İnsan bazen, günlük meselelerle uğraşmaktan, kalıcı
çözümler üretmeye, yaptıklarını gözden geçirmeye pek vakit bulamıyor doğrusu... Dergimizin tek sayı çıkarmak üzere verdiği kısa mola, eksiklikleri
görme fırsatı tanıdı.
Bu süre içinde dostların telefonlarına ve sorularına muhatap
oldum. Aranmak, unutulmamak bir hayli sevindiriciydi.
Ancak, bize yöneltilen soruların içeriği dikkate
alındığında, başka bir gerçeği de tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu;
Bir ilim limanına sığınıp yardım talep eden insanları
ilgilendirmeyen ne kadar konu varsa, onları anlatmaktan, yazmaktan öte bir şey
yapılmıyor ve teferruat içinde konular örtülüyordu.
Düşünüyorum...
Yeni Dünya’daki ilk yazım, Muhiddin Arabi’ye hayran
biri olarak, onunla ilgili olmuştu;
“İbn-i Arabi’yi sevmek”...
Resulûllah Efendimiz’in özel olarak yetiştirdiği,
Kelime-i Tevhid’in gerçek anlamına oturan Vahdeti Vücud teorisinin mimarı
sayılan İbn-i Arabi’yi anlatabilmek ve övebilmek bize düşmez. Ancak,
kendisinden izhar olunan ve hayli güç anlaşılan ilmi, edinebildiğim kadarıyla,
sizlere kısmen aktarmıştım.
“Hz.Meryem” başlıklı yazımda ise Hz.Meryem’in,
Cebrail tarafından eğitildiğini, fakat onunla yapılan her görüşmenin “vahiy”
anlamına gelmediğini dile getirirken, sözlerimi, İslâm aleminin iftihar
tablolarından biri olan, lisan, tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf konularında
mütehassıs bir insan, İmamı Gazali’ye dayandırmıştım.
Bütün gayretim, İslâm dininin akla hitap ettiği
düşüncesinden hareket ederek; Dini, Tasavvuf ve müsbet ilimle değerlendirip, Kur’an
ve Hadis’ler ışığında, Allah’ın lütfettiği kadarıyla, ortaya somut bilgiler
koyabilmek ve tabii ki bunları sizlerle paylaşabilmektir.
Şimdi, dilerseniz tarafıma yöneltilen soruların yanıtlarına
geçelim...
Televizyondan, basından ve okuduğu kitaplardan aldığı
yorumlarla kafası iyiden iyiye karışan bir okuyucum, İzmit Değirmendere’den
Neslihan Ruhacan soruyor;
Dua ederken Tanrı korusun veya Tanrı yardımcısı olsun
demenin faydası var mı?.
Düşünelim...
Ünlü Fizikçi Niels Bohr "Bir insan Quantum fiziğini
düşünürken başının dönmediğini söylüyorsa bu, konuyu hiç anlamadığını
gösterir" diyor.
ALLAH ile Tanrı kelimelerinin arasındaki
farkı yakaladığı halde, hayretler içinde kalmayan kişi de, Allah'ı hiç
tanıyamamış demektir.
Kur’an’da, Tanrı kelimesi geçmez. Bugün, farkında olmadan,
Tanrı sendromuna kapılan klasik İslam alimleri, İslâmın temel konularında asla
somut bir ifade ortaya koyamamakta, acizliklerini de başka sahalara yansıtmaktadırlar.
Allah kelimesiyle işaret edilen yüce yaratıcı; sonsuz
sınırsız bir varlık olup nedenini, niçinini beraberinde, sistem dahilinde
taşımaktadır. Bu olguyu, orjinden bakışla, mânâ, enerji ve madde
olarak sıralayabiliriz. Kaldı ki; Allah isminin manâsı, manânın dahi özünde
mütalaa edilmelidir.
İsim, bir işaret kelimedir. Nesneler, kendilerine konan
isimle anılır. Esas olan mânâdır. Bir bakıma o isim, mânâ ile bütünleşmiştir.
Mânâ yoksa isim hayâl olur. Tanrı kelimesi de böyledir.
Kendisine yönelinen ve belli bir mekânı kapladığı
düşünülen Tanrı’nın ‘Allah’ kelimesinin ifade ettiği mânâ ile ilgisi
yoktur. İnsan, yaratıcı gücü özünde bulabilirse, bu varlığa Allah adını
verebilir. Tanrı ise, hayallerimizi süsleyen, düşsel bir varlıktır.
Bu yüzden ‘Tanrı Korusun’, ‘Tanrı
yardımcısı olsun’ şeklinde temennide bulunduğunuzda, kesinlikle bir yararı
olmaz, söylediğinizle kalırsınız.
Neslihan Hanım, bu defa da “madde ile enerji”
kavramlarını ve ikisi arasındaki farkı açıklamamızı istiyor.
Kısaca tanımlarsak;
Madde, enerjinin yoğunlaşmış hali olup, insanın beş duyusu ile
değerlendirebileceği bir yapıdır. Enerji de, duyuların algılayabildiği ya da
algılayamadığı her şeyin orijinini oluşturur diyebiliriz. İnsan beyni, duyu
sınırlarıyla kayıtlı algılama kapasitesine göre, her şeyi madde kabul eder.
Oysa, algılanan boyutların ötesinde, sayısız Evrenlerin kendine
has canlı türleri mevcuttur ki, (insanı kastetmiyorum) her canlının da
bulunduğu boyut itibariyle bir madde dünyası vardır. Onlara göre madde olan alemler,
bizim beş duyu sınırlarımızın ötesinde kaldığı için "yok"
hükmündedir.
Yani, madde düşüncesi, birimlerin algılama kapasitesinden
kaynaklanır, tamamiyle GÖRE'seldir. "GÖRESEL KAVRAM"ların da
gerçekte bir değeri yoktur. "Madde" olarak isimlendirilen her şey,
aslında değişik frekanslardaki ışınsal yapıdan ibarettir. Mutlak Evren ise, özü
itibariyle SALT ENERJİ' dir.
Tasavvuf deyimiyle Mutlak Yokluk, başka bir deyişle Mutlak
Hiçlik, Sıfat ve Esma’ya bürünmüş, Esmanın zuhuruyla Enerji oluşmuştur. Sıfat
ve Esmanın bilinçli bir boyut olduğu dikkate alındığında, Enerjinin de mutlak bir
bilinç kapsamında bulunduğu ortaya çıkar. Dağda taşta olan idrakın, onların
mayası olan enerjide bulunmaması mümkün değildir. (Bak.Ahzab 72)
Bu anlatıma istinaden, enerjiyi Allah olarak kabul etmek hakikatı
yansıtmaktan uzaktır.
Bursalı okuyucumuz Levent Karadayı, Tasavvufun ana
temaları arasında bulunan ;
Ruhsal yükseliş mertebelerini, Ruhi Seyrani ve Ruhi Nurani
kavramları ile, Emr Alemi’ni merak ediyormuş...
Tasavvuf ilminde, Ruhun yedi yükseliş mertebesinden bahsedilir. Birinci
yükselişte RUH, bölünmez, parçalanmaz bir varlıktır.
İkinci yükseliş, kendi içindeki ve dışındaki Ruhun
cisim olmadığı, bütün varlığı kapladığı, parçalanmayı ve bölünmeyi kabul
etmediği şeklindedir.
Üçüncü yükseliş, kendi Ruhunun aleme ait, yani
dıştaki Ruhta fani olduğu anlamındadır.
Dördüncü yükseliş, kendi Ruhunu, aleme ait izafi tümel
Ruhta fani ve bu izafi tümel Ruhu da Allah'ın Zatında fani görüp, izafilikten ve
tümellikten kurtarmaktır.
Beşinci yükseliş, yukarıda açıklanan dört yükselişin
hepsini birbiri içinde ve topluca müşahede etmektir. Bu makama ulaşan insana da ibnûl
VAKT derler. Burada kişi, ‘Allah'tan başka mevcut yoktur’ der. Masivayı
yani Allah’tan gayrısını terk eder.
Altıncı Ruhsal yükselişte, vakt kelimesi EBÛ'L VAKT adını
alır. Bu idrak sahibi, "Benden başka mevcut yoktur." der ve bütün
varlıkları kendisine ayna, kendisini de diğer varlıklara ayna görür. Evrensel
Benlik, Mutlak Benlik mertebesidir.
Yedinci Ruhsal yükseliş ise, Benliğin yokluk mertebesine
ulaşmasıdır. Hiçbir hâl ve makamla vasıflanmaması, hiçbir şeyin dile
getirilmemesi mertebesidir. Zira, tam bir yokluk makamıdır.
Tasavvufta kullanılan Ruhi Seyrâni ve Ruhi Nurâni kavramları,
ölüm ötesi yaşamda sahip olacağımız beden yapısı ile ilgilidir.
Ruhi Seyrani’den kasıt, Narî Beden’dir. Ruhî
Nuranî de Nurî Bedene işaret eder. Bir kişi Nurî Bedene sahip
değilse, bu bedenin ortamı sonsuza değin Cehennem olacaktır. Ruhî
Nuranî’ye sahip olanlar ise Sırat Köprüsü’nden geçerek Cennete ulaşacaktır.
Gelelim Emr Alemi’ne...
Bu ismin işaret ettiği manâyı algılayabilmek için Kadr
Suresinin dördüncü ve beşinci Ayetlerini örnek almak ve her iki Ayeti bir bütün
gibi kabul etmek gerekir.
“Tenezzelül Melâiketi verruhu, fiha bi izni Rabbihim min
külli emrin selâm”
(O gecede Melekler ve Ruh tenezzül eder, her bir Emirden Selâmet ‘esenlikler’
getirir.)
Ayeti Kerime’de bahsedilen Emr Alemi, Esmanın ‘Hüküm
Alemi’ adıyla Melâike’de açığa çıkışıdır. Her bir Esma’nın,
birim olarak kabul edilen noktaya ulaşması ise selâmıdır, selâmetidir.
Levent bey biraz daha derinleşmek niyetinde...
Misâl Alemi’nin ne olduğunu öğrenmek istiyor?
Açıklayalım...
Misâl Alemi, suretlenmiş mânâlar alemi, varlıkların
suretsiz olduğu boyuttur. Algılanan suretlerin bir alt boyutundaki suretsizlik
boyutudur.
Esma’nın hükmünün önce Melâikede zuhur ettiğini
söylemiştik. Bu boyut, aynı zamanda Misâl Alemidir ve varlığını Melekler
oluşturmaktadır. Misâl Alemi, içinde yaşadığımız Efal, yani çokluk
boyutunda yerini alır.
İstanbuldan Güliz Kapkın, iki soru yöneltiyor;
“Ahir zaman” ile “Arş” kavramları ne anlama gelir.
Ahir zaman, dünya hayatına nisbetle kıyamete yakın
zamanı anlatır.
Arş bize göre Arş, madde ile mana arasındaki muhayyel
sınırdır. Mirac sırasında Cebrail (a.s)’ın Resulullah Efendimiz’e hitaben
“ben buradan öteye bir adım atamam, yanarım” dediği yerdir.
Yani Cebrail (a.s); “Senin ile benim Nur’dan oluşan
bedenlerimiz, mânâ’da yok olur. Burası Esma boyutudur” demek istemiştir.
Efendimiz Aleyhisselâtu Vesselâm, Mirac’ı sırasında
Arş’ı anlatan izlenimlerini, “Ben nihayet Arş’ın kenarına vardım ve
Arş’ın üstüne baktım ki, ne sema, ne perde, ne zaman, ne mekân ne de cihet
vardı” şeklinde dile getirmiştir. (Sahihi Müslim)
Allah Muin’imiz olsun.
Ahmet F. Yüksel
|