“Ben mekârimi ahlâk için
geldim”! buyuran Rasulullah Muhammed Mustafa aleyhisselâmın ahlâkı,
bilindiği üzere, “Allah” ahlâkı idi…
Öte yandan Rasulullah sallalllahu
aleyhi ve sellem bizlere şöyle buyurmuştu:
“Tahalluku biahlâkillah”!. Yani,
“Allah ahlâkıyla ahlâklanmış olarak yaşayın”!.
Esasen bu uyarıyı
Türkçeleştirirken dikkat etmemiz gereken birkaç incelik olmasına rağmen, burada çok
detaya girmeyip, ana hatlarıyla konuya değinmek ve dikkatleri bu hususlar üzerinde
toplamak istiyorum…
Yakınlarına soruyorlar, “Neydi Allah
Rasulünün ahlâkı?” diye…
En yakınında yaşayanlardan biri olan
değerli insan şu cevabı veriyor:
“O’nun ahlâkı, Allah’ın
ahlâkı idi”!.
O mükemmel insan Allah
Rasulünün ahlâkı, Allah ahlâkı idiyse…
O mükemmel insan Allah Rasulü bize, “Allah
Ahlâk’ı ile ahlâklanmış olarak yaşamamız” uyarısı yapıyorsa…
NEDİR, “ALLAH” ismiyle işaret
edilenin “AHLÂK”I?…
* * *
“Biahlâkillah” kelimesinin
anlamı, En mükemmmel Türk Kuran tefsiri yazarı Elmalılı Hamdi Yazır’a
göre(1), “mülâbese”ye dayalı olarak “B” sırrının işaret etmiş
olduğu doğrultuda “fenâfillah” kavramına dayalı olarak değerlendirilirse…
En azından bunun sonucu olarak, ortaya
çıkan gerçek ne olur düşündük mü hiç?…
“B” sırrıyla, denilerek;
Yüce Kitap Kur’ân-ı Kerîm’in kalp gözüyle anlaşılmasına vesile olacak
anahtara işaret edilir dâima… Yani, eğer biz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
efendimizin “bu uyarısını” dikkate almak istiyorsak, İslâm Dini ve
hakikata ermişlerin “bu sırla” olayı nasıl değerlendirdiklerini farketmek;
ve o işareti anlamak zorundayız… Tasavvuf da bundan ibarettir işte!.
* * *
Basit insanın dünyasına “iyi
ahlâklı olun”; şeklinde çevrilen “Allah Ahlâkı ile ahlâklanın”
uyarısının, sanıyorum günümüzdeki anlamı da sanki “ormandaki hayvanı
evcilleştirin” gibi bir manayla sınırlanmakta; bunun ötesindeki, “insanın
yeryüzündeki HALİFE”liğinin hikmetine uzanan ve karşılık olan, gerekçesi
üzerinde hiç durulmamaktadır!…
Nedir Rasulullah aleyhisselâmın da
üzere yaratılmış olduğu “ALLAH AHLÂKI”?…
“VERMEK”! “Karşılıksız
vermek”! “Çıkar düşünmeksizin vermek”!
Zâhirde ve bâtında her an ve her
koşul altında verici olmak!.
Paranı vermek!… Karşılık
beklemeksizin!
Sevgini vermek!.. Karşılık
beklemeksizin!
İlmini vermek!… Karşılık
beklemeksizin!
İlmini vermek, karşılık beklemeksizin
deyince hemen aklıma geldi çok enteresan bir örnek… Lütfen, olayı dikkatle
izleyin…
İnternette sörf yaparken bir siteye
geliyorum…
http://allah-sufism-islam.com
Adında bir site bu… “Allah için
yazıyorum” dediğini duyduğumuz ve eserlerinde “telif hakkı ambargosu
olmayan” bir yazarın sitesi bu!… İngilizce – Fransızca –
Almanca – Rusça çevirileriyle birlikte yayınlanmış tüm Türkçe eserleri bu sitede
tasavvuf ehli yazarın; ve “copyraght”sız!… İsteyen, bu siteden, bu
bilgileri kendi bilgisayarına indirebiliyor, çoğaltabiliyor!
Yani, Allah için çalışılan ilim, Allah
için karşılıksız veriliyor insanlara!..
Bir süre önce Amerika’ya
yerleşmiş bulunduğunu öğrendiğimiz yazarın, çevresine insan toplayıp onlardan
kişisel bir menfaat temin etmek gibi ticarî, veya siyasî bir amacı da yok!…
İşte karşılıksız vermeye bir misâl!.
İlim tüccarlarının, dini bilgilerini paraya çeviren, dinin sırtından geçinen
müslüman(!)ların dünyasında!.
Evet, Rasulullah aleyhisselamın da
üzere olduğu “ALLAH AHLÂKI” en başta gelen şıkkıyla, vermektir!.
Tüm yaratılmışlara karşılık
beklemeksizin vermek, malını, paranı, mevkiîni, sevgini, elinde gerçekte emanet olan
tüm varlığını karşılıksız olarak vermek!..
“Hakikat”ı anlamış ve yaşayan
tüm evliyâullah da böyle yaşamışlardır! Abdulkâdir Geylanî hazretlerinden
Şahı Nakşıbend hazretlerine, Seyyid Ahmed Rufaî’den Muhyiddin A’rabî’ye kadar
akla gelen tüm kemâl ehlinde görülen ortak vasıf karşılıksız “vermek”tir…
Ve bu da “ALLAH ahlâkıyla” ahlâklanmış olmanın doğal davranış
biçimidir!.
Yaratılmış mahlûkât arasında
“HALİFE İNSAN” hariç hepsinin doğası “almak” üzere programlanmışken;
yanlızca “İNSAN”, “vermek” üzere “yeryüzünde halife” olarak
yaratılmış; ve bu “hilâfete”de verici olmak suretiyle liyâkât
kazanmıştır..
Rasullullah aleyhisselâm, Hazreti Hatice
ile nikâhlandığı zaman Mekke’nin en zenginleri arasına girmişken, âhırete
intikâli sırasında geride nesi kalmıştı; bir araştırın bakalım!…
Hazreti Ebû Bekr, Mekke’nin en
zenginlerinden iken, Allah yolunda karşılıksız vermek suretiyle nasıl âhırete
intikâl ettiğini de bir araştırın… Ve dahi o devir iman edenlerinin
davranışlarını da!…
Bunlar maddî planda vermenin
misalleriydi!…
Ya manevî planda..?
İnsanlara ve sair mahlûkata sevgisini
ve hizmetini karşılıksız vererek, hakikatın gereklerine uygun yaşam
biçimi içinde bu dünyadan geçenlerin sayısı..?
Kendini beden sanarak ve bedenine –
benliğine dönük olarak yaşayanların hepsi, bütün yaradılmışlar gibi sadece “ben-beden”
için yaşayan, “almak için”, “alarak” yaşayanlardır!..
Özündeki, hakikatındaki, varlığını
esma ve sıfatlarıyla oluşturan Allah’a ermek için yaratılmış olanların
hepsindeki ortak vasıf ise “vermek”tir!.
Sevgini ve hoşgörünü vermek!.
Yaratılmışı sevmek!… Varlığındaki,
ef’âlinin kaynağı esmâ ve sıfatın hakkı olan sevgiyi vermek!
Fâili hakîkinin fiili
meydana getirmedeki hikmetini görerek, fiîlin gereği “buğz”u ortaya koysan
dahi, fâile sevgini vermek!
İşte “ALLAH AHLÂKIYLA AHLÂKLANMAK”
diye tarif edilen “tasavvuf”un dayandığı hakikat..
Yaratılmışı âdeta görmeksizin, ondaki
Yaratanı görüp; karşılık beklemeksizin, sahip olduğunu sandığın herşeyini ve
“BEN”liğini vermek!. “ALLAH” yolunda, canından geçip onu
verene “şehîd” derler; “ben”inden geçip, varsaydığı “ben”ini
verene ise “mukarreb”!… İşte onlar “yakîn”e erdirilmiş “ikân”
ehlidir.
“Allah ahlâkı”nın, kuldaki zuhur
şekli olan, “verme” sırrının açığa çıktığı kişilerdir onlar..
“Veren el alan elden üstündür” anlamındaki
Rasulullah uyarısı da dikkatlerimizi bu gerçeğe çekme amacıyladır,
anlıyabildiğimiz kadarıyla!…
Mevlana Celâleddin’in semâ
yaparken sağ elinin yukarda yani Hak’kın zuhur noktasını sembolize ederken; sol
elini aşağı bakar vaziyette tutması da, “Allah ehli=ehlullah”ın özündeki
esmâ-sıfattan gelenin çevresindekilere “verilmesi”yle ilgili olduğu elbette
ki bilinmektedir…
Öyle ise artık farketmeliyiz ki…
Allah Rasûlü olan Muhammed Mustafa
aleyhisselâm, “Allah ahlâkıyla ahlaklanmış bir yaşam içinde” oluşunu
zahire vurma ve diğer insanların da bunu yaşamalarını teklif anlamında
rasullüğünü edâ ederken, bizlerin de bu güzelliği yaşayarak; bu hâlin cennetine
girmemizi istemiştir.
Bize düşen, şu dünyada
yaşarken, “ALLAH ahlâkıyla ahlâklanmış” en mükemmel örnek
Rasulullah aleyhisselamın yaşamını değerlendirip; O’nun hayatını iyi bilip, onun
gibi düşünmesini öğrenerek; onun bakış açısıyla varlığı değerlendirmektir..
“Allah ahlâkını” öğrenmenin
yolu, O’nun Rasulünü yakından tanımaktan ve O’nun ahlâkıyla
ahlâklanmaktan geçer!…
Gâfil, bedenin güdüleriyle bedene
dönük, beden için yaşar!
Ârif, “B”sırrını farketmenin
getirdiği uyarı ile, “en mükemmel örnek Rasullah” ahlâkını edinerek,
“Allah ahlâkını” izhâr eder!…
Bütün bunların sonucu ise,
olabildiğince VERMEKTİR!… Malını, canını, sevgini, ilmini…
Karşılıksız olarak!…
Zirâ hatırlana ki, karşılık beklemekte
olan “ego”n yani “benliğin”dir!… Ki bu da “şirk-i hâfi”nin
kaynağıdır…
Bilemiyorum, size anlatmak istediğim
bakış açısını yeterince ifade edebildim mi?
Allah, hepimize kolaylaştırsın;
muînimiz olsun!.
(1) Elmalılı Hamdi
Yazır’ın hazırlamış olduğu tefsir “Hak Dini Kuran Dili”; cilt: 1
sayfa:42-43
Ahmet F. Yüksel
|