1-
Fotosentez
Fotosentez ışık ve
karanlık evre olmak üzere 2'ye ayrılır. İlk evredemutlaka ışık
gereklidir.Fiziksel olaydır. Karanlık devre reaksiyonları ışık
olsa da olmasa da yürür. Karanlık devre reaksiyonlarının
gerçekleşebilmesi için mutlaka ışık reaksiyonlarının
gerçekleşmesi gerekir. Bitkiler ışıkta bir dizi reaksiyon
içeren fotosentez sonucunda oksijen gazı, glukoz ve bir
miktar
da su üretirler.
Solunum olayı bütün canlı hücrelerde sürekli devam eden bir
olaydır. Çünkü metabolizmanın devamı için gerekli olan enerji
solunumla üretilir. Yeşil bitkilerin karbondioksit çıkardığını
saptayabilmek için, sadece solunum yaptığı zaman seçilmeli.
Yoksa yeşil bitkiler çıkardığı CO2 yi (karbon dioksiti) aynı
zamanda fotosentezde kullanırlar. Kullanma olduğu için
karbondioksit açığa çıkmaz. Çünkü, fotosentez hızı solunum
hızından daha fazladır. Bunun için fotosentezin yapılmadığı bir
ortam seçilmelidir. Bu ortam karanlık ortamdır. Karanlık
ortamda fotosentez yapılamaz solunum ise devam eder. Solunum
sonucuda CO2 açığa çıkar.
Yani yatak odalarında bulunan bitkiler gündüz fotosentez yaparak
oksijen üretebilirken gece, karanlıkta karbondıoksit üretmekte
ve sizinle birlikte ortamdaki karbondioksiti arttırmaktadır.
15.11.2007
http://sufizmveinsan.com
2- Hidrosefali
Hidrosefali
beyinde normalde boşluk
ve kanallarda dolaşan
sıvının herhangi bir nedenle tıkanıp
dolaşımın engellenmesi yada sıvının
artmasına bağlı su
miktarının gitgide yoğunlaşarak beyin
dokusuna basınç yapmasıdır.
Kafatası hacmi sabittir
(bebeklerde büyüyebilir, sonra kemikler
kapanır) Bu sabit hacimde su miktarı artarsa
beyin dokusu azalacak ve azalma miktarına
gore de beyin ve beden fonksiyonları
yavaşlayacaktır. Önemli olan beyinde
zarar meydana gelmeden bu süreci
durdurabilmektir. Aksi takdirde zaten
hücreler ölmüş olur.
Hidrosefali anne karnında
bebek iken tesbit edilebilirse, ailenin de
onayı ile bebek alınabilir. Bazende çocukluk
yada erişkin dönemde çeşitli nedenlere bağlı
ortaya çıkabilir.(tümör,ateşli hastalıklar
v.s.) Bu takdirde tedavi sebebe yönelik
yapılmalıdır. Tedavi ihtimalleri ve başarı
şansı duruma göre değişir..
17.11.2007
http://sufizmveinsan.com
3-
Amilaz Enziminin Beynimiz Üzerindeki Etkisi
İnsan beyni çok
ilginç bir organ. Büyük ve karmaşık olduğu
kadar, bozulmaya çok yatkın. Beynimiz çok
fazla enerji harcayan çok işlevli bir makine
gibi. Bilim insanları beynimizin,
hominidlerin düşünce yetisini güçlendiren
bir çevrede yaşamış olduklarına bağlıyorlar.
Alet ve silah yapma ihtiyacını duyan
hominidler, bu işleri birlikte planlayarak
yerine getirmek zorundaydılar. Bunun için de
teknik ve sosyal zekaya ihtiyaçları vardı ki
evrim onlara uygun bir beyin sunmuştu.Diğer
teorilere göreyse, beynin evrimini
tetikleyen, toplum yaşamındaki gelişme ve
bunun için gerekli etkileşim ve anlaşma
yetisiydi. Kimi araştırmacılar ise beynimizi
zihinsel bir rekabetin sonucu olarak
görürler. Fakat şimdi yeni bir açıklama
getirildi. Antropolog Nathaniel Dominy’e
göre insan büyük ve güçlü beynini en başta
tükürüğüne borçlu. Kaliforniya Üniversite
bilim adamı çalışma arkadaşlarıyla birlikte
elli açık ve elli koyu tenli üniversite
öğrencisinden tükürük örnekleri ve mukoza
hücreleri almışlar. Tükürük örnekleri içinde
çok farklı miktarlarda amilaz enzimi
saptanmış. Amilaz enzimi nişastanın
parçalanmasında anahtar rolü oynar.
Ancak mukoza hücrelerinde bulunanlar çok
daha ilginç : Amilaz enziminin yapı tarifini
üreten AMY1 geninin on beş kopyası .
Anlaşıldığı üzere , ne kadar çok AMY1 geni
bulunursa o kadar çok enzim üretilmekte.
Araştırmacılar ayrıca şempanzelerde bu
genden sadece iki kopya bulunduğunu da
saptamışlar. Bu nedenle şempanzeler nişasta
açısından zengin olan besinlerden uzak
durarak daha kolay sindirilebilen meyveleri
tercih ediyorlar. Dominy ve arkadaşları
beslenme biçimi ve kalıtım arasında bir
ilişkinin bulunduğunu görmüşler. Mesela
Sibirya’ da yaşayan ve daha çok avcılık ve
balıkçılıkla geçinen Yakutlarda, bol
miktarda pirinç tüketen Japonlara kıyasla
daha az ZMY1 kopyası bulunmakta.
Kaynak : CBT
19.11.2007
http://sufizmveinsan.com
4- DOWN Sendromu
İlk olarak 1866 da John Down tarafından "özel
bir zeka geriliği" olarak tanımlanmış,
bebekler mongol ırkına benzer çekik gözleri
nedeni ile Mongolizm-mongol bebek olarak
adlandırılmıştır. Ancak Asyalı bilim
adamlarının baskısıyla down sendromu
kullanılmaktadır.
Baştan beri genetik olduğu düşünülmekle
birlikte ancak gen haritalarının
çıkarılabildiği 1959 yılında kromozom
anormalliği olduğu tesbit edilmiştir.
İnsanlarda en sık görülen kromozom anomalisi
türüdür yaklaşık 700 bebekten biri downdır.
İnsan 46 kromozom
içerir. Down lılarda 21.kromozom üç
tanedir.(normalde bir anneden bir babada iki
olmalı) bu nedenle Trisomi 21 de denir. Bu
hücresel düzeyde anormallik bebek vücuduna yansıdığında Down sendromu ortaya
çıkar.
Tipik bir yüz görünümü vardır baş nisbeten
ufak ense kısa ve geniş burun kökü yassı
kulaklar normalden düşük seviyede gözler
ayrık ve çekik dil ağıza göre büyük ve
dışarı taşmış şekildedir. Ense cildinde
genellikle boğumlar vardır.Tonus (vücut
gerginliği) düşük, parmaklar
kısa-tombul,avuç içlerinde Simian çizgisi
denilen tek bir çizgi vardır. Serçe parmak
genellikle içe kıvrıktır. Kalp hastalıkları
sıktır. Lösemi riski yüksektir ancak en
önemlisi bariz zeka geriliğidir. Zeka
bebekler arasında değişiklik gösterebilir
ancak özel merkezlerde kısmen eğitilebilir.
23.11.2007
http://sufizmveinsan.com
5-
Hapşırma
Hapşırma,
ani, irade dışı, sesli bir şekilde ağızdan ve burundan nefes
vermektir. Hapşırma burun kanallarındaki sinirlerin uyarılması
sonucu oluşan bir reaksiyondur. Hava burnun dar
kanallarından türbülans oluşturarak geçerken hem ısısı ayarlanır,
hem de içindeki toz burada filtre edilir. Burundaki sinirlerin
uyarılmasının nedenleri değişiktir. En çok alerjik etkilenmedir
ama toz, duman, parfümler hatta aniden ışığa bakma gibi başka
birçok nedenleri daha vardır. Burnumuzdan önce bir salgı gelir.
Bu salgının ardından beyine giden uyarı sonucunda baş ve
boynumuzdaki kaslar uyarılarak ani nefes boşanması olayı yaşanır.
Ses tellerinin olduğu bölüm önce kapanır ve buradaki havanın
basıncı iyice yükselir. Sonra aniden açılarak hava yüksek bir
sesle dışarı verilir.
Tabii beraberinde burnumuzdaki toz gibi yabancı maddeler ve
soğuk algınlığı yaratan mikroplar da. Ancak tıp bilimi hapşırma
ile yayılan mikropların, patojen olanın bulaşıcı olduğunu
saptamış
bulunmaktadır. Uyku sırasında özellikle rüya safhasında sinir
sisteminin bazı elemanları kapalı olduğundan normal şartlarda
hapşırma olmaz. Uyarı çok kuvvetli ise olabilir ama anında
uyanılır.
Hapşırırken gözlerinizi açık tutamazsınız.
26.11.2007
www.sufizmveinsan.com
6-
Depremi Saniyeler Önce Haber Veren Sistem
Japon
Meteoroloji Dairesi’ nin desteğiyle yıllar
süren bir çalışmanın ardından geliştirilen
sistem dünyada bir ilk. Sistem, tehlikeli
sarsıntılar öncesinde meydana gelen ve
kayıtçılara ulaşan ilk sarsıntılar olan
P-dalgalarını ölçüyor.
Asıl depremden saniyeler önce alınan sinyal
ağır hasarları ve ölümleri önleyebilecek.
Sonuçta birkaç saniyelik bu sürede atom
reaktörleri, vinç kuleleri ya da hızlı trenler
durdurulabilir. Bir elektronik kuruluşu, gazı
otomatik olarak kesen ve (kırılan camların
içeri düşmesini engellemek için) perdeleri
kapatan bir ev alarmı üretti. Tokyo
Üniversitesi Güvenlik Uzmanı Kimiro Meguro’ ya
göre on saniye öncesinden alınan deprem
uyarısı bile kurban sayısını % 90
azaltabilecek. Tabii sistemin etkili
olabilmesi insanların o anda nasıl
davranmaları gerektiğini bilmelerine bağlı.
Herkes bu kısa süreyi en iyi şekilde
değerlendirmeyi öğrenmeli diyor Meguro.
29.11.2007
Kaynak :
CBT
7-
PNÖMOKOK
Üst
solunum yolları normal florasında bulunan mikrop çeşididir.
Halk arasında zatürre denilen hastalığa neden olur.
Özellikle çocuklarda, yaşlılarda
(65yaş üstü), kronik hastalarda(diyabet,
siroz alkolizm,
kardiovasküler
hastalıklar), bağışıklık sorunu olanlarda hastalık görülme riski
yüksektir ve aşılanmaları gerekir.
Sağlık bakanlığı istatistiklerine göre her yıl Türkiye de 90.000
zatürre vakası görülmekte ve yaklaşık 2500 kişi hayatını
kaybetmektedir.
Bu hastalıktan aşı vasıtası ile korunmak mümkündür tek dozu
5 yıl süre ile bağışıklık sağlamaktadır.
08 .12.2007
http://sufizmveinsan.com
8-
Norveç Dünyanın İlk Tuz Santralını Kuruyor
Norveç’
teki Statkraft şirketi dünyada ilk kez tatlı
ve tuzlu arasındaki basınç farklılıklarıyla
enerji elde edilmesine izin veren tuz
santralını kuruyor. Tuzdan enerji elde etme
yöntemi doğal osmoz sürecine dayanıyor.
Tatlı su bir diyafram üzerinden tuzlu suya
geçerek bir basınç yaratıyor. İşte bu
basınçtan elektrik üretimi için
yararlanılacak. Kuruluşun yaptığı açıklamaya
göre on yıllık bir araştırmanın ardından
nihayet bir prototip kurulacak. Tuzdan
enerji elde etme yöntemiyle Norveç’ in
elektrik ihtiyacının yüzde onu
karşılanabilecek. Ülke şu anda enerjisinin
neredeyse tümünü barajlardan elde ediyor.
Kaynak :
CBT
10.12.2007
www.sufizmveinsan.com
9-
Amputasyon
Amputasyon
bir uzvun (kol, bacak, parmak, ayak gibi) bir kısmını veya tamamını,
tıbbi gereklilik nedeni ile cerrahi olarak kesme işlemine denir.
Damar hastalıkları, trafik kazaları, iş kazaları, tümörler,
kronikleşen mikrobik hastalıklar, doğumsal anomaliler, yanıklar ve
şeker hastalığına bağlı, daralmış olan damarlarda kan dolaşımı
azalır.
Beslenemeyen, oksijenlenemeyen doku giderek bozulur, ölmeye başlayan
bu alan soluklaşır ve soğur. Deride ülserler dediğimiz yaralar çıkar.
Olay birbirini tetikleyerek kısır-döngü haline gelir. Damarların
açılması için hasta dokunun debridmanı, yani temizlenmesi, serumlar,
hiperbarik oksijen tedavisi uygulanması gerekir.
Bütün bunlara rağmen hastatedavi olmazsa, nekroz denilen ölü dokuya
veya kangrene çevrilir. Bu durumda, hastayı kurtarmak ve ölü dokunun
ilerlemesini önlemek amacıyla hasta olan uzvun sağlam bölgeye kadar
kesilmesine karar verilir.
Sonrasında ise rehabilitasyon ile tedavi devam eder. Rehabilitasyon
ekibi: fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanı, ortopedist,
fizyoterapist, ortez ve protez teknisyeni, terapist, psikolog,
sosyal hizmetler uzmanı ve aileden oluşmaktadır. Öncelikle hastanın
yaşı, mesleği, cinsiyeti ve amputasyon nedeni göz önünde
bulundurularak,kesilecek uzvun seviyesi tayin edilir.
12.12.2007
http://sufizmveinsan.com
10-
Kuş Gribi Virüsü
Değişim Geçirdi
Kuş gribine
neden olan H5N1 virüsü son bir araştırmaya göre mutasyon geçirerek
insanlara daha kolay bulaşacak hale gelmiş. Wisconsin-Madison
Üniversitesi’nden Yoshihiro Kawaoka’nın Pathogens dergisindeki
yazısında virüsün sıcaklık toleransının değiştiği vurgulanmakta.
Kuşların beden sıcaklığı 41, insanlarınki 37 derecedir. Ancak
virüsün giriş yeri olan burnumuz ve boğazımızdaki sıcaklık sadece 33
derecedir. Bu nedenle kuş gribi insanın ağzı ve boğazında çok iyi
çoğalamıyor. Fakat son olarak saptanan mutasyon şimdi virüsün daha
düşük sıcaklıklarda da hayatta kalabildiğini gösteriyor diye
açıklıyor Kawaoka. Bununla birlikte değişim, dünya genelinde bir
salgına neden olacak kadar büyük değil. Ayrıca olası bir salgın için
virüsün ne kadar değişmesi gerektiği de henüz bilinmemekte. Kuş
gribi hayvandan hayvana veya hayvandan insana bulaşmakta. Bilim
insanları virüsün değişim geçirerek büyük bir salgına yol açmasından
endişeleniyorlar. Virüs 2003 yılından bu yana 330 kişiye bulaştı ve
bunlardan 201’i yaşamını yitirdi.
Kaynak: CBT
14.12.2007
www.sufizmveinsan.com
11-
Acı Kaybımız
NOKTANIN SONSUZLUĞU eserinin müellifi
LÜTFİ FİLİZ; dün Hakkın Rahmetine kavuştu... Cenazesi bugün (15
Aralık 2007) ikindide Karacaahmet Kabristanı Camiinde kılınacak
namazdan sonra ;İZMİR-TİRE de defnedilecektir...
(Oğlu AZİZ ŞENOL FİLİZ: 0542 2523669)
www.sufizmveinsan.com
15/12/2007
12-
REFLÜ
Reflü,
asitli mide içeriğinin yemek borusuna
gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek
borusunun asitten kendini koruma özelliğinin
kaybolmasından kaynaklanır. Reflü hastalığı,
asitli ve/veya safralı mide içeriğinin yemek
borusuna gelmesi ve uzun süre temas
etmesiyle yemek borusunun kendini asitten ve
safralı mide içeriğinden koruyamaması
nedeniyle oluşur. Erişkinlerin %20'sinde
reflü hastalığı görülmektedir.
Mide içeriği belirgin derecede asittir. Geri
akım daha ilerden yani onikiparmak
barsağından mideye doğru ise mideden yukarı
çıkan içerik hem asit hem de safra içerir.
Alkali özellikli olan safra da mide asidi
gibi yemek borusunun tahrişine neden olur..
Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin
yemek borusuna geçişini engelleyen bir kapak
mekanizması vardır. Reflü hastalarında en
sık görülen özellik bu mekanizmanın
gevşekliğidir. Bu durum genellikle mide
fıtığıyla birlikte görülür. Mide boşalım
bozukluğu ya da bozulmuş yemek borusu
hareketi bu hastalığı tetikleyen diğer
nedenlerdir. Reflü kronik bir durumdur ve
bir defa başladığında genelde hayat boyu
devam eder. Reflünün yemek borusunda yol
açtığı hasar (özofajit) da kronik bir
durumdur. Tedaviye başlandığında yemek
borusu iyileşse dahi tedavi bırakıldıktan
birkaç ay sonra tekrar aynı duruma gelir.
Reflu özellikle gece olur çünkü yutkunma
durur, tükrük salgısı ve yerçekimi etkisi
azalır. Bu yüzden asid gece yemek borusunda
daha uzun süre kalır ve daha fazla zarar
verir.
Bazı durumlar insanlarda daha fazla reflüye
yol açar. Gebelik
bunlardan biridir. Obezite ise en önemli
tetikleyicidir.
www.sufizmveinsan.com
17/12/2007
13-
Korku Genleri ve Hastalıkları
300 hastanın kalıtımını inceleyen Max-Planck
Psikiyatr Enstitüsü araştırmacıları, ağır
panik atak ve agorafobi yaşayanların
12.kromozomları üzerinde belli başlı bir gen
varyantının tekrarlandığını buldular.
Susanne Lucae’ nin açıklamasına göre bu gen,
her şeyden önce bellek süreçlerinde ve
ağrıların algılanmasında etkili olan bir
enzime bilgi taşıyor. Söz konusu varyantlar
manik depresif bozukluklarda da görüldüğü
için, araştırmacılar bazı genlerin hem
korkuya bağlı hastalıklarda hem de affektif
bozukluklarda etkili olduğunu düşünüyorlar.
Bunların dışında üç ‘’korku geni’’ daha
bulunmuş. Hastalık genlerini bildiğimizde
uzun vadede yeni ilaçlar geliştirip
hastalanmaya yatkın olan insanları daha iyi
tedavi edebiliriz diyor Lucae. Anlaşıldığı
üzere korku hastalığına yakalanma olasılığı
ve hastalığın ağırlık derecesi çeşitli
genlerin karşılıklı etkisine bağlı.
Kaynak: CBT
20/12/2007
14-
Ozon Deliği Üçte Bir Oranında Küçüldü
Son ölçümlere göre ozon deliği geçen yıla
kıyasla yüzde otuz daha küçüldü.
Avrupa Uzay Ajansı ESA’ ya göre 2007’deki
ozon kaybı en fazla 27.7 milyon ton
civarında olacak, oysa geçen yılki kayıp 40
milyon ton olarak ölçülmüştü. 24,7 milyon
kilometrekare büyüklüğündeki ozon deliği
yaklaşık olarak Kuzey Amerika’nın yüzölçümü
kadar. Ozon deliği tam olarak Güney Kutbun
üzerinde bulunmadığı için, içindeki gazlar
daha sıcak havayla karışmış, dolayısıyla da
ozon kaybı sürecini frenlemiş. Çünkü ozon
sadece düşük ısılarda indirgenmekte. Bununla
birlikte ozon kaybında deliğin genişlemesi
dışında ozon kaybı sınırının yüksekliği de
önem taşımakta. Geçen on yıllarda
stratosferdeki ozon tabakası yılda %0,3
oranında inceldiği için, dünya daha fazla UV
ışını aldı.Ozon tabakasının incelmesinden
özellikle de FCKW (Flüor klor hidrokarbon)
gibi kimyasallar sorumlu tutulmakta.
Endüstride kullanılan bu kimyasallar
atmosferdeki varlıklarını on yıllar boyu
koruyabiliyorlar.
Kaynak: CBT
21/12/2007
15-
Karıncalanmanın Nedenleri
Soru : Özellikle kollarda ve bacaklarda hissedilen
karıncalanmanın nedeni nedir?
Yanıt : Kaynak : New Scientist 14 Temmuz 2007
Bilimsel ismi parestezi olan iğnelenme/karıncalanma,
genellikle en çok bacaklarda ve kollarda duyulan ve periferik
sinirlerdeki ya da santral sinir sistemindeki fonksiyon
bozukluğundan ileri gelen anormal duyumlardır. Bunlara örnek yanma,
karıncalanma, uyuşma, iğnelenme. En sık görülen nedeni duyusal
sinirlerin sıkışmasıdır. Böylece sinir beyne duyusal bilgiyi
gönderemez. Bu daha çok sinirin vücudun yüzeyine ve kemiğin tam
üzerine yakın geçtiği bölgelerde görülür. Örneğin dirseğin üzerinden
geçen ‘’ulnar’’ sinirinin sıkışması ellerde karıncalanmaya yol açar.
İnsanların sabahları karıncalanma hissi ile uyanmalarının nedeni
yüzeysel bir sinirin üzerine yatıp sıkışmasına yol açmalarıdır. Daha
az görülen bir nedeni ise anormal plazma kalsiyum düzeyidir.
Özellikle tiroid ameliyatlarından sonra görülen düşük kalsiyum,
genel olarak ellerde karıncalanma yaratır. İğnelenmenin bir nedeni
de Hipervantilasyon’dur (fazla derin ve uzun süreli solunum)
Hipervantilasyon, kanı daha alkalin hale getirerek hücrelerin içine
kalsiyumu iter ve plazma kalsiyumunu düşürür. Ayaklarda görülen
iğnelenme, kontrol altına alınmamış şeker hastalığındaki sinir
hasarının bir işaretidir. Parestezi ayrıca kronik de olabilir. Yaşlı
insanlarda dolaşım bozukluğu yaygındır. Ayrıca ateroskleroz ve damar
hastalıklarında da görülür. Yetersiz kan ve beslenme eksikliği
durumunda sinir hücreleri görevini gerektiği gibi yapamaz. İşte bu
nedenle parestezi, yetersiz beslenme ve diyabet/hipotiroidizm gibi
metabolik hastalıkların da belirtisi olabilir. Karıncalanmanın daha
sinsi bir nedeni de inme ve multipl skleroz (MS) veya motor nöron
hastalığı gibi bazı nörolojik hastalıklardır.
Kaynak:
CBT
24/12/2007
16-
Yüzde Yüz Yapay Kornea Üretildi
Fraunhofer Uygulamalı Polimer Araştırmaları
Enstitüsü bilim insanları tamamen yapay bir
kornea üretmeyi başardılar. Yapay saydam
tabakanın klinik deneyleri 2008 yılında
başlayacak. Yapay korneanın temeli, piyasada
bulunabilen, suyu çekmeyen ve üzerinde
hücrelerin büyümediği bir polimerden
oluşmakta. Yapay kornea üretimindeki en zor
nokta, istenilen bölgelerde hücrelerin
büyümesini sağlamak. Diğer yandan da bunları
engelleyebilmek. Bu nedenle implantların
üzerleri özel olarak kaplandıktan sonra
korneanın kenarına özel bir protein
aşılanmakta. Doğal saydam tabakanın
hücreleri bu proteinin üzerine
yerleşebilecek. Araştırmacılar, böylece
kornea implantının doğal saydam tabakanın
parçasıyla neredeyse tamamen
bütünleşeceğini, buna karşın ortasında
hiçbir hücrenin barınamayacağını
söylüyorlar. Ayrıca proteinin, yapay
korneanın kimyasal termik sterilizasyonundan
da zarar görmemesi gerekiyor. Üretimdeki
diğer bir zorluk da yapay korneanın ön optik
kısmının kaplanmasıydı diyor araştırmacılar.
Bu bölge, sadece yedi nanometre kalınlığında
olan ve yerinden ayrılmayan diğer bir
polimerle kaplanmış. Suyu seven polimer,
sürekli gözyaşı sıvısıyla örtülürken, yapay
korneanın iç kısmının steril kalması
gerekiyor. Şimdilik tavşanlarda başarıyla
test edilen yapay kornea önümüzdeki yıl
insanlara da aktarılacak.
Kaynak:
CBT
27/12/2007
17-
DNA- Enzim
İlişkisi İlk Kez Görüntülendi
Bir protein ve
DNA dizgisi arasındaki ilişki ilk kez nano
ölçekte filme alındı. Koruyucu bir enzim
virüsün DNA’ sına bağlanarak, dizgiyi belli
bir yerden kırıyor. Elde edilen görüntünün
kanser araştırmalarında önemli gelişmelere
yardımcı olabileceği düşünülmekte. Bilim
insanları ilk kez proteinlerin, bozulmuş
DNA’ yı ne şekilde onarabildiklerini gördü.
İngiltere’ deki BBSRC (Biological Sciences
Research Council) kurumu tarafından
gerçekleştirilen araştırma , ilk kez
proteinler ve DNA arasındaki ilişkiyi
‘’canlı’’ olarak gösteriyor. Bu film dünyada
sadece üç örneği bulunan ve ‘’Fast -Scan
Atomic Force Microscopy’’ (hızlı tarayan
atomik kuvvet misroskopi) tekniğiyle
çekilmiş. Standart fim teknolojileriyle nano
ölçekte sadece sekiz dakikada bir görüntü
elde edilebilmekte. Oysa yeni teknolojiyle
saniyede iki görüntü alabiliyoruz diyor
araştırmayı yöneten Robert Henderson. Film,
bir virüsün kendisine bulaşmaması adına
dizgiyi kırmak için virüsün DNA’ sına
yapışan bir bakteri enzimini gösteriyor.
Enzimin bir ilmekle virüsün DNA’sına
bağlandığı açıkça görülmekte. Bu malzemenin
yardımıyla bilim insanları enzimlerin,
kırmak zorunda oldukları DNA’ yı ne şekilde
tanıdıklarını öğrenmeye çalışacaklar. Yeni
bilgiler öte yandan proteinlerin bozuk
DNA’ları ne şekilde onardıklarını öğrenmek
açısından da önemli. Bazı kanser türleri
DNA’nın kırıldığı ama enzimlerin dizgiyi
doğru dürüst onarmadıkları bölgelerde
oluşmakta.BBSRC araştırmacıları tarafından
çekilen film
www.bbsrc.ac.uk/
adresinde izlenebilmekte.
Kaynak:Nilgün
Özbaşaran Dede/ CBT
29/12/2007
18-
Anorexia nervosa
Daha
çok ergenlik çağındaki genç kızlarda görülen
anoreksiya nervoza tedavi edilmediğinde ölüm
oranı yüksek olan ve yaygınlığı giderek
artan bir hastalıktır. Normal sayılan bir
vücut ağırlığına sahip olmayı kabul etmeme,
şişmanlamaktan aşırı korku, beden
algılamasında bozukluk ve adet görmenin kesilmesiyle
karakterli bir yeme bozukluğudur. Hastalar
vücut ağırlığınınartmasını engellemek için
zorlu egzersizler (yürümek, bisiklete
binmek, yüzmek vb.) ve sıkı diyet uygular.
Buna bağlı olarak ortaya çıkan ağırlık
kaybını takib eden yaklaşık 1.5 yıl içinde
hastaların %30-50'sinde aşırı yeme atakları
ortaya çıkar. Hastalar şişmanlamaktan aşırı
korktuğu için, yeme ataklarından sonra
kendini kusturma, barsak ve idrar boşaltıcı
ilaç kullanma ihtimali vardır. Bu nedenle
anoreksik hastalar, diyet kısıtlaması
uygulayan kısıtlanmış tip ve yeme
ataklarının olduğu bulimik tip olarak iki
alt tipe ayrılmaktadır.Gerek diyet
kısıtlaması uygulayanlar, gerekse aşırı yeme
atakları olanlar zayıf kalmaya aşırı gayret
gösterir karbonhidrat ve yağ içeren
yiyeceklerden kaçınırlar.
Az yemek yemelerine rağmen yemeği hazırlama
ve pişirmeyle obsesif şekilde uğraşırlar.
Yemek yemeleri törenseldir. Anoreksiya
nervoza ile birlikte depresif belirtiler
sıkça görülmektedir. Hastalığın başlangıcı
sıklıkla stresli bir olay ile birliktedir.
Orta ve yüksek sosyo-ekonomik sınıflarda,
zayıf kalmanın desteklendiği mankenlerde ve
balerinlerde daha sık oranda anoreksiya
nervoza'nın görüldüğü bildiriliyor.
www.sufizmveinsan.com
31/12/2007
19-
Hücre Kültüründen Yeni Grip Aşısı
Almanya’ daki Novartis ilaç
kuruluşunun yeni fabrikasında hücre kültürlerinde virüs üretimine
dayanan bir yöntem geliştirildi. Yeni yöntemle elde edilen virüsler
zararsız hale getirildikten sonra aşı olarak kullanılabiliyor. Grip
aşısı için gerekli virüsler şimdiye dek zahmetli bir biçimde tavuk
yumurtalarından üretiliyordu. ‘’Optaflu’’ olarak adlandırılan aşı
için gerekli izin verilmiş. Yeni yöntemde ilk önce virüslerin
besleyici maddesi yani hücre kültürü üç ayrı biyolojik reaktörde
üretilmekte. İkinci aşamada hücrelere virüs aşılandıktan sonra
virüsün etkinliği durdurulmakta. Ve en sonunda ürün temizlenmekte.
Reaktör, hortumlar, santrifüj ve ölçüm aletleriyle tamamlanan işlem
bir milimetrelik besleyici madde ile başlıyor; bu madde işlem
sırasında binlerce litre sıvıya ulaşıyor ve araştırmacılar otuzuncu
günde on litre saf aşı maddesi (antijen) elde ediyorlar. Virüs
parçacıklarından oluşan aşı maddesi gribe neden olmadan bağışıklık
sistemini etkinleştirmekte. Yeni yöntem özellikle de grip salgını
için büyük bir avantaj olarak kabul edilmekte. Mesela kuş gribi
insanlara bulaştığında, tavuklar çoktan ölmüş olacaklar. Dolayısıyla
da aşı için gerekli hammaddeyi bulmak da imkansız hale
gelecek.Kuruluş fabrikanın 2009 yılında tamamen işler hale
gelmesiyle, sekiz milyon doz grip aşısı yerine kırk milyon doz
üretmeyi hedefliyor.
Kaynak: CBT
02/01/2008
20-
D Vitamini Her Derde Deva
Yıllardır
yalnızca kemik oluşumunu destekleyen ve güçlendiren bir vitamin
olarak tanınan D vitamininin, vücutta yeterli miktarda bulunmaması
durumunda kanser, tüberküloz, şizofreni, MS, kalça kırıkları ve
kronik ağrılar gibi çok sayıda hastalığa davetiye çıkarttığı ortaya
çıktı. Son yapılan araştırmalar, insan hücrelerinde (yalnızca
bağırsak ve kemik hücrelerinin değil) D vitamini reseptörü bulunduğu
ve bu vitaminin vücudun genel sağlığı için gerekli olduğunu ortaya
çıkarttı.
Kaynak: CBT
04/01/2008
21-MS
(Multipl Skleroz)
MS,
genellikle gençlikte başlayıp yaşam boyu
süren bir beyin ve omurilik hastalığıdır.
Bulaşıcı değildir, ölüme neden olmaz. Bazı
kişilerde kalıcı özürler oluşturabilir. Bazı
kişilerdeyse kişinin kendisinin bile ayırt
edemeyeceği kadar hafif sorunlara neden
olacak şekilde sınırlı kalır. Bedenin her
yerinde, çoğunlukla gelip geçici olan bir
çok bulgu yaratabilir. MS hem kadınlarda hem
de erkeklerde ortaya çıkan bir hastalıksa
da, MS'li kadınların sayısı erkeklerden
nerdeyse ikikat fazladır. Sosyoekonomik
düzeyi yüksek ve şehirli olanlarda daha
sıktır. Beyindeki nöronların gövdelerinin
bir arada yığın halinde bulunduğu bölgelere,
görünümlerine dayanarak "Gri madde" adı
verilir. Beyinde ya da omurilikte aksonların
bir araya gelerek oluşturduğu bu demetlere
de, yine görünümlerine dayanarak "Ak madde"
adı verilmiştir.
MS' de çoğunlukla ak maddede "Plaklar"
görülür. Beyin ve omurilikte MS'in belirteci
plaklardır. "Plak", MS'e özgü hasarın
oluştuğu, çoğunlukla yuvarlak ya da oval
görünümlü sınırlı bir alandır.
Plaklar, toplu iğne başı kadar
küçük olabilecekleri gibi, çok ender
olarak santimetrelerce büyük olabilirler.
Ancak çoğunlukla 3-5 mm
büyüklüğünde olurlar. Çapı bir santimetreyi
aşanlar büyük plak olarak değerlendirilir.
Son zamanlarda yapılan pek çok inceleme
akson hasarının sanılanın tersine önceden
başladığını ve myelin yapımından sorumlu
olan oligodendrositlerde de olayın başından
itibaren sorunlar olduğunu ortaya koymuştur.
Multipl Skleroz'un neden oluştuğu
kesin olarak bilinmemektedir. Belirtilerinin
hiç biri MS'e özgü değildir. MS'in
işaretileri, psikolojik belirtilerle
karıştırılabilir. MS'de kol veya
bacakta kuvvet kaybı, sürekli
yorgunluk,baş dönmesi ve dengesizlik hissi,
tek gözde geçici görme kaybı,baş dönmesi ve
dengesizlik hissi, yürüyüşte dengesizlik ,
konuşma zorlukları ya da
bozuklukları,titreme, çok çeşitli
ağrılar unutkanlık, felç, hafıza kaybı
oluşabilir. Dünyanın en iyi merkezlerinde
bile bazen kişinin MS'li olduğunun
anlaşılamadığı ya da başka hastalıklara MS
tanısı konulabildiği bir gerçektir.
www.sufizmveinsan.com
05/01/2008
22-Kaynak
Sularının Son Kullanma Tarihi
Soru: Yer
altı suları binlerce yıldır toprak altında kalıp bozulmadığı halde,
şişelenmiş suların üzerindeki ‘’Son Kullanma Tarihi’’ ne anlama
geliyor?
Maden suları, çok farklı etkiler yaratan kaya katmanlarından geçerek
pınarlara ve kuyulara erişir. Bu arada bazı madenler suda erir.
Böylece suyun tadı ve sağlık için yararlı özellikleri değişir.
Kayalardaki küçük gözenekler filtreleme sistemi olarak çalışır. Bu
da suyun biyolojik kirlilik yaratan maddelerden arınmasını sağlar.
Su yeryüzüne erişir erişmez yeniden kirlenme riski ile karşı karşıya
kalır. Şişelenmiş kaynak sularının üzerindeki son kullanma tarihi su
ile değil kap ile ilgilidir. Maden sularının pek çoğu Polietilen
Tereftalat (PET) şişelerde saklanır. Şişelerin üretimi sırasında
katalist veya antimon içeren hammaddeler malzemenin içinde kalabilir
ve zaman içinde suya sızabilir. Buna engel olmak için PET şişeler
yerine cam şişeler tercih edilmelidir. Eğer içme suyu PET
şişelerin içinde son kullanma süresinden fazla kalırsa, plastik
bozulabilir veya şişe kapağı aşınabilir. Böylece bakteri suya
karışıp kirlilik yaratabilir.
Kaynak :CBT
09/01/2008
23-
Servikal Kanser Aşısı
Bazı ülkeler ve ABD’ de 24
eyalette ergenlik döneminden önce kızların servikal kanser aşısı
olmaları için yasa çıkartıldı. İlk başlarda devrim olarak
nitelendirilen aşının zorunlu kılınması şiddetli eleştirilere neden
oluyor. Yüzde 70 oranında servikal kansere yol açtığı bilinen dört
çeşit HPV (Human Papilloma Virus) için geliştirilen aşının koruma
gücünün yüzde 20’lerde seyrettiği söyleniyor. Aşı, ayrıca, HPV’ nin
bulaşmış olduğu durumlarda yarar sağlamadığı için kızları 11-12
yaşlarında aşılamak gerekiyor.
Kaynak :CBT
12/01/2008
24-Hicret
nedir?
Hicretin İslam için ifade
ettiği mana , kuruluş döneminin çok zor günleri ve sıkıntıları göz
önüne getirildiği zaman anlaşılabilir.O gün hiçbir şey hicret kadar
, yani şirki ve müşrikleri terk edip Müslümanlara katılmak
kadar önemli ve hayati değildi.Hicret olayı, o güne kadar yaşanmamış
bir inanç yolculuğu olarak günün Müslümanlarının gündeminin baş
maddesi idi.Çünkü hicret, bu manasıyla devlete yürüyüş
demekti.Hicret cihadın mukaddimesidir.Aslında kendisi de başlı
başına bir büyük cihad hareketidir.Nitekim muhaddis Ebu Davut
Süneni’nde cihat bölümüne hicret konusuyla başlarken, herhalde
cihada hicretle gidildiği , cihat dönemine hicretle geçildiği tarihi
gerçeğine dikkat çekmek istemiş olmalıdır.Hicret mücadele azmini
hasret ve gurbetle bilemektir.Hicret baskı ve zulmü terk etmek,
başarıya,iktidara, devlete gitmektir.Hicret, zor, büyük, ağır bir
iş, hakkı güç ödenebilir mazhariyet ve nimettir.Hicret şirkten
tevhide yükselişin, sabırdan cihada uzanan aksiyonudur.O fert
planında dini yaşayışı arama , sosyal planda ise, İslam toplumunu
takviye ve dini ikame etmektir.Çünkü hicret, İslam’ı en nazik ve
hareketli noktasından kavramak demektir.Artık Müslümanlar
bulundukları yerde, görecekleri baskılara sabırla mukabele
merhalesini aşmış, hicretle cihada iştirak merhalesine
ulaşmışlardı.Hicret hiçbir zaman kaçış değil, kelimenin tam
anlamıyla bir arayış bir taleptir.Bu sebeple de o , “düşmanla savaş
var olduğu sürece”,” güneşin batıdan doğuşuna kadar” devam
edecektir.Çünkü o, tebliğ dinamizmin sembolüdür.Kısaca hicret:
Allah’ın yasakladıklarını terk etmektir.
Kaynak; Vakit Gazetesi
www.sufizmveinsan.com
13/01/2008
25-Hz
Muhammedin (s.a.v) ’in Kızı Hz. Zeynep’in
Hicret'i
Mekke’den
Medine’ye kutlu yolculuk başlamıştı. Artık
Mekke dar geliyordu Müslümanlara...
Gitmek kolay mıydı? Elbette o da çok zordu.
Evini bırakmak, diktiği hurma ağaçlarına son
bir kez bakmak, koşup oynadığı, düştüğü
yolları geride bırakmak; hele Kâbe… Bir daha
dönerler miydi? Kâbe’yi bir daha görecekler
miydi?
Peygamber Efendimiz’ in kızı da gizliden
gizliye Hicret’e hazırlanıyordu. Utbe kızı
Hint, bir gün Hz. Zeynep ile karşılaştı ve
şöyle dedi:
-Muhammed’in Kızı! Duyduğuma göre babanın
yanına gidecekmişsin… Zeynep (r.a.)durumu
saklayacak oldu. Fakat Hint:-Amca kızı,
gizleme. Neye ihtiyacın varsa bana söyle,
ihtiyaçlarını karşılayabilirim. Benden bir
şey saklama. Erkekler arasında ki düşmanlık
kadınlar arasına girmemeli. Hz. Zeynep,
Hint’in samimiyetine inansa da, korktuğu
için hazırlığını gizlemeyi sürdürdü.
Hazırlığını tamamlayınca kayınpederi Kinane
ona bir deve getirdi. Sonra Kinane gidip
okluğunu ve yayını aldı. Hz. Zeynep devenin
üzerinde, güpegündüz Mekke’den
çıktılar. Kureyş erkekleri onları gördüler,
ilk önce şaşırdılar, Öyle ya… Güpe gündüz
böyle yola koyulmak düpedüz meydan okumaktı.
Şaşkınlıkları geçer geçmez peşlerine
düştüler. Zi-tuva denilen yerde de
yetiştiler. Kinane oklarını yere döktü ve
:-Vallahi yaklaşanı vururum, dedi. Bunun
üzerine Kureyşliler geri çekildiler. Daha
sonra Ebu Süfyan birkaç kişiyle geldi.
-Kinane, okunu indir de seninle konuşalım,
dedi. Kinane okunu indirdi. Ebu Süfyan:
Muhammed’in bize yaptıklarını, başımıza
getirdiği felaketleri bile bile, güpegündüz,
göz göre göre onun kızını alıp Mekke’den
çıkarmışsın! İnsanların gözünün önünde
onu alıp götürürsen, bu bizim zayıflığımıza,
acizliğimize verilir. Hayatım üzerine yemin
ederim ki, babasından dolayı onu hapsetmek,
ondan intikam almak bize yakışmaz. Sen şimdi
onu Mekke’ye geri götür. İnsanlar sizi
geriye bizim döndürdüğümüzü konuşmaya
başlayınca onu al, babasına götür, dedi.
Kinane de denildiği gibi yaptı ve Hz. Zeynep
(r.a.) bu şekilde Hicret etmiş, babasına
kavuşmuş oldu.
Kaynak; Vakit Gazetesi
www.sufizmveinsan.com
16/01/2008
26-Fetüs
beyinleri
Sekiz haftalık olana kadar bütün fetüs
beyinleri, kadın beyni gibi görünür. Dişi
doğanın başlangıç halidir. Eğer bir kadın ve
erkek beynini gelişirken izler ve zaman
içindeki değişimlerini fotoğraflarsanız
diyagramlarının genler ve seks hormonları
tarafından oluşturulan mavi çizgilerle
belirlendiğini görürsünüz. Sekizinci haftada
başlayan devasa bir testosteron seli,
iletişim merkezindeki hücrelerin bir kısmını
öldürerek bu uniseks beyni erkek beynine
döndürür. Aynı süreçte saldırganlık ve
cinsellik hücrelerinde de artış görülür.
Eğer bu testosteron seli gerçekleşmezse
kadın beyni değişmeden büyümesini sürdürür.
Fetüs halindeki dişi beynin hücreleri
duygusal gelişimi de belirleyen iletişim ve
bağlantı merkezlerinde yoğunlaşırlar.
Fetüsün bu gelişimi bizi nasıl etkiler?
Öncelikle geniş iletişim merkezi nedeniyle
kız çocuk büyüdükçe erkek kardeşinden daha
konuşkan olacaktır. Erkekler günde ortalama
7000 kelime kullanır. Kadınlar ise 20 bin.
Bir diğer etkisi ise doğal biyolojik
kaderimizi belirlemesidir. Örneğin dünyaya
bakmak için kullandığımız gözlerimizi
renklendirir.
Kaynak: Kadın Beyni
DR. Louann Brizendine
www.sufizmveinsan.com
18/01/2008
27-D
Vitamini Her Derde Deva
Yıllardır
yalnızca kemik oluşumunu destekleyen ve
güçlendiren bir vitamin olarak tanınan D
vitamininin, vücutta yeterli miktarda
bulunmaması durumunda kanser, tüberküloz,
şizofreni, MS, kalça kırıkları ve kronik
ağrılar gibi çok sayıda hastalığa davetiye
çıkarttığı ortaya çıktı. Son yapılan
araştırmalar, insan hücrelerinde (yalnızca
bağırsak ve kemik hücrelerinin değil) D
vitamini reseptörü bulunduğu ve bu vitaminin
vücudun genel sağlığı için gerekli olduğunu
ortaya çıkarttı.
Kaynak:
CBT/2007 Bilim Olayları
www.sufizmveinsan.com
23/01/2008
28-Kağıtsız
Faks
Çevreci etkinlikleriyle dikkat
çeken telekomünikasyon şirketi Bircom tarafından Türkiye’ye
getirilen Vidicode Faks Sunucusu kullanıcıların, kağıt kullanmadan
faks alıp göndermelerini sağlıyor. Bircom, ürünü satın alanlar adına
TEMA ile birlikte fidan dikimi de yapacak. İnternetin gelişmesine
paralel olarak e-postanın sunduğu hız ve rahatlık nedeniyle tahtı
sarsılır gibi görünen faks iletişimi, aslında e-postanın sunamadığı
avantajlardan dolayı hala yaygın olarak kullanılıyor. Özellikle
güvenlik açısından üstün nitelikleri olan faks, teknolojinin
yardımıyla çağ atlıyor.
Vidicode Faks Sunucusu, faks
iletişiminden kağıt unsurunu ortadan kaldırarak tarama, arşivleme,
yedekleme ve zamandan tasarruf imkanı sunmasının yanı sıra en önemli
katkıyı çevrenin korunması anlamında sağlıyor. Cihaz; kağıt, toner
ve faks şeridi kullanımını sıfıra indiriyor ve faks iletişimini
tamamen elektronik ortama taşıyor. Bircom, çevrenin korunması
konusundaki duyarlılığını bir adım daha ileriye taşıyarak TEMA ile
işbirliği yaptı ve Vidicode Faks Sunucusu’nu satın alanlar adına
fidan dikimi yapılacağını duyurdu.
Kaynak: CBT
www.sufizmveinsan.com
26/01/2008
29-Merkür
Rotara Giriyor
28 Ocak günü ise Merkür bu yılın ilk rotarına
başlıyor. Ve zaten Kova döneminin tümünü böyle
tamamlıyor denebilir. 19 Şubat günü düzeliyor. Kova
burcunda oluşan bu durum akıllarda tempo
düşürebilir. Kitlesel iletişimi, toplu çalışmaları,
grup faaliyetlerini etkiler ve gecikmeler,
isabetsizlikler, beklenmeyen durumlar ortaya
çıkabilir.
Modern iletişim araçları, teknolojik ve elektronik
konularda aksamalar, bozulmalar, arızalar artar. Bu
süreçte yeni bir aklınıza gelirse, sunacağınız bir
icadınız varsa veya birilerine akıl hocalığı
yapıyorsanız hiç tavsiye etmem. Anlama ve anlatmada
yanlışlıklar olması, sizin veya karşınızdakinin iyi
değerlendirememesi çok olasıdır. Yanlış
yönlendirmeler yapabilir sonradan üzülebilirsiniz.
Emekler boşa gitmesin, çabalarınıza yazık olmasın.
İdealleriniz için uğraşılacak, hedefi
tutturabilecek, düşüncelerinizi hodri meydan yapacak
zaman değildir. Beklentileriniz umduğunuz gibi
karşınıza çıkmayabilir. Çıksa bile siz iyi
değerlendiremiyor olabilirsiniz. Telaş etmeyin,
aklınıza her gelene kapılmayın ve biraz tatil yapın.
Nuran Tuncel'in Kova Burcu Yazısından Alınmıştır.
www.sufizmveinsan.com
27/01/2008
30-Serdar
Turgut’u tebrik..
Sekiz
yıl tüm Ramazan ayı boyunca köşe yazdığım Akşam
gazetesinin genel yayın müdürü Sn. Serdar Turgut
İslam alemini yakından ilgilendiren iki olguya
öylesine parmak bastı ki, ilgililerin dudakları
uçukladı. (www.sufizmveinsan.com/haftanın
sohbeti böl.ne bknz)
Yazdığı makaleler (biri alıntı) dilin ve aklın
ürünüydü. Gerçek bu vesile ile çok çıplak bir
şekilde bir kez daha ortaya çıktı.
Benim diyen âlimlerin dahi
gıpta edebileceği konuların bu denli ustaca
açıklaması İslam âleminde adeta fırtınalar koparacak
cinsten. Kendisini tebrik ettim. Temennim aynı hızla
devamlılığını göstermesidir. Konuları yakınlık
duymanız gerekçesiyle siz okurlardan ricam ön
yargılı olmadan bendenize ait aşağıda link verdiğim
yazılara bir göz atmanızdır.
Bilim Dini Etkiliyor
The Secret - Vehim Gücü
Yol Ayrımı
Yön Tayini
Merkel'in minare çıkışı!
(Günün
Yorumunda; 211 no'lu yorum)
Bekleyiş
(Günün Yorumunda; 220 no'lu yorum)
Ahmet F. Yüksel
www.sufizmveinsan.com
31/01/2008
31-ALS
Dünyaca
ünlü İngiliz bilim adamı Stephan Hawking, ülkemizde ise
Fenerbahçeli Sedat'la tanınan ALS, ilerleyen bir sinir sistemi
hastalığıdır. Amyotropic Lateral Sclerosis (ALS) aynı zamanda
Motor Nöron
Hastalığı
olarak anılır. Hastalık, merkez Sinir sisteminde medulla
spinalis ve beyin sapı adı verilen bölgede motor hücrelerin (nöronlar)
kaybındanileri geliyor. Bu hücrelerin kaybı kaslarda zaaf ve
erimeye yol açıyor. Ayrıca erken ya da geç hareketin birinci
nöronu (piramidal yol) da hastalanıyor. Zihinsel fonksiyonlar ve
bellek ise bozulmuyor. Kaslardaki zayıflık ellerde ya da
bacaklarda ağız yutak bölgesinde ya da dilde başlayabilir ve
hastalık sürekli bir şekilde ilerleyerek yayılır. Bu yayılma
bülber alandaki kasları da tutabileceği için konuşma ve yutma
güçlüğüne neden olabilir. İleri devrelerde solunum
yetersizliğine yol açabilir. Genellikle erişkin yaşlarda (40-50)
ve erkeklerde kadınlara göre biraz daha fazla görülür. Sıklığı
100.000 de 1-1,5 civarında. (İnsidans) Daha genç ve daha ileri
yaşlarda da ortaya çıkabilir. Genellikle zayıf insanlarda
görüldüğü dikkat çekiyor..
ALS olusmasinda bir gen bozuklugu faktör olarak kabul ediliyor.
Özellikle 20. kromozomda bulunan süperoksit dismutaz
tip 1 genindeki bir mutasyon. Ama bu mutasyon ailevi ALS
vakalarinin yaklasik yüzde 20'sinde bulunabiliyor. Bunun disinda
da muhtemelen bildigimiz ve bilmedigimiz çesitli faktörler
vardır.
www.sufizmveinsan.com
03/02/2008
32-ÖNEMLİ
AÇIKLAMA
Toplumsal yaşamda kimimizin ak dediğine,
diğerleri kara demekte ısrarlı. Üstelik bu da yetmiyor, birileri
fikirler yerine diğerlerini hayatını araştırmakta bulduğu,
yakaladığı olumsuz şeylerle onu suçlamakta, arkasından konuşmaya,
dedikodu yapmaya, çekiştirmeye, nifak sokmaya kararlı.
Doğrusu değiştirme ve yenilenme gücünü
bulamayan insanların yaptığı bu işlev son derece hatalı ve
kendilerine yakışmayan niteliktedir.
Bu itibarla unutulmasın diye ‘anımsatılan’
ve topluma ulaştırılan mesajların
www.sufizmveinsan.com yazarları ile uzaktan yakından bir ilgisi
bulunmamaktadır. Olumlu eleştirel yazılar dışında bireyleri tenkit
etmek ne yazarlarımızın ne de okurlarımızın hakkıdır.
Görülen lüzum üzerine bu açıklamayı yapmak
zorunda kaldığımızı ve bu tip işlerle uğraşacak ahlâka sahip
olmadığımızı belirtiyor, her zaman olduğu gibi yapanları ise
şiddetle kınıyoruz.
Güliz Kapkın
Genel
koordinatör-Okutman
http://sufizmveinsan.com
09/02/2008
33-İŞÇİ
GİBİ ÇALIŞAN BİR RASUL
Rasulullah (s.a.v.) efendimiz Medine’ye ulaşınca ilk iş olarak
bir mescid/cami yapımını başlattı. Onun bu davranışıyla caminin
Müslümanlar için önceliği olan vazgeçilmez bir kurum olduğu
anlaşılmaktadır. Böylece Müslümanlar, kimseden izin almadan oraya
girecekler, ibadetlerini yapacaklar, İslam’ı öğrenecekler,
birbirleriyle görüşecekler, kardeş olduklarını anlayacaklardı.
Önce mescidin yapılacağı yerin bedeli arsa sahiplerine ödendi. Daha sonra
hızla yapımına başlandı.
Rasulullah, caminin inşasında kendisi de bir işçi gibi çalışıyor,
arkadaşlarıyla birlikte kerpiç taşıyordu. Bir taraftan da şunları
söylüyordu:
-Ey Rabbimiz! Yüklenip taşıdığımız çamurdan yapılmış şu kerpiç yükü,
Hayber’in hurma ve üzümlerinin bulunduğu yükten daha hayırlı, daha
temizdir. Şüphesiz gerçek hayır ve menfaat, ahretin ecir ve
sevabıdır. Allah’ım! Ensar ve muhacirlere merhamet eyle!
Bu mescidin temeli taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma
kütüklerinden yapılmış, üzeri de hurma dalları ile örtülmüştü.
Tavanına ise çakıl dökülmüştü. Böylece bu mescid, İslam sadeliğinin
bir sembolü olmuştu. Rasulullah’ın da yapımında çalıştığı bu mescide
Mescid-i Nebevi/Nebi mescidi denildi.
Mescidin yanına Rasulullah’ın barınması için odalar yapıldı. Rasulullah,
bir süre misafir olarak kaldığı Ebu Eyyûb Ensari Hazretlerinin
evinden buraya taşındı.
Mescidin avlusunda ve mescide bitişik olarak, yoksul ve kimsesiz
Müslümanların kalabilecekleri bir bölüm daha hazırlandı. Suffe
(gölgelik) denile ve üzeri hurma dallarıyla örtülü bölümünde kalan
bu Müslümanlar ashabı suffe denirdi. Duruma göre sayıları yetmiş ile
dört yüz arasında değişen bu insanlar iş bulduklarında çalışırlar
ancak daha çok ilimle uğraşırla, kuran ve hadis öğrenirlerdi.
Böylece bu mukaddes mescid, hem ibadet yeri olmuş hem de dini ve sosyal
bir merkez haline getirilmişti. Burası bir devlet merkezi olarak da
kullanılıyor, yabancı elçiler burada kabul ediliyordu. Yine bu
mescid ve avlusu yeri gelince mahkeme salonu oluyor, yeri gelince
askeri konular görüşülüyor; bazen merasim alanı, bazen de dini
sohbet yeri oluyordu.
Kaynak: Vakit
Gazetesi
http://sufizmveinsan.com
12/02/2008
34-Şairi
çalmak
Kanuni döneminin iyi şairlerinden olan Nureddin
Enverî, şiirlerinin taklit edilmesinden muzdarip imiş. Bir defasında
uzunca bir seyahate çıkar. Bir ara yolu Horasan’ın Belh kentine
düşer. Mürekkepçi unvanıyla anılan şair, kimseyi tanımadığı,
kimsenin de kendisini tanımadığı bu şehrin meydanında dolaşırken bir
kalabalık görür. Merak edip adamların arasına girer ve halkın
ortasında bir adamın şiir okuduğunu görür. Dinlemeye başlar. Duyduğu
mısralar onu şaşırtır. Çünkü derviş kılıklı adamın okuduğu şiirler
kendisinindir. Bir süre dinler. Gösteri bittikten sonra kalabalık
dağılır. Adama yanaşır ve usulca sorar:
-
Affedersiniz efendim, bu okuduğunuz
şiirler hep sizin yazdıklarınız mıdır?
Adam bir an için afalladıktan sonra
toparlanır ve kendinden eminmiş gibi cevap verir:
-
Tabii benim yazdıklarım. Başka kimin
olabilir ki?
Büyük şair, cesaretini biraz daha toplar
ve tekrar sorar:
-
Ben bunları Şair Enverî’ nin
sanıyordum. Siz onu tanır mısınız?
Bunun üzerine adam, adamakıllı
kanatlanır:
-
Tanımak ne demek? Şair Enverî benim
zaten.
Enverî mahzun bir şekilde boynunu büker
ve kendi kendine mırıldanır:
-
Şimdiye kadar şiirin çalındığını
duymuştum, ama doğrusu şairin çalındığını hiç görmemiştim.
( Tarihin Gülen Yüzü kitabından M. Nuri YARDIM)
http://sufizmveinsan.com
14/02/2008
35-Az
Uyuyan Çocuklar Şişmanlamaya Daha Yatkın
Auckland
Üniversitesi’nden Ed Mitchell’ in Yeni Zelanda’ da gerçekleştirdiği
bir araştırma, yeterli uyku almayan çocukların daha kolay
şişmanladıklarını gösterdi. Mitchell ile birlikte çalışan
araştırmacılar bu amaçla yedi yaşında 591 çocuğun uyku süresini
kontrol etmişler. Bu çocuklar ortalama olarak 10,1 saat uyuyorlar.
Araştırma sonucuna göre dokuz saatten az uyuyan çocuklar ya aşırı
kilolu ya da şişman. Yetersiz uyku şişmanlık riskini üç misli
arttırmakta. Bu etki hareket yetersizliği ve televizyon karşısında
geçirilen zamandan bağımsız olarak ortaya çıkmakta. Çocukların uyku
süreleri doğumdan hemen sonra, bir yaşından ve üç buçuk yaşından
sonra ve son olarak ta yedi yaşına geldiklerinde takip edilmiş.
Araştırma çerçevesinde uyku süresinin genelde hafta sonları, yaz
aylarında ve tek çocukta daha kısa olduğu görülmüş. Yetersiz uyuyan
çocuğun davranışları da daha dikkat çekici. Bilim insanları yeterli
uykunun çocuklar için çok önemli olduğunu vurguluyorlar. Okul öncesi
çocukları için 11-13 saat, okul çocukları içinse 10-11 saat uyku
önerilmekte. Daha önceki araştırmalar da yetişkinlerde yetersiz uyku
ve şişmanlık arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştu.
Kaynak: CBT/Bilim
http://sufizmveinsan.com
16/02/2008
36-Dr
Güçlü Ildız Aramızda...
1965
yılında, babamın
görevi nedeniyle bulunduğumuz Samsun'da doğmuşum. 1968 yılından
sonraki yaşantımın aralıklı olarak toplam 25 yılı Adana'da geçti.
1982 Adana Borsa Lisesinden mezun oldum. 1983
İTÜ Kimya Mühendisliği, 1984
ODTÜ Kimya Mühendisliği
bölümlerinde okudum. 1985
yılında
Çukurova Ü. Tıp
Fakültesine girdim. 1992'de mezun oldum. Ardından 1 yıl süreyle anne
ve babamın memleketi Çankırı'da mecburi hizmetimi yaptım. 1998
yılında SB Ankara Hastanesinden Nöroloji uzmanlığımı aldım. Gazi
Ü.Tıp F. Nöroloji Bölümünde, Prof. Dr Erhan Bilir gözetiminde 3 ay
uzun süreli, uzun süreli video monitorizasyonlu EEG konusunda
çalışmalarım oldu. Psikiyatri rotasyonumu 5 ay süre ile Ankara
Numune Hastanesinde yaptım. Kısa dönem bedelli askerlik görevim
ardından sırasıyla Marmaris Devlet Hastanesinde 3 yıl, Antalya'da
bir özel hastanede 1 yıl, Elazığ Devlet Hastanesinde 1yıl ve
Elazığ’da kurucusu olduğum özel nöroloji ve psikiyatri dal
merkezinde 3 yıl çalıştım.
Nöroterapiyle,
2005 yılı sonuna kadar teorik olarak
çalıştım. Aynı yıl, Elazığ'dan ayrılarak,
İstanbul'da nöroterapi uygulamaları
yapan bir klinikte 4 ay çalıştım. Ardından aralıklı olarak Hollanda
ve İngiltere'de bulunan nöroterapi kliniklerinde, toplam 4 ay süreli
gözlemci ve uygulayıcı olarak çalıştım. İstanbul’da
bir özel hastanede kısa süreli
çalışmanın ardından, halen İstanbul, Osmanbey'de bulunan ofisimde
hastalarımı görmeyi sürdürüyorum.
İyi düzeyde İngilizce biliyorum. Evli, 2
çocuk babasıyım.
2008 yılı Ocak ayında “Ah şu beynimiz! Gözardı edilen tıbbi
gerçekler” adlı kitabım çıktı.
Asistanlık dönemime ait 2 uluslararası
olmak üzere toplam 9 adet bilimsel yayınım vardır.
2006 ve 2007 yıllarına ait toplam 12 ayrı
popüler dergide makalelerim yayınlanmıştır.
İletişim bilgileri:
Cumhuriyet Mah. Halaskargazi cd. No:241 Kat:1 Osmanbey, Şişli-
İstanbul Tel: 0212 2410708
drgucluildiz@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com
17/02/2008
37-
Rasûlullah
(s.a.v.) Efendimiz ve Zekat
Rasûlullah Efendimiz, kendisine nübüvvet görevi verilmeden önce de,
çevresindekilere yardımda bulunan hayırsever bir insandı. Nitekim
Hz. Hatice’nin: “Sen, akrabanı gözetirsin, işini göremeyen
insanların işlerini üzerine alırsın, yoksula verirsin, misafirini
ağırlarsın, felakete uğrayanların yardımına koşarsın…” şeklindeki
sözleri de bunu göstermektedir.
Rasûlullah Efendimiz, nübüvveti döneminde de bu tür yardım ve
iyiliklerini artırarak sürdürdü. Üzerinde veya evinde para ve mal
bulundurmaktan hoşlanmaz, eline ne geçerse muhtaçlara dağıtırdı. O,
verebileceği ne varsa çekinmeden verirdi. Kimine para verir, kimine
yemek yedirir, kimine de elbise giydirirdi. Bazen alacağından
vazgeçerdi. Daha ilginç olanı da şudur: Efendimiz bazen birisinden
bir şey alır, parasını öder, sonra aldığı şeyi satıcıya hediye
ederdi. Mesela Cabir bin Abdullah’tan devesini kendisine satmasını
istemiş, o da kabul etmiş: Efendimiz devenin parasını ödemiş, deveyi
de Abdullah’a geri vermişti. Efendimiz bir defasında ikindi namazını
kıldırıyordu. Selam verdi, sonra acele ile kalkıp, cemaatin
omuzlarından atlayarak evine gitti. Halk telaşa düştü. Efendimiz
biraz sonra geri döndü ve merak içindeki cemaate şunları söyledi:
“Evde bir miktar altın ve gümüş vardı, bunları hatırladım; Allah’a
yönelmekten beni alıkoyar diye korktum da dağıtılmasını emrettim.”
Efendimiz hiçbir zaman zekât verecek kadar zengin olmamıştır.
Üzerine zekât düşecek kadar mal bırakmamış, ailesine yetecek
kadarını ayırdıktan sonra kalanını dağıtmıştır. Kendi ihtiyacı
olduğu zaman bile, elindekini başkasına vermiştir. Sahabeden
Cabir’in ifadesine göre. “Efendimizden bir şey istenip de “yok”
dediği asla vaki değildir; yani kimseyi boş çevirmemiştir.”
http://sufizmveinsan.com
19/02/2008
38-Mira
yıldızının Gizi
‘’Cetus’’
takımyıldızında yer alan Mira yıldızı, 1596
yılındaki keşfinden bu yana ilk kez 2007 yılında
gerçek yüzünü gösterdi. Ağustos ayında Mira’nın,
başka hiçbir yıldızda görülmeyen 13
ışık-yılı-uzunluğunda bir kuyruğu olduğu ortaya
çıktı. Bu kuyruk morötesi ışıkta parlarken,
görülebilir spektrumda ışık üretmiyordu. Bu
nedenle de yüzyıllardır tespit edilemiyordu. Şimdi
Mira’ nın bu özelliğini inceleyen astronomlar, bir
yıldızın nasıl öldüğünü ve ölürken arkasında
kuyruklu yıldıza benzer bir kuyruk bıraktığını
keşfetmiş bulunuyor.
Kaynak:CBT
http://sufizmveinsan.com
21/02/2008
39- ANEVRİZMA
Genel
olarak temiz kan taşıyan damarlara (arter) ait
genişlemeler anlaşılır. Anevrizmalar aort damarı
gibi çok geniş damarlarda oluşabildiği gibi, küçük
ve orta boy damarlarda da teşekkül ederler.
Anevrizmalar yapı itibarı ile damar duvarının
doğuştan zayıf olduğu noktalarda, genellikle de
damarın daha küçük dallara ayrıldığı noktalarda
oluşur. Damar duvarının zayıf olduğu noktada damar
içi basınç (tansiyon) nedeniyle her kalp atımında
damar duvarı zayıf noktadan dışarı doğru
bombeleşerek baloncuk oluşur. Baloncuk duvarı,
basınca dayanamadığı anda da patlar, patlama ya
kendiliğinden olur ya da eforla oluşur. Örn. öksürme,
ıkınma, cinsel temas gibi basınç artmasına neden
olan aksiyonlar. Etken olarak:Damar duvarındaki
yetersizlikler (Doğumsal), Arteriosklerotik
veya hipertansif değişiklikler, travmalar,
enfeksiyonlar sayılabilir. Hipertansiyon, Sigara
kullanımı ,oral Kontraseptifler (Doğum kontrol
ilaçları) kokain ise risk faktörleri
oluşturmaktadır.
Anevrizmaların rastlanma oranı Amerika'daki
istatistiki verilere göre yüzbinde 6-10 arasında
bulunmuştur. Anevrizmaların tedavisi
cerrahidir. Ancak buradaki önemli olan nokta
anevrizmaya kanama
olmadan müdahele etmek, ya da hiç değilse birinci
kanamadan sonra hastanın genel durumu uygunsa
ameliyatını yapmak şarttır. Ameliyat, mikroşirürji
uygulanarak yapılmaktadır. Son yıllarda endovasküler
girişim de başarıyla uygulanmaktadır.
http://sufizmveinsan.com
22/02/2008
40-Kara
Madde ile ilgili Veriler
Bu yıl astronomlar kara maddenin
varlığına ilişkin daha somut veriler elde ettiler. Hubble Uzay
Teleskopu’nun yardımıyla kara maddenin görünebilir kozmosun
şekillenmesinde oynadığı kritik rolü tespit edebildiler. ‘’Nature’’
dergisinin ocak sayısında yer alan bir makaleye göre galaksiler
devasa kara madde bulutları içinde şekilleniyor ve bunlara bağlı
olarak yaşamını sürdürüyor. Kara maddelerin ayrıca evrenin en
büyüleyici nesneleri olan devasa kara deliklerin yaratılmasından da
sorumlu olduğu ortaya çıktı. İngiltere’ deki Durham Üniversitesi’
nden Tom Theuns ve Liang Gao, bir bilgisayar modelinden yararlanarak
sıcak ve soğuk olarak bilinen iki tür kara maddenin evrenin ilk
yıldızlarının oluşumunu nasıl etkilediğini keşfetti.
Kaynak: CBT
http://sufizmveinsan.com
25/02/2008
41-“Ben,
annem adına sadaka verip,iyilik te bulunabilirmiyim?”
Ebu Said el_Hudri şunları anlatıyor:
Bir sefer esnasında Efendimiz (s.a.v); “Fazla binek hayvanı olanlar,
olmayanlara versin. Fazla azığı olanlar, bulunmayanlara versin”
buyurdu ve sonra her çeşit mal için böyle söyledi. Bunun üzerine
kimsenin fazla mal saklamaya hakkı olmadığını anladık. Ebu Mes’ut
el_Bedri şöyle demiştir:
“Sadaka vermakle emrolunduğunuz zaman, bizler ücretle arkamızda yük
taşır, kazancımızdan sadaka verirdik. Bu ne güzel bir anlayıştır!”
Bir defasında Efendimiz (s.a.v):
“Bir dirhemin sevabı yüz dirhemi geçebilir.” Buyurdu.
Bunun üzerine orada bulunanlar: “Bu nasıl olur Ey Allah’ın Elçisi?
diye sordular.
Rasulallah şu cevabı Verdi:
“Bir kimse vardır, çok mala sahiptir; dolayısıyla malından yüz
dirhem sadaka verir. Bir başkasında da iki dirhem vardır, o da onun
bir dirhemini sadaka olarak verir.”
Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre bir kimse Hz. Muhammed’e gelerek:
“Annem ansızın vefat etti. Öyle zannediyorum ki, ölmeden once
konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Şimdi ben onun
adına sadaka verip iyilikte bulunsam, annem için sevap olur mu? Diye
sordu.
Peygamberimiz: “ Evet olur” diye cevap Verdi.
http://sufizmveinsan.com
27/02/2008
42-
Râsulullah, Hanımları Âlim ve Önder Olarak
Yetiştirdi..
Râsulullah kendisini, hanımların
ve müminlerin anneleri ve rehberi olan Ümmü Seleme ve Hz. Ayşe’nin
yeteneklerini, zekâ ve muhakeme güçlerini, bilgilerini geliştirerek,
onları İslam toplumunun âlimleri ve önderleri olarak yetiştirdi.
Sahabenin ileri gelenleri yetersiz kaldıkları fıkhi ve ilmi
meselelerini Ümmü Seleme ve Hz. Ayşe’ye danışırlardı. Hz. Ayşe ile
Ümmü Seleme arasında Efendimizin rehberliğinde canlı bir ilmi
istişare sisteminin kurulduğunu görmekteyiz. Demek ki; Efendimiz
döneminde müminlerin anneleri ile sahabenin ileri gelenleri arasında
da aktif bir ilmi istişare bulunmaktadır. Aynı zamanda Ümmü
Seleme’nin ayet ve hadislerin yanlış anlaşılmasını önleyen ve
yapılan yanlışlıkları ortaya koyan Hz. Ayşe’nin yanında yer aldığı
ve ona destek olduğu anlaşılmaktadır. Ümmü Seleme’nin İslam kültürü
için son derece hayati önem taşıyan birtakım fıkhî meseleleri de
çözümlediğini görmekteyiz. O, Efendimiz’e vefat eden eski kocası Ebu
Seleme’nin çocuklarına zekât verip veremeyeceği hususunda soru
sorar. Rasûlullah ise ona Ebu Seleme’nin çocuklarına zekât
verebileceğini söyler. Bu noktada Ümmü Seleme, hanımların
zekâtlarını kimlere, nasıl vereceği konusundaki problemlere çözüm
bulur. Aynı zamanda Ümmü Seleme, Ramazan ayında cünüp sabahlayan
Müslümanların, o gün oruç tutamayacağı şeklindeki Ebu Hureyre
fetvasına karşı çıkar. Yanlışlık düzeltilir. Gusül abdesti alınıp,
oruca devam ettirildiğine dair bilgi verilir. Allah Rasûlu devrinde
kadınları ilgilendiren konularla yakından ilgilenen Ümmü Seleme,
Efendimizden sonra hanımlarla ilgili konularda fetva veren ve
görüşüne başvurulan önemli bir kimse haline gelir. Ahmet İbn Hanbel,
efendimizin ashabından bir gurup insanın Ümmü Selemeye başvurup
ondan hadis öğrendiklerini kaydeder. Bu genel ifadenin yanında
Abdurrahman bin Afv ve Hz.Ömer gibi büyük sahabilerin de ondan bazı
bilgiler aldıkları anlaşılmaktadır. İbn Abbas ve Ebu Hureyre, kocası
öldükten sonra doğum yapan kadının iddeti hususunda fikir ayrılığına
düşerler ve Ümmü Seleme’ye sorarlar. Ümmü Seleme bu konuda
Efendimizin uygulamasını söyleyerek fikir ayrılığını ortadan
kaldırır. Ümmü Seleme, Allah Rasûlu’nun ibadet ve dua hayatı
hakkında da değerli bilgiler sunmuştur.Ümmü Seleme, Efendimizin
“Rabbimiz ,kalplerimizi doğru yola hidayet ettikten sonra
eğriltme.Bize katından bir rahmet ver.Çünkü sen ikram edenlerin en
hayırlısısın” (Al-i İmran3/7) ayetini okuduğunda, “Ey kalpleri
evirip çeviren rabbim.Kalbimizi dinin üzere sabit kıl” diye duada
bulunduğunu rivayet etmiştir.
http://sufizmveinsan.com
29/02/2008
43-Hasta
Ziyareti
Hasta ziyaret eden kimse hem ziyaret ettiği kimseyi sevindirip
gönlünü alır, hem de cennet bahçelerinde geziniyormuş gibi manevi
değerini yükseltir. Efendimiz onun için şöyle buyurur:
“Bir Müslüman, hasta olan bir Müslüman kardeşini sabahleyin ziyarete
giderse, yetmiş bin melek akşama kadar ona rahmet okur. Eğer
akşamleyin ziyaret ederse, yine yetmiş bin melek onun için sabaha
kadar istiğfar eder.”
Yetmiş bin meleğin duasını almak, Allah’ım ne büyük saadet! Bir
mümin böyle bir fırsatı hiç kaçırmak ister mi? Yine Rasulullah şöyle
buyurur:
“ Bir insan, bir hastanın hatırını sormaya giderse ona bir melek
şöyle seslenir: Sana ne mutlu! Ne güzel bir yolculuk yaptın. Kendine
cennette barınak hazırladın!” Cennette bir ev, bir köşk sahibi
olmak… Ne büyük zenginlik… Yüce Rabbimiz bizim için ne bulunmaz
güzellikler hazırlamış… Yeter ki o güzelliklere giden yola girelim.
Enes İbni Malik (ra) der ki: Bir gün Efendimiz Aleyhisselam şöyle
buyurdu:
“Bir kimse bir hastayı ziyaret ettiğinde Allah’ın rahmetine dalmış
olur. Hastanın yanında oturduğunda, ilahi rahmet onu kuşatır.”
Bunun üzerine “Ya Rasulullah! Dedim. “Bu hastayı ziyaret edenin
kazandığı sevaptır. Ya hasta için ne var?” O zaman Peygamber
Efendimiz şöyle buyurdu: “Onun da günahları silinir.”
http://sufizmveinsan.com
03/03/2008
44-Alkol
dertleri unutturmuyor
Japonya'da yapılan bir araştırmada, alkolün dertlerin
unutulmasına yardımcı olmadığı belirlendi.
Tokyo Üniversitesinden araştırmacılar, sanılanın aksine alkolde
bulunan etanolün unutmaya yardımcı olmadığını, aksine anıları
zihinde koruduğunu belirttiler.
Deney fareleri üzerinde yapılan
araştırmada, kafeslerine geri konmadan önce birkaç gün süreyle
hafif oranda elektrik şoku verilen farelerin kafesleri her
açıldığında ürktükleri tespit edildi.
Araştırmacılar, bu farelerin
tepkilerini incelemek amacıyla bir kısmına alkol verirken, diğer
kısmına serum verdi. Alkol verilen farelerdeki bu korkunun diğer
farelere göre ortalama iki hafta olmak üzere daha fazla sürdüğü
ortaya çıktı.
Söz konusu araştırmayı yapanlar,
"insanlar açısından ele alındığında bu durumun, alkol
alındığında kurtulmak istenilen kötü anıların daha fazla zihinde
kalacağını gösterdiği" yorumunda bulundu.
Kaynak;
http://www.skyturkonline.com/news.jsp?newsId=70458&c=6
http://sufizmveinsan.com
04/03/2008
45-İşte
buna matematik derler. Üşenmeyin ve mutlaka deneyin.!
Ayakkabı numaranızı 5 ile çarpın.
Çıkan sonuca 50 ekleyin.
Çıkan sonucu 20 ile çarpın.
Çıkan sonuca 1007 ekleyin.
Ve son olarak doğum yılınızı çıkarın.
.............
Dört haneli bir sonuç bulacaksınız.
ilk iki rakam ayakkabı numaranız, son iki rakam yaşınız.
Sonuç şaşırtıcı değil mi?
http://sufizmveinsan.com
09/03/2008
46-Sigara
İçimi Dünyada Birinci Ölüm Nedeni
Dünya Sağlık
Organizasyonu, bu yüzyıl içinde sigara içimi
nedeniyle bir milyon kişinin hayatını
kaybedeceğini gösteren araştırmayı açıkladı.
Sigara içimi
yüzünden altı dakikada bir, bir insan ölüyor.
Dünya Sağlık Organizasyonu’ na (WHO) göre
yirminci yüzyılda sigara içimi yüzünden yüz
milyon kişi yaşamını yitirmiş. Sigara içimi
engellenmediği takdirde yirmi birinci yüzyılda
bir milyar kişi ölebilir diye uyaran
organizasyon, sigara tüketimini azaltacak altı
önlemi de açıkladı. Bunlara yüksek vergi, sigara
reklamı yasağı ve sigara içenler için
bağımlılıktan kurtulma programları da dahil.
Araştırma için 179 üye ülkenin verileri bir
araya getirilmiş. Sayılar dünya nüfusunun
%99’unu içermekte.
Verilere göre
dünya genelinde bir milyarın üzerinde sigara
tiryakisi bulunmakta. Gelişmiş ülkelerdeki
tiryaki sayısı azalırken, gelişmekte olan
ülkelerde sigara içenlerin sayısı gitgide
artıyor. Araştırma sonuçlarına göre sigara
içenlerin %80’i gelişmekte olan ve az gelişmiş
ülkelerde yaşıyor. Sigara paketleri üzerindeki
uyarıları yeterli bulmayan yetkililer,
paketlerin üzerine sigara bağımlılığından
kurtulmak için yardımcı olacak kurumların
telefon numaralarının da yazılmasını
öneriyorlar.
Kaynak: CBT/Son
Araştırmalar
http://sufizmveinsan.com
10/03/2008
47-Şefkat
eğitimi yaptıran bir Nebi
Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan
rivayet edildiğine göre bir adam geldi ve Hz.
Muhammed’e kalbinin katılığından yakındı. Hz.
Muhammed ona şu tavsiyede bulundu:
“- Yetimin başını
okşa, fakiri doyur!”
Kalp katılığı ya da
asli ifadesi ile kasvet, gafletten kaynaklanır.
Yetimin başını okşamak, insana ölümü ve ahireti
hatırlatır. Bu ise kalbi yumuşatır. Bilindiği
gibi ahlaki zaaflar zıtları ile tedavi edilir.
Kibir, tevazu ile tedavi edildiği gibi kalp
katılığı da şefkat ve rikkatle giderilebilir.
Herkes bir ümitsizi teselli etse, bir açı
doyursa, bir ağaç dikse, bir öksüzü korusa,
kanayan bir yarayı sarsa, kısaca çevresine
duyarlı davransa herhalde dünya cennet olur.
Bir yetim gülüyorsa,
Başına şefkat eli değdiğindendir.
Bir yetim gülüyorsa,
Toplum gülüyor demektir.
Tekrar edelim ki, şefkat ve
merhamet, Hz. Muhammd’in dilinde tatlı bir
müjde, gözlerinde ılık bir damla, elinde yaygın
bir ihsan ve iyilik olarak tecelli etmiştir.
Merhamet ve şefkatin tabii sonucu ve en belirgin
tezahürü de bütün insanlığa yönelik iyilik ve
ihsandan ibarettir.
http://sufizmveinsan.com
12/03/2008
48-Daha
Doğru ve Daha Duyarlı Virüs Testleri
Bugün bir
virüs testi, viral DNA büyütülmesiyle
gerçekleştirilir. Ancak ilk başta virüsün tanım
lanabilmesi için kritik bir sayıya ulaşmış
olması gerekir. Şimdi Iowa State
Üniversitesi’nden araştırmacılar, DNA’ yı rahim
boynu kanserine yol açan tek bir human papilloma
virüs (HPV) parçacığından bile tespit etmenin
yolunu buldular. Bilim ekibi smear testinden
alınmış örneği, DNA dizilimi kopyaları ile kaplı
bir mikroskop camı üzerine uyguluyor. Bu dizilim
HPV DNA’ sını tamamlayıcı bir nitelik taşıyor.
Örneğin içindeki herhangi bir HPV DNA’sı cama
yapışıyor. Daha sonra bilim adamları ikinci
dizilimin kopyalarını ilave ediyorlar. Bu da
HPV’ye yapışıyor ve floresanlı moleküle doğru
ilerliyor. Bu işlem varolan her HPV parçacığını
bir ışık noktası olarak ortaya çıkartıyor. Bu
yöntem bugünkü HPV testlerinden 10 ile 50 kez
daha duyarlı. Dolayısıyla enfeksiyonu daha erken
evrelerinde teşhis edilebiliyor. Bu sistem grip
virüsü için de kullanılabilir.
Kaynak: CBT/Bilim
http://sufizmveinsan.com
13/03/2008
49-Kulak
Çınlaması
Kulakların
üstünde, şakaklarda yer alan beyin bölgesi;
işitmenin
merkezidir. Kulaklar birer ses alıcısıdır. Amaçları,
aldıkları sesleri en iyi biçimde beyine
ulaştırmaktır. Çünkü beyin alınan seslere anlam
kazandırır. Çünkü asıl işiten kulak değil, beyindir.
Kimi insanların az işitme nedeniyle kullandıkları
işitme cihazlarından rahatsız olduklarını ya da
kullanamadıklarını görürsünüz. Çünkü sorun, kulakta
değil beyindedir.
Yaşlı insanlara “işine gelmediğini duymaz” diye
takılırız. Nedeni; işlerine gelmediği için değil,
işitilen sesleri anlamadıkları içindir. Çünkü sorun
kulakta değil beyindedir.
Kulak çınlaması toplumumuzun sahip olduğu önemli
sağlık sorunlarından biridir. Kulak çınlaması,
işitme merkezinin duyarlı çalışma özelliklerinin
artmasıyla ortaya çıkar. Stres altında çalışma
özellikleri bakımından artan duyarlılıklar sonucu
gelişir. Örneğin stresli bir günde işitilen yüksek
volümlü bir ses, yıllar boyu sürecek çınlama
yakınmasını başlatabilir. Beyin duyarlı çalışmasına
neden olan önemli bir etken de kafa darbesidir.
Önemsiz gibi görünen şakak bölgelerine alınan bir
darbeden aylar sonra çınlama başlayabilir ve bir
ömür boyu sürebilir.
Günümüz sağlık uygulamalarında yapılan önemli
hatalardan biride, işitme ile ilgili her türlü
yakınmanın nedeninin kulakta aranmasıdır. Eğer kulak
ile ilgili yapılan testlerden bir sonuç çıkmıyor ise
ya da tadavilerden fayda göremiyorsanız o zaman emin
olunuz ki sorun beyindedir.
QEEG
ile beyinde yer alan işitme merkezinin çalışma
özellikleri değerlendirilebilir, saptanan sorunlar
nöroterapiyle tedavi edilebilir.
Yan tarafta görülen QEEG raporunda, işitme
merkezinde (T3-T4) delta dalga etkinliğinde artış
gözleniyor.
http://sufizmveinsan.com
15/03/2008
50-Dinozorlar
Sıcak Kanlı
Dinozor fosillerinin hep aynı
pozisyonda bulunması bugüne dek paleontologların açıklamakta
zorlandığı bir bilmece idi. Bu fosillerin pek çoğunda boyun, omurga
ve kuyruk hep geriye dönük şekildedir. Bugün bunu, veterinerler
modern zamanlardaki kuş ve memelilerin cesetlerinin durumuna bakarak
açıklayabiliyor. Veteriner Cyntia Marshall Faux’ a göre dinozor
fosillerinin bu şekli alması ‘’opisthotonos’’ denilen beyinciği
hedef alan bir darbeye bağlıdır. Opisthotonos’ un genellikle ,
sürüngenlerde değil de kuşlar ve memeliler gibi sıcak kanlı
hayvanlarda görülmesi, dinozorların da sıcak kanlı hayvanlar olduğu
tezini güçlendiriyor.
Kaynak: CBT/Bilim
http://sufizmveinsan.com
17/03/2008
|