyulan ve periferik 
			sinirlerdeki ya da santral sinir sistemindeki fonksiyon 
			bozukluğundan ileri gelen anormal duyumlardır. Bunlara örnek yanma, 
			karıncalanma, uyuşma, iğnelenme. En sık görülen nedeni duyusal 
			sinirlerin sıkışmasıdır. Böylece sinir beyne duyusal bilgiyi 
			gönderemez.  Bu daha çok sinirin vücudun yüzeyine ve kemiğin tam 
			üzerine yakın geçtiği bölgelerde görülür. Örneğin dirseğin üzerinden 
			geçen ‘’ulnar’’ sinirinin sıkışması ellerde karıncalanmaya yol açar. 
			İnsanların sabahları karıncalanma hissi ile uyanmalarının nedeni 
			yüzeysel bir sinirin üzerine yatıp sıkışmasına yol açmalarıdır. Daha 
			az görülen bir nedeni ise anormal plazma kalsiyum düzeyidir. 
			Özellikle tiroid ameliyatlarından sonra görülen düşük kalsiyum, 
			genel olarak ellerde karıncalanma yaratır. İğnelenmenin bir nedeni 
			de Hipervantilasyon’dur (fazla derin ve uzun süreli solunum) 
			Hipervantilasyon, kanı daha alkalin hale getirerek hücrelerin içine 
			kalsiyumu iter ve plazma kalsiyumunu düşürür. Ayaklarda görülen 
			iğnelenme, kontrol altına alınmamış şeker hastalığındaki sinir 
			hasarının bir işaretidir. Parestezi ayrıca kronik de olabilir. Yaşlı 
			insanlarda dolaşım bozukluğu yaygındır. Ayrıca ateroskleroz ve damar 
			hastalıklarında da görülür. Yetersiz kan ve beslenme eksikliği 
			durumunda sinir hücreleri görevini gerektiği gibi yapamaz. İşte bu 
			nedenle parestezi, yetersiz beslenme ve diyabet/hipotiroidizm gibi 
			metabolik hastalıkların da belirtisi olabilir. Karıncalanmanın daha 
			sinsi bir nedeni de inme ve multipl skleroz (MS) veya motor nöron 
			hastalığı gibi bazı nörolojik hastalıklardır. 
									
									Kaynak: 
									CBT 
									 24/12/2007
			
			  
									
									
									
         
        							
        
									 
        							16- 
									
									Yüzde Yüz Yapay Kornea Üretildi 
									 
									Fraunhofer Uygulamalı Polimer Araştırmaları 
									Enstitüsü bilim insanları tamamen yapay bir 
									kornea üretmeyi başardılar. Yapay saydam 
									tabakanın klinik deneyleri 2008 yılında 
									başlayacak. Yapay korneanın temeli, piyasada 
									bulunabilen, suyu çekmeyen ve üzerinde 
									hücrelerin büyümediği bir polimerden 
									oluşmakta. Yapay kornea üretimindeki en zor 
									nokta, istenilen bölgelerde hücrelerin 
									büyümesini sağlamak. Diğer yandan da bunları 
									engelleyebilmek. Bu nedenle implantların 
									üzerleri özel olarak kaplandıktan sonra 
									korneanın kenarına özel bir protein 
									aşılanmakta. Doğal saydam tabakanın 
									hücreleri bu proteinin üzerine 
									yerleşebilecek. Araştırmacılar, böylece 
									kornea implantının doğal saydam tabakanın 
									parçasıyla neredeyse tamamen 
									bütünleşeceğini, buna karşın ortasında 
									hiçbir hücrenin barınamayacağını 
									söylüyorlar. Ayrıca proteinin, yapay 
									korneanın kimyasal termik sterilizasyonundan 
									da zarar görmemesi gerekiyor. Üretimdeki 
									diğer bir zorluk da yapay korneanın ön optik 
									kısmının kaplanmasıydı diyor araştırmacılar. 
									Bu bölge, sadece yedi nanometre kalınlığında 
									olan ve yerinden ayrılmayan diğer bir 
									polimerle kaplanmış. Suyu seven polimer, 
									sürekli gözyaşı sıvısıyla örtülürken, yapay 
									korneanın iç kısmının steril kalması 
									gerekiyor. Şimdilik tavşanlarda başarıyla 
									test edilen yapay kornea önümüzdeki yıl 
									insanlara da aktarılacak. 
 
									
									Kaynak: 
									CBT 
									 27/12/2007
									
									
									
         
        							
        
									 
        							17- 
									
									DNA- Enzim 
									İlişkisi İlk Kez Görüntülendi 
									 
									Bir protein ve 
									DNA dizgisi arasındaki ilişki ilk kez nano 
									ölçekte filme alındı. Koruyucu bir enzim 
									virüsün DNA’ sına bağlanarak, dizgiyi belli 
									bir yerden kırıyor. Elde edilen görüntünün 
									kanser araştırmalarında önemli gelişmelere 
									yardımcı olabileceği düşünülmekte. Bilim 
									insanları ilk kez proteinlerin, bozulmuş 
									DNA’ yı ne şekilde onarabildiklerini gördü. 
									İngiltere’ deki BBSRC (Biological Sciences 
									Research Council) kurumu tarafından 
									gerçekleştirilen araştırma , ilk kez 
									proteinler ve DNA arasındaki ilişkiyi 
									‘’canlı’’ olarak gösteriyor. Bu film dünyada 
									sadece üç örneği bulunan ve ‘’Fast -Scan 
									Atomic Force Microscopy’’ (hızlı tarayan 
									atomik kuvvet misroskopi) tekniğiyle 
									çekilmiş. Standart fim teknolojileriyle nano 
									ölçekte sadece sekiz dakikada bir görüntü 
									elde edilebilmekte. Oysa yeni teknolojiyle 
									saniyede iki görüntü alabiliyoruz diyor 
									araştırmayı yöneten Robert Henderson. Film, 
									bir virüsün kendisine bulaşmaması adına 
									dizgiyi kırmak için virüsün DNA’ sına 
									yapışan bir bakteri enzimini gösteriyor. 
									Enzimin bir ilmekle virüsün DNA’sına 
									bağlandığı açıkça görülmekte. Bu malzemenin 
									yardımıyla bilim insanları enzimlerin, 
									kırmak zorunda oldukları DNA’ yı ne şekilde 
									tanıdıklarını öğrenmeye çalışacaklar. Yeni 
									bilgiler öte yandan proteinlerin bozuk 
									DNA’ları ne şekilde onardıklarını öğrenmek 
									açısından da önemli. Bazı kanser türleri 
									DNA’nın kırıldığı ama enzimlerin dizgiyi 
									doğru dürüst onarmadıkları bölgelerde 
									oluşmakta.BBSRC araştırmacıları tarafından 
									çekilen film
									
									www.bbsrc.ac.uk/ 
									adresinde izlenebilmekte.
									
									Kaynak:Nilgün 
									Özbaşaran Dede/ CBT 
									
									 29/12/2007
									
									
									
         
        							
        
									 
									
        							18- 
									
									
									Anorexia nervosa 
									 
									 Daha 
									çok ergenlik çağındaki genç kızlarda görülen 
									anoreksiya nervoza tedavi edilmediğinde ölüm 
									oranı yüksek olan ve yaygınlığı giderek 
									artan bir hastalıktır. Normal sayılan bir 
									vücut ağırlığına sahip olmayı kabul etmeme, 
									şişmanlamaktan aşırı korku, beden 
									algılamasında bozukluk ve adet görmenin kesilmesiyle 
									karakterli bir yeme bozukluğudur. Hastalar 
									vücut ağırlığınınartmasını engellemek için 
									zorlu  egzersizler (yürümek, bisiklete 
									binmek, yüzmek vb.) ve sıkı diyet uygular.
									 
									Buna bağlı olarak ortaya çıkan ağırlık 
									kaybını takib eden yaklaşık 1.5 yıl içinde 
									hastaların %30-50'sinde aşırı yeme atakları 
									ortaya çıkar. Hastalar şişmanlamaktan aşırı 
									korktuğu için, yeme ataklarından sonra 
									kendini kusturma, barsak ve idrar boşaltıcı 
									ilaç kullanma ihtimali vardır. Bu nedenle 
									anoreksik hastalar, diyet kısıtlaması 
									uygulayan kısıtlanmış tip ve yeme 
									ataklarının olduğu bulimik tip olarak iki 
									alt tipe ayrılmaktadır.Gerek diyet 
									kısıtlaması uygulayanlar, gerekse aşırı yeme 
									atakları olanlar zayıf kalmaya aşırı gayret 
									gösterir karbonhidrat ve yağ içeren 
									yiyeceklerden kaçınırlar. 
									Az yemek yemelerine rağmen yemeği hazırlama 
									ve pişirmeyle obsesif şekilde uğraşırlar. 
									Yemek yemeleri törenseldir. Anoreksiya 
									nervoza ile birlikte depresif belirtiler 
									sıkça görülmektedir. Hastalığın başlangıcı 
									sıklıkla stresli bir olay ile birliktedir. 
									Orta ve yüksek sosyo-ekonomik sınıflarda, 
									zayıf kalmanın desteklendiği mankenlerde ve 
									balerinlerde daha sık oranda anoreksiya 
									nervoza'nın görüldüğü bildiriliyor.
									
							
							www.sufizmveinsan.com 
									31/12/2007 
									
									
         
        							
        
        							19- 
									
									Hücre Kültüründen Yeni Grip Aşısı 
			
			Almanya’ daki Novartis ilaç 
			kuruluşunun yeni fabrikasında hücre kültürlerinde virüs üretimine 
			dayanan bir yöntem geliştirildi. Yeni yöntemle elde edilen virüsler 
			zararsız hale getirildikten sonra aşı olarak kullanılabiliyor. Grip 
			aşısı için gerekli virüsler şimdiye dek zahmetli bir biçimde tavuk 
			yumurtalarından üretiliyordu. ‘’Optaflu’’ olarak adlandırılan aşı 
			için gerekli izin verilmiş. Yeni yöntemde ilk önce virüslerin 
			besleyici maddesi yani hücre kültürü üç ayrı biyolojik reaktörde 
			üretilmekte.  İkinci aşamada hücrelere virüs aşılandıktan sonra 
			virüsün etkinliği durdurulmakta. Ve en sonunda ürün temizlenmekte. 
			Reaktör, hortumlar, santrifüj ve ölçüm aletleriyle tamamlanan işlem 
			bir milimetrelik besleyici madde ile başlıyor; bu madde işlem 
			sırasında binlerce litre sıvıya ulaşıyor ve araştırmacılar otuzuncu 
			günde on litre saf aşı maddesi (antijen) elde ediyorlar. Virüs 
			parçacıklarından oluşan aşı maddesi gribe neden olmadan bağışıklık 
			sistemini etkinleştirmekte. Yeni yöntem özellikle de grip salgını 
			için büyük bir avantaj olarak kabul edilmekte. Mesela kuş gribi 
			insanlara bulaştığında, tavuklar çoktan ölmüş olacaklar. Dolayısıyla 
			da aşı için gerekli hammaddeyi bulmak da imkansız hale 
			gelecek.Kuruluş fabrikanın 2009 yılında tamamen işler hale 
			gelmesiyle, sekiz milyon doz grip aşısı yerine kırk milyon doz 
			üretmeyi hedefliyor. 
			
			Kaynak: CBT 
			02/01/2008 
									
									
         
        							
        
			
          							20- 
									
									D Vitamini Her Derde Deva
			
			Yıllardır 
			yalnızca kemik oluşumunu destekleyen ve güçlendiren bir vitamin 
			olarak tanınan D vitamininin, vücutta yeterli miktarda bulunmaması 
			durumunda kanser, tüberküloz, şizofreni, MS, kalça kırıkları ve 
			kronik ağrılar gibi çok sayıda hastalığa davetiye çıkarttığı ortaya 
			çıktı. Son yapılan araştırmalar, insan hücrelerinde (yalnızca 
			bağırsak ve kemik hücrelerinin değil) D vitamini reseptörü bulunduğu 
			ve bu vitaminin vücudun genel sağlığı için gerekli olduğunu ortaya 
			çıkarttı. 
									
									
									Kaynak: CBT 
									04/01/2008 
									
         
        							21-MS 
									(Multipl Skleroz) 
									  
									 MS, 
									genellikle gençlikte başlayıp yaşam boyu 
									süren bir beyin ve omurilik hastalığıdır. 
									Bulaşıcı değildir, ölüme neden olmaz. Bazı 
									kişilerde kalıcı özürler oluşturabilir. Bazı 
									kişilerdeyse kişinin kendisinin bile ayırt 
									edemeyeceği kadar hafif sorunlara neden 
									olacak şekilde sınırlı kalır. Bedenin her 
									yerinde, çoğunlukla gelip geçici olan bir 
									çok bulgu yaratabilir. MS hem kadınlarda hem 
									de erkeklerde ortaya çıkan bir hastalıksa 
									da, MS'li kadınların sayısı erkeklerden 
									nerdeyse ikikat fazladır. Sosyoekonomik 
									düzeyi yüksek ve şehirli olanlarda daha 
									sıktır. Beyindeki nöronların gövdelerinin 
									bir arada yığın halinde bulunduğu bölgelere, 
									görünümlerine dayanarak "Gri madde" adı 
									verilir. Beyinde ya da omurilikte aksonların 
									bir araya gelerek oluşturduğu bu demetlere 
									de, yine görünümlerine dayanarak "Ak madde" 
									adı verilmiştir. 
									MS' de çoğunlukla ak maddede "Plaklar" 
									görülür. Beyin ve omurilikte MS'in belirteci 
									plaklardır. "Plak", MS'e özgü hasarın 
									oluştuğu, çoğunlukla yuvarlak ya da oval 
									görünümlü  sınırlı bir alandır. 
									Plaklar, toplu iğne başı   kadar 
									küçük olabilecekleri  gibi, çok ender 
									olarak santimetrelerce büyük olabilirler. 
									Ancak çoğunlukla  3-5 mm 
									büyüklüğünde olurlar. Çapı bir santimetreyi 
									aşanlar büyük plak olarak değerlendirilir. 
									Son zamanlarda yapılan pek çok inceleme 
									akson hasarının sanılanın tersine önceden 
									başladığını ve myelin yapımından sorumlu 
									olan oligodendrositlerde de olayın başından 
									itibaren sorunlar olduğunu ortaya koymuştur. 
									Multipl Skleroz'un  neden oluştuğu 
									kesin olarak bilinmemektedir. Belirtilerinin 
									hiç biri MS'e özgü değildir. MS'in 
									işaretileri, psikolojik belirtilerle 
									karıştırılabilir.  MS'de  kol veya 
									bacakta  kuvvet kaybı, sürekli 
									yorgunluk,baş dönmesi ve dengesizlik hissi, 
									tek gözde geçici görme kaybı,baş dönmesi ve 
									dengesizlik hissi, yürüyüşte dengesizlik , 
									konuşma zorlukları ya da 
									bozuklukları,titreme, çok çeşitli  
									ağrılar  unutkanlık, felç, hafıza kaybı 
									oluşabilir. Dünyanın en iyi merkezlerinde 
									bile bazen kişinin MS'li olduğunun 
									anlaşılamadığı ya da başka hastalıklara MS 
									tanısı konulabildiği bir gerçektir. 
							www.sufizmveinsan.com 
									
									05/01/2008 
			
         22-Kaynak 
			Sularının Son Kullanma Tarihi
			
			Soru: Yer 
			altı suları binlerce yıldır toprak altında kalıp bozulmadığı halde, 
			şişelenmiş suların üzerindeki ‘’Son Kullanma Tarihi’’ ne anlama 
			geliyor? 
			Maden suları, çok farklı etkiler yaratan kaya katmanlarından geçerek 
			pınarlara ve kuyulara erişir. Bu arada bazı madenler suda erir. 
			Böylece suyun tadı ve sağlık için yararlı özellikleri değişir. 
			Kayalardaki küçük gözenekler filtreleme sistemi olarak çalışır. Bu 
			da suyun biyolojik kirlilik yaratan maddelerden arınmasını sağlar. 
			Su yeryüzüne erişir erişmez yeniden kirlenme riski ile karşı karşıya 
			kalır. Şişelenmiş kaynak sularının üzerindeki son kullanma tarihi su 
			ile değil kap ile ilgilidir. Maden sularının pek çoğu Polietilen 
			Tereftalat (PET) şişelerde saklanır. Şişelerin üretimi sırasında 
			katalist veya antimon içeren hammaddeler malzemenin içinde kalabilir 
			ve zaman içinde suya sızabilir. Buna engel olmak için PET şişeler 
			yerine cam şişeler tercih edilmelidir.  Eğer içme suyu PET 
			şişelerin içinde son kullanma süresinden fazla kalırsa, plastik 
			bozulabilir veya şişe kapağı aşınabilir. Böylece bakteri suya 
			karışıp kirlilik yaratabilir. 
			
			
			Kaynak :CBT 
			09/01/2008 
			
			
			
         
        	
        
        	
        	23-
			Servikal Kanser Aşısı 
			
			 Bazı ülkeler ve ABD’ de 24 
			eyalette ergenlik döneminden önce kızların servikal kanser aşısı 
			olmaları için yasa çıkartıldı. İlk başlarda devrim olarak 
			nitelendirilen aşının zorunlu kılınması şiddetli eleştirilere neden 
			oluyor. Yüzde 70 oranında servikal kansere yol açtığı bilinen dört 
			çeşit HPV (Human Papilloma Virus) için geliştirilen aşının koruma 
			gücünün yüzde 20’lerde seyrettiği söyleniyor. Aşı, ayrıca, HPV’ nin 
			bulaşmış olduğu durumlarda yarar sağlamadığı için kızları 11-12 
			yaşlarında aşılamak gerekiyor.
			
									
									
									Kaynak :CBT 
									
									
									12/01/2008 
			
         
        
        	24-Hicret 
			nedir? 
			 
			Hicretin İslam için ifade 
			ettiği mana , kuruluş döneminin çok zor günleri ve sıkıntıları göz 
			önüne getirildiği zaman anlaşılabilir.O gün hiçbir şey hicret kadar 
			,  yani şirki ve müşrikleri terk edip Müslümanlara katılmak 
			kadar önemli ve hayati değildi.Hicret olayı, o güne kadar yaşanmamış 
			bir inanç yolculuğu olarak günün Müslümanlarının gündeminin baş 
			maddesi idi.Çünkü hicret, bu manasıyla devlete yürüyüş 
			demekti.Hicret cihadın mukaddimesidir.Aslında kendisi de başlı 
			başına bir büyük cihad hareketidir.Nitekim muhaddis Ebu Davut 
			Süneni’nde cihat bölümüne hicret konusuyla başlarken, herhalde 
			cihada hicretle gidildiği , cihat dönemine hicretle geçildiği tarihi 
			gerçeğine dikkat çekmek istemiş olmalıdır.Hicret mücadele azmini 
			hasret ve gurbetle bilemektir.Hicret baskı ve zulmü terk etmek, 
			başarıya,iktidara, devlete gitmektir.Hicret, zor, büyük, ağır bir 
			iş, hakkı güç ödenebilir mazhariyet ve nimettir.Hicret şirkten 
			tevhide yükselişin, sabırdan cihada uzanan aksiyonudur.O fert 
			planında dini yaşayışı arama , sosyal planda ise, İslam toplumunu 
			takviye ve dini ikame etmektir.Çünkü hicret, İslam’ı  en nazik ve 
			hareketli noktasından kavramak demektir.Artık Müslümanlar 
			bulundukları yerde, görecekleri baskılara  sabırla mukabele 
			merhalesini aşmış, hicretle cihada iştirak merhalesine 
			ulaşmışlardı.Hicret hiçbir zaman kaçış değil, kelimenin tam 
			anlamıyla bir arayış bir taleptir.Bu sebeple de o , “düşmanla savaş 
			var olduğu sürece”,” güneşin batıdan doğuşuna kadar” devam 
			edecektir.Çünkü o, tebliğ dinamizmin sembolüdür.Kısaca hicret: 
			Allah’ın yasakladıklarını terk etmektir. 
			
			
			Kaynak;  Vakit Gazetesi 
							
							www.sufizmveinsan.com 
									
									13/01/2008 
									  
									
         
        
        							25-Hz 
									Muhammedin (s.a.v) ’in Kızı Hz. Zeynep’in 
									Hicret'i 
									
									
									Mekke’den 
									Medine’ye kutlu yolculuk başlamıştı. Artık 
									Mekke dar geliyordu Müslümanlara... 
									Gitmek kolay mıydı? Elbette o da çok zordu. 
									Evini bırakmak, diktiği hurma ağaçlarına son 
									bir kez bakmak, koşup oynadığı, düştüğü 
									yolları geride bırakmak; hele Kâbe… Bir daha 
									dönerler miydi? Kâbe’yi bir daha görecekler 
									miydi? 
									Peygamber Efendimiz’ in kızı da gizliden 
									gizliye Hicret’e hazırlanıyordu. Utbe kızı 
									Hint, bir gün Hz. Zeynep ile karşılaştı ve 
									şöyle dedi: 
									-Muhammed’in Kızı! Duyduğuma göre babanın 
									yanına gidecekmişsin… Zeynep (r.a.)durumu 
									saklayacak oldu. Fakat Hint:-Amca kızı, 
									gizleme. Neye ihtiyacın varsa bana söyle, 
									ihtiyaçlarını karşılayabilirim. Benden bir 
									şey saklama. Erkekler arasında ki düşmanlık 
									kadınlar arasına girmemeli. Hz. Zeynep, 
									Hint’in samimiyetine inansa da, korktuğu 
									için hazırlığını gizlemeyi sürdürdü. 
									Hazırlığını tamamlayınca kayınpederi Kinane 
									ona bir deve getirdi. Sonra Kinane gidip 
									okluğunu ve yayını aldı. Hz. Zeynep devenin 
									üzerinde,  güpegündüz Mekke’den 
									çıktılar. Kureyş erkekleri onları gördüler, 
									ilk önce şaşırdılar, Öyle ya… Güpe gündüz 
									böyle yola koyulmak düpedüz meydan okumaktı. 
									Şaşkınlıkları geçer geçmez peşlerine 
									düştüler. Zi-tuva denilen yerde de 
									yetiştiler. Kinane oklarını yere döktü ve 
									:-Vallahi yaklaşanı vururum, dedi. Bunun 
									üzerine Kureyşliler geri çekildiler. Daha 
									sonra Ebu Süfyan birkaç kişiyle geldi. 
									-Kinane, okunu indir de seninle konuşalım, 
									dedi. Kinane okunu indirdi. Ebu Süfyan: 
									Muhammed’in bize yaptıklarını, başımıza 
									getirdiği felaketleri bile bile, güpegündüz, 
									göz göre göre onun kızını alıp Mekke’den 
									çıkarmışsın!  İnsanların gözünün önünde 
									onu alıp götürürsen, bu bizim zayıflığımıza, 
									acizliğimize verilir. Hayatım üzerine yemin 
									ederim ki, babasından dolayı onu hapsetmek, 
									ondan intikam almak bize yakışmaz. Sen şimdi 
									onu Mekke’ye geri götür. İnsanlar sizi 
									geriye bizim döndürdüğümüzü konuşmaya 
									başlayınca onu al, babasına götür, dedi. 
									Kinane de denildiği gibi yaptı ve Hz. Zeynep 
									(r.a.) bu şekilde Hicret etmiş, babasına 
									kavuşmuş oldu. 
									
									 
									
									
									Kaynak;  Vakit Gazetesi 
							
							www.sufizmveinsan.com 
									
									16/01/2008 
									
         
        
        							26-Fetüs 
									beyinleri 
									 
									Sekiz haftalık olana kadar bütün fetüs 
									beyinleri, kadın beyni gibi görünür. Dişi 
									doğanın başlangıç halidir. Eğer bir kadın ve 
									erkek beynini gelişirken izler ve zaman 
									içindeki değişimlerini fotoğraflarsanız 
									diyagramlarının genler ve seks hormonları 
									tarafından oluşturulan mavi çizgilerle 
									belirlendiğini görürsünüz. Sekizinci haftada 
									başlayan devasa bir testosteron seli, 
									iletişim merkezindeki hücrelerin bir kısmını 
									öldürerek bu uniseks beyni erkek beynine 
									döndürür. Aynı süreçte saldırganlık ve 
									cinsellik hücrelerinde de artış görülür. 
									Eğer bu testosteron seli gerçekleşmezse 
									kadın beyni değişmeden büyümesini sürdürür. 
									Fetüs halindeki dişi beynin hücreleri 
									duygusal gelişimi de belirleyen iletişim ve 
									bağlantı merkezlerinde yoğunlaşırlar. 
									Fetüsün bu gelişimi bizi nasıl etkiler? 
									Öncelikle geniş iletişim merkezi nedeniyle 
									kız çocuk büyüdükçe erkek kardeşinden daha 
									konuşkan olacaktır. Erkekler günde ortalama 
									7000 kelime kullanır. Kadınlar ise 20 bin. 
									Bir diğer etkisi ise doğal biyolojik 
									kaderimizi belirlemesidir. Örneğin dünyaya 
									bakmak için kullandığımız gözlerimizi 
									renklendirir. 
									 
									Kaynak: Kadın Beyni 
									DR. Louann Brizendine 
							
							www.sufizmveinsan.com 
									
									18/01/2008 
									
         
        
        							27-D 
									Vitamini Her Derde Deva
									
									Yıllardır 
									yalnızca kemik oluşumunu destekleyen ve 
									güçlendiren bir vitamin olarak tanınan D 
									vitamininin, vücutta yeterli miktarda 
									bulunmaması durumunda kanser, tüberküloz, 
									şizofreni, MS, kalça kırıkları ve kronik 
									ağrılar gibi çok sayıda hastalığa davetiye 
									çıkarttığı ortaya çıktı. Son yapılan 
									araştırmalar, insan hücrelerinde (yalnızca 
									bağırsak ve kemik hücrelerinin değil) D 
									vitamini reseptörü bulunduğu ve bu vitaminin 
									vücudun genel sağlığı için gerekli olduğunu 
									ortaya çıkarttı. 
									
									Kaynak: 
									CBT/2007 Bilim Olayları 
							
							www.sufizmveinsan.com 
									
									23/01/2008 
			
         
        
        	28-Kağıtsız 
			Faks
			
			Çevreci etkinlikleriyle dikkat 
			çeken telekomünikasyon şirketi Bircom tarafından Türkiye’ye 
			getirilen Vidicode Faks Sunucusu kullanıcıların, kağıt kullanmadan 
			faks alıp göndermelerini sağlıyor. Bircom, ürünü satın alanlar adına 
			TEMA ile birlikte fidan dikimi de yapacak. İnternetin gelişmesine 
			paralel olarak e-postanın sunduğu hız ve rahatlık nedeniyle tahtı 
			sarsılır gibi görünen faks iletişimi, aslında e-postanın sunamadığı 
			avantajlardan dolayı hala yaygın olarak kullanılıyor. Özellikle 
			güvenlik açısından üstün nitelikleri olan faks, teknolojinin 
			yardımıyla çağ atlıyor. 
			
			Vidicode Faks Sunucusu, faks 
			iletişiminden kağıt unsurunu ortadan kaldırarak tarama, arşivleme, 
			yedekleme ve zamandan tasarruf imkanı sunmasının yanı sıra en önemli 
			katkıyı çevrenin korunması anlamında sağlıyor. Cihaz; kağıt, toner 
			ve faks şeridi kullanımını sıfıra indiriyor ve faks iletişimini 
			tamamen elektronik ortama taşıyor. Bircom, çevrenin korunması 
			konusundaki duyarlılığını bir adım daha ileriye taşıyarak TEMA ile 
			işbirliği yaptı ve Vidicode Faks Sunucusu’nu satın alanlar adına 
			fidan dikimi yapılacağını duyurdu. 
			
			Kaynak: CBT 
							
							www.sufizmveinsan.com 
									
									26/01/2008 
									  
							
							  
        
        					29-Merkür 
							Rotara Giriyor 
							
							28 Ocak günü ise Merkür bu yılın ilk rotarına 
							başlıyor. Ve zaten Kova döneminin tümünü böyle 
							tamamlıyor denebilir. 19 Şubat günü düzeliyor. Kova 
							burcunda oluşan bu durum akıllarda tempo 
							düşürebilir. Kitlesel iletişimi, toplu çalışmaları, 
							grup faaliyetlerini etkiler ve gecikmeler, 
							isabetsizlikler, beklenmeyen durumlar ortaya 
							çıkabilir.  
							Modern iletişim araçları, teknolojik ve elektronik 
							konularda aksamalar, bozulmalar, arızalar artar. Bu 
							süreçte yeni bir aklınıza gelirse, sunacağınız bir 
							icadınız varsa veya birilerine akıl hocalığı 
							yapıyorsanız hiç tavsiye etmem. Anlama ve anlatmada 
							yanlışlıklar olması, sizin veya karşınızdakinin iyi 
							değerlendirememesi çok olasıdır. Yanlış 
							yönlendirmeler yapabilir sonradan üzülebilirsiniz. 
							Emekler boşa gitmesin, çabalarınıza yazık olmasın.
							 
							İdealleriniz için uğraşılacak, hedefi 
							tutturabilecek, düşüncelerinizi hodri meydan yapacak 
							zaman değildir. Beklentileriniz umduğunuz gibi 
							karşınıza çıkmayabilir. Çıksa bile siz iyi 
							değerlendiremiyor olabilirsiniz. Telaş etmeyin, 
							aklınıza her gelene kapılmayın ve biraz tatil yapın.
							
			 
							
							Nuran Tuncel'in Kova Burcu Yazısından Alınmıştır. 
							
							www.sufizmveinsan.com 
									
									27/01/2008 
							
         
        
        					30-Serdar 
							Turgut’u tebrik.. 
							
							
							 Sekiz 
							yıl tüm Ramazan ayı boyunca köşe yazdığım Akşam 
							gazetesinin genel yayın müdürü Sn. Serdar Turgut 
							İslam alemini yakından ilgilendiren iki olguya 
							öylesine parmak bastı ki, ilgililerin dudakları 
							uçukladı. (www.sufizmveinsan.com/haftanın 
							sohbeti böl.ne bknz) 
							Yazdığı makaleler (biri alıntı) dilin ve aklın 
							ürünüydü. Gerçek bu vesile ile çok çıplak bir 
							şekilde bir kez daha ortaya çıktı.  
							
							Benim diyen âlimlerin dahi 
							gıpta edebileceği konuların bu denli ustaca 
							açıklaması İslam âleminde adeta fırtınalar koparacak 
							cinsten. Kendisini tebrik ettim. Temennim aynı hızla 
							devamlılığını göstermesidir. Konuları yakınlık 
							duymanız gerekçesiyle siz okurlardan ricam ön 
							yargılı olmadan bendenize ait aşağıda link verdiğim 
							yazılara bir göz atmanızdır. 
							
							 
							
							Bilim Dini Etkiliyor 
							
							
							The Secret - Vehim Gücü 
							 
							
							
							Yol Ayrımı 
							
							Yön Tayini 
							
							
							Merkel'in minare çıkışı!
							 (Günün 
							Yorumunda; 211 no'lu yorum) 
							
							Bekleyiş
							
							
							 (Günün Yorumunda; 220 no'lu yorum)
							
							
							Ahmet F. Yüksel 
							
							
							
							www.sufizmveinsan.com 
							31/01/2008 
				
         
        		31-ALS 
			 
							 
							
							 Dünyaca 
				ünlü İngiliz bilim adamı Stephan Hawking, ülkemizde ise 
				Fenerbahçeli Sedat'la tanınan ALS, ilerleyen bir sinir sistemi 
				hastalığıdır. Amyotropic Lateral Sclerosis (ALS) aynı zamanda 
				Motor Nöron 
			 Hastalığı 
				olarak anılır. Hastalık, merkez Sinir sisteminde medulla 
				spinalis ve beyin sapı adı verilen bölgede motor hücrelerin (nöronlar) 
				kaybındanileri geliyor. Bu hücrelerin kaybı kaslarda zaaf ve 
				erimeye yol açıyor. Ayrıca erken ya da geç hareketin birinci 
				nöronu (piramidal yol) da hastalanıyor. Zihinsel fonksiyonlar ve 
				bellek ise bozulmuyor. Kaslardaki zayıflık ellerde ya da 
				bacaklarda ağız yutak bölgesinde ya da dilde başlayabilir ve 
				hastalık sürekli bir şekilde ilerleyerek yayılır. Bu yayılma 
				bülber alandaki kasları da tutabileceği için konuşma ve yutma 
				güçlüğüne neden olabilir. İleri devrelerde solunum 
				yetersizliğine yol açabilir. Genellikle erişkin yaşlarda (40-50) 
				ve erkeklerde kadınlara göre biraz daha fazla görülür. Sıklığı 
				100.000 de 1-1,5 civarında. (İnsidans) Daha genç ve daha ileri 
				yaşlarda da ortaya çıkabilir. Genellikle zayıf insanlarda 
				görüldüğü dikkat çekiyor..  
				ALS olusmasinda bir gen bozuklugu faktör olarak kabul ediliyor. 
							Özellikle 20. kromozomda bulunan süperoksit dismutaz 
				tip 1 genindeki bir mutasyon. Ama bu mutasyon ailevi ALS 
				vakalarinin yaklasik yüzde 20'sinde bulunabiliyor. Bunun disinda 
				da muhtemelen bildigimiz ve bilmedigimiz çesitli faktörler 
				vardır. 
							
							
							
							www.sufizmveinsan.com 
							03/02/2008 
			
         
        
        	32-ÖNEMLİ 
			AÇIKLAMA 
			
			Toplumsal yaşamda kimimizin ak dediğine, 
			diğerleri kara demekte ısrarlı. Üstelik bu da yetmiyor, birileri 
			fikirler yerine diğerlerini hayatını araştırmakta bulduğu, 
			yakaladığı olumsuz şeylerle onu suçlamakta, arkasından konuşmaya, 
			dedikodu yapmaya, çekiştirmeye, nifak sokmaya kararlı.   
			
			Doğrusu değiştirme ve yenilenme gücünü 
			bulamayan insanların yaptığı bu işlev son derece hatalı ve 
			kendilerine yakışmayan niteliktedir.  
			
			Bu itibarla unutulmasın diye ‘anımsatılan’ 
			ve topluma ulaştırılan mesajların
			
			www.sufizmveinsan.com yazarları ile uzaktan yakından bir ilgisi 
			bulunmamaktadır. Olumlu eleştirel yazılar dışında bireyleri tenkit 
			etmek ne yazarlarımızın ne de okurlarımızın hakkıdır.   
			
			Görülen lüzum üzerine bu açıklamayı yapmak 
			zorunda kaldığımızı ve  bu tip işlerle uğraşacak ahlâka sahip 
			olmadığımızı belirtiyor, her zaman olduğu gibi yapanları ise 
			şiddetle kınıyoruz.  
			
			Güliz Kapkın   
			 
			Genel 
			koordinatör-Okutman  
			
                                  
            http://sufizmveinsan.com 
			09/02/2008
				
			
                                   
			
         
        
        	33-İŞÇİ 
			GİBİ ÇALIŞAN BİR RASUL 
			
			
			 Rasulullah (s.a.v.) efendimiz Medine’ye ulaşınca ilk iş olarak 
			bir mescid/cami yapımını başlattı. Onun bu davranışıyla caminin 
			Müslümanlar için önceliği olan vazgeçilmez bir kurum olduğu 
			anlaşılmaktadır. Böylece Müslümanlar, kimseden izin almadan oraya 
			girecekler, ibadetlerini yapacaklar, İslam’ı öğrenecekler, 
			birbirleriyle görüşecekler, kardeş olduklarını anlayacaklardı. 
  Önce mescidin yapılacağı yerin bedeli arsa sahiplerine ödendi. Daha sonra 
			hızla yapımına başlandı. 
  Rasulullah, caminin inşasında kendisi de bir işçi gibi çalışıyor, 
			arkadaşlarıyla birlikte kerpiç taşıyordu. Bir taraftan da şunları 
			söylüyordu: 
  -Ey Rabbimiz! Yüklenip taşıdığımız çamurdan yapılmış şu kerpiç yükü, 
			Hayber’in hurma ve üzümlerinin bulunduğu yükten daha hayırlı, daha 
			temizdir. Şüphesiz gerçek hayır ve menfaat, ahretin ecir ve 
			sevabıdır. Allah’ım! Ensar ve muhacirlere merhamet eyle! 
  Bu mescidin temeli taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma 
			kütüklerinden yapılmış, üzeri de hurma dalları ile örtülmüştü. 
			Tavanına ise çakıl dökülmüştü. Böylece bu mescid, İslam sadeliğinin 
			bir sembolü olmuştu. Rasulullah’ın da yapımında çalıştığı bu mescide 
			Mescid-i Nebevi/Nebi mescidi denildi. 
  Mescidin yanına Rasulullah’ın barınması için odalar yapıldı. Rasulullah, 
			bir süre misafir olarak kaldığı Ebu Eyyûb Ensari Hazretlerinin 
			evinden buraya taşındı. 
  Mescidin avlusunda ve mescide bitişik olarak, yoksul ve kimsesiz 
			Müslümanların kalabilecekleri bir bölüm daha hazırlandı. Suffe 
			(gölgelik) denile ve üzeri hurma dallarıyla örtülü bölümünde kalan 
			bu Müslümanlar ashabı suffe denirdi. Duruma göre sayıları yetmiş ile 
			dört yüz arasında değişen bu insanlar iş bulduklarında çalışırlar 
			ancak daha çok ilimle uğraşırla, kuran ve hadis öğrenirlerdi. 
  Böylece bu mukaddes mescid, hem ibadet yeri olmuş hem de dini ve sosyal 
			bir merkez haline getirilmişti. Burası bir devlet merkezi olarak da 
			kullanılıyor, yabancı elçiler burada kabul ediliyordu. Yine bu 
			mescid ve avlusu yeri gelince mahkeme salonu oluyor, yeri gelince 
			askeri konular görüşülüyor; bazen merasim alanı, bazen de dini 
			sohbet yeri oluyordu. 
			
			Kaynak: Vakit 
			Gazetesi 
			
							
							  
							
                                  
            				http://sufizmveinsan.com 
			12/02/2008 
			
         
        
        	34-Şairi 
			çalmak 
			
			
			  Kanuni döneminin iyi şairlerinden olan Nureddin 
			Enverî, şiirlerinin taklit edilmesinden muzdarip imiş. Bir defasında 
			uzunca bir seyahate çıkar. Bir ara yolu Horasan’ın Belh kentine 
			düşer. Mürekkepçi unvanıyla anılan şair, kimseyi tanımadığı, 
			kimsenin de kendisini tanımadığı bu şehrin meydanında dolaşırken bir 
			kalabalık görür. Merak edip adamların arasına girer ve halkın 
			ortasında bir adamın şiir okuduğunu görür. Dinlemeye başlar. Duyduğu 
			mısralar onu şaşırtır. Çünkü derviş kılıklı adamın okuduğu şiirler 
			kendisinindir. Bir süre dinler. Gösteri bittikten sonra kalabalık 
			dağılır. Adama yanaşır ve usulca sorar: 
			
			-     
			
			Affedersiniz efendim, bu okuduğunuz 
			şiirler hep sizin yazdıklarınız mıdır? 
			
			
			   Adam bir an için afalladıktan sonra 
			toparlanır ve kendinden eminmiş gibi cevap verir: 
			
			-     
			
			Tabii benim yazdıklarım. Başka kimin 
			olabilir ki? 
			
			
			   Büyük şair, cesaretini biraz daha toplar 
			ve tekrar sorar: 
			
			-     
			
			Ben bunları Şair Enverî’ nin 
			sanıyordum. Siz onu tanır mısınız? 
			
			
			   Bunun üzerine adam, adamakıllı 
			kanatlanır: 
			
			-     
			
			Tanımak ne demek? Şair Enverî benim 
			zaten. 
			
			
			   Enverî mahzun bir şekilde boynunu büker 
			ve kendi kendine mırıldanır: 
			
			-     
			
			Şimdiye kadar şiirin çalındığını 
			duymuştum, ama doğrusu şairin çalındığını hiç görmemiştim.  
			
			
			( Tarihin Gülen Yüzü kitabından M. Nuri YARDIM)  
			
			
                                  
            				http://sufizmveinsan.com 
			14/02/2008 
			
			
         
        
        	35-Az 
			Uyuyan Çocuklar Şişmanlamaya Daha Yatkın 
			
			Auckland 
			Üniversitesi’nden Ed Mitchell’ in Yeni Zelanda’ da gerçekleştirdiği 
			bir araştırma, yeterli uyku almayan çocukların daha kolay 
			şişmanladıklarını gösterdi. Mitchell ile birlikte çalışan 
			araştırmacılar bu amaçla yedi yaşında 591 çocuğun uyku süresini 
			kontrol etmişler. Bu çocuklar ortalama olarak 10,1 saat uyuyorlar. 
			Araştırma sonucuna göre dokuz saatten az uyuyan çocuklar ya aşırı 
			kilolu ya da şişman. Yetersiz uyku şişmanlık riskini üç misli 
			arttırmakta. Bu etki hareket yetersizliği ve televizyon karşısında 
			geçirilen zamandan bağımsız olarak ortaya çıkmakta. Çocukların uyku 
			süreleri doğumdan hemen sonra, bir yaşından ve üç buçuk yaşından 
			sonra ve son olarak ta yedi yaşına geldiklerinde takip edilmiş. 
			Araştırma çerçevesinde uyku süresinin genelde hafta sonları, yaz 
			aylarında ve tek çocukta daha kısa olduğu görülmüş. Yetersiz uyuyan 
			çocuğun davranışları da daha dikkat çekici. Bilim insanları yeterli 
			uykunun çocuklar için çok önemli olduğunu vurguluyorlar. Okul öncesi 
			çocukları için 11-13 saat, okul çocukları içinse 10-11 saat uyku 
			önerilmekte. Daha önceki araştırmalar da yetişkinlerde yetersiz uyku 
			ve şişmanlık arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştu. 
			
			Kaynak: CBT/Bilim 
			
			
                                  
            				http://sufizmveinsan.com 
			16/02/2008 
			
			
         
        	
        
        	
        	36-Dr 
			Güçlü Ildız  Aramızda...  
			
			
			 1965 
			yılında, babamın 
			görevi nedeniyle bulunduğumuz Samsun'da doğmuşum. 1968 yılından 
			sonraki yaşantımın aralıklı olarak toplam 25 yılı Adana'da geçti. 
			1982 Adana Borsa Lisesinden mezun oldum. 1983 
			İTÜ Kimya Mühendisliği, 1984 
			ODTÜ Kimya Mühendisliği 
			bölümlerinde okudum. 1985 
			yılında
			Çukurova Ü. Tıp 
			Fakültesine girdim. 1992'de mezun oldum. Ardından 1 yıl süreyle anne 
			ve babamın memleketi Çankırı'da mecburi hizmetimi yaptım. 1998 
			yılında SB Ankara Hastanesinden Nöroloji uzmanlığımı aldım. Gazi 
			Ü.Tıp F. Nöroloji Bölümünde, Prof. Dr Erhan Bilir gözetiminde 3 ay 
			uzun süreli, uzun süreli video monitorizasyonlu EEG konusunda 
			çalışmalarım oldu. Psikiyatri rotasyonumu 5 ay süre ile Ankara 
			Numune Hastanesinde yaptım. Kısa dönem bedelli askerlik görevim 
			ardından sırasıyla Marmaris Devlet Hastanesinde 3 yıl, Antalya'da 
			bir özel hastanede 1 yıl, Elazığ Devlet Hastanesinde 1yıl ve 
			Elazığ’da kurucusu olduğum özel nöroloji ve psikiyatri dal 
			merkezinde 3 yıl çalıştım. 
			
			Nöroterapiyle, 
			2005 yılı sonuna kadar teorik olarak 
			çalıştım. Aynı yıl, Elazığ'dan ayrılarak, 
			İstanbul'da nöroterapi uygulamaları 
			yapan bir klinikte 4 ay çalıştım. Ardından aralıklı olarak Hollanda 
			ve İngiltere'de bulunan nöroterapi kliniklerinde, toplam 4 ay süreli 
			gözlemci ve uygulayıcı olarak çalıştım. İstanbul’da 
			bir özel hastanede kısa süreli 
			çalışmanın ardından, halen İstanbul, Osmanbey'de bulunan ofisimde 
			hastalarımı görmeyi sürdürüyorum.  
			
			İyi düzeyde İngilizce biliyorum. Evli, 2 
			çocuk babasıyım. 
			2008 yılı Ocak ayında “Ah şu beynimiz! Gözardı edilen tıbbi 
			gerçekler” adlı kitabım çıktı. 
			
			Asistanlık dönemime ait 2 uluslararası 
			olmak üzere toplam 9 adet bilimsel yayınım vardır. 
			
			2006 ve 2007 yıllarına ait toplam 12 ayrı 
			popüler dergide makalelerim yayınlanmıştır.  
			
			İletişim bilgileri: 
			Cumhuriyet Mah. Halaskargazi cd. No:241 Kat:1 Osmanbey, Şişli- 
			İstanbul   Tel: 0212 2410708 
			
			
			
			
			drgucluildiz@hotmail.com 
			
							
							
                                  
            				http://sufizmveinsan.com 
			17/02/2008 
			
         
        	
        
        	
        	37- 
			Rasûlullah 
			
			(s.a.v.) Efendimiz ve Zekat 
			 
			Rasûlullah Efendimiz, kendisine nübüvvet görevi verilmeden önce de, 
			çevresindekilere yardımda bulunan hayırsever bir insandı. Nitekim 
			Hz. Hatice’nin: “Sen, akrabanı gözetirsin, işini göremeyen 
			insanların işlerini üzerine alırsın, yoksula verirsin, misafirini 
			ağırlarsın, felakete uğrayanların yardımına koşarsın…” şeklindeki 
			sözleri de bunu göstermektedir. 
			Rasûlullah Efendimiz, nübüvveti döneminde de bu tür yardım ve 
			iyiliklerini artırarak sürdürdü. Üzerinde veya evinde para ve mal 
			bulundurmaktan hoşlanmaz, eline ne geçerse muhtaçlara dağıtırdı. O, 
			verebileceği ne varsa çekinmeden verirdi. Kimine para verir, kimine 
			yemek yedirir, kimine de elbise giydirirdi. Bazen alacağından 
			vazgeçerdi. Daha ilginç olanı da şudur: Efendimiz bazen birisinden 
			bir şey alır, parasını öder, sonra aldığı şeyi satıcıya hediye 
			ederdi. Mesela Cabir bin Abdullah’tan devesini kendisine satmasını 
			istemiş, o da kabul etmiş: Efendimiz devenin parasını ödemiş, deveyi 
			de Abdullah’a geri vermişti. Efendimiz bir defasında ikindi namazını 
			kıldırıyordu. Selam verdi, sonra acele ile kalkıp, cemaatin 
			omuzlarından atlayarak evine gitti. Halk telaşa düştü. Efendimiz 
			biraz sonra geri döndü ve merak içindeki cemaate şunları söyledi: 
			“Evde bir miktar altın ve gümüş vardı, bunları hatırladım; Allah’a 
			yönelmekten beni alıkoyar diye korktum da dağıtılmasını emrettim.” 
			Efendimiz hiçbir zaman zekât verecek kadar zengin olmamıştır. 
			Üzerine zekât düşecek kadar mal bırakmamış, ailesine yetecek 
			kadarını ayırdıktan sonra kalanını dağıtmıştır. Kendi ihtiyacı 
			olduğu zaman bile, elindekini başkasına vermiştir. Sahabeden 
			Cabir’in ifadesine göre. “Efendimizden bir şey istenip de “yok” 
			dediği asla vaki değildir; yani kimseyi boş çevirmemiştir.” 
			
							
							 
							
							
                                  
            				http://sufizmveinsan.com 
			19/02/2008 
							
         
        					
        
        					
        					38-Mira 
							yıldızının Gizi 
							
							‘’Cetus’’ 
							takımyıldızında yer alan Mira yıldızı, 1596 
							yılındaki keşfinden bu yana ilk kez 2007 yılında 
							gerçek yüzünü gösterdi. Ağustos ayında Mira’nın, 
							başka hiçbir yıldızda görülmeyen 13 
							ışık-yılı-uzunluğunda bir kuyruğu olduğu ortaya 
							çıktı.  Bu kuyruk morötesi ışıkta parlarken, 
							görülebilir spektrumda ışık üretmiyordu.  Bu 
							nedenle de yüzyıllardır tespit edilemiyordu. Şimdi 
							Mira’ nın bu özelliğini inceleyen astronomlar, bir 
							yıldızın nasıl öldüğünü ve ölürken arkasında 
							kuyruklu yıldıza benzer bir kuyruk bıraktığını 
							keşfetmiş bulunuyor.
							 
							
							Kaynak:CBT 
							
							
                                  
            				http://sufizmveinsan.com 
			21/02/2008   
							
							  
        					
        
        					
        					39- ANEVRİZMA 
							
							
							
							 Genel 
							olarak temiz kan taşıyan damarlara (arter) ait 
							genişlemeler anlaşılır. Anevrizmalar aort damarı 
							gibi çok geniş damarlarda oluşabildiği gibi, küçük 
							ve orta boy damarlarda da teşekkül ederler. 
							Anevrizmalar yapı itibarı ile damar duvarının 
							doğuştan zayıf olduğu noktalarda, genellikle de 
							damarın daha küçük dallara ayrıldığı noktalarda 
							oluşur. Damar duvarının zayıf olduğu noktada damar 
							içi basınç (tansiyon) nedeniyle her kalp atımında 
							damar duvarı zayıf noktadan dışarı doğru 
							bombeleşerek baloncuk oluşur. Baloncuk duvarı, 
							basınca dayanamadığı anda da patlar, patlama ya 
							kendiliğinden olur ya da eforla oluşur. Örn. öksürme, 
							ıkınma, cinsel temas gibi basınç artmasına neden 
							olan aksiyonlar. Etken olarak:Damar duvarındaki 
							yetersizlikler (Doğumsal), Arteriosklerotik  
							veya hipertansif değişiklikler, travmalar, 
							enfeksiyonlar sayılabilir. Hipertansiyon, Sigara 
							kullanımı ,oral Kontraseptifler (Doğum kontrol 
							ilaçları) kokain   ise risk faktörleri 
							oluşturmaktadır. 
							Anevrizmaların rastlanma oranı Amerika'daki 
							istatistiki verilere göre yüzbinde 6-10 arasında 
							bulunmuştur. Anevrizmaların tedavisi 
							cerrahidir. Ancak buradaki önemli olan nokta 
							anevrizmaya kanama 
							olmadan müdahele etmek, ya da hiç değilse birinci 
							kanamadan sonra hastanın genel durumu uygunsa 
							ameliyatını yapmak şarttır. Ameliyat, mikroşirürji 
							uygulanarak yapılmaktadır. Son yıllarda endovasküler 
							girişim de başarıyla uygulanmaktadır. 
							
							
                                  
            				http://sufizmveinsan.com 
			22/02/2008 
			
         
        	
        
        	40-Kara 
			Madde ile ilgili Veriler 
			
			Bu yıl astronomlar kara maddenin 
			varlığına ilişkin daha somut veriler elde ettiler. Hubble Uzay 
			Teleskopu’nun yardımıyla kara maddenin görünebilir kozmosun 
			şekillenmesinde oynadığı kritik rolü tespit edebildiler. ‘’Nature’’ 
			dergisinin ocak sayısında yer alan bir makaleye göre galaksiler 
			devasa kara madde bulutları içinde şekilleniyor ve bunlara bağlı 
			olarak yaşamını sürdürüyor. Kara maddelerin ayrıca evrenin en 
			büyüleyici nesneleri olan devasa kara deliklerin yaratılmasından da 
			sorumlu olduğu ortaya çıktı. İngiltere’ deki Durham Üniversitesi’ 
			nden Tom Theuns ve Liang Gao, bir bilgisayar modelinden yararlanarak 
			sıcak ve soğuk olarak bilinen iki tür kara maddenin evrenin ilk 
			yıldızlarının oluşumunu nasıl etkilediğini keşfetti. 
			Kaynak: CBT 
			
			 
			  
			
			
			http://sufizmveinsan.com 
			25/02/2008 
				
			
         
        	
        
        	41-“Ben, 
			annem adına sadaka verip,iyilik te bulunabilirmiyim?” 
			 
			Ebu Said el_Hudri şunları anlatıyor: 
			Bir sefer esnasında Efendimiz (s.a.v); “Fazla binek hayvanı olanlar, 
			olmayanlara versin. Fazla azığı olanlar, bulunmayanlara versin” 
			buyurdu ve sonra her çeşit mal için böyle söyledi. Bunun üzerine 
			kimsenin fazla mal saklamaya hakkı olmadığını anladık. Ebu Mes’ut 
			el_Bedri şöyle demiştir:  
			“Sadaka vermakle emrolunduğunuz zaman, bizler ücretle arkamızda yük 
			taşır, kazancımızdan sadaka verirdik. Bu ne güzel bir anlayıştır!”
			 
			Bir defasında Efendimiz (s.a.v): 
			“Bir dirhemin sevabı yüz dirhemi geçebilir.” Buyurdu. 
			Bunun üzerine orada bulunanlar: “Bu nasıl olur Ey Allah’ın Elçisi? 
			diye sordular.  
			Rasulallah şu cevabı Verdi: 
			“Bir kimse vardır, çok mala sahiptir; dolayısıyla malından yüz 
			dirhem sadaka verir. Bir başkasında da iki dirhem vardır, o da onun 
			bir dirhemini sadaka olarak verir.” 
			Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre bir kimse Hz. Muhammed’e gelerek: 
			“Annem ansızın vefat etti. Öyle zannediyorum ki, ölmeden once 
			konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Şimdi ben onun 
			adına sadaka verip iyilikte bulunsam, annem için sevap olur mu? Diye 
			sordu. 
			Peygamberimiz: “ Evet olur” diye cevap Verdi. 
							
							
                                  
            				http://sufizmveinsan.com 
			27/02/2008 
							
							
         
        					
        
        					42-
							Râsulullah, Hanımları Âlim ve Önder Olarak 
							Yetiştirdi.. 
  
			
			Râsulullah kendisini, hanımların 
			ve müminlerin anneleri ve rehberi olan Ümmü Seleme ve Hz. Ayşe’nin 
			yeteneklerini, zekâ ve muhakeme güçlerini, bilgilerini geliştirerek, 
			onları İslam toplumunun âlimleri ve önderleri olarak yetiştirdi. 
			Sahabenin ileri gelenleri yetersiz kaldıkları fıkhi ve ilmi 
			meselelerini Ümmü Seleme ve Hz. Ayşe’ye danışırlardı. Hz. Ayşe ile 
			Ümmü Seleme arasında Efendimizin rehberliğinde canlı bir ilmi 
			istişare sisteminin kurulduğunu görmekteyiz. Demek ki; Efendimiz 
			döneminde müminlerin anneleri ile sahabenin ileri gelenleri arasında 
			da aktif bir ilmi istişare bulunmaktadır. Aynı zamanda Ümmü 
			Seleme’nin ayet ve hadislerin yanlış anlaşılmasını önleyen ve 
			yapılan yanlışlıkları ortaya koyan Hz. Ayşe’nin yanında yer aldığı 
			ve ona destek olduğu anlaşılmaktadır. Ümmü Seleme’nin İslam kültürü 
			için son derece hayati önem taşıyan birtakım fıkhî meseleleri de 
			çözümlediğini görmekteyiz. O, Efendimiz’e vefat eden eski kocası Ebu 
			Seleme’nin çocuklarına zekât verip veremeyeceği hususunda soru 
			sorar. Rasûlullah ise ona Ebu Seleme’nin çocuklarına zekât 
			verebileceğini söyler. Bu noktada Ümmü Seleme, hanımların 
			zekâtlarını kimlere, nasıl vereceği konusundaki problemlere çözüm 
			bulur. Aynı zamanda Ümmü Seleme, Ramazan ayında cünüp sabahlayan 
			Müslümanların, o gün oruç tutamayacağı şeklindeki Ebu Hureyre 
			fetvasına karşı çıkar. Yanlışlık düzeltilir. Gusül abdesti alınıp, 
			oruca devam ettirildiğine dair bilgi verilir. Allah Rasûlu devrinde 
			kadınları ilgilendiren konularla yakından ilgilenen Ümmü Seleme, 
			Efendimizden sonra hanımlarla ilgili konularda fetva veren ve 
			görüşüne başvurulan önemli bir kimse haline gelir. Ahmet İbn Hanbel, 
			efendimizin ashabından bir gurup insanın Ümmü Selemeye başvurup 
			ondan hadis öğrendiklerini kaydeder. Bu genel ifadenin yanında 
			Abdurrahman bin Afv ve Hz.Ömer gibi büyük sahabilerin de ondan bazı 
			bilgiler aldıkları anlaşılmaktadır. İbn Abbas ve Ebu Hureyre, kocası 
			öldükten sonra doğum yapan kadının iddeti hususunda fikir ayrılığına 
			düşerler ve Ümmü Seleme’ye sorarlar. Ümmü Seleme bu konuda 
			Efendimizin uygulamasını söyleyerek fikir ayrılığını ortadan 
			kaldırır. Ümmü Seleme, Allah Rasûlu’nun ibadet ve dua hayatı 
			hakkında da değerli bilgiler sunmuştur.Ümmü Seleme, Efendimizin  
			“Rabbimiz ,kalplerimizi doğru yola hidayet ettikten sonra 
			eğriltme.Bize katından bir rahmet ver.Çünkü sen ikram edenlerin en 
			hayırlısısın” (Al-i İmran3/7) ayetini okuduğunda, “Ey kalpleri 
			evirip çeviren rabbim.Kalbimizi dinin üzere sabit kıl” diye duada 
			bulunduğunu rivayet etmiştir. 
							
							
                                  
            				http://sufizmveinsan.com 
			29/02/2008 
			
			
         
        	
        
        	43-Hasta 
			Ziyareti 
			
			   
			Hasta ziyaret eden kimse hem ziyaret ettiği kimseyi sevindirip 
			gönlünü alır, hem de cennet bahçelerinde geziniyormuş gibi manevi 
			değerini yükseltir. Efendimiz onun için şöyle buyurur: 
			
			   
			“Bir Müslüman, hasta olan bir Müslüman kardeşini sabahleyin ziyarete 
			giderse, yetmiş bin melek akşama kadar ona rahmet okur. Eğer 
			akşamleyin ziyaret ederse, yine yetmiş bin melek onun için sabaha 
			kadar istiğfar eder.” 
			
			   
			Yetmiş bin meleğin duasını almak, Allah’ım ne büyük saadet! Bir 
			mümin böyle bir fırsatı hiç kaçırmak ister mi? Yine Rasulullah şöyle 
			buyurur: 
			
			   
			“ Bir insan, bir hastanın hatırını sormaya giderse ona bir melek 
			şöyle seslenir: Sana ne mutlu! Ne güzel bir yolculuk yaptın. Kendine 
			cennette barınak hazırladın!”  Cennette bir ev, bir köşk sahibi 
			olmak… Ne büyük zenginlik… Yüce Rabbimiz bizim için ne bulunmaz 
			güzellikler hazırlamış… Yeter ki o güzelliklere giden yola girelim. 
			Enes İbni Malik (ra) der ki: Bir gün Efendimiz Aleyhisselam şöyle 
			buyurdu: 
			
			   
			“Bir kimse bir hastayı ziyaret ettiğinde Allah’ın rahmetine dalmış 
			olur. Hastanın yanında oturduğunda, ilahi rahmet onu kuşatır.” 
			
			   
			Bunun üzerine “Ya Rasulullah! Dedim. “Bu hastayı ziyaret edenin 
			kazandığı sevaptır. Ya hasta için ne var?” O zaman Peygamber 
			Efendimiz şöyle buyurdu: “Onun da günahları silinir.” 
							
							
                                  
            				http://sufizmveinsan.com 
			03/03/2008 
			
				
				
         
        		
        
        		44-Alkol 
				dertleri unutturmuyor 
				 
				Japonya'da yapılan bir araştırmada, alkolün dertlerin 
				unutulmasına yardımcı olmadığı belirlendi.  
				 
				Tokyo Üniversitesinden araştırmacılar, sanılanın aksine alkolde 
				bulunan etanolün unutmaya yardımcı olmadığını, aksine anıları 
				zihinde koruduğunu belirttiler.  
				
				Deney fareleri üzerinde yapılan 
				araştırmada, kafeslerine geri konmadan önce birkaç gün süreyle 
				hafif oranda elektrik şoku verilen farelerin kafesleri her 
				açıldığında ürktükleri tespit edildi.  
				
				Araştırmacılar, bu farelerin 
				tepkilerini incelemek amacıyla bir kısmına alkol verirken, diğer 
				kısmına serum verdi. Alkol verilen farelerdeki bu korkunun diğer 
				farelere göre ortalama iki hafta olmak üzere daha fazla sürdüğü 
				ortaya çıktı.  
				
				Söz konusu araştırmayı yapanlar, 
				"insanlar açısından ele alındığında bu durumun, alkol 
				alındığında kurtulmak istenilen kötü anıların daha fazla zihinde 
				kalacağını gösterdiği" yorumunda bulundu.  
				 
				Kaynak; 
				
				
				http://www.skyturkonline.com/news.jsp?newsId=70458&c=6  
							
							
                                  
            				http://sufizmveinsan.com 
			04/03/2008 
			  
			
			
         
        	
        
        	45-İşte 
			buna matematik derler. Üşenmeyin ve mutlaka deneyin.! 
			
			
			Ayakkabı numaranızı 5 ile çarpın. 
			
			
			Çıkan sonuca 50 ekleyin. 
			
			
			Çıkan sonucu 20 ile çarpın. 
			
			
			Çıkan sonuca 1007 ekleyin. 
			
			
			Ve son olarak doğum yılınızı çıkarın. 
			
			
			............. 
			
			
			Dört haneli bir sonuç bulacaksınız. 
			
			
			ilk iki rakam ayakkabı  numaranız, son iki rakam yaşınız. 
			
			
			Sonuç şaşırtıcı değil mi? 
			  
			
			
			http://sufizmveinsan.com 
			09/03/2008 
			
							  
							
								
								
         
        						
        
        						46-Sigara 
								İçimi Dünyada Birinci Ölüm Nedeni 
								
								Dünya Sağlık 
								Organizasyonu, bu yüzyıl içinde sigara içimi 
								nedeniyle bir milyon kişinin hayatını 
								kaybedeceğini gösteren araştırmayı açıkladı. 
								
								Sigara içimi 
								yüzünden altı dakikada bir, bir insan ölüyor. 
								Dünya Sağlık Organizasyonu’ na (WHO) göre 
								yirminci yüzyılda sigara içimi yüzünden yüz 
								milyon kişi yaşamını yitirmiş. Sigara içimi 
								engellenmediği takdirde yirmi birinci yüzyılda 
								bir milyar kişi ölebilir diye uyaran 
								organizasyon, sigara tüketimini azaltacak altı 
								önlemi de açıkladı. Bunlara yüksek vergi, sigara 
								reklamı yasağı ve sigara içenler için 
								bağımlılıktan kurtulma programları da dahil. 
								Araştırma için 179 üye ülkenin verileri bir 
								araya getirilmiş. Sayılar dünya nüfusunun 
								%99’unu içermekte. 
								
								Verilere göre 
								dünya genelinde bir milyarın üzerinde sigara 
								tiryakisi bulunmakta. Gelişmiş ülkelerdeki 
								tiryaki sayısı azalırken, gelişmekte olan 
								ülkelerde sigara içenlerin sayısı gitgide 
								artıyor. Araştırma sonuçlarına göre sigara 
								içenlerin %80’i gelişmekte olan ve az gelişmiş 
								ülkelerde yaşıyor. Sigara paketleri üzerindeki 
								uyarıları yeterli bulmayan yetkililer, 
								paketlerin üzerine sigara bağımlılığından 
								kurtulmak için yardımcı olacak kurumların 
								telefon numaralarının da yazılmasını 
								öneriyorlar. 
								
								Kaynak: CBT/Son 
								Araştırmalar  
							
							
                                  
            				
							http://sufizmveinsan.com 
							10/03/2008 
							
								
								
         
        						
        
        						47-Şefkat 
								eğitimi yaptıran bir Nebi 
								
								
								Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan 
								rivayet edildiğine göre bir adam geldi ve Hz. 
								Muhammed’e kalbinin katılığından yakındı. Hz. 
								Muhammed ona şu tavsiyede bulundu: 
								
								
								   “- Yetimin başını 
								okşa, fakiri doyur!” 
								
								
								   Kalp katılığı ya da 
								asli ifadesi ile kasvet, gafletten kaynaklanır. 
								Yetimin başını okşamak, insana ölümü ve ahireti 
								hatırlatır. Bu ise kalbi yumuşatır. Bilindiği 
								gibi ahlaki zaaflar zıtları ile tedavi edilir. 
								Kibir, tevazu ile tedavi edildiği gibi kalp 
								katılığı da şefkat ve rikkatle giderilebilir. 
								Herkes bir ümitsizi teselli etse, bir açı 
								doyursa, bir ağaç dikse, bir öksüzü korusa, 
								kanayan bir yarayı sarsa, kısaca çevresine 
								duyarlı davransa herhalde dünya cennet olur. 
								 Bir yetim gülüyorsa,  
								   Başına şefkat eli değdiğindendir.  
								   Bir yetim gülüyorsa, 
								  Toplum gülüyor demektir. 
								
								
								Tekrar edelim ki, şefkat ve 
								merhamet, Hz. Muhammd’in dilinde tatlı bir 
								müjde, gözlerinde ılık bir damla, elinde yaygın 
								bir ihsan ve iyilik olarak tecelli etmiştir. 
								Merhamet ve şefkatin tabii sonucu ve en belirgin 
								tezahürü  de bütün insanlığa yönelik iyilik ve 
								ihsandan ibarettir.  
							
							
                                  
            				
							http://sufizmveinsan.com 
							12/03/2008 
							
								
								
         
        						
        
        						48-Daha 
								Doğru ve Daha Duyarlı Virüs Testleri 
								
								Bugün bir 
								virüs testi, viral DNA büyütülmesiyle 
								gerçekleştirilir. Ancak ilk başta virüsün tanım 
								lanabilmesi için kritik bir sayıya ulaşmış 
								olması gerekir. Şimdi Iowa State 
								Üniversitesi’nden araştırmacılar, DNA’ yı rahim 
								boynu kanserine yol açan tek bir human papilloma 
								virüs (HPV) parçacığından bile tespit etmenin 
								yolunu buldular. Bilim ekibi smear testinden 
								alınmış örneği, DNA dizilimi kopyaları ile kaplı 
								bir mikroskop camı üzerine uyguluyor. Bu dizilim 
								HPV DNA’ sını tamamlayıcı bir nitelik taşıyor. 
								Örneğin içindeki herhangi bir HPV DNA’sı cama 
								yapışıyor. Daha sonra bilim adamları ikinci 
								dizilimin kopyalarını ilave ediyorlar. Bu da 
								HPV’ye yapışıyor ve floresanlı moleküle doğru 
								ilerliyor. Bu işlem varolan her HPV parçacığını 
								bir ışık noktası olarak ortaya çıkartıyor. Bu 
								yöntem bugünkü HPV testlerinden 10 ile 50 kez 
								daha duyarlı. Dolayısıyla enfeksiyonu daha erken 
								evrelerinde teşhis edilebiliyor. Bu sistem grip 
								virüsü için de kullanılabilir. 
								
								Kaynak: CBT/Bilim  
							
							
                                  
            				
							http://sufizmveinsan.com 
							13/03/2008 
							
							
         
        					
        
        					49-Kulak 
							Çınlaması 
			
							Kulakların 
							üstünde, şakaklarda yer alan beyin bölgesi; 
							işitmenin  
							merkezidir. Kulaklar birer ses alıcısıdır. Amaçları, 
							aldıkları sesleri en iyi biçimde beyine 
							ulaştırmaktır. Çünkü beyin alınan seslere anlam 
							kazandırır. Çünkü asıl işiten kulak değil, beyindir. 
							Kimi insanların az işitme nedeniyle kullandıkları 
							işitme cihazlarından rahatsız olduklarını ya da 
							kullanamadıklarını görürsünüz. Çünkü sorun, kulakta 
							değil beyindedir. 
							Yaşlı insanlara “işine gelmediğini duymaz” diye 
							takılırız. Nedeni; işlerine gelmediği için değil, 
							işitilen sesleri anlamadıkları içindir. Çünkü sorun 
							kulakta değil beyindedir. 
							Kulak çınlaması toplumumuzun sahip olduğu önemli 
							sağlık sorunlarından biridir. Kulak çınlaması, 
							işitme merkezinin duyarlı çalışma özelliklerinin 
							artmasıyla ortaya çıkar. Stres altında çalışma 
							özellikleri bakımından artan duyarlılıklar sonucu 
							gelişir. Örneğin stresli bir günde işitilen yüksek 
							volümlü bir ses, yıllar boyu sürecek çınlama 
							yakınmasını başlatabilir. Beyin duyarlı çalışmasına 
							neden olan önemli bir etken de kafa darbesidir. 
							Önemsiz gibi görünen şakak bölgelerine alınan bir 
							darbeden aylar sonra çınlama başlayabilir ve bir 
							ömür boyu sürebilir. 
							Günümüz sağlık uygulamalarında yapılan önemli 
							hatalardan biride, işitme ile ilgili her türlü 
							yakınmanın nedeninin kulakta aranmasıdır. Eğer kulak 
							ile ilgili yapılan testlerden bir sonuç çıkmıyor ise 
							ya da tadavilerden fayda göremiyorsanız o zaman emin 
							olunuz ki sorun beyindedir. 
							 QEEG 
							ile beyinde yer alan işitme merkezinin çalışma 
							özellikleri değerlendirilebilir, saptanan sorunlar 
							nöroterapiyle tedavi edilebilir. 
							Yan tarafta görülen QEEG raporunda, işitme 
							merkezinde (T3-T4) delta dalga etkinliğinde artış 
							gözleniyor. 
			
							  
			
							
                                  
            				
							http://sufizmveinsan.com 
							15/03/2008 
			
			
         
        	
        50-Dinozorlar 
			Sıcak Kanlı 
			
			Dinozor fosillerinin hep aynı 
			pozisyonda bulunması bugüne dek paleontologların açıklamakta 
			zorlandığı bir bilmece idi. Bu fosillerin pek çoğunda boyun, omurga 
			ve kuyruk hep geriye dönük şekildedir. Bugün bunu, veterinerler 
			modern zamanlardaki kuş ve memelilerin cesetlerinin durumuna bakarak 
			açıklayabiliyor. Veteriner Cyntia Marshall Faux’ a göre dinozor 
			fosillerinin bu şekli alması ‘’opisthotonos’’ denilen beyinciği 
			hedef alan bir darbeye bağlıdır. Opisthotonos’ un genellikle , 
			sürüngenlerde değil de kuşlar ve memeliler gibi sıcak kanlı 
			hayvanlarda görülmesi, dinozorların da sıcak kanlı hayvanlar olduğu 
			tezini güçlendiriyor. 
			
			Kaynak: CBT/Bilim 
							
							
                                  
            				
							http://sufizmveinsan.com 
							17/03/2008 
			
			  
			 
          
              
         
        
        
         
         
		
          
        
          
        
        
          							
			
			
			
          	
            |