» 01-  50
» 51- 100
» 101-150
» 151-200
» 201-250
» 251-300

» 301-350
» 351-400
» 401-450
» 451- 500

 

Bunları Biliyor musunuz?

1- Fotosentez
Fotosentez ışık ve karanlık evre olmak üzere 2'ye ayrılır. İlk evredemutlaka ışık gereklidir.Fiziksel olaydır. Karanlık devre reaksiyonları ışık olsa da olmasa da yürür. Karanlık  devre reaksiyonlarının gerçekleşebilmesi için mutlaka ışık  reaksiyonlarının gerçekleşmesi gerekir.  Bitkiler ışıkta  bir dizi reaksiyon içeren fotosentez sonucunda oksijen gazı, glukoz ve bir
miktar da su üretirler.
Solunum olayı bütün canlı hücrelerde sürekli devam eden bir olaydır. Çünkü metabolizmanın devamı için gerekli olan enerji solunumla üretilir. Yeşil bitkilerin karbondioksit çıkardığını saptayabilmek için, sadece  solunum yaptığı zaman seçilmeli. Yoksa yeşil bitkiler çıkardığı CO2 yi (karbon dioksiti) aynı zamanda fotosentezde kullanırlar. Kullanma olduğu için  karbondioksit açığa çıkmaz.  Çünkü, fotosentez hızı solunum hızından daha fazladır. Bunun için  fotosentezin yapılmadığı bir ortam seçilmelidir. Bu ortam karanlık  ortamdır. Karanlık ortamda fotosentez yapılamaz solunum ise devam eder. Solunum sonucuda CO2 açığa çıkar.
Yani yatak odalarında bulunan bitkiler gündüz fotosentez yaparak  oksijen üretebilirken gece, karanlıkta karbondıoksit üretmekte ve sizinle birlikte ortamdaki karbondioksiti arttırmaktadır.

15.11.2007
http://sufizmveinsan.com

2- Hidrosefali

Hidrosefali beyinde normalde boşluk ve kanallarda dolaşan sıvının herhangi bir nedenle tıkanıp dolaşımın engellenmesi yada sıvının artmasına bağlı su miktarının gitgide yoğunlaşarak beyin dokusuna basınç yapmasıdır.
Kafatası hacmi sabittir (bebeklerde büyüyebilir, sonra kemikler kapanır) Bu sabit hacimde su miktarı artarsa beyin dokusu azalacak ve azalma miktarına gore de beyin ve beden fonksiyonları yavaşlayacaktır. Önemli olan beyinde zarar  meydana gelmeden bu süreci durdurabilmektir. Aksi takdirde zaten hücreler ölmüş olur.
Hidrosefali anne karnında bebek iken tesbit edilebilirse, ailenin de onayı ile bebek alınabilir. Bazende çocukluk yada erişkin dönemde çeşitli nedenlere bağlı ortaya çıkabilir.(tümör,ateşli hastalıklar v.s.) Bu takdirde tedavi sebebe yönelik yapılmalıdır. Tedavi ihtimalleri ve başarı şansı duruma göre değişir..

 

17.11.2007
 http://sufizmveinsan.com

 

3- Amilaz Enziminin Beynimiz Üzerindeki Etkisi

İnsan beyni çok ilginç bir organ. Büyük ve karmaşık olduğu kadar, bozulmaya çok yatkın. Beynimiz çok fazla enerji harcayan çok işlevli bir makine gibi. Bilim insanları  beynimizin, hominidlerin düşünce yetisini güçlendiren bir çevrede yaşamış olduklarına bağlıyorlar. Alet ve silah yapma ihtiyacını duyan hominidler, bu işleri birlikte planlayarak yerine getirmek zorundaydılar. Bunun için de teknik ve sosyal zekaya ihtiyaçları vardı ki evrim onlara uygun bir beyin sunmuştu.Diğer teorilere göreyse, beynin evrimini tetikleyen, toplum yaşamındaki gelişme ve bunun için gerekli etkileşim ve anlaşma yetisiydi. Kimi araştırmacılar ise beynimizi zihinsel bir rekabetin sonucu olarak görürler. Fakat şimdi yeni bir açıklama getirildi. Antropolog Nathaniel Dominy’e göre insan büyük ve güçlü beynini en başta tükürüğüne borçlu. Kaliforniya Üniversite bilim adamı çalışma arkadaşlarıyla birlikte elli açık ve elli koyu tenli üniversite öğrencisinden tükürük örnekleri ve mukoza hücreleri almışlar. Tükürük örnekleri içinde çok farklı miktarlarda amilaz enzimi saptanmış. Amilaz enzimi nişastanın parçalanmasında anahtar rolü oynar.  Ancak mukoza hücrelerinde bulunanlar çok daha ilginç : Amilaz enziminin yapı tarifini üreten AMY1 geninin on beş kopyası . Anlaşıldığı üzere , ne kadar çok AMY1 geni bulunursa o kadar çok enzim üretilmekte. Araştırmacılar ayrıca şempanzelerde bu genden sadece iki kopya bulunduğunu da saptamışlar. Bu nedenle şempanzeler nişasta açısından zengin olan besinlerden uzak durarak daha kolay sindirilebilen meyveleri tercih ediyorlar. Dominy ve arkadaşları beslenme biçimi ve kalıtım arasında bir ilişkinin bulunduğunu görmüşler. Mesela Sibirya’ da yaşayan ve daha çok avcılık ve balıkçılıkla geçinen Yakutlarda, bol miktarda pirinç tüketen Japonlara kıyasla daha az ZMY1 kopyası bulunmakta.

Kaynak : CBT

19.11.2007
 http://sufizmveinsan.com

4- DOWN Sendromu
İlk olarak 1866 da John Down tarafından "özel bir zeka geriliği" olarak tanımlanmış, bebekler mongol ırkına benzer çekik gözleri nedeni ile Mongolizm-mongol bebek olarak adlandırılmıştır. Ancak Asyalı bilim adamlarının baskısıyla down sendromu kullanılmaktadır.
Baştan beri genetik olduğu düşünülmekle birlikte ancak gen haritalarının çıkarılabildiği 1959 yılında kromozom anormalliği olduğu tesbit edilmiştir. İnsanlarda en sık görülen kromozom anomalisi türüdür yaklaşık 700 bebekten biri downdır.
İnsan 46 kromozom
içerir. Down lılarda 21.kromozom üç tanedir.(normalde bir anneden bir babada iki olmalı) bu nedenle Trisomi 21 de denir. Bu hücresel düzeyde anormallik bebek vücuduna yansıdığında Down sendromu ortaya çıkar.
Tipik bir yüz görünümü vardır baş nisbeten ufak ense kısa ve geniş burun kökü yassı kulaklar normalden düşük seviyede gözler ayrık ve çekik dil ağıza göre büyük ve dışarı taşmış şekildedir. Ense cildinde genellikle boğumlar vardır.Tonus (vücut gerginliği) düşük, parmaklar kısa-tombul,avuç içlerinde Simian çizgisi denilen tek bir çizgi vardır. Serçe parmak genellikle içe kıvrıktır. Kalp hastalıkları sıktır. Lösemi riski yüksektir ancak en önemlisi bariz zeka geriliğidir. Zeka bebekler arasında değişiklik gösterebilir ancak özel merkezlerde kısmen eğitilebilir.

 

23.11.2007
 http://sufizmveinsan.com

  5- Hapşırma

Hapşırma, ani, irade dışı, sesli bir şekilde ağızdan ve burundan nefes vermektir. Hapşırma burun kanallarındaki sinirlerin uyarılması sonucu oluşan  bir reaksiyondur. Hava burnun  dar kanallarından türbülans oluşturarak geçerken hem ısısı ayarlanır, hem de içindeki toz burada filtre edilir. Burundaki  sinirlerin uyarılmasının nedenleri değişiktir. En çok alerjik etkilenmedir ama toz, duman, parfümler hatta aniden ışığa bakma gibi başka birçok nedenleri daha vardır. Burnumuzdan önce bir salgı gelir. Bu salgının ardından beyine giden uyarı sonucunda baş ve boynumuzdaki kaslar uyarılarak ani nefes boşanması olayı yaşanır. Ses tellerinin olduğu bölüm önce kapanır ve buradaki havanın basıncı iyice yükselir. Sonra aniden açılarak hava yüksek bir sesle dışarı verilir.
Tabii beraberinde burnumuzdaki toz gibi yabancı maddeler ve soğuk algınlığı yaratan mikroplar da. Ancak tıp bilimi hapşırma ile yayılan mikropların, patojen olanın bulaşıcı olduğunu saptamış
bulunmaktadır. Uyku sırasında özellikle rüya safhasında sinir
sisteminin bazı elemanları kapalı olduğundan normal şartlarda hapşırma olmaz. Uyarı çok kuvvetli ise olabilir ama anında uyanılır.
Hapşırırken gözlerinizi açık tutamazsınız.

26.11.2007
www.sufizmveinsan.com


6- Depremi Saniyeler Önce Haber Veren Sistem

 Japon Meteoroloji Dairesi’ nin desteğiyle yıllar süren bir çalışmanın ardından geliştirilen sistem dünyada bir ilk. Sistem, tehlikeli sarsıntılar öncesinde meydana gelen ve kayıtçılara ulaşan ilk sarsıntılar olan P-dalgalarını ölçüyor.
Asıl depremden saniyeler önce alınan sinyal ağır hasarları ve ölümleri önleyebilecek. Sonuçta birkaç saniyelik bu sürede atom reaktörleri, vinç kuleleri ya da hızlı trenler durdurulabilir. Bir elektronik kuruluşu, gazı otomatik olarak kesen ve (kırılan camların içeri düşmesini engellemek için) perdeleri kapatan bir ev alarmı üretti. Tokyo Üniversitesi Güvenlik Uzmanı Kimiro Meguro’ ya göre on saniye öncesinden alınan deprem uyarısı bile kurban sayısını % 90 azaltabilecek. Tabii sistemin etkili olabilmesi insanların o anda nasıl davranmaları gerektiğini bilmelerine bağlı. Herkes bu kısa süreyi en iyi şekilde değerlendirmeyi öğrenmeli diyor Meguro.

29.11.2007
Kaynak : CBT

7-  PNÖMOKOK

Üst solunum yolları normal florasında bulunan mikrop çeşididir.
Halk arasında zatürre denilen hastalığa neden olur.
Özellikle çocuklarda, yaşlılarda (65yaş üstü), kronik hastalarda(diyabet, siroz alkolizm,
kardiovasküler hastalıklar), bağışıklık sorunu olanlarda hastalık görülme riski yüksektir ve aşılanmaları gerekir.
Sağlık bakanlığı istatistiklerine göre her yıl Türkiye de 90.000 zatürre vakası görülmekte ve yaklaşık 2500 kişi hayatını kaybetmektedir.
Bu hastalıktan aşı vasıtası ile korunmak mümkündür tek dozu
5 yıl süre ile bağışıklık sağlamaktadır.

 

08.12.2007
 http://sufizmveinsan.com

 

8- Norveç Dünyanın İlk Tuz Santralını Kuruyor

Norveç’ teki Statkraft şirketi dünyada ilk kez tatlı ve tuzlu arasındaki basınç farklılıklarıyla enerji elde edilmesine izin veren tuz santralını kuruyor. Tuzdan enerji elde etme yöntemi doğal osmoz sürecine dayanıyor. Tatlı su bir diyafram üzerinden tuzlu suya geçerek bir basınç yaratıyor. İşte bu basınçtan elektrik üretimi için yararlanılacak. Kuruluşun yaptığı açıklamaya göre on yıllık bir araştırmanın ardından nihayet bir prototip kurulacak. Tuzdan enerji elde etme yöntemiyle Norveç’ in elektrik ihtiyacının yüzde onu karşılanabilecek. Ülke şu anda enerjisinin neredeyse tümünü barajlardan elde ediyor.

Kaynak : CBT

10.12.2007
www.sufizmveinsan.com

 

9-  Amputasyon

Amputasyon bir uzvun (kol, bacak, parmak, ayak gibi) bir kısmını veya tamamını, tıbbi gereklilik nedeni ile cerrahi olarak kesme işlemine denir. Damar hastalıkları, trafik kazaları, iş kazaları, tümörler, kronikleşen mikrobik hastalıklar, doğumsal anomaliler, yanıklar ve şeker hastalığına bağlı, daralmış olan damarlarda kan dolaşımı azalır.
Beslenemeyen, oksijenlenemeyen doku giderek bozulur, ölmeye başlayan bu alan soluklaşır ve soğur. Deride ülserler dediğimiz yaralar çıkar.
Olay birbirini tetikleyerek kısır-döngü haline gelir. Damarların
açılması için hasta dokunun debridmanı, yani temizlenmesi, serumlar, hiperbarik oksijen tedavisi uygulanması gerekir.
Bütün bunlara rağmen hastatedavi olmazsa, nekroz denilen ölü dokuya veya kangrene çevrilir. Bu durumda, hastayı kurtarmak ve ölü dokunun ilerlemesini önlemek amacıyla hasta olan uzvun sağlam bölgeye kadar kesilmesine karar verilir.
Sonrasında ise rehabilitasyon ile tedavi devam eder. Rehabilitasyon ekibi: fiziksel tıp ve rehabilitasyon uzmanı, ortopedist, fizyoterapist, ortez ve protez teknisyeni,  terapist, psikolog, sosyal hizmetler uzmanı ve aileden oluşmaktadır. Öncelikle hastanın yaşı, mesleği, cinsiyeti ve amputasyon nedeni göz önünde bulundurularak,kesilecek uzvun seviyesi tayin edilir.

12.12.2007
http://sufizmveinsan.com

10- Kuş Gribi Virüsü Değişim Geçirdi

Kuş gribine neden olan H5N1 virüsü son bir araştırmaya göre mutasyon geçirerek insanlara daha kolay bulaşacak hale gelmiş. Wisconsin-Madison Üniversitesi’nden Yoshihiro Kawaoka’nın Pathogens dergisindeki yazısında virüsün sıcaklık toleransının değiştiği vurgulanmakta. Kuşların beden sıcaklığı 41, insanlarınki 37 derecedir. Ancak virüsün giriş yeri olan burnumuz ve boğazımızdaki sıcaklık sadece 33 derecedir. Bu nedenle kuş gribi insanın ağzı ve boğazında çok iyi çoğalamıyor. Fakat son olarak saptanan mutasyon şimdi virüsün daha düşük sıcaklıklarda da hayatta kalabildiğini gösteriyor diye açıklıyor Kawaoka. Bununla birlikte değişim, dünya genelinde bir salgına neden olacak kadar büyük değil. Ayrıca olası bir salgın için virüsün ne kadar değişmesi gerektiği de henüz bilinmemekte. Kuş gribi hayvandan hayvana veya hayvandan insana bulaşmakta. Bilim insanları virüsün değişim geçirerek büyük bir salgına yol açmasından endişeleniyorlar. Virüs 2003 yılından bu yana 330 kişiye bulaştı ve bunlardan 201’i yaşamını yitirdi.

Kaynak: CBT


14.12.2007
www.sufizmveinsan.com

11- Acı Kaybımız

NOKTANIN SONSUZLUĞU eserinin müellifi LÜTFİ FİLİZ; dün Hakkın Rahmetine kavuştu... Cenazesi bugün (15 Aralık 2007) ikindide Karacaahmet Kabristanı Camiinde kılınacak namazdan sonra ;İZMİR-TİRE de defnedilecektir...
(Oğlu AZİZ ŞENOL FİLİZ: 0542 2523669)

www.sufizmveinsan.com
15/12/2007

12-  REFLÜ

Reflü, asitli mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun asitten kendini koruma özelliğinin kaybolmasından kaynaklanır. Reflü hastalığı, asitli ve/veya safralı mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun kendini asitten ve safralı mide içeriğinden koruyamaması nedeniyle oluşur. Erişkinlerin %20'sinde reflü hastalığı görülmektedir.
Mide içeriği belirgin derecede asittir. Geri akım daha ilerden yani onikiparmak barsağından mideye doğru ise mideden yukarı çıkan içerik hem asit hem de safra içerir. Alkali özellikli olan safra da mide asidi gibi yemek borusunun tahrişine neden olur..
Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna geçişini engelleyen bir kapak mekanizması vardır. Reflü hastalarında en sık görülen özellik bu mekanizmanın gevşekliğidir. Bu durum genellikle mide fıtığıyla birlikte görülür. Mide boşalım bozukluğu ya da bozulmuş yemek borusu hareketi bu hastalığı tetikleyen diğer nedenlerdir. Reflü kronik bir durumdur ve bir defa başladığında genelde hayat boyu devam eder. Reflünün yemek borusunda yol açtığı hasar (özofajit) da kronik bir durumdur. Tedaviye başlandığında yemek borusu iyileşse dahi tedavi bırakıldıktan birkaç ay sonra tekrar aynı duruma gelir.
Reflu özellikle gece olur çünkü yutkunma durur, tükrük salgısı ve yerçekimi etkisi azalır. Bu yüzden asid gece yemek borusunda daha uzun süre kalır ve daha fazla zarar verir.
Bazı durumlar insanlarda daha fazla reflüye yol açar. Gebelik
bunlardan biridir. Obezite ise en önemli tetikleyicidir.

www.sufizmveinsan.com
17/12/2007

13- Korku Genleri ve Hastalıkları
300 hastanın kalıtımını inceleyen Max-Planck Psikiyatr Enstitüsü araştırmacıları, ağır panik atak ve agorafobi yaşayanların 12.kromozomları üzerinde belli başlı bir gen varyantının tekrarlandığını buldular. Susanne Lucae’ nin açıklamasına göre bu gen, her şeyden önce bellek süreçlerinde ve ağrıların algılanmasında etkili olan bir enzime bilgi taşıyor. Söz konusu varyantlar manik depresif bozukluklarda da görüldüğü için, araştırmacılar bazı genlerin hem korkuya bağlı hastalıklarda hem de affektif bozukluklarda etkili olduğunu düşünüyorlar. Bunların dışında üç ‘’korku geni’’ daha bulunmuş. Hastalık genlerini bildiğimizde uzun vadede yeni ilaçlar geliştirip hastalanmaya yatkın olan insanları daha iyi tedavi edebiliriz diyor Lucae. Anlaşıldığı üzere korku hastalığına yakalanma olasılığı ve hastalığın ağırlık derecesi çeşitli genlerin karşılıklı etkisine bağlı.
 

Kaynak: CBT
20/12/2007

 

14- Ozon Deliği Üçte Bir Oranında Küçüldü

Son ölçümlere göre ozon deliği geçen yıla kıyasla yüzde otuz daha küçüldü.  Avrupa Uzay Ajansı ESA’ ya göre 2007’deki ozon kaybı en fazla 27.7 milyon ton civarında olacak, oysa geçen yılki kayıp 40 milyon ton olarak ölçülmüştü. 24,7 milyon kilometrekare büyüklüğündeki ozon deliği yaklaşık olarak Kuzey Amerika’nın yüzölçümü kadar. Ozon deliği tam olarak Güney Kutbun üzerinde bulunmadığı için, içindeki gazlar daha sıcak havayla karışmış, dolayısıyla da ozon kaybı sürecini frenlemiş. Çünkü ozon sadece düşük ısılarda indirgenmekte. Bununla birlikte ozon kaybında deliğin genişlemesi dışında ozon kaybı sınırının yüksekliği de önem taşımakta. Geçen on yıllarda stratosferdeki ozon tabakası yılda %0,3 oranında inceldiği için, dünya daha fazla UV ışını aldı.Ozon tabakasının incelmesinden özellikle de FCKW (Flüor klor hidrokarbon) gibi kimyasallar sorumlu tutulmakta. Endüstride kullanılan bu kimyasallar atmosferdeki varlıklarını on yıllar boyu koruyabiliyorlar.
 

Kaynak: CBT
21/12/2007

15- Karıncalanmanın Nedenleri

Soru  : Özellikle kollarda ve bacaklarda hissedilen karıncalanmanın nedeni nedir?

Yanıt : Kaynak : New Scientist 14 Temmuz 2007

Bilimsel ismi parestezi olan iğnelenme/karıncalanma, genellikle en çok bacaklarda ve kollarda duyulan ve periferik sinirlerdeki ya da santral sinir sistemindeki fonksiyon bozukluğundan ileri gelen anormal duyumlardır. Bunlara örnek yanma, karıncalanma, uyuşma, iğnelenme. En sık görülen nedeni duyusal sinirlerin sıkışmasıdır. Böylece sinir beyne duyusal bilgiyi gönderemez.  Bu daha çok sinirin vücudun yüzeyine ve kemiğin tam üzerine yakın geçtiği bölgelerde görülür. Örneğin dirseğin üzerinden geçen ‘’ulnar’’ sinirinin sıkışması ellerde karıncalanmaya yol açar. İnsanların sabahları karıncalanma hissi ile uyanmalarının nedeni yüzeysel bir sinirin üzerine yatıp sıkışmasına yol açmalarıdır. Daha az görülen bir nedeni ise anormal plazma kalsiyum düzeyidir. Özellikle tiroid ameliyatlarından sonra görülen düşük kalsiyum, genel olarak ellerde karıncalanma yaratır. İğnelenmenin bir nedeni de Hipervantilasyon’dur (fazla derin ve uzun süreli solunum) Hipervantilasyon, kanı daha alkalin hale getirerek hücrelerin içine kalsiyumu iter ve plazma kalsiyumunu düşürür. Ayaklarda görülen iğnelenme, kontrol altına alınmamış şeker hastalığındaki sinir hasarının bir işaretidir. Parestezi ayrıca kronik de olabilir. Yaşlı insanlarda dolaşım bozukluğu yaygındır. Ayrıca ateroskleroz ve damar hastalıklarında da görülür. Yetersiz kan ve beslenme eksikliği durumunda sinir hücreleri görevini gerektiği gibi yapamaz. İşte bu nedenle parestezi, yetersiz beslenme ve diyabet/hipotiroidizm gibi metabolik hastalıkların da belirtisi olabilir. Karıncalanmanın daha sinsi bir nedeni de inme ve multipl skleroz (MS) veya motor nöron hastalığı gibi bazı nörolojik hastalıklardır.

Kaynak: CBT
24/12/2007

 

16- Yüzde Yüz Yapay Kornea Üretildi

Fraunhofer Uygulamalı Polimer Araştırmaları Enstitüsü bilim insanları tamamen yapay bir kornea üretmeyi başardılar. Yapay saydam tabakanın klinik deneyleri 2008 yılında başlayacak. Yapay korneanın temeli, piyasada bulunabilen, suyu çekmeyen ve üzerinde hücrelerin büyümediği bir polimerden oluşmakta. Yapay kornea üretimindeki en zor nokta, istenilen bölgelerde hücrelerin büyümesini sağlamak. Diğer yandan da bunları engelleyebilmek. Bu nedenle implantların üzerleri özel olarak kaplandıktan sonra korneanın kenarına özel bir protein aşılanmakta. Doğal saydam tabakanın hücreleri bu proteinin üzerine yerleşebilecek. Araştırmacılar, böylece kornea implantının doğal saydam tabakanın parçasıyla neredeyse tamamen bütünleşeceğini, buna karşın ortasında hiçbir hücrenin barınamayacağını söylüyorlar. Ayrıca proteinin, yapay korneanın kimyasal termik sterilizasyonundan da zarar görmemesi gerekiyor. Üretimdeki diğer bir zorluk da yapay korneanın ön optik kısmının kaplanmasıydı diyor araştırmacılar. Bu bölge, sadece yedi nanometre kalınlığında olan ve yerinden ayrılmayan diğer bir polimerle kaplanmış. Suyu seven polimer, sürekli gözyaşı sıvısıyla örtülürken, yapay korneanın iç kısmının steril kalması gerekiyor. Şimdilik tavşanlarda başarıyla test edilen yapay kornea önümüzdeki yıl insanlara da aktarılacak.
 

Kaynak: CBT
27/12/2007

17- DNA- Enzim İlişkisi İlk Kez Görüntülendi

Bir protein ve DNA dizgisi arasındaki ilişki ilk kez nano ölçekte filme alındı. Koruyucu bir enzim virüsün DNA’ sına bağlanarak, dizgiyi belli bir yerden kırıyor. Elde edilen görüntünün kanser araştırmalarında önemli gelişmelere yardımcı olabileceği düşünülmekte. Bilim insanları ilk kez proteinlerin, bozulmuş DNA’ yı ne şekilde onarabildiklerini gördü. İngiltere’ deki BBSRC (Biological Sciences Research Council) kurumu tarafından gerçekleştirilen araştırma , ilk kez proteinler ve DNA arasındaki ilişkiyi ‘’canlı’’ olarak gösteriyor. Bu film dünyada sadece üç örneği bulunan ve ‘’Fast -Scan Atomic Force Microscopy’’ (hızlı tarayan atomik kuvvet misroskopi) tekniğiyle çekilmiş. Standart fim teknolojileriyle nano ölçekte sadece sekiz dakikada bir görüntü elde edilebilmekte. Oysa yeni teknolojiyle saniyede iki görüntü alabiliyoruz diyor araştırmayı yöneten Robert Henderson. Film, bir virüsün kendisine bulaşmaması adına dizgiyi kırmak için virüsün DNA’ sına yapışan bir bakteri enzimini gösteriyor. Enzimin bir ilmekle virüsün DNA’sına bağlandığı açıkça görülmekte. Bu malzemenin yardımıyla bilim insanları enzimlerin, kırmak zorunda oldukları DNA’ yı ne şekilde tanıdıklarını öğrenmeye çalışacaklar. Yeni bilgiler öte yandan proteinlerin bozuk DNA’ları ne şekilde onardıklarını öğrenmek açısından da önemli. Bazı kanser türleri DNA’nın kırıldığı ama enzimlerin dizgiyi doğru dürüst onarmadıkları bölgelerde oluşmakta.BBSRC araştırmacıları tarafından çekilen film www.bbsrc.ac.uk/ adresinde izlenebilmekte.

Kaynak:Nilgün Özbaşaran Dede/ CBT
29/12/2007

18- Anorexia nervosa

Daha çok ergenlik çağındaki genç kızlarda görülen anoreksiya nervoza tedavi edilmediğinde ölüm oranı yüksek olan ve yaygınlığı giderek artan bir hastalıktır. Normal sayılan bir vücut ağırlığına sahip olmayı kabul etmeme, şişmanlamaktan aşırı korku, beden algılamasında bozukluk ve adet görmenin kesilmesiyle karakterli bir yeme bozukluğudur. Hastalar vücut ağırlığınınartmasını engellemek için zorlu  egzersizler (yürümek, bisiklete binmek, yüzmek vb.) ve sıkı diyet uygular.
Buna bağlı olarak ortaya çıkan ağırlık kaybını takib eden yaklaşık 1.5 yıl içinde hastaların %30-50'sinde aşırı yeme atakları ortaya çıkar. Hastalar şişmanlamaktan aşırı korktuğu için, yeme ataklarından sonra kendini kusturma, barsak ve idrar boşaltıcı ilaç kullanma ihtimali vardır. Bu nedenle anoreksik hastalar, diyet kısıtlaması uygulayan kısıtlanmış tip ve yeme ataklarının olduğu bulimik tip olarak iki alt tipe ayrılmaktadır.Gerek diyet kısıtlaması uygulayanlar, gerekse aşırı yeme atakları olanlar zayıf kalmaya aşırı gayret gösterir karbonhidrat ve yağ içeren yiyeceklerden kaçınırlar.
Az yemek yemelerine rağmen yemeği hazırlama ve pişirmeyle obsesif şekilde uğraşırlar. Yemek yemeleri törenseldir. Anoreksiya nervoza ile birlikte depresif belirtiler sıkça görülmektedir. Hastalığın başlangıcı sıklıkla stresli bir olay ile birliktedir. Orta ve yüksek sosyo-ekonomik sınıflarda, zayıf kalmanın desteklendiği mankenlerde ve balerinlerde daha sık oranda anoreksiya nervoza'nın görüldüğü bildiriliyor.

www.sufizmveinsan.com

31/12/2007

19- Hücre Kültüründen Yeni Grip Aşısı

Almanya’ daki Novartis ilaç kuruluşunun yeni fabrikasında hücre kültürlerinde virüs üretimine dayanan bir yöntem geliştirildi. Yeni yöntemle elde edilen virüsler zararsız hale getirildikten sonra aşı olarak kullanılabiliyor. Grip aşısı için gerekli virüsler şimdiye dek zahmetli bir biçimde tavuk yumurtalarından üretiliyordu. ‘’Optaflu’’ olarak adlandırılan aşı için gerekli izin verilmiş. Yeni yöntemde ilk önce virüslerin besleyici maddesi yani hücre kültürü üç ayrı biyolojik reaktörde üretilmekte.  İkinci aşamada hücrelere virüs aşılandıktan sonra virüsün etkinliği durdurulmakta. Ve en sonunda ürün temizlenmekte. Reaktör, hortumlar, santrifüj ve ölçüm aletleriyle tamamlanan işlem bir milimetrelik besleyici madde ile başlıyor; bu madde işlem sırasında binlerce litre sıvıya ulaşıyor ve araştırmacılar otuzuncu günde on litre saf aşı maddesi (antijen) elde ediyorlar. Virüs parçacıklarından oluşan aşı maddesi gribe neden olmadan bağışıklık sistemini etkinleştirmekte. Yeni yöntem özellikle de grip salgını için büyük bir avantaj olarak kabul edilmekte. Mesela kuş gribi insanlara bulaştığında, tavuklar çoktan ölmüş olacaklar. Dolayısıyla da aşı için gerekli hammaddeyi bulmak da imkansız hale gelecek.Kuruluş fabrikanın 2009 yılında tamamen işler hale gelmesiyle, sekiz milyon doz grip aşısı yerine kırk milyon doz üretmeyi hedefliyor.

Kaynak: CBT
02/01/2008

20- D Vitamini Her Derde Deva

Yıllardır yalnızca kemik oluşumunu destekleyen ve güçlendiren bir vitamin olarak tanınan D vitamininin, vücutta yeterli miktarda bulunmaması durumunda kanser, tüberküloz, şizofreni, MS, kalça kırıkları ve kronik ağrılar gibi çok sayıda hastalığa davetiye çıkarttığı ortaya çıktı. Son yapılan araştırmalar, insan hücrelerinde (yalnızca bağırsak ve kemik hücrelerinin değil) D vitamini reseptörü bulunduğu ve bu vitaminin vücudun genel sağlığı için gerekli olduğunu ortaya çıkarttı.

Kaynak: CBT
04/01/2008

21-MS (Multipl Skleroz)
 
MS, genellikle gençlikte başlayıp yaşam boyu süren bir beyin ve omurilik hastalığıdır. Bulaşıcı değildir, ölüme neden olmaz. Bazı kişilerde kalıcı özürler oluşturabilir. Bazı kişilerdeyse kişinin kendisinin bile ayırt edemeyeceği kadar hafif sorunlara neden olacak şekilde sınırlı kalır. Bedenin her yerinde, çoğunlukla gelip geçici olan bir çok bulgu yaratabilir. MS hem kadınlarda hem de erkeklerde ortaya çıkan bir hastalıksa da, MS'li kadınların sayısı erkeklerden nerdeyse ikikat fazladır. Sosyoekonomik düzeyi yüksek ve şehirli olanlarda daha sıktır. Beyindeki nöronların gövdelerinin bir arada yığın halinde bulunduğu bölgelere, görünümlerine dayanarak "Gri madde" adı verilir. Beyinde ya da omurilikte aksonların bir araya gelerek oluşturduğu bu demetlere de, yine görünümlerine dayanarak "Ak madde" adı verilmiştir.
MS' de çoğunlukla ak maddede "Plaklar" görülür. Beyin ve omurilikte MS'in belirteci plaklardır. "Plak", MS'e özgü hasarın oluştuğu, çoğunlukla yuvarlak ya da oval görünümlü  sınırlı bir alandır. Plaklar, toplu iğne başı   kadar küçük olabilecekleri  gibi, çok ender olarak santimetrelerce büyük olabilirler. Ancak çoğunlukla  3-5 mm
büyüklüğünde olurlar. Çapı bir santimetreyi aşanlar büyük plak olarak değerlendirilir. Son zamanlarda yapılan pek çok inceleme akson hasarının sanılanın tersine önceden başladığını ve myelin yapımından sorumlu olan oligodendrositlerde de olayın başından itibaren sorunlar olduğunu ortaya koymuştur. Multipl Skleroz'un  neden oluştuğu kesin olarak bilinmemektedir. Belirtilerinin hiç biri MS'e özgü değildir. MS'in işaretileri, psikolojik belirtilerle karıştırılabilir.  MS'de  kol veya bacakta  kuvvet kaybı, sürekli yorgunluk,baş dönmesi ve dengesizlik hissi, tek gözde geçici görme kaybı,baş dönmesi ve dengesizlik hissi, yürüyüşte dengesizlik , konuşma zorlukları ya da bozuklukları,titreme, çok çeşitli  ağrılar  unutkanlık, felç, hafıza kaybı oluşabilir. Dünyanın en iyi merkezlerinde bile bazen kişinin MS'li olduğunun anlaşılamadığı ya da başka hastalıklara MS tanısı konulabildiği bir gerçektir.

www.sufizmveinsan.com

05/01/2008

22-Kaynak Sularının Son Kullanma Tarihi

Soru: Yer altı suları binlerce yıldır toprak altında kalıp bozulmadığı halde, şişelenmiş suların üzerindeki ‘’Son Kullanma Tarihi’’ ne anlama geliyor?
Maden suları, çok farklı etkiler yaratan kaya katmanlarından geçerek pınarlara ve kuyulara erişir. Bu arada bazı madenler suda erir. Böylece suyun tadı ve sağlık için yararlı özellikleri değişir. Kayalardaki küçük gözenekler filtreleme sistemi olarak çalışır. Bu da suyun biyolojik kirlilik yaratan maddelerden arınmasını sağlar. Su yeryüzüne erişir erişmez yeniden kirlenme riski ile karşı karşıya kalır. Şişelenmiş kaynak sularının üzerindeki son kullanma tarihi su ile değil kap ile ilgilidir. Maden sularının pek çoğu Polietilen Tereftalat (PET) şişelerde saklanır. Şişelerin üretimi sırasında katalist veya antimon içeren hammaddeler malzemenin içinde kalabilir ve zaman içinde suya sızabilir. Buna engel olmak için PET şişeler yerine cam şişeler tercih edilmelidir.  Eğer içme suyu PET şişelerin içinde son kullanma süresinden fazla kalırsa, plastik bozulabilir veya şişe kapağı aşınabilir. Böylece bakteri suya karışıp kirlilik yaratabilir.

Kaynak :CBT
09/01/2008

23- Servikal Kanser Aşısı

Bazı ülkeler ve ABD’ de 24 eyalette ergenlik döneminden önce kızların servikal kanser aşısı olmaları için yasa çıkartıldı. İlk başlarda devrim olarak nitelendirilen aşının zorunlu kılınması şiddetli eleştirilere neden oluyor. Yüzde 70 oranında servikal kansere yol açtığı bilinen dört çeşit HPV (Human Papilloma Virus) için geliştirilen aşının koruma gücünün yüzde 20’lerde seyrettiği söyleniyor. Aşı, ayrıca, HPV’ nin bulaşmış olduğu durumlarda yarar sağlamadığı için kızları 11-12 yaşlarında aşılamak gerekiyor.

Kaynak :CBT
12/01/2008

24-Hicret nedir?

Hicretin İslam için ifade ettiği mana , kuruluş döneminin çok zor günleri ve sıkıntıları göz önüne getirildiği zaman anlaşılabilir.O gün hiçbir şey hicret kadar ,  yani şirki ve müşrikleri terk edip Müslümanlara katılmak kadar önemli ve hayati değildi.Hicret olayı, o güne kadar yaşanmamış bir inanç yolculuğu olarak günün Müslümanlarının gündeminin baş maddesi idi.Çünkü hicret, bu manasıyla devlete yürüyüş demekti.Hicret cihadın mukaddimesidir.Aslında kendisi de başlı başına bir büyük cihad hareketidir.Nitekim muhaddis Ebu Davut Süneni’nde cihat bölümüne hicret konusuyla başlarken, herhalde cihada hicretle gidildiği , cihat dönemine hicretle geçildiği tarihi gerçeğine dikkat çekmek istemiş olmalıdır.Hicret mücadele azmini hasret ve gurbetle bilemektir.Hicret baskı ve zulmü terk etmek, başarıya,iktidara, devlete gitmektir.Hicret, zor, büyük, ağır bir iş, hakkı güç ödenebilir mazhariyet ve nimettir.Hicret şirkten tevhide yükselişin, sabırdan cihada uzanan aksiyonudur.O fert planında dini yaşayışı arama , sosyal planda ise, İslam toplumunu takviye ve dini ikame etmektir.Çünkü hicret, İslam’ı  en nazik ve hareketli noktasından kavramak demektir.Artık Müslümanlar bulundukları yerde, görecekleri baskılara  sabırla mukabele merhalesini aşmış, hicretle cihada iştirak merhalesine ulaşmışlardı.Hicret hiçbir zaman kaçış değil, kelimenin tam anlamıyla bir arayış bir taleptir.Bu sebeple de o , “düşmanla savaş var olduğu sürece”,” güneşin batıdan doğuşuna kadar” devam edecektir.Çünkü o, tebliğ dinamizmin sembolüdür.Kısaca hicret: Allah’ın yasakladıklarını terk etmektir.
Kaynak;  Vakit Gazetesi

www.sufizmveinsan.com

13/01/2008

 

25-Hz Muhammedin (s.a.v) ’in Kızı Hz. Zeynep’in Hicret'i

Mekke’den Medine’ye kutlu yolculuk başlamıştı. Artık Mekke dar geliyordu Müslümanlara...
Gitmek kolay mıydı? Elbette o da çok zordu. Evini bırakmak, diktiği hurma ağaçlarına son bir kez bakmak, koşup oynadığı, düştüğü yolları geride bırakmak; hele Kâbe… Bir daha dönerler miydi? Kâbe’yi bir daha görecekler miydi?
Peygamber Efendimiz’ in kızı da gizliden gizliye Hicret’e hazırlanıyordu. Utbe kızı Hint, bir gün Hz. Zeynep ile karşılaştı ve şöyle dedi:
-Muhammed’in Kızı! Duyduğuma göre babanın yanına gidecekmişsin… Zeynep (r.a.)durumu saklayacak oldu. Fakat Hint:-Amca kızı, gizleme. Neye ihtiyacın varsa bana söyle, ihtiyaçlarını karşılayabilirim. Benden bir şey saklama. Erkekler arasında ki düşmanlık kadınlar arasına girmemeli. Hz. Zeynep, Hint’in samimiyetine inansa da, korktuğu için hazırlığını gizlemeyi sürdürdü. Hazırlığını tamamlayınca kayınpederi Kinane ona bir deve getirdi. Sonra Kinane gidip okluğunu ve yayını aldı. Hz. Zeynep devenin üzerinde,  güpegündüz Mekke’den çıktılar. Kureyş erkekleri onları gördüler, ilk önce şaşırdılar, Öyle ya… Güpe gündüz böyle yola koyulmak düpedüz meydan okumaktı. Şaşkınlıkları geçer geçmez peşlerine düştüler. Zi-tuva denilen yerde de yetiştiler. Kinane oklarını yere döktü ve :-Vallahi yaklaşanı vururum, dedi. Bunun üzerine Kureyşliler geri çekildiler. Daha sonra Ebu Süfyan birkaç kişiyle geldi.
-Kinane, okunu indir de seninle konuşalım, dedi. Kinane okunu indirdi. Ebu Süfyan:
Muhammed’in bize yaptıklarını, başımıza getirdiği felaketleri bile bile, güpegündüz, göz göre göre onun kızını alıp Mekke’den çıkarmışsın!  İnsanların gözünün önünde onu alıp götürürsen, bu bizim zayıflığımıza, acizliğimize verilir. Hayatım üzerine yemin ederim ki, babasından dolayı onu hapsetmek, ondan intikam almak bize yakışmaz. Sen şimdi onu Mekke’ye geri götür. İnsanlar sizi geriye bizim döndürdüğümüzü konuşmaya başlayınca onu al, babasına götür, dedi. Kinane de denildiği gibi yaptı ve Hz. Zeynep (r.a.) bu şekilde Hicret etmiş, babasına kavuşmuş oldu.

Kaynak;  Vakit Gazetesi

www.sufizmveinsan.com

16/01/2008

26-Fetüs beyinleri

Sekiz haftalık olana kadar bütün fetüs beyinleri, kadın beyni gibi görünür. Dişi doğanın başlangıç halidir. Eğer bir kadın ve erkek beynini gelişirken izler ve zaman içindeki değişimlerini fotoğraflarsanız diyagramlarının genler ve seks hormonları tarafından oluşturulan mavi çizgilerle belirlendiğini görürsünüz. Sekizinci haftada başlayan devasa bir testosteron seli, iletişim merkezindeki hücrelerin bir kısmını öldürerek bu uniseks beyni erkek beynine döndürür. Aynı süreçte saldırganlık ve cinsellik hücrelerinde de artış görülür. Eğer bu testosteron seli gerçekleşmezse kadın beyni değişmeden büyümesini sürdürür. Fetüs halindeki dişi beynin hücreleri duygusal gelişimi de belirleyen iletişim ve bağlantı merkezlerinde yoğunlaşırlar. Fetüsün bu gelişimi bizi nasıl etkiler? Öncelikle geniş iletişim merkezi nedeniyle kız çocuk büyüdükçe erkek kardeşinden daha konuşkan olacaktır. Erkekler günde ortalama 7000 kelime kullanır. Kadınlar ise 20 bin. Bir diğer etkisi ise doğal biyolojik kaderimizi belirlemesidir. Örneğin dünyaya bakmak için kullandığımız gözlerimizi renklendirir.

Kaynak: Kadın Beyni
DR. Louann Brizendine

www.sufizmveinsan.com

18/01/2008

27-D Vitamini Her Derde Deva

Yıllardır yalnızca kemik oluşumunu destekleyen ve güçlendiren bir vitamin olarak tanınan D vitamininin, vücutta yeterli miktarda bulunmaması durumunda kanser, tüberküloz, şizofreni, MS, kalça kırıkları ve kronik ağrılar gibi çok sayıda hastalığa davetiye çıkarttığı ortaya çıktı. Son yapılan araştırmalar, insan hücrelerinde (yalnızca bağırsak ve kemik hücrelerinin değil) D vitamini reseptörü bulunduğu ve bu vitaminin vücudun genel sağlığı için gerekli olduğunu ortaya çıkarttı.

Kaynak: CBT/2007 Bilim Olayları

www.sufizmveinsan.com

23/01/2008

28-Kağıtsız Faks

Çevreci etkinlikleriyle dikkat çeken telekomünikasyon şirketi Bircom tarafından Türkiye’ye getirilen Vidicode Faks Sunucusu kullanıcıların, kağıt kullanmadan faks alıp göndermelerini sağlıyor. Bircom, ürünü satın alanlar adına TEMA ile birlikte fidan dikimi de yapacak. İnternetin gelişmesine paralel olarak e-postanın sunduğu hız ve rahatlık nedeniyle tahtı sarsılır gibi görünen faks iletişimi, aslında e-postanın sunamadığı avantajlardan dolayı hala yaygın olarak kullanılıyor. Özellikle güvenlik açısından üstün nitelikleri olan faks, teknolojinin yardımıyla çağ atlıyor.

Vidicode Faks Sunucusu, faks iletişiminden kağıt unsurunu ortadan kaldırarak tarama, arşivleme, yedekleme ve zamandan tasarruf imkanı sunmasının yanı sıra en önemli katkıyı çevrenin korunması anlamında sağlıyor. Cihaz; kağıt, toner ve faks şeridi kullanımını sıfıra indiriyor ve faks iletişimini tamamen elektronik ortama taşıyor. Bircom, çevrenin korunması konusundaki duyarlılığını bir adım daha ileriye taşıyarak TEMA ile işbirliği yaptı ve Vidicode Faks Sunucusu’nu satın alanlar adına fidan dikimi yapılacağını duyurdu.

Kaynak: CBT

www.sufizmveinsan.com

26/01/2008

 

29-Merkür Rotara Giriyor

28 Ocak günü ise Merkür bu yılın ilk rotarına başlıyor. Ve zaten Kova döneminin tümünü böyle tamamlıyor denebilir. 19 Şubat günü düzeliyor. Kova burcunda oluşan bu durum akıllarda tempo düşürebilir. Kitlesel iletişimi, toplu çalışmaları, grup faaliyetlerini etkiler ve gecikmeler, isabetsizlikler, beklenmeyen durumlar ortaya çıkabilir.
Modern iletişim araçları, teknolojik ve elektronik konularda aksamalar, bozulmalar, arızalar artar. Bu süreçte yeni bir aklınıza gelirse, sunacağınız bir icadınız varsa veya birilerine akıl hocalığı yapıyorsanız hiç tavsiye etmem. Anlama ve anlatmada yanlışlıklar olması, sizin veya karşınızdakinin iyi değerlendirememesi çok olasıdır. Yanlış yönlendirmeler yapabilir sonradan üzülebilirsiniz. Emekler boşa gitmesin, çabalarınıza yazık olmasın.
İdealleriniz için uğraşılacak, hedefi tutturabilecek, düşüncelerinizi hodri meydan yapacak zaman değildir. Beklentileriniz umduğunuz gibi karşınıza çıkmayabilir. Çıksa bile siz iyi değerlendiremiyor olabilirsiniz. Telaş etmeyin, aklınıza her gelene kapılmayın ve biraz tatil yapın.

Nuran Tuncel'in Kova Burcu Yazısından Alınmıştır.

www.sufizmveinsan.com

27/01/2008

30-Serdar Turgut’u tebrik..

Sekiz yıl tüm Ramazan ayı boyunca köşe yazdığım Akşam gazetesinin genel yayın müdürü Sn. Serdar Turgut İslam alemini yakından ilgilendiren iki olguya öylesine parmak bastı ki, ilgililerin dudakları uçukladı. (www.sufizmveinsan.com/haftanın sohbeti böl.ne bknz) Yazdığı makaleler (biri alıntı) dilin ve aklın ürünüydü. Gerçek bu vesile ile çok çıplak bir şekilde bir kez daha ortaya çıktı.

Benim diyen âlimlerin dahi gıpta edebileceği konuların bu denli ustaca açıklaması İslam âleminde adeta fırtınalar koparacak cinsten. Kendisini tebrik ettim. Temennim aynı hızla devamlılığını göstermesidir. Konuları yakınlık duymanız gerekçesiyle siz okurlardan ricam ön yargılı olmadan bendenize ait aşağıda link verdiğim yazılara bir göz atmanızdır.

Bilim Dini Etkiliyor
The Secret - Vehim Gücü 
Yol Ayrımı
Yön Tayini

Merkel'in minare çıkışı!  (Günün Yorumunda; 211 no'lu yorum)
Bekleyiş
 (Günün Yorumunda; 220 no'lu yorum)

Ahmet F. Yüksel
www.sufizmveinsan.com
31/01/2008

31-ALS

Dünyaca ünlü İngiliz bilim adamı Stephan Hawking, ülkemizde ise Fenerbahçeli Sedat'la tanınan ALS, ilerleyen bir sinir sistemi hastalığıdır. Amyotropic Lateral Sclerosis (ALS) aynı zamanda Motor Nöron  Hastalığı olarak anılır. Hastalık, merkez Sinir sisteminde medulla spinalis ve beyin sapı adı verilen bölgede motor hücrelerin (nöronlar) kaybındanileri geliyor. Bu hücrelerin kaybı kaslarda zaaf ve erimeye yol açıyor. Ayrıca erken ya da geç hareketin birinci nöronu (piramidal yol) da hastalanıyor. Zihinsel fonksiyonlar ve bellek ise bozulmuyor. Kaslardaki zayıflık ellerde ya da bacaklarda ağız yutak bölgesinde ya da dilde başlayabilir ve hastalık sürekli bir şekilde ilerleyerek yayılır. Bu yayılma bülber alandaki kasları da tutabileceği için konuşma ve yutma güçlüğüne neden olabilir. İleri devrelerde solunum yetersizliğine yol açabilir. Genellikle erişkin yaşlarda (40-50) ve erkeklerde kadınlara göre biraz daha fazla görülür. Sıklığı 100.000 de 1-1,5 civarında. (İnsidans) Daha genç ve daha ileri yaşlarda da ortaya çıkabilir. Genellikle zayıf insanlarda görüldüğü dikkat çekiyor..
ALS olusmasinda bir gen bozuklugu faktör olarak kabul ediliyor.
Özellikle 20. kromozomda bulunan süperoksit dismutaz tip 1 genindeki bir mutasyon. Ama bu mutasyon ailevi ALS vakalarinin yaklasik yüzde 20'sinde bulunabiliyor. Bunun disinda da muhtemelen bildigimiz ve bilmedigimiz çesitli faktörler vardır.

www.sufizmveinsan.com
03/02/2008

32-ÖNEMLİ AÇIKLAMA

Toplumsal yaşamda kimimizin ak dediğine, diğerleri kara demekte ısrarlı. Üstelik bu da yetmiyor, birileri fikirler yerine diğerlerini hayatını araştırmakta bulduğu, yakaladığı olumsuz şeylerle onu suçlamakta, arkasından konuşmaya, dedikodu yapmaya, çekiştirmeye, nifak sokmaya kararlı. 

Doğrusu değiştirme ve yenilenme gücünü bulamayan insanların yaptığı bu işlev son derece hatalı ve kendilerine yakışmayan niteliktedir.

Bu itibarla unutulmasın diye ‘anımsatılan’ ve topluma ulaştırılan mesajların www.sufizmveinsan.com yazarları ile uzaktan yakından bir ilgisi bulunmamaktadır. Olumlu eleştirel yazılar dışında bireyleri tenkit etmek ne yazarlarımızın ne de okurlarımızın hakkıdır. 

Görülen lüzum üzerine bu açıklamayı yapmak zorunda kaldığımızı ve  bu tip işlerle uğraşacak ahlâka sahip olmadığımızı belirtiyor, her zaman olduğu gibi yapanları ise şiddetle kınıyoruz.

Güliz Kapkın  
Genel koordinatör-Okutman 
http://sufizmveinsan.com
09/02/2008


33-İŞÇİ GİBİ ÇALIŞAN BİR RASUL

 Rasulullah (s.a.v.) efendimiz Medine’ye ulaşınca ilk iş olarak bir mescid/cami yapımını başlattı. Onun bu davranışıyla caminin Müslümanlar için önceliği olan vazgeçilmez bir kurum olduğu anlaşılmaktadır. Böylece Müslümanlar, kimseden izin almadan oraya girecekler, ibadetlerini yapacaklar, İslam’ı öğrenecekler, birbirleriyle görüşecekler, kardeş olduklarını anlayacaklardı.
  Önce mescidin yapılacağı yerin bedeli arsa sahiplerine ödendi. Daha sonra hızla yapımına başlandı.
  Rasulullah, caminin inşasında kendisi de bir işçi gibi çalışıyor, arkadaşlarıyla birlikte kerpiç taşıyordu. Bir taraftan da şunları söylüyordu:
  -Ey Rabbimiz! Yüklenip taşıdığımız çamurdan yapılmış şu kerpiç yükü, Hayber’in hurma ve üzümlerinin bulunduğu yükten daha hayırlı, daha temizdir. Şüphesiz gerçek hayır ve menfaat, ahretin ecir ve sevabıdır. Allah’ım! Ensar ve muhacirlere merhamet eyle!
  Bu mescidin temeli taştan, duvarları kerpiçten, direkleri hurma kütüklerinden yapılmış, üzeri de hurma dalları ile örtülmüştü. Tavanına ise çakıl dökülmüştü. Böylece bu mescid, İslam sadeliğinin bir sembolü olmuştu. Rasulullah’ın da yapımında çalıştığı bu mescide Mescid-i Nebevi/Nebi mescidi denildi.
  Mescidin yanına Rasulullah’ın barınması için odalar yapıldı. Rasulullah, bir süre misafir olarak kaldığı Ebu Eyyûb Ensari Hazretlerinin evinden buraya taşındı.
  Mescidin avlusunda ve mescide bitişik olarak, yoksul ve kimsesiz Müslümanların kalabilecekleri bir bölüm daha hazırlandı. Suffe (gölgelik) denile ve üzeri hurma dallarıyla örtülü bölümünde kalan bu Müslümanlar ashabı suffe denirdi. Duruma göre sayıları yetmiş ile dört yüz arasında değişen bu insanlar iş bulduklarında çalışırlar ancak daha çok ilimle uğraşırla, kuran ve hadis öğrenirlerdi.
  Böylece bu mukaddes mescid, hem ibadet yeri olmuş hem de dini ve sosyal bir merkez haline getirilmişti. Burası bir devlet merkezi olarak da kullanılıyor, yabancı elçiler burada kabul ediliyordu. Yine bu mescid ve avlusu yeri gelince mahkeme salonu oluyor, yeri gelince askeri konular görüşülüyor; bazen merasim alanı, bazen de dini sohbet yeri oluyordu.

Kaynak: Vakit Gazetesi

 
http://sufizmveinsan.com
12
/02/2008

34-Şairi çalmak

  Kanuni döneminin iyi şairlerinden olan Nureddin Enverî, şiirlerinin taklit edilmesinden muzdarip imiş. Bir defasında uzunca bir seyahate çıkar. Bir ara yolu Horasan’ın Belh kentine düşer. Mürekkepçi unvanıyla anılan şair, kimseyi tanımadığı, kimsenin de kendisini tanımadığı bu şehrin meydanında dolaşırken bir kalabalık görür. Merak edip adamların arasına girer ve halkın ortasında bir adamın şiir okuduğunu görür. Dinlemeye başlar. Duyduğu mısralar onu şaşırtır. Çünkü derviş kılıklı adamın okuduğu şiirler kendisinindir. Bir süre dinler. Gösteri bittikten sonra kalabalık dağılır. Adama yanaşır ve usulca sorar:
-      Affedersiniz efendim, bu okuduğunuz şiirler hep sizin yazdıklarınız mıdır?
   Adam bir an için afalladıktan sonra toparlanır ve kendinden eminmiş gibi cevap verir:
-      Tabii benim yazdıklarım. Başka kimin olabilir ki?
   Büyük şair, cesaretini biraz daha toplar ve tekrar sorar:
-      Ben bunları Şair Enverî’ nin sanıyordum. Siz onu tanır mısınız?
   Bunun üzerine adam, adamakıllı kanatlanır:
-      Tanımak ne demek? Şair Enverî benim zaten.
   Enverî mahzun bir şekilde boynunu büker ve kendi kendine mırıldanır:
-      Şimdiye kadar şiirin çalındığını duymuştum, ama doğrusu şairin çalındığını hiç görmemiştim.
( Tarihin Gülen Yüzü kitabından M. Nuri YARDIM) 

http://sufizmveinsan.com
14
/02/2008

35-Az Uyuyan Çocuklar Şişmanlamaya Daha Yatkın

Auckland Üniversitesi’nden Ed Mitchell’ in Yeni Zelanda’ da gerçekleştirdiği bir araştırma, yeterli uyku almayan çocukların daha kolay şişmanladıklarını gösterdi. Mitchell ile birlikte çalışan araştırmacılar bu amaçla yedi yaşında 591 çocuğun uyku süresini kontrol etmişler. Bu çocuklar ortalama olarak 10,1 saat uyuyorlar. Araştırma sonucuna göre dokuz saatten az uyuyan çocuklar ya aşırı kilolu ya da şişman. Yetersiz uyku şişmanlık riskini üç misli arttırmakta. Bu etki hareket yetersizliği ve televizyon karşısında geçirilen zamandan bağımsız olarak ortaya çıkmakta. Çocukların uyku süreleri doğumdan hemen sonra, bir yaşından ve üç buçuk yaşından sonra ve son olarak ta yedi yaşına geldiklerinde takip edilmiş. Araştırma çerçevesinde uyku süresinin genelde hafta sonları, yaz aylarında ve tek çocukta daha kısa olduğu görülmüş. Yetersiz uyuyan çocuğun davranışları da daha dikkat çekici. Bilim insanları yeterli uykunun çocuklar için çok önemli olduğunu vurguluyorlar. Okul öncesi çocukları için 11-13 saat, okul çocukları içinse 10-11 saat uyku önerilmekte. Daha önceki araştırmalar da yetişkinlerde yetersiz uyku ve şişmanlık arasındaki ilişkiyi ortaya koymuştu.

Kaynak: CBT/Bilim

http://sufizmveinsan.com
16
/02/2008

36-Dr Güçlü Ildız  Aramızda... 

1965 yılında, babamın görevi nedeniyle bulunduğumuz Samsun'da doğmuşum. 1968 yılından sonraki yaşantımın aralıklı olarak toplam 25 yılı Adana'da geçti. 1982 Adana Borsa Lisesinden mezun oldum. 1983 İTÜ Kimya Mühendisliği, 1984 ODTÜ Kimya Mühendisliği bölümlerinde okudum. 1985 lında Çukurova Ü. Tıp Fakültesine girdim. 1992'de mezun oldum. Ardından 1 yıl süreyle anne ve babamın memleketi Çankırı'da mecburi hizmetimi yaptım. 1998 yılında SB Ankara Hastanesinden Nöroloji uzmanlığımı aldım. Gazi Ü.Tıp F. Nöroloji Bölümünde, Prof. Dr Erhan Bilir gözetiminde 3 ay uzun süreli, uzun süreli video monitorizasyonlu EEG konusunda çalışmalarım oldu. Psikiyatri rotasyonumu 5 ay süre ile Ankara Numune Hastanesinde yaptım. Kısa dönem bedelli askerlik görevim ardından sırasıyla Marmaris Devlet Hastanesinde 3 yıl, Antalya'da bir özel hastanede 1 yıl, Elazığ Devlet Hastanesinde 1yıl ve Elazığ’da kurucusu olduğum özel nöroloji ve psikiyatri dal merkezinde 3 yıl çalıştım.

Nöroterapiyle, 2005 yılı sonuna kadar teorik olarak çalıştım. Aynı yıl, Elazığ'dan ayrılarak, İstanbul'da nöroterapi uygulamaları yapan bir klinikte 4 ay çalıştım. Ardından aralıklı olarak Hollanda ve İngiltere'de bulunan nöroterapi kliniklerinde, toplam 4 ay süreli gözlemci ve uygulayıcı olarak çalıştım. İstanbul’da bir özel hastanede kısa süreli çalışmanın ardından, halen İstanbul, Osmanbey'de bulunan ofisimde hastalarımı görmeyi sürdürüyorum. 

İyi düzeyde İngilizce biliyorum. Evli, 2 çocuk babasıyım.
2008 yılı Ocak ayında “Ah şu beynimiz! Gözardı edilen tıbbi gerçekler” adlı kitabım çıktı.

Asistanlık dönemime ait 2 uluslararası olmak üzere toplam 9 adet bilimsel yayınım vardır.

2006 ve 2007 yıllarına ait toplam 12 ayrı popüler dergide makalelerim yayınlanmıştır.

İletişim bilgileri:
Cumhuriyet Mah. Halaskargazi cd. No:241 Kat:1 Osmanbey, Şişli- İstanbul   Tel: 0212 2410708

drgucluildiz@hotmail.com

http://sufizmveinsan.com
17
/02/2008

37- Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz ve Zekat

Rasûlullah Efendimiz, kendisine nübüvvet görevi verilmeden önce de, çevresindekilere yardımda bulunan hayırsever bir insandı. Nitekim Hz. Hatice’nin: “Sen, akrabanı gözetirsin, işini göremeyen insanların işlerini üzerine alırsın, yoksula verirsin, misafirini ağırlarsın, felakete uğrayanların yardımına koşarsın…” şeklindeki sözleri de bunu göstermektedir.
Rasûlullah Efendimiz, nübüvveti döneminde de bu tür yardım ve iyiliklerini artırarak sürdürdü. Üzerinde veya evinde para ve mal bulundurmaktan hoşlanmaz, eline ne geçerse muhtaçlara dağıtırdı. O, verebileceği ne varsa çekinmeden verirdi. Kimine para verir, kimine yemek yedirir, kimine de elbise giydirirdi. Bazen alacağından vazgeçerdi. Daha ilginç olanı da şudur: Efendimiz bazen birisinden bir şey alır, parasını öder, sonra aldığı şeyi satıcıya hediye ederdi. Mesela Cabir bin Abdullah’tan devesini kendisine satmasını istemiş, o da kabul etmiş: Efendimiz devenin parasını ödemiş, deveyi de Abdullah’a geri vermişti. Efendimiz bir defasında ikindi namazını kıldırıyordu. Selam verdi, sonra acele ile kalkıp, cemaatin omuzlarından atlayarak evine gitti. Halk telaşa düştü. Efendimiz biraz sonra geri döndü ve merak içindeki cemaate şunları söyledi: “Evde bir miktar altın ve gümüş vardı, bunları hatırladım; Allah’a yönelmekten beni alıkoyar diye korktum da dağıtılmasını emrettim.”
Efendimiz hiçbir zaman zekât verecek kadar zengin olmamıştır. Üzerine zekât düşecek kadar mal bırakmamış, ailesine yetecek kadarını ayırdıktan sonra kalanını dağıtmıştır. Kendi ihtiyacı olduğu zaman bile, elindekini başkasına vermiştir. Sahabeden Cabir’in ifadesine göre. “Efendimizden bir şey istenip de “yok” dediği asla vaki değildir; yani kimseyi boş çevirmemiştir.”


http://sufizmveinsan.com
19
/02/2008

38-Mira yıldızının Gizi

‘’Cetus’’ takımyıldızında yer alan Mira yıldızı, 1596 yılındaki keşfinden bu yana ilk kez 2007 yılında gerçek yüzünü gösterdi. Ağustos ayında Mira’nın, başka hiçbir yıldızda görülmeyen 13 ışık-yılı-uzunluğunda bir kuyruğu olduğu ortaya çıktı.  Bu kuyruk morötesi ışıkta parlarken, görülebilir spektrumda ışık üretmiyordu.  Bu nedenle de yüzyıllardır tespit edilemiyordu. Şimdi Mira’ nın bu özelliğini inceleyen astronomlar, bir yıldızın nasıl öldüğünü ve ölürken arkasında kuyruklu yıldıza benzer bir kuyruk bıraktığını keşfetmiş bulunuyor.

Kaynak:CBT

http://sufizmveinsan.com
21
/02/2008

 

  39- ANEVRİZMA

Genel olarak temiz kan taşıyan damarlara (arter) ait genişlemeler anlaşılır. Anevrizmalar aort damarı gibi çok geniş damarlarda oluşabildiği gibi, küçük ve orta boy damarlarda da teşekkül ederler.
Anevrizmalar yapı itibarı ile damar duvarının doğuştan zayıf olduğu noktalarda, genellikle de damarın daha küçük dallara ayrıldığı noktalarda oluşur. Damar duvarının zayıf olduğu noktada damar içi basınç (tansiyon) nedeniyle her kalp atımında damar duvarı zayıf noktadan dışarı doğru bombeleşerek baloncuk oluşur. Baloncuk duvarı, basınca dayanamadığı anda da patlar, patlama ya kendiliğinden olur ya da eforla oluşur. Örn. öksürme, ıkınma, cinsel temas gibi basınç artmasına neden olan aksiyonlar. Etken olarak:Damar duvarındaki yetersizlikler (Doğumsal), Arteriosklerotik  veya hipertansif değişiklikler, travmalar, enfeksiyonlar sayılabilir. Hipertansiyon, Sigara kullanımı ,oral Kontraseptifler (Doğum kontrol ilaçları) kokain   ise risk faktörleri oluşturmaktadır.
Anevrizmaların rastlanma oranı Amerika'daki istatistiki verilere göre yüzbinde 6-10 arasında bulunmuştur. Anevrizmaların tedavisi
cerrahidir. Ancak buradaki önemli olan nokta anevrizmaya kanama
olmadan müdahele etmek, ya da hiç değilse birinci kanamadan sonra hastanın genel durumu uygunsa ameliyatını yapmak şarttır. Ameliyat, mikroşirürji uygulanarak yapılmaktadır. Son yıllarda endovasküler girişim de başarıyla uygulanmaktadır.

http://sufizmveinsan.com
22
/02/2008

40-Kara Madde ile ilgili Veriler

Bu yıl astronomlar kara maddenin varlığına ilişkin daha somut veriler elde ettiler. Hubble Uzay Teleskopu’nun yardımıyla kara maddenin görünebilir kozmosun şekillenmesinde oynadığı kritik rolü tespit edebildiler. ‘’Nature’’ dergisinin ocak sayısında yer alan bir makaleye göre galaksiler devasa kara madde bulutları içinde şekilleniyor ve bunlara bağlı olarak yaşamını sürdürüyor. Kara maddelerin ayrıca evrenin en büyüleyici nesneleri olan devasa kara deliklerin yaratılmasından da sorumlu olduğu ortaya çıktı. İngiltere’ deki Durham Üniversitesi’ nden Tom Theuns ve Liang Gao, bir bilgisayar modelinden yararlanarak sıcak ve soğuk olarak bilinen iki tür kara maddenin evrenin ilk yıldızlarının oluşumunu nasıl etkilediğini keşfetti.
Kaynak: CBT

 

http://sufizmveinsan.com
25
/02/2008

41-“Ben, annem adına sadaka verip,iyilik te bulunabilirmiyim?”

Ebu Said el_Hudri şunları anlatıyor:
Bir sefer esnasında Efendimiz (s.a.v); “Fazla binek hayvanı olanlar, olmayanlara versin. Fazla azığı olanlar, bulunmayanlara versin” buyurdu ve sonra her çeşit mal için böyle söyledi. Bunun üzerine kimsenin fazla mal saklamaya hakkı olmadığını anladık. Ebu Mes’ut el_Bedri şöyle demiştir:
“Sadaka vermakle emrolunduğunuz zaman, bizler ücretle arkamızda yük taşır, kazancımızdan sadaka verirdik. Bu ne güzel bir anlayıştır!”
Bir defasında Efendimiz (s.a.v):
“Bir dirhemin sevabı yüz dirhemi geçebilir.” Buyurdu.
Bunun üzerine orada bulunanlar: “Bu nasıl olur Ey Allah’ın Elçisi? diye sordular.
Rasulallah şu cevabı Verdi:
“Bir kimse vardır, çok mala sahiptir; dolayısıyla malından yüz dirhem sadaka verir. Bir başkasında da iki dirhem vardır, o da onun bir dirhemini sadaka olarak verir.”
Hz. Aişe’nin bildirdiğine göre bir kimse Hz. Muhammed’e gelerek:
“Annem ansızın vefat etti. Öyle zannediyorum ki, ölmeden once konuşabilseydi sadaka verilmesini vasiyet ederdi. Şimdi ben onun adına sadaka verip iyilikte bulunsam, annem için sevap olur mu? Diye sordu.
Peygamberimiz: “ Evet olur” diye cevap Verdi.

http://sufizmveinsan.com
27
/02/2008

42- Râsulullah, Hanımları Âlim ve Önder Olarak Yetiştirdi..
 

Râsulullah kendisini, hanımların ve müminlerin anneleri ve rehberi olan Ümmü Seleme ve Hz. Ayşe’nin yeteneklerini, zekâ ve muhakeme güçlerini, bilgilerini geliştirerek, onları İslam toplumunun âlimleri ve önderleri olarak yetiştirdi. Sahabenin ileri gelenleri yetersiz kaldıkları fıkhi ve ilmi meselelerini Ümmü Seleme ve Hz. Ayşe’ye danışırlardı. Hz. Ayşe ile Ümmü Seleme arasında Efendimizin rehberliğinde canlı bir ilmi istişare sisteminin kurulduğunu görmekteyiz. Demek ki; Efendimiz döneminde müminlerin anneleri ile sahabenin ileri gelenleri arasında da aktif bir ilmi istişare bulunmaktadır. Aynı zamanda Ümmü Seleme’nin ayet ve hadislerin yanlış anlaşılmasını önleyen ve yapılan yanlışlıkları ortaya koyan Hz. Ayşe’nin yanında yer aldığı ve ona destek olduğu anlaşılmaktadır. Ümmü Seleme’nin İslam kültürü için son derece hayati önem taşıyan birtakım fıkhî meseleleri de çözümlediğini görmekteyiz. O, Efendimiz’e vefat eden eski kocası Ebu Seleme’nin çocuklarına zekât verip veremeyeceği hususunda soru sorar. Rasûlullah ise ona Ebu Seleme’nin çocuklarına zekât verebileceğini söyler. Bu noktada Ümmü Seleme, hanımların zekâtlarını kimlere, nasıl vereceği konusundaki problemlere çözüm bulur. Aynı zamanda Ümmü Seleme, Ramazan ayında cünüp sabahlayan Müslümanların, o gün oruç tutamayacağı şeklindeki Ebu Hureyre fetvasına karşı çıkar. Yanlışlık düzeltilir. Gusül abdesti alınıp, oruca devam ettirildiğine dair bilgi verilir. Allah Rasûlu devrinde kadınları ilgilendiren konularla yakından ilgilenen Ümmü Seleme, Efendimizden sonra hanımlarla ilgili konularda fetva veren ve görüşüne başvurulan önemli bir kimse haline gelir. Ahmet İbn Hanbel, efendimizin ashabından bir gurup insanın Ümmü Selemeye başvurup ondan hadis öğrendiklerini kaydeder. Bu genel ifadenin yanında Abdurrahman bin Afv ve Hz.Ömer gibi büyük sahabilerin de ondan bazı bilgiler aldıkları anlaşılmaktadır. İbn Abbas ve Ebu Hureyre, kocası öldükten sonra doğum yapan kadının iddeti hususunda fikir ayrılığına düşerler ve Ümmü Seleme’ye sorarlar. Ümmü Seleme bu konuda Efendimizin uygulamasını söyleyerek fikir ayrılığını ortadan kaldırır. Ümmü Seleme, Allah Rasûlu’nun ibadet ve dua hayatı hakkında da değerli bilgiler sunmuştur.Ümmü Seleme, Efendimizin  “Rabbimiz ,kalplerimizi doğru yola hidayet ettikten sonra eğriltme.Bize katından bir rahmet ver.Çünkü sen ikram edenlerin en hayırlısısın” (Al-i İmran3/7) ayetini okuduğunda, “Ey kalpleri evirip çeviren rabbim.Kalbimizi dinin üzere sabit kıl” diye duada bulunduğunu rivayet etmiştir.

http://sufizmveinsan.com
29
/02/2008

43-Hasta Ziyareti

   Hasta ziyaret eden kimse hem ziyaret ettiği kimseyi sevindirip gönlünü alır, hem de cennet bahçelerinde geziniyormuş gibi manevi değerini yükseltir. Efendimiz onun için şöyle buyurur:

   “Bir Müslüman, hasta olan bir Müslüman kardeşini sabahleyin ziyarete giderse, yetmiş bin melek akşama kadar ona rahmet okur. Eğer akşamleyin ziyaret ederse, yine yetmiş bin melek onun için sabaha kadar istiğfar eder.”

   Yetmiş bin meleğin duasını almak, Allah’ım ne büyük saadet! Bir mümin böyle bir fırsatı hiç kaçırmak ister mi? Yine Rasulullah şöyle buyurur:

   “ Bir insan, bir hastanın hatırını sormaya giderse ona bir melek şöyle seslenir: Sana ne mutlu! Ne güzel bir yolculuk yaptın. Kendine cennette barınak hazırladın!”  Cennette bir ev, bir köşk sahibi olmak… Ne büyük zenginlik… Yüce Rabbimiz bizim için ne bulunmaz güzellikler hazırlamış… Yeter ki o güzelliklere giden yola girelim. Enes İbni Malik (ra) der ki: Bir gün Efendimiz Aleyhisselam şöyle buyurdu:

   “Bir kimse bir hastayı ziyaret ettiğinde Allah’ın rahmetine dalmış olur. Hastanın yanında oturduğunda, ilahi rahmet onu kuşatır.”

   Bunun üzerine “Ya Rasulullah! Dedim. “Bu hastayı ziyaret edenin kazandığı sevaptır. Ya hasta için ne var?” O zaman Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu: “Onun da günahları silinir.”

http://sufizmveinsan.com
03
/03/2008

44-Alkol dertleri unutturmuyor

Japonya'da yapılan bir araştırmada, alkolün dertlerin unutulmasına yardımcı olmadığı belirlendi.

Tokyo Üniversitesinden araştırmacılar, sanılanın aksine alkolde bulunan etanolün unutmaya yardımcı olmadığını, aksine anıları zihinde koruduğunu belirttiler.

Deney fareleri üzerinde yapılan araştırmada, kafeslerine geri konmadan önce birkaç gün süreyle hafif oranda elektrik şoku verilen farelerin kafesleri her açıldığında ürktükleri tespit edildi.

Araştırmacılar, bu farelerin tepkilerini incelemek amacıyla bir kısmına alkol verirken, diğer kısmına serum verdi. Alkol verilen farelerdeki bu korkunun diğer farelere göre ortalama iki hafta olmak üzere daha fazla sürdüğü ortaya çıktı.

Söz konusu araştırmayı yapanlar, "insanlar açısından ele alındığında bu durumun, alkol alındığında kurtulmak istenilen kötü anıların daha fazla zihinde kalacağını gösterdiği" yorumunda bulundu.

Kaynak;
http://www.skyturkonline.com/news.jsp?newsId=70458&c=6

http://sufizmveinsan.com
04
/03/2008

 

45-İşte buna matematik derler. Üşenmeyin ve mutlaka deneyin.!

Ayakkabı numaranızı 5 ile çarpın.

Çıkan sonuca 50 ekleyin.

Çıkan sonucu 20 ile çarpın.

Çıkan sonuca 1007 ekleyin.

Ve son olarak doğum yılınızı çıkarın.

.............

Dört haneli bir sonuç bulacaksınız.

ilk iki rakam ayakkabı  numaranız, son iki rakam yaşınız.

Sonuç şaşırtıcı değil mi?
 

http://sufizmveinsan.com
09/03/2008

 

46-Sigara İçimi Dünyada Birinci Ölüm Nedeni

Dünya Sağlık Organizasyonu, bu yüzyıl içinde sigara içimi nedeniyle bir milyon kişinin hayatını kaybedeceğini gösteren araştırmayı açıkladı.

Sigara içimi yüzünden altı dakikada bir, bir insan ölüyor. Dünya Sağlık Organizasyonu’ na (WHO) göre yirminci yüzyılda sigara içimi yüzünden yüz milyon kişi yaşamını yitirmiş. Sigara içimi engellenmediği takdirde yirmi birinci yüzyılda bir milyar kişi ölebilir diye uyaran organizasyon, sigara tüketimini azaltacak altı önlemi de açıkladı. Bunlara yüksek vergi, sigara reklamı yasağı ve sigara içenler için bağımlılıktan kurtulma programları da dahil. Araştırma için 179 üye ülkenin verileri bir araya getirilmiş. Sayılar dünya nüfusunun %99’unu içermekte.

Verilere göre dünya genelinde bir milyarın üzerinde sigara tiryakisi bulunmakta. Gelişmiş ülkelerdeki tiryaki sayısı azalırken, gelişmekte olan ülkelerde sigara içenlerin sayısı gitgide artıyor. Araştırma sonuçlarına göre sigara içenlerin %80’i gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde yaşıyor. Sigara paketleri üzerindeki uyarıları yeterli bulmayan yetkililer, paketlerin üzerine sigara bağımlılığından kurtulmak için yardımcı olacak kurumların telefon numaralarının da yazılmasını öneriyorlar.

Kaynak: CBT/Son Araştırmalar

http://sufizmveinsan.com
10/03/2008

47-Şefkat eğitimi yaptıran bir Nebi

Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre bir adam geldi ve Hz. Muhammed’e kalbinin katılığından yakındı. Hz. Muhammed ona şu tavsiyede bulundu:

   “- Yetimin başını okşa, fakiri doyur!”

   Kalp katılığı ya da asli ifadesi ile kasvet, gafletten kaynaklanır. Yetimin başını okşamak, insana ölümü ve ahireti hatırlatır. Bu ise kalbi yumuşatır. Bilindiği gibi ahlaki zaaflar zıtları ile tedavi edilir. Kibir, tevazu ile tedavi edildiği gibi kalp katılığı da şefkat ve rikkatle giderilebilir. Herkes bir ümitsizi teselli etse, bir açı doyursa, bir ağaç dikse, bir öksüzü korusa, kanayan bir yarayı sarsa, kısaca çevresine duyarlı davransa herhalde dünya cennet olur.
 Bir yetim gülüyorsa,
   Başına şefkat eli değdiğindendir.
   Bir yetim gülüyorsa,
  Toplum gülüyor demektir.

Tekrar edelim ki, şefkat ve merhamet, Hz. Muhammd’in dilinde tatlı bir müjde, gözlerinde ılık bir damla, elinde yaygın bir ihsan ve iyilik olarak tecelli etmiştir. Merhamet ve şefkatin tabii sonucu ve en belirgin tezahürü  de bütün insanlığa yönelik iyilik ve ihsandan ibarettir.

http://sufizmveinsan.com
12/03/2008

48-Daha Doğru ve Daha Duyarlı Virüs Testleri

Bugün bir virüs testi, viral DNA büyütülmesiyle gerçekleştirilir. Ancak ilk başta virüsün tanım lanabilmesi için kritik bir sayıya ulaşmış olması gerekir. Şimdi Iowa State Üniversitesi’nden araştırmacılar, DNA’ yı rahim boynu kanserine yol açan tek bir human papilloma virüs (HPV) parçacığından bile tespit etmenin yolunu buldular. Bilim ekibi smear testinden alınmış örneği, DNA dizilimi kopyaları ile kaplı bir mikroskop camı üzerine uyguluyor. Bu dizilim HPV DNA’ sını tamamlayıcı bir nitelik taşıyor. Örneğin içindeki herhangi bir HPV DNA’sı cama yapışıyor. Daha sonra bilim adamları ikinci dizilimin kopyalarını ilave ediyorlar. Bu da HPV’ye yapışıyor ve floresanlı moleküle doğru ilerliyor. Bu işlem varolan her HPV parçacığını bir ışık noktası olarak ortaya çıkartıyor. Bu yöntem bugünkü HPV testlerinden 10 ile 50 kez daha duyarlı. Dolayısıyla enfeksiyonu daha erken evrelerinde teşhis edilebiliyor. Bu sistem grip virüsü için de kullanılabilir.

Kaynak: CBT/Bilim

http://sufizmveinsan.com
13/03/2008

49-Kulak Çınlaması

Kulakların üstünde, şakaklarda yer alan beyin bölgesi; işitmenin merkezidir. Kulaklar birer ses alıcısıdır. Amaçları, aldıkları sesleri en iyi biçimde beyine ulaştırmaktır. Çünkü beyin alınan seslere anlam kazandırır. Çünkü asıl işiten kulak değil, beyindir.
Kimi insanların az işitme nedeniyle kullandıkları işitme cihazlarından rahatsız olduklarını ya da kullanamadıklarını görürsünüz. Çünkü sorun, kulakta değil beyindedir.
Yaşlı insanlara “işine gelmediğini duymaz” diye takılırız. Nedeni; işlerine gelmediği için değil, işitilen sesleri anlamadıkları içindir. Çünkü sorun kulakta değil beyindedir.
Kulak çınlaması toplumumuzun sahip olduğu önemli sağlık sorunlarından biridir. Kulak çınlaması, işitme merkezinin duyarlı çalışma özelliklerinin artmasıyla ortaya çıkar. Stres altında çalışma özellikleri bakımından artan duyarlılıklar sonucu gelişir. Örneğin stresli bir günde işitilen yüksek volümlü bir ses, yıllar boyu sürecek çınlama yakınmasını başlatabilir. Beyin duyarlı çalışmasına neden olan önemli bir etken de kafa darbesidir. Önemsiz gibi görünen şakak bölgelerine alınan bir darbeden aylar sonra çınlama başlayabilir ve bir ömür boyu sürebilir.
Günümüz sağlık uygulamalarında yapılan önemli hatalardan biride, işitme ile ilgili her türlü yakınmanın nedeninin kulakta aranmasıdır. Eğer kulak ile ilgili yapılan testlerden bir sonuç çıkmıyor ise ya da tadavilerden fayda göremiyorsanız o zaman emin olunuz ki sorun beyindedir.
QEEG ile beyinde yer alan işitme merkezinin çalışma özellikleri değerlendirilebilir, saptanan sorunlar nöroterapiyle tedavi edilebilir.
Yan tarafta görülen QEEG raporunda, işitme merkezinde (T3-T4) delta dalga etkinliğinde artış gözleniyor.

 

http://sufizmveinsan.com
15/03/2008

50-Dinozorlar Sıcak Kanlı

Dinozor fosillerinin hep aynı pozisyonda bulunması bugüne dek paleontologların açıklamakta zorlandığı bir bilmece idi. Bu fosillerin pek çoğunda boyun, omurga ve kuyruk hep geriye dönük şekildedir. Bugün bunu, veterinerler modern zamanlardaki kuş ve memelilerin cesetlerinin durumuna bakarak açıklayabiliyor. Veteriner Cyntia Marshall Faux’ a göre dinozor fosillerinin bu şekli alması ‘’opisthotonos’’ denilen beyinciği hedef alan bir darbeye bağlıdır. Opisthotonos’ un genellikle , sürüngenlerde değil de kuşlar ve memeliler gibi sıcak kanlı hayvanlarda görülmesi, dinozorların da sıcak kanlı hayvanlar olduğu tezini güçlendiriyor.

Kaynak: CBT/Bilim

http://sufizmveinsan.com
17/03/2008

 



Üst Ana sayfa e-mail