İslam
dini, orjinal olanı idraklere yerleştirmeye çalışırken, ‘ilahi hükümler’
olarak bildirilen ve tümü sistemin çalışma tarzı ile ilişkili olan farzları, kelime-i
şehadet, namaz, oruc, hac ve zekat ile sınırlamamış; “yalan söylememek,
kendinden önce karşıdakinin menfaatini düşünmek (Kur’an’da buna ‘isar’
adı veriliyor), diline hakim olmak, gıybet etmemek gibi teklifleri de bu çerçeveye
dahil etmiştir. İçinde bulunduğumuz sistemi kavratıp öze
yönelmeyi sağlayan böylesi tavsiyelere kulak vermeksizin yaşamanın sonucu insanı
felakete sürükleyecektir.
Çok değil, bundan yirmi-yirmi beş yıl önce toplumun, mistik
alan dışında yaşayan insanları arasında dahi, belli başlı ahlaki kurallar
geçerliydi. Bugün, yukarıda kısmen dökümü yapılan ve farz kapsamına giren
davranışlar, sonuçları düşünülmeksizin rahatlıkla ihlâl edilmektedir.
Menfi yönlü değerlerin artışıyla özellikle, gıybet, zina,
iftira vasıflı konular da günlük hayatımıza yerleşip tabanımızda
sabitleşmiştir.
Öyle ki her akşam değişik kanallarda dedikodu üretim merkezi
olarak kabul edilen, her türlü rezaletin büyük bir hoşgörü ile sergilendiği "paparazzi"
programları ve gayesinden uzak biçimde hazırlanan “spor show” türü
yapımların izlenme oranının maalesef çok yüksek düzeyde olması acıdır.
İnsanımızın ne halde olduğunu gösteren açık bir belgedir.
Esasen Resulallah Efendimiz’in yaşam şeklini her karesiyle
örnek almamız gerekirken, biz “O şunu yapmış, bu şöyle demiş; filan şöyle
giyinmiş yakışmamış; fişmekanda varmış da sizde niye olmasınmış” gibi
lâkırdılarla günlerimizi geçirmekteyiz.
Yapılanların, söylenenlerin nereye varabileceğini
kestirebilseydik, bu tür olaylardan uzak durabilecek her türlü tedbiri alır,
lûgatimizden “im” ve “miş” eklerini kaldırırdık, hem de
acilen...
Kur’an, varlığımızı kemiren bu yaşam biçimine değinmiş ve
sonuca "helak olan toplumlar" diye tarif getirmiştir.
Evet; Efendimizin, "Gıybet, zinadan da kötüdür. Adam
zina eder, sonra tövbe eder ve Allah da onu bağışlar; ama gıybet edenin
bağışlanması, gıybet ettiği kişinin affı olmadan mümkün değildir."
Hadisi Şerif’inin yanı sıra Hucurat suresi’nin 12. Ayetinin bir
bölümünde;
"Birbirinizin gıybetini etmeyin, sizin biriniz
kardeşinizin ölmüş haldeyken etini yemek ister mi?.. Bundan tiksindiniz değil mi! O
halde Allah’tan korkun" uyarısıyla sosyal yaşamda hiç de hoş
karşılanmayan, aynı zamanda ruhun genel yapısını menfi (günah) potansiyele
dönüştüren akıl almaz durum vurgulanmaktadır...
Kötü huy ve ahlâk bozukluğu olarak görülen “Gıybet”
kavramına, Humeze Suresinin birinci Ayetinde de “Yuh olsun arkadan
çekiştirenlerin, kaş göz işareti yapıp alay edenlerin tümüne” denerek
dikkât çekilmektedir.
Mirac’la ilgili Hadiste Hazreti Rasûlullah’ın "Cehennem
ehlinin gıybetten azap görenlerini, ölü eti yer bir halde" gördüğü ifade
edilmektedir.
Başka örneklerle konuya açıklık getirelim;
Hazreti Aişe Radıallahu Anha anlatıyor;
"Resulullah Salla'llahu Aleyhi ve Sellem'e;
-Safiyenin şu kusurları, boyunun kısa olması sana yeter!..
dedim... Resulü Ekrem
-Öyle bir söz konuştun ki denize atılsa, denizi bulandırır.
Ve kokuturdu!.. buyurdu.
Dikkat edelim, Efendimiz eşine dahi bu ikazı yapmada tereddüt
etmiyor!..
Hz Resulü Ekrem sordu:
-Gıybet nedir biliyor musunuz?..
Ashap cevapladı:
-Allah ve Resulu bilir...
-Kardeşini hoşuna gitmeyen şeyle anmandır.
Birisi sordu:
-Dediğim şeyler kardeşimde varsa, ne buyurursun?.
-Söylediğin, şayet onda varsa, ona gıybet etmiş
bulunursun!.. Ve eğer onda yoksa ona iftira etmiş olursun. (Müslim)
Büyük günahlar Hadisinde, zinanın yedi büyük günahtan biri
olarak geçtiğini, gıybetin de ‘zinadan otuz altı defa daha şiddetli’ olduğunu
düşünürseniz, varın gerisini hesap edin artık...
Efendimiz, bırakın bir kimse veya konu hakkında
beyanda bulunmayı, yoruma dahi girmezdi. Yorumsuz bir yaşantının vardığı kapı,
Zati Tecellidir. Hemen hatırlatalım; bu kapı önce Hz. Resulullah'a açılmıştır.
Nice insanlar var ki, çeşitli kulluk görevlerini yerine
getirirken "KİŞİYE GÜNAH OLARAK SADECE DİLİ YETER" Hadisindeki
uyarıyı dikkâte almadıkları halde, gerçek mümin oldukları zannıyla yaşar
giderler, olanlardan habersiz...
Ulu orta konuşmanın bir değer taşımadığını bilen
büyüklerimiz, insana hiçbir şey kazandırmayan boş sözleri, bloke edebilmek için “söz
gümüşse, sükut altındır” demişlerdir.
Hz.Resulullah’ın Halifelik görevini ifa eden ve diğer Halifeler
gibi, her hutbesi farz olan Hz.Osman’ın ilk hutbesi suskunlukla geçmiştir. Bu
harekete bir anlam veremeyen sahabiler, anlatılmak istenileni daha sonra
kavrayabilmişlerdir.
Tasavvuf ehli işaret edilen noktayı, “kâl değil, hâl ehli
olmak” şeklinde dile getirmiştir.
Şimdi bütün bu açıklamalar istikametinde konuyu bir de teknik
yönden izah etmeye ve biraz beyin hakkında malûmat vermeye çalışalım...
Size dizinizin altında, beyninizden daha başka kararlar verecek
ikinci bir beyin olduğunu söylesem, bana vereceğiniz yanıt “hadi canım saçmalama,
tüm kararlarımı aklımla beynimle alıyorum böyle şey tabi ki olamaz” şeklinde
olacaktır. Yerden göğe kadar da haklısınız. Biyolojik yapıda istemsiz görev yapan
kalbin dışında, bütün azaları yöneten bir tek beyin vardır.
Ancak sanıldığı gibi, beyinde tad alma, görme, koklama, renk
ayırımı vs. özellikler yoktur. Dıştan gelen bu özellikler deşifre edilir ve lokal
bölgelerde mânâ olarak algılanır. Artı ve eksiye dayanan bir çalışma sistemiyle
Ruha kayıt yapılır.
Ve her beyin kendi frekansına uygun yapılarla sürekli iletişim
içindedir. Bu frekans uyumunu enerji alışverişi olarak kabul etmeliyiz.
Diyelim ki, bir kimse hakkında, O'nun istemeyeceği şekilde
konuşuldu. Konu, dış görünüş itibarı ile gıybettir. Buradaki işlem de, ruhtaki
artıların, başka bir deyişle sevapların dedikodusu yapılan kişiye
aktarılmasıdır.
Şayet, gıybet edende (+) (sevap) yoksa, otomatikman O'nun eksileri
alınır. Yani günahları!..
Gıybet eden, tövbe etmişse ne olur ;
Artılarını gönderir, buna mani olmak mümkün değildir. Ancak
karşı tarafın eksileri devreye girmez, bize ulaşamaz. "Gıybet edenin
bağışlanması, gıybet ettiği kişinin affı olmadan mümkün değildir."
Hadisini bu şekliyle algılamak gerekir.
Görüntü ile olmasa da gıybeti edilen kişinin affetmesi (beyinsel
işlevlerde eksilerin durdurulması) sizde " tövbe etme " idraki
ile yerini bulacaktır. Yani sizde tövbeyi oluşturan idrak, gıybet ettiğiniz kişinin
talebi ile meydana gelmiştir. Akla şöyle bir sual gelebilir; Gıybeti edilen kişi,
bunu biliyor mu?
Biz sistemin nasıl ve ne şekilde çalıştığının farkında
değiliz. Anlatılanlar beyinsel işlevlerdir. Bir başka şekilde meydana gelebilecek “kul
hakkı” nı da bu denklem ile çözebilirsiniz. Zira, “Allah Seriül Hisab”dır.
Mahşere kalmadan anında hesap görülmektedir. Orada yaptıklarımızı açıkça
görebileceğiz. Mahşerdeki hesaplaşmanın anlamı budur.
Efendimiz, bu noktalar itibarı ile bizi uyararak gıybetin
zararlarından bahsetmektedir.
Şöyle ki, “sakın düşündüğünü fiil noktasına getirme.
Şayet diline hakim olamazsan oluşan manalar istikametinde beyinde (+) ve (-) yani günah
ve sevap işlemleri devreye girecek” demektedir.
Aslında, bu nokta algılayamadığımız bir şekilde, beyinlerin
rezonansa girmesiyle düşünce boyutunda başlamakta, dilde sona ermektedir. Önemli
olan, menfi düşüncenin dile ulaşmamasıdır. Zira, insan düşüncelerinden mesûl
değildir. Bakara Suresi’ndeki 284. Ayetin, anlatılan konu ile ilgisi yoktur. Bu Ayetin
yorumunu bir başka sefere yapacağım.
Kulaklarımıza küpe olacak bir Hadis ile konuyu bitirelim.
" HIFZI LİSAN , SELAMETÜL İNSAN " (Lisanına, diline
sahip olan selamete erer.)
Allah Muin’iniz olsun.
Ahmet F. Yüksel
|